İçeriğe geç

Senin İçin Kitap Alıntıları – Tevfik Fikret

Tevfik Fikret kitaplarından Senin İçin kitap alıntıları sizlerle…

Senin İçin Kitap Alıntıları

Demek ki beni boğan şey hava değil; kalbimi, beynimi, bütün hislerimi, bütün vücudumu kuşatan kederin buharıydı!
Demek ki beni boğan şey hava değil; kalbimi, beynimi, bütün hislerimi, bütün vücudumu kuşatan kederin buharıydı!
Anne şefkati her şeye, hatta yürek acısına bile galip gelir.
Ve sen yalnız bana beni gösterdiğin için, bana beni sevdirdiğin için seviliyor; bu ezici vazifeyi yerine getireceğim diye kendi kendini harap ettiğin için bu mükâfata, bu alçak ücrete, bu kalp sadakasına layık görülüyorsun Yalnız onun için!
Güzel mi değilsin?.. Evet, ben de o fikirdeyim, güzel değilsin.
Senin için ölmeliyim!
Zaten şu âlemde mahvolmaktan gerçek ne var?
Yavaş yavaş, geç sevenler çok sever derler.
Zavallı çocuğun kalbindeki talihsiz üzüntüler o kadar fazlaydı ki orada sıradan üzüntüler yer bulamıyordu.
Suskun bir hüzün hüküm sürmekteydi.
__ Ne için ağlıyoruz? Eğer annemiz içinse ona ağlamanın ne faydası var? O gitti!
Sevemeden, yaşayamadan ölecek! Mutlaka ölecek!
Hayır, hayır, Ayşe ölmek için güzelleşmiyor, güzelleşmek için ölüyor!
Ayşe ölüyor mu? Hayır, Ayşe güzelleşiyor. Hem nasıl güzellik!
Ölüm muhakkak, lakin geciktirilmesi mümkün olamaz mı?
Tıp bilimi ki insan hayatının en önde gelen koruyucusudur, hiçbir zaman çalışmaktan kendisini alamaz; belki hiç umulmadık bir ilaç tesir ediverir!
Anne şefkati her şeye, hatta yürek acısına bile galip gelir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanın hayalinin erdiği noktaya insanın kudreti de ulaşsaydı, bugün dünyada güç, hatta imkânsız bir şey kalmazdı. Yazık ki hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Gençlik unutkandır; yeni âşıklar, kâinatı kendi sevgi dairelerinden ibaret görürler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Elbet değil nasibî mezellet kadınlığın
Elbet değil melekliğin ümîdi zulm ü şer
Elbet sefîl olursa kadın, alçalır beşer
Ve sen yalnız bana beni gösterdiğin için, bana beni sevdirdiğin için seviliyorsun.
Kavuşma arzusuyla peşinde çırpınmaktan bitap düştü toprağa fikrimin kırlangıcı.
İnsanın hayalinin erdiği noktaya insanın kudreti de ulaşsaydı, bugün dünyada güç, hatta imkansız bir şey kalmazdı.
Yavaş yavaş, geç sevenler çok sever.
Demek ki beni boğan şey hava değil; kalbimi, beynimi, bütün hislerimi, bütün vücudumu kuşatan kederin buharıydı!
Hayat uykusundan uyanmadan ölümün ebedi uykusuna dalmak mümkün değil midir?
Bir tarafta gençlik, dinçlik, muhabbet; diğer tarafta ihtiyarlık, hastalık, umutsuzluk..
Ne müthiş, ne mukaddes bir tutkusun!
Demek ki beni boğan şey hava değil; kalbimi, beynimi, bütün hislerimi, bütün vücudumu kuşatan kederin buharıydı!
Senin için ölmeliyim! dediğim zaman merhametli dudakların sitemkâr bir ağlayışın kıvrımıyla sanki düğümlenerek bir zaman suskun durur, durur; sonra kaşlarını kaldırarak, siyah kirpiklerinin masum gölgeleri içinden bir elmas damlası yuvarlanarak boynunu bükersin: Hayır ölme!
Halbuki sen öyle değilsin; güzel olmamakla beraber sende güzelliklerin üstünde bir tecelli, cazibelerden tesirli bir ruh, şimşeklerden göz kamaştırıcı bir parıltı var; sende öyle bir şey var ki başkasında olsaydı şüphesiz beni lakayt bırakırdı; öyle bir şey ki işte sende benden başkasına benim gibi tesir etmiyor, ondan ancak ben bu kadar etkileniyor, ancak ben onunla seni bu kadar seviyorum..
Sana tapınışım güzelliğin için Gözleri kamaştıran, yürekleri oynatan o şimşek çehrende bir parıltı, bir kıvılcım parladığı için olsaydı karşında bir dakika gözlerim kamaşır, bir dakika yüreğim oynardı,
Sana tapınışım güzelliğin için Gözleri kamaştıran, yürekleri oynatan o şimşek çehrende bir parıltı, bir kıvılcım parladığı için olsaydı karşında bir dakika gözlerim kamaşır, bir dakika yüreğim oynardı, bir dakika sana tapmış olurdum; sonra ihtimal ki o bir dakikalık zaafım için fikren mahcup olur, pişman olur geçerdim.
Çünkü okudum, alim oldum, bilgin oldum; çünkü okuduğum kitaplar beni hayvanlıktan kurtardı, adam etti.
Gençlik unutkandır; yeni aşıklar, kainatı kendi sevgi dairelerinden ibaret görürler.
Hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Halbuki sen öyle değilsin; güzel olmamakla beraber sen de güzelliklerin üstünde bir tecelli, cazibelerden tesirli bir ruh, şimşeklerden göz kamaştırıcı bir parıltı var; sende öyle bir şey var ki başkasında olsaydı şüphesiz beni lakayt birakırdı; öyle bir şey ki işte sende benden başkasına benim gibi tesir etmiyor, ondan ancak ben bu kadar etkileniyor, ancak ben onunla seni bu kadar seviyorum, sana tapınıyorum.
Ve ben Senin için ölmeliyim! dediğim zaman Bu sözü -bütün o çektiğin sıkıntılara, verdiğin mutluluklara,verdiğin hayata karşılık hayatım sanki fedaya değer bir şeymiş gibi- bu soğuk sözü karşında sıkılmadan tekrar ettiğim zaman kalbinin titrediğini, gözlerinin yaşardığını, boynunun büküldüğünü görüyorum. Sonra da, ah kalpsiz! Sonra da senden senin kendi hayatın, bende mahvolacak hayatın için ağladığına inanarak senden şüpheleniyor, siyah gozlerinin masum yaşına inanmamak istiyorum!
Aç kalmamak için taş da yenir demek istiyor, hakkı var! dedim. Fakat ne için aç kalıyor? Tabiat çocukların beslemeli değil mi? İnsaniyet kendi fertlerini, kendi evladını doyurmalı değil mi? Ah biçare çiftçi, sen de mesut değilsin; senin de acıların, senin de açlıkların var. Ya biz ki sizleri bahtiyar sanırız; ya biz ki medeniyetin gürültüsünden yorulan ruhumuzu dinlendirmek ihtiyacını hissettikçe sizleri, sizlerin hallerinizi ve hayat karşısındaki kanaatkâr duruşunuzu düşünür, Ah bir tarla, bir saban, bir ağıl, bir yurt! diye sayıklarız Demek siz de bizim gibisiniz; demek sen de benim gibisin, ihtiyar, öyle mi?
Hazinelerini gaddar bir kıskançlıkla göğsunde sıkan taş yürekli tabiat, bu cimri sermayedar, onlara gıdadan çok zehir veriyor. Daima pek yüksekten uçan bulutlar da insafsız: Onlar da şu siyah toprağın eşi; onların da biçarelere merhameti yok, hiç yok. Şu bir avuç ekin bile, zanneder misin ki toprak onu çiftçi memnun olsun diye veriyor? Nerede? Bu kendisi için bir ihtiyaç, o ihtiyacını gideriyor. Çiftçi onun fahri hizmetkârı; bir nimet diye kestiği, kaldırdığı sararmış başaklar toprağın, artık solup yıprandığı için, başından atmak istediği süslerden başka bir şey değil, o kaldırmasa da kendi kendine çürüyüp mahvedecek Zaten şu âlemde mahvolmaktan gerçek ne var?
İşte ziyandan, üzüntüden başka bir şey biçememişlerdi Ziyan, üzüntü diyordum. İşte tabiat ana yavrularını böyle besliyor; zalim anne!
Nedir bu nağme ki tesiri gaşy-ı rûh eyler!
Bu nâle hangi yürekten acep sünûh eyler
Bir saat bir ömrü değil, bir âlemi yok etmeye kâfi bir zamandır.
Pürsişlerime suâl-i zâlim, reddeyler idi cevâb-i muzlim
İnsanın hayalinin erdiği noktaya insanın kudreti de ulaşsaydı, bugün dünyada güç, hatta imkânsız bir şey kalmazdı. Yazık ki hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Senin için ölmeliyim! dediğim zaman merhametli dudakların sitemkâr bir ağlayışın kıvrımıyla sanki düğümlenerek bir zaman suskun durur, durur; sonra kaşlarını kaldırarak, siyah kirpiklerinin masum gölgeleri içinden bir elmas damlası yuvarlanarak boynunu bükersin: Hayır ölme!
Yazık ki hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Zavallı çocuğun kalbindeki talihsiz üzüntüler o kadar fazlaydı ki orada sıradan üzüntüler yer bulamıyordu.
Hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Hazan yaprağı gibi
-Ne için ağlıyoruz ? Eğer ninemiz içinse ona ağlamanın ne faydası var? O gitti.
Hazin hazin karanlıklar çökmüş
Mevt muhakkak
Yaşamaya bile muktedir değil: kederden yaratılmış vücut!
– Bu ne? Bu çukur Bu perişanlık ! Aman yarabbi! Namus nerede kaldı?
– Mümkün değil, bir gün de rahat evinizde oturmak mümkün değil!
Her gün biraz daha yorgun, her gün biraz daha buruşuk, her gün biraz daha endişeli bir alın Bulanık sözler Bulanık bakışlar
Ve elleriyle yüzünü kapayarak ağladı, ağladı.
Aç kalmamak için taş da yenir demek istiyor, hakkı var! dedim. Fakat ne için aç kalıyor?
Zaten şu alemde mahvolmaktan gerçek ne var?
Zavallı çiftçiler! Alınlarının teriyle suladıkları şu topraktan alabildikleri mahsule bak. Bununla şu beş ağız, şu beş hayat, şu beş ayrı vücut doyacak; ya onların aileleri, ya o çoluk çocuk ? Boşuna değil hepsi çırılçıplak, ayaklarına giyecek bir çarık bulamazlar. Çiftçi, çiftçi Biz de sanırız ki çiftçiler mesuttur, her toprağı kazan altın bulur. Hani ya, o altınlar nerede ?
Zavallı annenin o zamanki hali nasıl tasvir edilir!
Bir masumun melek gibi bakışlarına dayanmak mümkün müdür?
-Bu ne? Bu çukur Bu perişanlık ! Aman Yarabbi ! Namus nerede kaldı ?
Kendi bütün bütün kalpsiz, vicdansız bir insan değildi. Lakin cehaleti, sefaheti adeta kalbini köreltmiş, vicdanını söndürmüştü.
Evinde bir tanecik evlat muamelesi görmüş, yani hiç terbiye görmemişti. Mektepte ise terbiyeyi yalnız gördü.
Zaten şu âlemde mahvolmaktan gerçek ne var?
Kedi seven şair pek az değilse de köpeğin özelliklerini şiirlerle ortaya dökenler işitilmemiştir. Bunun mutlaka şairlikle zıtlığı olmalıdır.
Yazık ki hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Yavaş yavaş, geç sevenler çok sever.
Bir tarafta gençlik, dinçlik, muhabbet; diğer tarafta ihtiyarlık, hastalık, umutsuzluk
Hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Gençlik unutkandır; yeni âşıklar, kâinatı kendi sevgi dairelerinden ibaret görürler.
Hayallerimiz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir