İçeriğe geç

Selçuklular: Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157) Kitap Alıntıları – Osman G. Özgüdenli

Osman G. Özgüdenli kitaplarından Selçuklular: Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157) kitap alıntıları sizlerle…

Selçuklular: Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157) Kitap Alıntıları

Bu dönemde vuku bulan en önemli hadise, Selçuk’un dört oğlundan en büyüğü olan, Tuğrul ve Çağrı beylerin babası Mîkâil’in gayrimüslim Türkler’e karşı yapılan gazâlardan birinde şehit düşmesidir. Bu hadiseden sonra Mîkâil’in hanımı (Tuğrul ve Çağrı’nın annesi) eski Türk geleneklerine göre (leviratus) Selçuk’un diğer oğlu Yûsuf ile evlendirilirken, ileride Selçuklu Devleti’ni kuracak olan Mîkâil’in iki oğlu Tuğrul (Togrıl) ve Çağrı (Çagrı) dedeleri Selçuk tarafından büyütülmüştür.
Kaynaklara göre Selçuk’un dört veya beş oğlu vardı: İsrâil (Arslan), Mîkâil, Mûsâ, Yûsuf, ve/veya Yûnus. Zikredilen her beş adın da Mûsevîlik ile ilgili olması dikkat çekicidir.
Selçuklu Devleti’nin en büyük hükümdarlarından biri olan ve vefatından bir yıl sonra dahi pek çok yerde adına hutbe okunan Sencer, şiir ve edebiyata ilgi duymuş, alim ve edipleri himaye etmiş, meclisinde şairlere yer vermiş ve zaman zaman kendisi de Farsça şiirler kaleme almıştır.
Sultan Sencer’in naaşı, Merv’de hayattayken inşa ettirdiği darü’l-ahiret adı verilen büyük türbeye defnedildi. Bu anıtsal türbe, Ortaçağ mimarisinin en ihtişamlı türbe örneklerinden biri olarak hala ayakta durmaktadır.
Sultan’ın yerine bırakabileceği bir erkek evladı yoktu. Sultan Sencer’in yakalandığı kulunç hastalığı neticesinde Nisan-Mayıs 1157 tarihinde vefat etmesiyle Büyük Selçuklu Devleti tarihe karıştı.
Geceleri demir bir kafese konan Sencer’in esareti üç yıl sürdü.
100.000 askerden oluşan Selçuklu Ordusu, 1153 yılında 40.000 çadırlık Oğuzlar üzerine taaruza geçti. Belh civarında yapılan muharebeyi Oğuzlar kazandı. Büyük Selçuklu Sultanı Sencer esir düştü.
Selçuklu kumandanları, Sultan’ı Oğuzlar’a saldırmaya ikna etti. Selçuklu ordusu Belh yakınlarına geldiğinde Oğuzlar, Sencer’den bağışlanmalarını istediler. Sultan kendi soydaşlarını affetmeye hazırdı. Lakin Müeyyed-i Büzürg, Barankuş ve Ömer-i Acemi gibi emirler, Sultan’ı geri dönmenin yanlış olacağını söyleyerek ikna ettiler.
Kamac, Oğuzları cezalandırmak için bir orduyla harakete geçti. Fakat yapılan savaşta hem kendisi, hem de oğlu öldürüldü.
Belh ve çevresinde yaşayan Oğuzlar ile Selçuklu vergi memurları arasında çıkan anlaşmazlık, bir vergi memurunun öldürülmesiyle neticelendi. Belh Valisi Kamac’ın Oğuzlar’ı Sultan’a şikayet etmesiye mesele daha da büyüdü.
Göçebe bir hayat süren Oğuzlar’ın kalabalık kitleler halinde Selçuklu hakimiyeti altındaki topraklara girmesi, yerleşik hayata zarar verdiği gibi, toplumda bazı sosyal sıkıntılar yaşanmasına sebep olmuştur.
Yeni bir ordu kurması zaman alan Sultan Sencer, 1142 yılının ortalarında önce başşehir Merv’e ardından da Horasan’ın tamamına hakim oldu.
Atsız, 28 Mayıs tarihinde Nişabur şehrini sulhen ele geçirdi. Sultan Sencer’in adını hutbelerden kaldırarak kendi adını koydu.
Harizmşah Atsız, Katavan savaşından sonraki durumdan istifade ederek Horasan’ı istilaya teşebbüs etti. Serahs’ı ele geçirdikten sonra, Selçuklu başşehri Merv üzerine yürüdü. Atsız, 19 Ekim 1141 tarihinde şehri savaşla ele geçirdi. Bu sırada halktan ve ulemadan pek çok kişi katledildiği gibi şehir yağmalandı ve Selçuklu hazinesine el konuldu.
İslam aleminde geniş aksiler yapan Katavan yenilgisi, bu tarihe kadar muzaffer olan Sultan Sencer’in prestijini ciddi şekilde sarstı. Sencer yaklaşık 1 yıl başşehrine dönemedi.
Katavan’da şehit olanların sayısı 50-70 bin kişi olarak kaynaklarda verilmiştir.
Ahmed b. Hüseyin Ali Katip 50.000
Ebu Tahir Hace-yi Semerkandi 70.000 kişinin şehit olduğunu kaydetmiştir.
Katavan savaşı sonuçları itibariyle Selçuklu tarihinin en önemli hadiselerinden biridir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Karahıtay kılıcından kurtulan pek çok asker savaş alanının yakınlarından geçen Dargam nehrinde boğuldu.
1128 yılında bugünkü Çoğucak yakınlarındaki İmil şehri ve çevresinde, İslam kaynaklarında Karahıtay, Çin kaynaklarında ise Hsi-Liao adıyla anılacak olan bir devlet kurulmuştur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kıtaylar, Çin kaynaklarında ilk defa Moğolistan’ın kuzeydoğusunda bulunan bir proto-moğol kabilesi olarak zikredilmişlerdir.
Karahıtay Devleti, 937-1125 yılları arasında Kuzey Çin’de Liao adıyla hüküm süren Kitan Devletine Tunguz asıllı Cürcetler tarafından son verilmesi üzerine, batıya göç eden Kıtaylar(Kitan) tarafından kurulmuştur.
Mesud’un halifeyi esir etmesinden sonra Sultan Sencer, Mesud’a gönderdiği mektupta halifenin derhal serbest bırakılarak Bağdat’a gönderilmesini istemişti.
Ebü’l Ferec’e göre, Sencer’in gönderdiği heyet çok gizli ikinci bir mektup daha getirmiştir. Sencer bu mektubunda; “Harp karışıklıkları arasında halifeyi niçin öldürmedin?” diyordu.
24 Haziran 1135 tarihinde Hemedan yakınlarındaki Daymerc’de yapılan savaşta, halife,Mesud tarafından mağlup ve esir edildi.
Halife Müsterşid, okuduğu hutbesinde; Bizim işlerimiz Selçukoğulları’na kaldı. Kendi işlerimizi Selçuklu ailesine havale ettik. Bizim üzerimize geldiler, felek onlara yardımcı oldu. Onların kalbi bunadı. Onların çoğu fasıktırlar. Din ve müslümanlık hususunda baş kaldırdılar.
Halife Müsterşid’in mevcut statükoyu bozarak dünyevi işlere karışması ve ordu kurması Sultan Sencer’i rahatsız etmekteydi.
Sultan Sencer, halifeye gönderdiği mektubunda şunları demekteydi: “halife sarayından göreceğimiz her şefkat ve iyiliğe bir bir karşılık vereceğiz. Şayet onların buna ihtiyacı yoksa, ferman kendilerinindir, ve’s-selam.”
XI. yüzyılın sonlarında Selçuklu hanedan üyeleri arasında baş gösteren taht kavgaları, saltanatta hak iddiasında bulunan her bir kimsenin hakimiyetini tasdik ettirebilmek için Abbasi halifesine başvurmasından dolayı, hilafet makamına büyük güç ve itibar kazandırdı.
Erdoğan Merçil, devlet merkezinin Merv’e taşınmasını Sencer’in doğu hayranlığına bağlamakta ve bu durumun Selçuklu Devleti’nin yıkılışına zemin hazırladığını belirtmektedir.
Sencer, Selçuklu Devleti’nin idari yapısını da yeniden düzenledi. Başşehri İsfahan’dan Merv şehrine nakletti.
Selçuklu Devleti’nin doğusuna hakim olan Sencer 1119 yılında büyük bir orduyla batıya yürüyerek yeğeni Mahmud’un kuvvetlerini Save yakınlarında mağlup etti. Yenilginin ardından İsfahan’a firar eden yeğenini huzuruna çağırarak affetti. Onu, kendisine tabi olması şartıyla, merkezi İsfahan olan Irak Selçuklu Devleti tahtına oturttu.
İsmaililer, Selçukluların bütün gayretlerine rağmen marjinal bir muhalefet fırkası olarak İran coğrafyasında varlığını sürdürdü.
İsmaililer, 1101 tarihinde Sultan Berkyaruk’un emriyle, Şafii fakihi Ebü’l Kasım Mesud b. Muhammed el- Hucendi’nin rehberliğinde toplatılarak ateşte yakılmak suretiyle katledilmişlerdir.
Mahmud, yakalandığı çicek hastalığından kurtulamayarak 1094 Ekim tarihinde vefat etti. Mahmud’un ölümüyle talihi bir anda değişen Berkyaruk, hapisten çıkartılarak bizzat onu hapise atan emirler taratından sultan ilan edildi.
Terken Hatun, Melikşah’ın amcası Alp Sungur Bey Yakuti’nin oğlu Gence Meliki İsmail’i, kendisiyle evlenmesi ve saltanata ortak olması teklifiyle İsfahan’a davet etti. Teklifi kabul eden İsmail, Azerbaycan’dan kız kardeşinin oğlu Berkyaruk’un üzerine yürüdü. Berkyaruk bu durumda dayısı İsmail ile mücadele etmek zorunda kaldı. Kerec yakınlarında yapılan muharebede İsmail, Terken Hatun ile evlenecek olmasını hoş karşılamayan bazı askerlerin Berkyaruk tarafına geçmesinin de etkisiyle yenilgiye uğradı.
Ebu Tahir el-Hatuni, eserinde Sultan Melikşah’ın bir günde 70 ceylanı ok ile avladığı kaydetmektir.
Bağdat yakınlarında avlanmakta olan Melikşah 18-19 Kasım 1092 Cuma günü şüpheli bir şekilde öldü.
Bağdat’a gelen Melikşah, kızına kötü davrandığı için Halifeye sert bir mektup göndererek Bağdat’ı terketmesini istemiştir.
Nizamülmülk 14 Ekim 1092 cuma akşamı, arzuhal vermeyi bahane ederek huzuruna çıkan Ebu Tahir-i Errani isimli bir Batını fedaisi tarafından Nihavend yakınlarında Sehne’de öldürüldü.
Nizamülmülk lakabıyla şöhret bulan Ebu Ali Kıvamüddin Hasan b. Ali b. İshak et-Tusi, 10 Nisan 1018 tarihinde Gazneli maliyesinde çalışan bir dihkanın oğlu olarak Tus’un Nukan nahiyesinde doğmuş, iyi bir tahsilin ardından bir süre Gazneli devlet idaresinde çalışmış ve daha sonra Horasan’a dönerek Belh’te Selçuklular’ın hizmetine girmiştir.
İbnü’l Esir, Alamut’un Hasan Sabbah tarafından ele geçirildiğini öğrenen Vezir Nizamülmülk’ün derhal bu kaleyi kuşattığını kaydetmektedir.
Hasan Sabbah, 1087 yılında Elbruz dağları üzerinde son derece müstahkem bir mevkide yer alan Alamut Kalesini Şerefşah el-Cafer’in naibinin elinden kurnazlıkla ele geçirmeye başardı.
Aslen Kûfe’den göç etmiş Arap asıllı İmâmî bir aileye mensup olan ve Kum şehrinde dünyaya gelen Hasan Sabbah, Rey’de gördüğü eğitimin ardından gençliğinde İsmaililiğe girmişti.
Mısır Fatimi Devleti’ne yaptığı seyahatin ardından ihtilalci fikirlerini İran coğrafyasında yaymaya başladı.
Alparslan’ın başına uzun bir külah giydiği, külahın ucu ile sakalının ucu arasındaki mesafenin iki gez(yaklaşık 190 cm) geldiği kaydedilmiştir.
Alparslan’ın görünüşü itibariyle iri yarı ve çok uzun sakallı olduğu kaydedilmektedir. Öyle ki, Sultan ok atmak istediği zaman sakalını düğümlemekteydi.
Alparslan, devrin kaynaklarında usta bir okçu, cesur bir savaşçı, hayır sever bir insan ve adil bir hükümdar olarak tasvir edilmiştir.
Vefat ettiği zaman henüz kırk bir veya kırk üç yaşlarında bulunan Alparslan, yüksek ahlakı, büyük enerjisi ve adaleti ile temeyyüz etmiştir.
Türkler hakkında bilgi veren Çin kaynaklarındaki şu kayıtlar ilgi çekicidir: “Çarpışmalarda asla sıraya girmezler. Öncü birlikler hücuma geçiverir. Birden saldırır, birden gözden kaybolur, ama durup sürekli bir çatışmaya girmezler.”
Selçuklu ordusunun savaş stratejisi, Türkler tarafından meydan savaşlarında defalarca ustalıkla tatbik edilen, son derece basit ama etkili bir plana dayanıyordu: pusu,sahte ricat,kuşatma ve imha.
İki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Ovasında karşı karşıya geldi. Selçuklu ordusu, sayıca Bizans ordusunun çok altında olmakla birlikte; Süleymanşah, Mansur, Gevherâyin, Porsuk, Bozan ve Savtegin gibi mahir kumandanların idaresinde bulunmaktaydı.
Romanos Diogenes, Türkler’i Anadolu’dan tamamen atabilmek için 1070-71 kışında büyük bir ordu topladı. İçerisinde Bulgar,Slav,Alman,Frank,Gürcü,Ermeni,Peçenek,Uz ve Kıpçak unsurların da bulunduğu bu kalabalık orduyla 13 Mart 1071 tarihinde İstanbul’dan haraket etti.
Çağrı Bey yaklaşık yetmiş yaşlarında iken 1059 yılında vefat etti.
Sultan Tuğrul Bey’in batı fütuhatını yürüttüğü yıllarda Selçuklu Devleti’nin doğusu Çağrı Bey’in fiili hakimiyeti altında bulunmaktaydı.
1050 yılında İbrahim Yınal ile Sultan Tuğrul Bey arasında vuku bulan mücadele basit bir çarpışma değil, temelleri farklı esaslara dayanan zıt iki devlet an’anesinin savaşı idi. İbrahim Yınal’ın yanında kalabalık Oğuz kitleleri, sultanın yanında ise paralı asker ve gulamlar savaşmaktaydı.
Türk fütuhat felsefesi gereği, fethedilen yerlerin yanı sıra ileride fethedilecek olan yerlerde hanedan üyeleri arasında paylaştırılıyordu.
İbnü’l Esir’in yazdıklarına göre; Tuğrul Bey’in hanımı Altuncan Hatun vefatından önce Tuğrul Bey’e dünya ve ahiret şerefine nail olması için Halife Kaim’in kızı ile evlenmesini tavsiye etmişti.
Tuğrul Bey, hilafet makamıyla evlilik bağlantıları kurarak görünüşte Hz.Peygamber’in sülalesi ile akrabalık tesis etmek, gerçekte ise konumunu ve meşrutiyetini daha da güçlendirmek istedi.
Tuğrul Bey, bizzat halife tarafından tahta oturtularak “doğunun ve batının sultanı” ilan edildi.
Selçuklular’ın Horasan’da yürüttüğü uzun mücadelenin son düğümü Dandanakan Hisarı yakınlarında, 21 Mayıs 1040 tarihinde başlayan ve üç gün devam eden savaşta çözüldü.
İbrahim Yınal, Tuğrul ve Çağrı Beylerin babası Mikal’in şehit düşmesinden sonra, annelerinin gelenekler mucibince Mikal’in kardeşi Yusuf Yınal ile evlendirilmesi neticesinde dünyaya gelmiştir.
Nesa savaşından sonra Selçuklular, Gazneli Devletinden çekindiği için, elçi gönderdi ve üzerlerine ordu gönderildiği için savaşmak mecburiyetinde kaldıklarını söyleyerek itaatini bildirdi. Bunun üzerine Gazneliler, Nesa, Ferave ve Dihistan’ı Selçuklular’a verdi. Ek olarak Selçuklu beylerine sancak ve hil’at göndererek Selçuklular’ı siyasi olarak tanıdı.
Selçuklular, fillerle takviye edilen güçlü Gazneli Ordusunu 29 Haziran 1035 tarihinde Nesa yakınlarında yapılan savaşta mağlup etmeyi başardı.
Esir alınan 24 Türkmen, Sultan Mesud’un emri doğrultusunda fillerin ayaklarının altında ezilerek öldürüldü.
Arslan Yabgu’nun hapsedilmesinden sonra başsız kalan ve Horasan’a giren Türkmenler bu esnada; Kızıl,Boga,Yagmur,Göktaş ve Nasoglu gibi reislerin idaresinde idiler.
Selçuklular, 426 yılının Receb ayında(Mayıs 1035) yaklaşık 900 atlıdan ibaret küçük sayılabilecek bir topluluk halinde Ceyhun nehrini geçerek Horasan’a girdiler.
Arslan Yabgu, 1025 yılında Gazneli Mahmut tarafından bir hile ile yakalandı. Ardından Kuzey Hindistan’daki Kalincar Kalesi’ne hapsedildi. 1032 yılındaki vefatına kadar bu kalede tutuldu.
Selçuklular Maveraünnehir’de, biri Arslan Yabgu’nun diğeri de Tuğrul ve Çağrı Beylerin yönetiminde olmak üzere iki ayrı topluluk halinde siyasi hadiselerin içerisine girdiler.
Oğuzlar’da gündelik hayatla ilgili meseleler devlet erkanı, daha önemli sorunlar ise kengeş adı verilen halk toplantılarında karara bağlanmaktaydı.
Devleti meydana getiren Oğuz boyları Üçok ve Bozok olmak üzere ikili teşkilat içerisinde idiler.
Selçuklular’ın ataları hakkında bilgi veren bazı kaynaklarda Dukak’ın Hazar Melikine bağlı olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.
Selçuklular’ın atası olarak zikredilen ilk kişi kaynaklarda “demir yaylı” lakabını taşıdığı kaydedilen Selçuk’un babası Dukak’tır.
Bugün Selçuklu Devleti ve bu devletin kurucusu olan hanedanı ifade etmek için kullanılan “Selçuklu” adı, ailenin ikinci üyesi Selçuk Sübaşı’nın isminden gelmektedir.
Bazı rivayetlere göre fırka, cennet hayalleri görmek ve bu şekilde ölümü cesaretle karşılamak için haşhaş kullanmaktaydı. Kendilerine haşhaş verilen fedailer, vazifelerini başarı ile yerine getirdikten sonra kendilerini bekleyen ebedi saadetin tadına önceden bakmak üzere cennet gibi bahçelere sokulmaktaydılar. Bu rivayetler, fırkanın sonradan ‘Haşhaşiler’ şeklinde adlandırılmasında etkili olmuştur.
Ava meraklı olan, şiire ve edebiyata büyük ilgi duyan Sultan Melikşah, şair ve alimleri himaye etmiş, zaman zaman da bizzat kendisi Farsça şiirler ele almıştır. İnşa ettirdiği medreseler ve kurduğu rasathanelerle bilim ve kültürün gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Uzun gözlemler neticesinde hazırladığı takvim(Takvim-i Celâli) ve tanzim ettirdiği kanun mecmuaları, ondan sonraki dönemlerde de kullanılmıştır.
Sultan, yaşlı vezirinden duyduğu rahatsızlığı ona gönderdiği son derece ağır bir mektupla dile getirdi:
“Sen benim devletimi ve memleketimi istila eyledin, evlatlarına ve damatlarına verdin. Bunlar benim adamlarıma saygı göstermiyor, halka zulmediyor, sen de bunlara müsaade ediyorsun. İster misin ki vezirlik divitini elinden, sarığını başından alayım ve halkı tahakkümünüzden kurtarayım?”
Ancak, Nizâmülmülk’ün cevabı da en az Melikşah’ın mektubu kadar ağırdı:
“Devlete benim de ortak olduğumu bilmiyor musun? Vezirlik diviti ve sarık senin tacın ile o derece alakalıdır ki, diviti aldıktan sonra taç da kalmaz, gider!”
Bu ağır cevaba Sultan karşılık verememişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir