Cezmi Ersöz kitaplarından Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine kitap alıntıları sizlerle…
Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine Kitap Alıntıları
&“&”
Tekrar, tekrar….
Acıya doyana dek…
Ver elini;
çıkalım seninle,
soluksuz kalmadan sessizce,
bu karanlık ve uğultulu ormandan!..
ölürsem beni seninle ararlar şimdi…
Bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş,
bana yanaşma ruhum boğuyor geceleri
Ölürsem beni seninle anarlar şimdi…
Yüreğim paslı sarnıç, gözyaşlarının demi hala avuçlarımda.
Sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan,
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman…
Künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini,
ölürsem beni seninle anarlar şimdi…
bir dağ köyüne gittim
duyguluydum, kötüydüm
durumum belli değildi
Üstelik ne yapsam beni başkasıyla karıştırdılar.
şehirden bir çocuk sevdin yine
Ah!seni ona taşıyan çocuk ayakların
…
ölürsem beni seninle ararlar şimdi…
Bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş,
beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri.
Ölürsem beni seninle ararlar şimdi…
Yüreğim paslı bir sarnıç, gözyaşlarının demi hala avuçlarımda.
Sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan,
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman..
Künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini,
ölürsem beni seninle ararlar şimdi…
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle.
ürkektin…
çitin ötesindeki insanları düşün,
acıları içini ısıtsın, doğrulansın yüzün;
gözlerine çekimser bir mevsim süsü ver,
korkma, kimsenin gözükmez içi!..
İşte yine başbaşayız;
ver elini,
sus ve ne olur, incitme beni!..
Ver elini;
çıkalım seninle,
soluksuz kalmadan sessizce,
bu karanlık ve uğultulu ormandan!..
hayatımız;
tekrar, tekrar; acıya doyana dek..
heyecanla yürürdük düşlerimizde,
bu kadar çoktu bize, yorulurduk.
Birimizin bakışı yeterdiz
hayallerimizin kanatlarını yakmaya..
boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
eski bir çığlık gibi yaşıyormuş kadınlar..
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma..
Sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın
kapılarını..
okuyun: size kız mı yok!
oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir
saçını bağladığın iple bile alay ediyor
Ah! bir bilsen herkes tetikte;
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle
Ah! bir bilsen
sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın
kapılarını
Yaktın masum hırslarını geliyorsun,
şehirden bir çocuk sevdin yine"
Flamalar düşer yerinden
Yüzeyde kalır sevgin
Kendini abartırsan..
Ver elini,
Çıkalım seninle,
Soluksuz kalmadan sessizce,
Bu karanlık ve uğultulu ormandan
Sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın
Kapılarını..
çitin ötesindeki insanları düşün,
acıları içini ısıtsın, doğrulansın yüzün,
gözlerine çekimser bir mevsim süsü ver
korkma, kimsenin gözükmez içi…
ölürsem beni seninle ararlar şimdi…
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle
Ah! bir bilsen
sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın
kapılarını
Yaktın masum hırslarını geliyorsun,
şehirden bir çocuk sevdin yine…
Tekrar, tekrar….
Acıya doyana dek…
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerimi
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş
beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
yüreğim paslı bir sarnıç
gözyaşlarının demi hala avuçlarımda
sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini
ölürsem beni seninle ararlar şimdi"
"Tekrar tekrar.. Acıya doyana dek
gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta,
kırgın perdeler, unutkan masamız,
uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan
hep mahçup bir sevgi taşardı.
Alıngandı şarkılarımız, alkole dayanıksız
Saatler boyu, nefes nefese planlar yapardık,
heyecanla yürürdük düşlerimizde,
bu kadarı çoktu bize, yorulurduk
Birimizin bakışı yeterdi
hayallerimizin kanatlarını yakmaya…
Sonra önüne düşerdi saçları
gün biterdi
Hep o saatlerde yaşamaktan ölürüz diye
korkardık.
Akşamın ıstıraplı eşiğini geçtikten sonra
mutfağa giderdi, çay yapmaya
çay yarım kalırdı, gider içeri
ölesiye sevişirdik…
O yaslı evden günlerce dışarı çıkmazdık
kaç gün, kaç ölüm, kaç öykü tükenip
biterdi ellerimizde.
Bir gün gelir o yaslı ev bize dar gelirdi
unutulmuş istasyonlara giderdik, ayrı ayrı
bizim gibi insanların yazdığı öyküleri
okurduk, yüreklerimiz
bir hüzün oyuncağıydı sanki,
olmadık şeylere ağlardık.
Dokunaklı bir filmin sonu gibiydi
hayatımız
tekrar, tekrar, acıya doyana dek"
Meğer çoktan dökülmüş
aynalardan sırlar,
çoktan yayılmış kanser kokusu
apartman
boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
eski bir çığlık gibi yaşıyormuş
kadınlar…
Yoksa der miydim anneme
küstah bir
şaşkınlıkla,
bırak artık bu beklemeleri, diye
çünkü güzel günler geride kaldı,
beklenen o güzel günler
O da biliyordu oysa
bahtsız kadınlar kabilesinde
ölümün
sıradan günlere paylaştırıldığını,
felaketlerin basit sezgilerle farkedilip
yürek ağrılarını dindirdiğini.
Nitekim vazgeçmişti artık
ipekli kumaşlar dikip
sakat süvariyi beklemekten…
Konuştuk uzun uzun
-balolar, danslar, şenlikler ve
Cumhuriyet…
Sonra başını açmasını
söyledim ona
durdu… düşündü…
ve karanlık anlamları
bırakarak ardından
incecik bir yalnızlık gibi
sokaklara çıktı,
hatırladı kendini… ürperdi…
Akşamdı… Bizim gibi adamlar
haber verdi
ölüsünün Mercan Karakolu’nda
bekletildiğini.
Başörtüsünü
ve amelelere Harb-ı Umumiyi
anlatan
sakat süvariyi kahveden aldım.
Ne babamın polislere anlattığı
dokunaklı anılar,
ne de kirli deniz kokan
saçları tanık
oldu ölümüne…
Onun ölümü ne kanser,
ne kocası,
ne komşular…
Ölümü, elimde buruşturduğum
bu başörtü
bu baş… bu örtü…
bu baş… bu örtü…
bu baş… bu örtü… "
İthaf: Nilgün Marmara’ya
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken…
Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı…
Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
Ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı…
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma…
Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir…
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm…
En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
Ve akşam… yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla"
Yine masum hırslarını sevdanın ateşinde yaktın
şehirden bir çocuk sevdin yine
Ah! seni ona taşıyan çocuk ayakların
işte geliyorsun,
haylaz, vefalı ellerin şehrin dalgalarını okşuyor
Ah! seni ona taşıyan gözlerindeki susuzluk
şehirden bir çocuk sevdin yine…
Omuzuna astığın çantanı görüyorum buradan…
Havai tarağın, komik anahtarlıkların, yarım rujun,
Yoksul fihristinden her harften iki-üç isim,
uçurumda sahipsiz birkaç tokan,
Gözyaşlarınla parçalanmış mendillerin…
Yaktın masum hırslarını geliyorsun
Oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir
saçını bağladığın iple bile alay ediyor
Ah! bir bilsen herkes tetikte
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle…
Ah! bir bilsen
Sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın kapılarını
Yaktın masum hırslarını geliyorsun,
Şehirden bir çocuk sevdin yine"
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerimi
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş
beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
yüreğim paslı bir sarnıç
gözyaşlarının demi hala avuçlarımda
sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini
ölürsem beni seninle ararlar şimdi"
"Tekrar tekrar.. Acıya doyana dek
gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta,
kırgın perdeler, unutkan masamız,
uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan
hep mahçup bir sevgi taşardı.
Alıngandı şarkılarımız, alkole dayanıksız
Saatler boyu, nefes nefese planlar yapardık,
heyecanla yürürdük düşlerimizde,
bu kadarı çoktu bize, yorulurduk
Birimizin bakışı yeterdi
hayallerimizin kanatlarını yakmaya…
Sonra önüne düşerdi saçları
gün biterdi
Hep o saatlerde yaşamaktan ölürüz diye
korkardık.
Akşamın ıstıraplı eşiğini geçtikten sonra
mutfağa giderdi, çay yapmaya
çay yarım kalırdı, gider içeri
ölesiye sevişirdik…
O yaslı evden günlerce dışarı çıkmazdık
kaç gün, kaç ölüm, kaç öykü tükenip
biterdi ellerimizde.
Bir gün gelir o yaslı ev bize dar gelirdi
unutulmuş istasyonlara giderdik, ayrı ayrı
bizim gibi insanların yazdığı öyküleri
okurduk, yüreklerimiz
bir hüzün oyuncağıydı sanki,
olmadık şeylere ağlardık.
Dokunaklı bir filmin sonu gibiydi
hayatımız
tekrar, tekrar, acıya doyana dek"