İçeriğe geç

Seçme Şiirler Kitap Alıntıları – Friedrich Hölderlin

Friedrich Hölderlin kitaplarından Seçme Şiirler kitap alıntıları sizlerle…

Seçme Şiirler Kitap Alıntıları

Pek ıssız, pek korkulu çevrem, her şey
Parçalanıp dağılmakta, nereye baksam.
Susarak katlanırsın, onlarsa anlamazlar seni
Sevgili, sayrısın
gönlüm yorgun ağlamaktan, ve
içimde titrek pırıltısı korkunun;
ama, inanamam öleceğine
sevdiğin sürece.
Mutluydum sabahları gençlik günlerinde
ağlardım akşamları, artık yaşlıyım
kuşkuyla başlarsam da günüme
sonu hep kutsal ve sükun içinde.
Sen susarak katlanırsın, onlarsa anlamazlar seni
Ey kutsal varlık! Solar gidersin susarak;
Çünkü ah, boşuna ararsın barbarlar
Arasında yakınlarını günışığı içre,
Artık varolmayan o ince, büyük ruhları!
Gözlerinde ezilmiş gönlünün alevi ışıldıyordu.
“öyleyse neden uyumak bilmez benim bağrımdaki diken?”
Gezgini buyur edercesine çalar
Dingin köyde akşam çanı.
Ozan üstüne yazmak, tedirgin bir taşkınlık, yoz bir şey, bir çıkmaz değil midir o?
Gerçek çağdaşlık, şimdi ile yetinemez; şimdiyi geçmişteki köklerine, gelecekleti dallarına açmaktır gerçek çağdaşlık.
Zeus’in ölümlü dünyasında yaşamayan, Kronos’un ölümsüz dünyasını düşleyemez; Kronos’un dünyasını düşleyemeyen de, Zeus’in dünyasını kavrayamaz.
Yunan tanrılarından “Sonsuzun çocukları” diye söz eden Wilhelm Von Humboldt “Yaşamın bütün mutsuzluklarını, bütün güçlüklerini biliyorlardı, ama her şeyi oyuna dönüştüren bir düşünme biçimleri vardı” diyor Eski Yunanlılar için.
Aklı başında gündüze geceden çok değer vermem.
Ama en duru gözler bile zaman zaman gölgei sever.
Kutsal hazinedir ozanlar, içinde
Yaşam şarabının ve kahramanlar
Ruhunun sokaklarıdır.
İnsanoğlunun dramıdır bu; her başarısını bir yenilgi ile ödemek zorundadır.
Çünkü onlar, bize göklü ateşi ödünç veren
Tanrılar, kutsal acıyı da bağışladılar bize.
Varsın öyle olsun. Ben de toprağın bir oğluyum
Galiba: sevmek için yaratılmış, acı çekmek için.
Böyledir insan: servet önündeyken, bir tanrının kendisi
Armağanlar bağışlarken ona, bilmez de görmez de.
Ama en duru gözler bile zaman zaman gölgeyi sever
Ve benim ölümlü yüreğimin kurtulması için
Sürekli bir barınak olsun, başkaları için olduğu gibi;
Ve ruhum, yurtsuz,
Yaşamdan öteyi özlemesin diye
Fakat bugün sessizce yürüyeyim bildik yolda
Koruya doğru, ağaçların tepelerini
Ölen yaprakların altınla süslediği; ve bir
Çelenk örün, sevimli anılar, benim alnıma da!
İşiniz gücünüz oyun ve şaka ha? Mecbursunuz!
Ey dostlar,
Yüreğime işliyor bu, çünkü ancak umutsuzlar
mecburdur buna.
Ozandan korkma soylu öfkeye büründüğünde,
Harfleri öldürür, ama ruhu yaşatır ruhları.
Yaşamdan sanatı öğren, sanat yapıtından yaşamı;
Birini doğru görürsen, görürsün ötekini de.
Pek ıssız, pek korkulu çevrem, her şey
Parçalanıp dağılmakta, nereye baksam.
Ve bütün soluyan varlıklara karşı
Hep ürkek bir gururla silah taşır insan;
Çatışmalarla tüketir kendini, barışının
Narin çiçeğiyse dayanmaz uzun süre.
En derin düşünen en canlıyı sever,
Dünyayı gören anlar gençliğin yüceliğini
Ve bilgeler çoğu kez
Güzele baş eğerler sonunda.
Öncüler kurbandır bir bakıma.
İnsan kargaşadan düzen, anlamsızlıktan anlam yaratabilmişse, bunda düşlemenin rolü büyük olmuştur.
Kavrayabilmemiz için kendi sınırlarımızın ötesine uzanmanız gerekir. Düşlemenin sağladığı aşkınlık, şimdi’nin ve bura’nın bilincini artırıp keskinleştirir. Anı ne denli sağlam kavrarsak o denli yoğun duyarız sonrasızlığı; sonrasızlığı ne denli yoğun duyarsak o denli sağlam kavrarız anı. Ancak ölümlülük varsa, vardır ölümsüzlük.
Pindaros’u dinleyenler onu inançlarıyla desteklerken, Hölderlin okullarından böyle bir destek alamıyordu, ama o yine de boşluğa salıyordu türkülerini, belki çevresinde kendisine uygun kulaklar oluşur bir gün diye.
Güzel varlık! Hasta yatıyorsun, yüreğimse
Yorgun ağlamaktan ve şimdiden bir korku
Doğuyor içime; fakat, fakat inanamıyorum
Öleceğine senin, sevdiğin sürece.
Bir yaz daha, ey güçlüler, bir güz daha
Bağışlayın ki bana bir olgun türkü için,
Tatlı oyunlara doyan yüreğim
Daha bir can atsın ölmeye!
Kutsal haznelerdir ozanlar, içinde
Yaşam şarabının ve kahramanlar
Ruhunun saklandığı
Tâ yürekten nefret ederim zorbalarla rahipler takımından;
Onlarla birlik olan dehâdansa, daha çok nefret ederim.
Hem kafan hem yüreğin varsa, ancak birini göster;
İkisi de giyer yargıyı, ikisini birden gösterirsen.
Söyle kalbine!
İnsan huzuru kendi kendine vermezse, onu dışarda boş yere arar.
Dil, insanın mülklerinden biridir.
…Nietzsche’nin “Tanrı Öldü”sü, bir bakıma, simgenin ölümüdür.
Bir düşünür “Şizofren bir çağda yaşıyoruz” diyor. Korkunç, kaygı verici bir durum elbette, fakat yaman bir olanak da sağlayabilir. “Ama nerde tehlike varsa, boy atar orda/Kurtaran da” diye yüreklendirmiyor mu bizi Hölderlin? Sanatçı, bölünmüşlüğü deneyebilmeli, türlü benlikleri, çeşitli varoluşları etkin bir biçimde yaşayabilmeli ki, varlığın tümüne açılabilsin.
Bilme yetisi güçlenirken duyma yetisi zayıflamışsa, daha iyi bilirken daha iyi duyamıyorsak, yanlış bir zafer kazanılmış demektir.
Bilmek, tehlikelerle dolu dünyada en vazgeçilmez silahlarımızdan biridir; ama bilmek, öldürmek oluyor bazan.
İnsanoğlunun dramıdır bu: her başarısını bir yenilgiyle ödemek zorundadır.
Büyük ozan Rilke ondan pek etkileniyor, hatta şiir yazıyor ona…
Hölderlin’in doğduğu 1770 yılı, iki büyük Alman’ın, Hegel ile Beethoven’ın da doğum yılıdır; ama onlar daha yaşarken, çağdaşlarınca deha olarak kabul edildiler, umdukları ilgiyi bulamamanın acısını çekmediler. Kendi zamanında gerektiği gibi değerlendirilemeyen Hölderlin’se, 19. yüzyılda da ihmale uğruyor, Nietzsche pek seviyor onu.
…Hölderlin’in şiirine karşı hiç bir zaman olumlu tavır almıyor Goethe. Bundan olacak, ne zaman Schiller’in adı geçse, “Schiller’im, görkemli Schiller’im benim” diye sevinirmiş Hölderlin, Goethe içinse, “Bay von Goethe” demekle yetinirmiş.
Bilmek, tehlikelerle dolu dünyada en vazgeçilmez silahlarımızdan biridir; ama bilmek öldürmek oluyor bazen.
Bu yüzyıl, herşeyi akla vuruyor, varlığın karanlık köşebucağını hep akılla aydınlatmayı amaçlıyor. Ne var ki, bir resmin genel biçimi ışık ve gölgeyle kurulmuşsa, güzellik bu yoldan gerçekleşmişse bir kez, gölgeyi kaldırırsanız, orayı da ışıkla doldurursanız, eski güzellik kalmaz ortada, eski tadı bulamazsınız artık, değil mi? İnsanoğlunun dramıdır bu: her başarısını bir yenilgiyle ödemek zorundadır.
Derede yelken açmak marifet değil. Ama yüreğimizle yazgımız okyanusa ve göğe saldı mı bizi, işte o zaman denizci oluruz.
Gençlik günlerimde şen olurdum sabahları,
Akşamları ağlardım; şimdi, büyüdüm ya,
Kuşkuyla başlıyorum günüme, fakat
Kutsal ve dingindir benim için sonu.
Şimdi neden kısa kesiyorsun böyle? Eskisinden daha az mı seviyorsun türküyü?
erdemle dolu, yine de ozanca barınır
insan bu yeryüzünde.
oturmaktayım altında bulutların
(Her birinin kendince dinginliği vardır) altında
Güzelce sıralanmış meşelerin
Geyik fundalığında; ve
Yabancı ve ölmüş
Görünür bana
Ruhları mutluların.
Ararsın yaşamı, ararsın da, fışkırıp bakar
Tanrısal bir ateş yerin derinliklerinden sana
Ve sen ürperten arzunla atarsın
Kendini Etna’nın yalımlarına.
Ayrılmak mı istedik biz? İyi, akıllıca olur mu sandık?
Öyleyse, ayrılınca, neden cinayet gibi sarstı bizi bu iş?

günden güne sinsice
yıpratır alışkanlık ruhlarımızı.

Geziniriz, bir söyleşiye uyup, ileri geri,
Dalgın, durumsayarak; faka anımsanır
Unutulmuşlar burada, ayrılış yerinde

Daha büyüğünü istedin sen de, fakat sevgi hepimizi
Aşağlara zorlar, acıysa daha yaman eyler bizleri;
Yörüngemizin başladığı yere dönmesi
Boşuna değilse de.
Bengisu güçleriyle beslenirken
Ve doğurgan ışınlarla olgunlaşırken sen.

Orman ol büyü de, daha da ruhlanmış
Tam çiçeklenen bir dünya! Sevenlerin dili
Dili olsun ülkenin,
Ruhlarıysa halkın ezgisi.

Ey sevgili kıyılar, beni bir zamanlar besleyen,
Dindirir misiniz sevda acılarını;
Ey gençliğimin koruları, gelecek olsam
Erinç vaadeder misiniz bir daha?

Siz ey sadık kalanlar hep! Fakat bilirim,
Bilirim ki sevda acısı dinmez kolay kolay,
Ölümlülerin avutmak için söylediği
Hiçbir ninni, bağrımdan gideremez bunu.

Boşuna göğüste saklamamız yüreği, boşuna
Ruhumuzu hala tutmamız, usta da olsak çırak da; öyle ya,
Şakacılar

İşiniz gücünüz oyun ve şaka ha? Mecbursunuz! Ey dostlar,
Yüreğime işliyor bu, çünkü ancak umutsuzlar mecburdur buna.

Susarak katlanırsın, onlarsa anlamazlar seni
Ey kutsal varlık ! Solar gidersin susarak…
Baştan çıkaran uzaklıklar
Ah, bağışla beni, bağışla! O dingin ayın
Önündeki bulutlar gibi gideceğim ben,
Sense dinlenerek pırıldayacaksın
Güzelliğin içre eskisi gibi, ey tatlı ışık!
Ona tükenmez dolgunluğundan çiçeklerle meyve gönder,
Ona, ey dost ruh, ölümsüz gençliği gönder yukardan!
Sevinçlerinle sar da görmesin o
Susarak katlanırsın, onlarsa anlamaz seni
Ey kutsal varlık! Solar gidersin susarak;
Çünkü ah, boşuna ararsın barbarlar
Arasında yakınlarını günışığı içre,

Artık varolmayan o ince, büyük ruhları!
Fakat ivecendir zaman

Ta yürekten nefret ederim zorbalarla rahipler takımından;
Onlarla birlik olan dehadansa, daha çok nefret ederim.
Benliğimizin sınırlarından çıkmak, haritalanmamış bölgelerde ilerlemek gibi güçtür, bunun için ”korkusuz unutuş ” gerekir; yani bulunduğumuz, alıştığımız yerden kopup yabancı alana geçebilmek için, bir an unutmamız gerekir bulunduğumuz yeri, yoksa tutar bizi ”yurt ”. Yurdun büyütülmesi, yurdun geçici bir süre unutulmasıyla gerçekleşir. ”Öl ve Ol ”, yani eski benliğin ölmedikçe, daha güçlü doğamazsın; ve ancak yitirdiğimizi gerçekten bulabiliriz biz.
sevilenin bir yarım gülümsemesi bize bir dolunay bağışlayabilir.
Görünene, görebildiğimize üstünlüğümüz, onun sınırlarını belirlediğimiz, onu her yandan kuşatabildiğimiz içindir; oysa görünmeyen, bizim göremediğimiz bizi kuşatır, bu yüzden de sınırlanamayan olarak duyulur; o sınırlanamayanla bağlantı kurduğumuz, onda yer aldığımız ölçüde biz de sınırlanamayan oluruz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir