İçeriğe geç

Şarktan Haber Kitap Alıntıları – Muhammed İkbal

Muhammed İkbal kitaplarından Şarktan Haber kitap alıntıları sizlerle…

Şarktan Haber Kitap Alıntıları

Göğsünün içinde yıldızları aşıp geçecek bir yol vardır. Lakin sen kendini tanımıyorsun. Bir kere de tohum gibi gözünü kendi içine aç ki yerin altından bir fidan olup yükselesin.»
“Müslümanlardan kaçıp Müslümanlığa sığın!
Zira bu Müslümanlar, türlü kafirlikleri reva görmektedirler.”
“Derin uykudan uyan!
Bak, bütün Şark ne halde; külü göğe savrulmuş
Boğulmuş bir inilti, susuyor; eseri yok,
Bu kaybolmuş bir feryat.
Bu toprakta her zerre bir muzdarip nazardır.
Hindistan’dan isyan et; Semerkand’dan, Irak’tan
Hemedan’dan tuğyan et!”
“Bir avuç toprak olan insanın kaderinin perdesini aç Rabbim!
Sana giden o yoldan kendimizi bekliyor, dört gözle bekliyoruz.”
“Maşrık harap Mağribse ondan beter, harabe Âlem ölüye dönmüş.”
“ •Bu eski dünyada harp ortadan kalksın diye dünya dertlileri yeni bir müessese kurdular.
•Benim bildiğim şu: Birkaç kefen hırsızı, mezarları taksim için bir yere toplandı.”
“Dünya işi esassız, temelsizdir, deme. Bizim her anımız ebediyete perde çekiyor. Bugünü sıkı tut zira yarın, daha zamanın kalbi içindedir.”
“Aklın ölümü ne?” dedi, “Düşüncenin terki!” dedim “Kalbin ölümü ne? dedi, “Zikrin terki!” dedim.
Gönlümün aydınlığı, içimin yanışındandır. Gözümün cihanı görmesi, kanlı gözyaşı döktüğümdendir.
Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına daha da yabancı olsun!
İnsanoğlu, sadece aslına ve geleceğine; başlangıç ve sonuna ilişkin yeni bir vizyona eriştikten sonra insanlık dışı rekabete kapılan sosyal düzene; dini ve politik değerlerin iç çatışmaları sonucunda manevi birliğini kaybeden medeniyete karşı galip gelebilecektir.
Aşk vermededir rengini, hep lalerin.
Ey aşk biliriz, gam ile dertler eserin!
Mümkünse eğer bir kere toprakları deş,
Aşktan, göreceksin kanı akmış beşerin!
Her derin mânâ, kelimelerle izah edilemez.
Bunu anlamak için gönlünle yalnız kalmalısın.
Titrer, dolaşır dil, manayı vermez ki derin!
Üstünde dalın, gülle diken görmedesin,
Çirkin ne, güzellik ne; nasıl anlatayım?
Dal içre ne gül var, izi yoktur dikenin!
Zunnarlı dimağ bende ki kâfir gibidir,
Hem putlara bir kul, puta bir rab kesilir!
Sen, aşka dalıp inleyen o gönlüme bak,
Dinim ve yönelmem sana bilmem necidir?
Ben hür olan bir kulum, aşkım benim imanım;
Aşkım imanım benim, akıl olurken kölem!
Ki ben İslam nedir kökten araştırdım ki yer yer;
Asıl kafir ve zındıklıktır o aşkı inkar edenler!
Şarktır harap ve Garp hep beterden beterdir,
Alemdir ölen ve Hakk’ı bulmanın zevki ölmüş!
Saki, getir şaraplar, içisin ki elbet,
Mahrem bakışla bak da sen bizi harap et!
Ebedilik ırmağı kenarında bir ot gibi yetiştik.
Bunca nağme gizli kalmış sazımın tellerde hep,
Bir tefekkür mızrabıymış her telim, duymak demek!
Ben senin feyzinle varken, bilmedim sen nerdesin?
Çift cihan elbet bizimdir; binişanım neredesin?
Rahmetinden saç ne olur imanla küfrün üstüne!
Bir dolunaydır cemalin, örtü aç dur sen yine!

Putperestler mabedinde, bihaberken inledim;
Buldum artık böyle yol, girdim ya İslam emrine!

Kabe’nin etrafında hep, puthaneler yapmış yine,
Kalbi mümindir onun, aklıysa kafirdir yine!
Yazık, sen ruhu ararken, tapındın yeniden,
Yazık, taptazece putlar bulup yonttun yine sen!
Ben Müslüman olandan gafiline rastlamadım,
Göğsünde gönlü varken, o gönle yabancıdır!
Ümmetlerin gözünden öyle gözyaşı aktı ki, bu yaşlar dikenden bile güller bitirir..
Aşk-ı İbrahim, puthanemi Kabe’ye çevirdi.
Yarabbî! Şu cihanda ne güzel bir kaynaşma, bir hengâme var:
Herkesi ayrı bir kadehten sarhoş etmişsin. Bakışlar birbiriyle uyuşuyor ama gönlü gönle, canı cana yabancı yaratmışsın!
Bir milleti vardı ki, biz onun hikmet, akıl ve idraki sayesinde
Takdirin gizli alemindeki sırlara vakıf olduk.
Bizim aslımız, rengi uçmuş bir kıvılcım iken onun bir bakışı ile
Cihanı kaplayan ve aydınlatan güneş haline geldik.
Din büyüğü, Harem piri, gönlünden aşk mefhumunu çıkardı.
O zaman, âlemde kusurumuz derecesinde zelil olduk.
Bize yarayan ovaların sert rüzgârlarıdır.
Bahar rüzgârının nefesleri altında dargın ve mustarip bir goncaya döndük.
Allah dışındaki şeylerin tuzağına düştüğümüzden beri,
O, feleklerin kubbesini aşan feryatlarımız, birer iniltiye dönüştü.
Tuzak kurmadan nice avlar avlayıp terkimize asmıştık.
Şimdi ise okumuz ve yayımız koltuğumuzda, avlarımız bizi öldürüyor.
Atın nereye kadar giderse oraya yürü, düşünme!
Biz bu meydanda nice kereler tedbirli olalım diye diye mat olduk.
Gönlümün aydınlığı, içimin yanışındandır. Gözümün cihanı görmesi, kanlı gözyaşı döktüğümdendir.
Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına daha da yabancı olsun!
Gönlünde ne varsa çıkar, ortaya at;
Nağme olsun, inleme olsun, âh olsun, efgan olsun!
Şu hakir gördüğümüz karıncanın gözleri,
Bizim görmediğimiz ne hakikatler görür.
Gel, gönlümüzün manası, gel ey aşk!
Ey ektiğimiz, biçtiğimiz, mahsul gel!
Hem eskidi toprak huyu almış kişiler,
Yapsan kilimizden yeni insan, ne güzel!
Titrer, dolaşır dil, manayı vermez ki derin!
Üstünde dalın, gülle diken görmedesin,
Çirkin ne, güzellik ne; nasıl anlatayım?
Dal içre ne gül var, izi yoktur dikenin!
Benden de gidip Cibril’e siz söyleyiniz:
Biz senin gibi nurdan yaratılmış değiliz!
Topraktan olan bizdeki hengameye bak;
Hicr hazzını biz, nura değişmiş değiliz!
Dünya bağı hoş, amma gönül bağlamadım,
Şundan ve de bundan yine azade idim.
Oldum da sabah rüzgarı estim nice dem,
Ben güllere renk, hem koku verdim gittim.
Lakin bilemem bendeki cevher nereden,
Göz yükseğin üstünde gezer, tense çamur!
Varlıkları, yoklukları geç, yükseliver;
Hem sen bu cihan kaydını toptan deliver;
Sen, sende olan benliği mamur ederek,
Emsal-i Halil, Kabe’ye mimar oluver!
Gönlünde ne var ortaya at, sen yine de,
Ah olsa figan olsa, senin olsa bu vah!
İlim toplayıp yığmışsın, gönlü ihmal etmişsin.
O kaybettiğin büyük servete ne kadar acıyorum.
Ey huyca çocuk, haydi yetiş bul edebi!
Evlâdı isen Müslüman’ın, at nesebi!
Renk, kan, deriden dalmış isen gaflete sen;
Peygamber Arap olsa da, terk et Arabı!
Gel sen bir avuç tozla da bir ten yapıver!
Taştan kalelerden, daha muhkem yapıver!
Hem gönlünü bir hüzne de aşina ederek,
Dağlardan akan ırmağa benzer yapıver!
Titrer, dolaşır dil, manayı vermez ki derin!
Üstünde dalın, gülle diken görmedesin,
Çirkin ne, güzellik ne; nasıl anlatayım?
Dal içre ne gül var, izi yoktur dikenin!
Geçip giden nağmeler geri gelir mi, gelmez mi?
Hicaz semtinden tatlı bir rüzgar eser mi, esmez mi?
Bu fakirin devri sona erdi.
Bir daha bu aleme sırra vakıf insan gelir mi, gelmez mi?
Sen ne biçim ummansın? Ovalar sakin!
Böyle deniz olur mu? Artmıyor, eksilmiyor!
Kabaran dalgalar yok, timsahlar kaynaşmıyor,
Böyle deniz olur mu? Bu denizin yarılmış göğsünden
Başı göğe eren bir dalga ol da ufuklara kanatlan!
Uyan derin uykudan.
Bir gece Rabbimin huzurunda ağladım, sızladım: Ya Rabbi, niçin Müslümanlar sefalet içinde böyle hor hakir oldular?
Cenabı Haktan şu nidayı işittim:
Bilmiyor musun ki onların gönülleri var ama sevgileri yok!
Şaşılacak şey Ey Müslüman
Ufuklar sana açılmış
Sen ise kendini yitirmişsin
Ne zamana dek gafil, cahil, müzmin ve tembel oturacaksın?
Dünyayı yaratan Hakk, cünunumu gördü de
“Bu virâne, sevdana çok dar gelecek,” dedi.
O’yum ben,
Kabeyi tavaf ederken benimleydi put.
O’yum ben, putlara vardıkça hû hû’ larlayım,
Ve en dar caddeyi ben gitme davasındayım
İstekle amel varsa yakîn pişmededir
Bana: Ne uyuyorsun, kalk, dedi: bir seraba gemi sürüyorsun!. Aşk yolunda akılla mı yürüyorsun!? Güneşi mumla mı arıyorsun?
Her derin mana kelime ile ifade edilemez. Bunu anlamak için biraz gönlünle başbaşa kalmalısın!!..
Ey gönül, ey gönül, onun diyarına yönelmiş gidiyorsun;beni yalnız bırakıyorsun ey gönül, ey
gönül; her an yeni yeni arzular yaratıyorsun; ey gönül, ey gönül, senin hiç başka işin yok mu?
Nergis gibi, bu çemeni görmeden geçme.
Koku gibi, bir gonca içine sıkışıp geçme.
Allah sana daha parlak, gören bir göz vermiş.
Aklı uyanık, gönlü uyumuş bir halde geçip gitme
Dertliler dünyasında senin ne işin vardır?
Bizim yanışımızı, hummamızı bilmezsin!
Dertli bir gönlün var mı?
Gözden damlayıp düşen yaştan haberin var mı?..
Bir gülistanda açan lale içinde arzu, temenni yarası yok.
Aldatıcı nergisi içten gören bir göze sahip değildir asla.
Toprağında bir nefes dalgalanıyor lakin sinesinde gönül yok.
İnkılâp lazım bize, bize inkılap lazım
Şu yüzsüz bâtıla bak! Hak yerine oturmuş
Yarasa kör gözü ile güneşe baskın yapar.
İnkılâp lazım bize, bize inkılap lazım.
Lale ile gül arasına yuva yap.Terennüm eden kuştan figân dersi al, kudretsizlikten ihtiyar olmuşsan bu cihan gençliğinden biraz hisse al.
Bir padişahın zulmüne alet olan asker, arpa ekmeği uğruna zulüm kılıcını sıyırdı.
Burada binlerce Hayber, yüzlerce ejder vardır. Her arpa erkmeği yiyen Hazret-i Ali olamaz.
Müslüman’dan daha gafil birine rastlamadım. Gönül onun göğsünün içindedir. Halbuki o gönle yabancı.
Zünnara tespih tanesi dizmeyi öğren. Eğer biri iki görürsen kör olmayı öğren.
Ben, puthâne kırmış adamım, surete tapmam. Her kaydı kırıp parçalayan köpürmüş bir selim ben.
Gözünü açtı, gonca öldü. Bir müddet gülümsedi, gül öldü. Nihayet yaprak yaprak yere dökülmeye başladı.
Sen sade yalvarıyorsun, secde ediyorsun; elinden başka bir şey gelmiyor. Ey tembel, uzun boylu servi gibi ayağa kalk; doğrul
Köleliğe öyle bir alışmışsın ki, yoldaki taştan kendine bir efendi heykeli yapıyorsun.
İlmi, hür ve faziletli insanların sinesinden, serveti dağların bağrından al.
Lale ve gül benim terennümlerimden mahrumdur. Benim kuşum, kendi gülistanında gariptir.
Cihan arzu ve sevgi nağmelerinin havada dalgalanıp uçuştuğu bir yerdir. Nazarımda olmuş, olan, olacak ne varsa hepsi bir arzu eyyamının tek ânıdır.
Ey gönül, ne zamana kadar maytap dileneceksin? Geceni ateşli nefesinle aydınlat.
Vücut içinde rahattır zannetme. Bu deniz, sahil ile uyuşmaz.
Eğer can istiyorsan sonsuz bir aşk ve hummalı bir çırpınış iste!
Akıl ateş yakıyor, gönül o ateşe yanıyor.
Gönlünü pervasız güzellerden koru gönlün harimini ondan ( Hakk’tan ) başkasına vermek haramdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir