İçeriğe geç

Sanatta Ruhsallık Üzerine Kitap Alıntıları – Wassily Kandinsky

Wassily Kandinsky kitaplarından Sanatta Ruhsallık Üzerine kitap alıntıları sizlerle…

Sanatta Ruhsallık Üzerine Kitap Alıntıları

&“&”

_Alçak bir takım ihtiyaçların tatmini için kullanılan yetenek güya artistik bir şekil verir kirli bir muhtevaya. Sanatçı zayıflık ve kötülükle insanları aldatır ve kendilerini aldatmalarını kolaylaştırır. Sahtekârdır çünkü manevî susuzluklarını temiz bir kaynaktan doyurduklarına ikna eder onları. Sanat’ın nimetinden mahrum kalınan böyle zamanlar manevî hayatın kokuştuğu dönemlerdir. Bu kör ve sağır dönemlerde insanlar şekilci olurlar ve sadece teknik ilerlemelere önem verirler. Bedene faydası olan şeyler ön plana çıkar. Maneviyat aşağılanır hatta yok sayılır. Bu körlük döneminde bile görmeye devam edenler alay konusu olur ama onlar bu kaba saba iştahlar korosuna rağmen manevî hayatı, ilimi ve terakkiyi inleye inleye aramaya devam ederler.

_Kandinsky müziği resmetmektedir. Evrensel ruhun nefesini çizmeye çalışmaktadır.
_Ruh bir piyanodur. Renkler bu piyanonun tuşları, gözler ise tellerine vuran çekiçleridir. Sanatçı da, o veya bu tuşa basarak insan ruhunu titreten eldir. Güzellik, ruhsal ihtiyaçtan doğar.

_Önsöz_ Gauguin, Cezannedan daha görkemli ve ateşlidir, resimleri trajik ya da tutkulu şiirlerdir. Kübizmin asıl atılımı, Cezannedan etkilenen Picasso tarafından gerçekleştirilmiştir. Kandinsky müziği resmetmektedir. Yani o müzikle resim arasındaki duvarları yıkmış ve sanatsal duygu da dediğimiz saf duyguyu ifade etmeye çalışmıştır. Picasso Cezanneın, Kandinsky ise Gauguinin sanatını benzer bir biçimde geliştirdiğinden, iki ressam arasında ilginç bir benzerlik vardır. Michael Sadler

_İnsanlar, yalnızca görünür sonuçları değerlendirip, maddiyatı düşündüklerinden, bu ahmak dönemlere özel bir değer atfederler. Maddeden başka bir şeyi düşünmeyen teknik ilerlemeleri “büyük başarı” olarak adlandırırlar. Gerçek ruhsal kazanımlar ise yok sayılır. _Körlük döneminde bile görmeye devam edenler alay konusu olur ama onlar bu kaba saba iştahlar korosuna rağmen manevî hayatı, ilimi ve terakkiyi inleye inleye aramaya devam ederler.
_Form ne kadar soyutsa, etkisi de o kadar açık ve dolaysızdır. Sanatçı bu soyut formları kullandıkça, soyut dünyanın derinliklerine doğru güvenle ilerler. Bu dünyanın diline git gide daha aşina olan izleyiciler de sanatçının peşinden gelecekler.
_Schumann: “İnsanların karanlık kalplerine ışık götürmek. Sanatçının görevi budur,” der.
_Beyaz, renksizlik olarak kabul ediliyor olsa da tüm renklerini yitirmiş bir dünyanın simgesidir. Beyaz, doğumdan önceki hiçliğin, buzul çağındaki dünyanın çekiciliğine sahiptir. Siyahın sessizliği ölüm sessizliğidir
_Bir insanla sohbet ederken, onun esas düşünce ve duygularına ulaşmaya çalışırız. Kullandığı kelimelerle, telaffuzuyla,
nasıl nefes aldığıyla, Bir sanat eseriyle karşı karşıya geldiğimizde de aynı duygu içinde olmalıyız. Bu tavır yaygınlaştıkça sanatçı da tamamıyla sanatsal bir dil konuşabilecek.
_Dansın kaynağı muhtemelen yalnızca cinsellikti. Bu unsuru halk danslarında hâlâ açıkça görüyoruz. Dans dinsel merasim olarak geliştikçe de iki unsur bir araya gelip sanatsal bir form almış ve baleyi meydana getirmiştir
_İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…
_Eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! Güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır.

_Doğa ve biçimler, insan ruhunu yükseklere çıkaracak yolu tıkayan engellerdir. Bu yüzden biçimler tamamen ortadan kaldırılmalıdır. İnsan ruhu böylece hayal gücünü ses ve renklerle besleyen yaşam akışının mükemmel özgürlüğüne ulaşabilecektir.

_Estetik Üzerine_ Geçmişin sanat ilkelerini canlandırma çabaları en fazla ölü bir sanat doğurur. Sanatçı, henüz adı bulunmamış daha ince duygularını uyandırmaya çalışacak.
_Pek çok cesedin içini açtım, oysa henüz hiçbirinde ruha rastlamadım. Virchow
_Sokrates: Kendini bil.

_Üçgen_ Ruhun yaşamı bir üçgen şekliyle temsil edilebilir. Bölüm çizgisi ne kadar aşağıdaysa, bölümün genişliği, derinliği ve alanı o kadar büyüktür. Üstteki bölümün tepesinde çoğu kez biri durur, yalnızdır, neşeli görünümünün altında derin bir hüzün gizlidir. En yakınındakiler bile onu anlamazlar. Üçgenin en üstü bugün ortası yarındır. Yarını herkes göremez. Sanatçılara üçgenin her bölümünde rastlanır. Kendi bölümünün sınırlarının ötesini görebilenler, çevrelerinin gözünde kâhindirler ve dik kafalı topluluğun ilerlemesine yardımcı olurlar.

_İçinde müzik olmayan, tatlı seslere kapılmayan kişi, ihanete, hileye, yozlaşmaya yatkındır. Ruhunun hareketleri gece kadar kasvetlidir, hisleri de Erebus kadar karanlık. Böyle bir adama güvenilmesin. Müziğe kulak verin. Gözle görülmeyip zihinde canlandırılan kırmızı, hem belirli hem de belirsiz bir izlenim bırakır ve ruhsal bir armoni meydana getirir. Trompet” denildi mi duyulan trompet sesi de benzer bir durumdur. Tek başına mı diğer çalgılarla birlikte mi, açık havada ya da bir odada mı, bir sürücü, avcı, asker ya da müzisyen tarafından mı çalınıyor fark etmez, ruh yalnızca sesi duyar.

_Sanatçı, kabul gören ve kabul görmeyen form âdetleri arasındaki ayrımlara gözlerini kapamalı, çağının geçici öğretilerine ve isteklerine kulaklarını tıkamalı. Yalnızca içsel ihtiyacı izleyip ona kulak vermeli. O zaman, çağdaşlarının onayladığı ya da yasakladığı araçların tümünü rahatça kullanacaktır. İçsel ihtiyacın gerektirdiği tüm araçlar kutsal, içsel ihtiyacı gözden uzaklaştıran tüm araçlar ise şeytanidir.

_Renklerin dili_
_Zihnimizde renge ilişkin iki büyük ayrım oluşur: sıcaklık ve soğukluk, açıklık ve koyuluk. O halde her rengin dört tür
etkisi bulunur. Renk, sıcak ve açık, sıcak ve koyu, soğuk ve açık ya da soğuk ve koyudur. Rengin sıcaklık ya da soğukluğu genellikle sarıya ya da maviye yakınlığıyla ilişkilidir. İkinci antitez, siyahla beyaz arasındadır, yani bu renk çiftinden kaynaklanan aydınlık veya karanlığa yakınlıktır. Bu renkler de, izleyiciye doğru ve ondan öteye giden, kendilerine özgü ancak daha katı bir harekete sahiptirler. Sarı ve mavi, ilk antitezi etkileyen başka bir harekete daha sahiptir: merkezden dışarı ve merkeze doğru hareket. İki daire çizilir ve biri sarıya biri de maviye boyanırsa, dikkatle bakıldığı takdirde sarının, merkezden dışarıya doğru yayıldığı ve belirgin bir şekilde izleyiciye doğru uzandığı görülür. Öte yandan mavi, kabuğuna çekilen bir salyangoz gibi kendi içine çekilir ve izleyiciden uzaklaşır. Sarı soğutulursa yeşil ortaya çıkar ve hem yatay hareket durur, hem de merkezden dışarı doğru olan hareket. Renk, solgun ve gerçekdışı bir hale gelir. Karşıt hareketi nedeniyle mavi, sarı üzerinde fren görevi görür; ancak mavinin kendi hareketi de böylece engellenir. İki renk de hareketsizleşir ve ortaya yeşil çıkar. Benzer şekilde siyah ve beyazın karışması da hareketsiz olan ve ruhsal açıdan yeşile çok benzeyen griyle sonuçlanır. Sarı Maviyle karıştırıldığında solgun bir renk ortaya çıkar. İnsan ruhundaki karşılığı delilik olabilir. Mavi derinleşmeye öyle yatkındır ki koyulaştıkça içsel etkisi güçlenir. En huzur veren renk Yeşil, tonlarındaki resimler durağandırlar ve insanı usandırabilirler. Bu, sarının etkin sıcaklığına da mavinin etkin serinliğine de ters düşen bir
etkidir. Yeşil, ağırbaşlılığını ve dinginliğini muhafaza eder; Müzikte yeşil, kemanın yumuşak ara sesleriyle karşılanır. Beyaz, renksizlik olarak kabul ediliyor olsa da tüm renklerini yitirmiş bir dünyanın simgesidir. Bu dünya bizden öyle yukarıdadır ki armonisi ruhlarımıza erişmez. Geçit vermez bir duvarı andıran muazzam bir sessizlik, içindekini aklımızdan gizler. Bu nedenle beyaz, melodiyi geçici olarak kesintiye uğratan esler gibi bizi olumsuz yönde etkileyen bir sessizlik armonisine sahiptir. Bu, ölü değil, olanaklara gebe bir sessizliktir. Beyaz, doğumdan önceki hiçliğin, buzul çağındaki dünyanın çekiciliğine sahiptir. Siyahın sessizliği ölüm sessizliğidir. Dışsal olarak siyah, en az armoniye sahip renktir, etkisiz bir zemin gibidir, üzerinde en cılız renkler bile parlar ve öne çıkar. Kırmızının parıltısı kendi içindedir. Geleneksel süslemelerde ve köy kıyafetlerinde sıkça kullanılır; çünkü açık havada, kırmızıyla yeşilin armonisi çok güzel olur. Kırmızı derin cazibesine ancak daha asil bir şeyle birleştirildiği zaman kavuşur. Müzikteki karşılığı, çellonun kederli ara sesleridir. Turuncunun sarıyla adam edilmiş bir kırmızı olması gibi mor da mavi sayesinde insanüstü bir hale kavuşan kırmızıdır. Mor serinletilmiş bir kırmızıdır. Kederli ve rahatsızdır. Yaşlı kadınlarca giyilir.

_Bir sanat dalı, öncelikle diğer sanat dallarının yöntemlerini nasıl kullandığını öğrenmelidir. Farklı sanat dalları böylece kollarını birbirlerine uzatır. Bu kucaklaşmanın iyi şekilde değerlendirilmesi, gerçekten de muazzam bir sanat doğuracaktır. Sanatının ruhsal olanaklarında demlenen her insan, bir gün cennete ulaşacak olan ruhsal piramidin inşası için değerli bir yardımcıdır.
_2 farklı sanat dalının tamamen benzer bir içsel etkiye yol açması mümkün değildir. Seranın sıcak havasının meyvenin olgunlaşması için gerekli olması gibi, aynı etkinin yinelenmesi de zarif duyguların olgunlaşması için gerekli ruhsal atmosferi güçlendirir. Bu durumun bir örneği de, tek başına ortaya çıktığında fark edilmeyen hareket, düşünce ve duyguların tekrarlandıklarında kişide güçlü bir izlenim bırakmalarıdır ruhsal karşıtlıkları nedeniyle çok güçlü bir etki ortaya çıkaran kırmızıyla mavinin birlikte kullanılması, modern armonide en sık rastlanan bir tercih. Bugün armoni, tarih boyunca en önemli sanat ilkelerinden biri olmuş olan karşıtlık ilkesine dayanıyor. Bunlar, sanatsal olanaklara müthiş ufuklar açar.

_Bizi doğaya bağlayan bağları aceleyle koparmaya başlar ve saf rengin soyut formla birleşiminden başka şey görmez olursak, yalnızca süsleme niteliği taşıyan ve boyun bağlarına ya da halılara yaraşır eserler üretiriz.

_Kırmızı bir at da başka türlü bir değişikliğe yol açar. “Kırmızı at” demek bile bizi başka bir havaya sokar. Kırmızı bir atın imkânsızlığı bizi gerçekdışı bir dünyaya sürükler. İster geleneksel uyuşmazlığa ister uyuma dayalı olsun, tutarlılık ihtiyacı armoninin esasıdır. Yeni armoni, dışsal form ve rengin varyasyon ve karşıtlıkları ne olursa olsun, resmin içsel değerinin bütünleşmiş olmasını gerektirir.
_İzleyici, resmin içsel değerinin işlemesine izin vermek yerine, telaşla doğaya yakınlık, mizaç, işleme tarzı, tonalite, perspektif vs aramaya koyuluyor. İçsel anlama ulaşmak üzere dışsal ifadeyi didiklemiyor.

_İnsan ruhunun geliştirilmesi ve arındırılması, yani ruhsal üçgenin yükselmesi için kullanılması gereken bir güce sahiptir. Sanat bu işten el çekerse, köprü düşer ve geriye bir yarık kalır. Sanatın yerini tutabilecek başka bir güç yoktur. İnsan ruhunun güçlendiği dönemlerde sanatın da gücü artar. İdealizasyon, armoniyi ortaya çıkartmak ve yüce duygu uyandırmak üzere organik formu güzelleştirmektir. Nesnenin karakterini vurgulamayı amaçlar___
(Sesin rengi. İçsel ihtiyaç… Bitmemiş bir peri masalı…)

_Vasiliy Kandinskiy (1866, 1944), Rus ressam ve sanat kuramcısı. Soyut sanat.
Bilim degerlerine inanmayıp katıksız ruhsallıkta bir sanat aracılıgıyla yenilenmis bi dunya arayısında. Ruhsal ihtiyacımı tatmin edebilecek tek unsur” dediği sanat hayatında baskın gelince sanat üzerinde yoğunlaşmaya başlar. Kendisini etkileyen üç önemli olay olmuştur: Birincisi, Kandisky’nin empresyonist Monet’in ünlü Saman Yığını tablosuyla karşı karşıya geldiğinde duyduğu etkilenmedir. Resimdeki objesizlik, onu büyüler ve ona şöyle bir yorum yaptırır: “Bu resim bütün fantezisiyle, bütün büyüleyiciliğiyle kendini bana sundu. İçimde ilk kez bir tabloda mutlaka bir nesne bulunması gerektiğine dair şüpheler doğurdu.” İkincisi Wagner’in “Logenhrin” dramının temsilini izlemesidir. Kandinsky, bestecinin yapıtından çok zevk alır; çünkü Wagner’in renk ve sesi sentezlediğini düşünür ve yapmak istediğinin de bu olduğuna karar verir. Üçüncü olay ise atomun parçalara ayrılmasıdı; bu keşif gerçek olanın kesin ve mutlak somutluğunu yıkmıştır.
_ 1896 senesinde hukuk alanındaki kariyerini terk edip ressam olmaya karar verdi. Gezileri boyunca Van Gogh, Gauguin ve Monet gibi empresyonisterin sanat yaklaşımları konusunda incelemelerde bulundular.
_Kandinski için sanat, manevi değerlerin betimlenmesidir. Her sanat dalı dışsal yapısı itibarıyla birbirinden ayrılsa da buluştukları ortak nokta, insan ruhunu arıtıp, harekete geçirebilecek iç amaç için çaba vermeleridir.
_Soyut sanat, doğada var olan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir.
_____________

Friedrich Schiller
_Asıl yalnızken yalnız değilim.
_Ya ölüm ya özgürlük! Yumruğumda bir ordu hissediyorum.
_Sevginin ödülü sevgidir.
_Büyük ruhlar sessizce katlanır.
_İnsan, oynadığı müddetçe tam insandır.
_Eğer bana neden bir dinim olmadığı sorulacak olursa onu yitirme nedenimin yine bir din olduğunu söylerim.
_Modern insandaki bölünmüşlük ve yabancılaşmanın ilacı, sanattır.
_İnsanı büyük ya da küçük yapan kendi iradesidir.
_Hiçbir şeyden korkmuyorum, hiçbir şeyden! Senin sevginin sınırları hariç.
_Çanta çalmak bir suç, taht çalmak ise yücelik göstergesidir. Suç büyüdükçe kabahat küçülür.
_DoğruIuk her türIü şart aItında meyve verir.
_AptaIIıkIa TanrıIar da çaresizce savaşırIar.
_Ya çiIem doImamış ya da beni bekIeyen bir mucize var.
_Bütün oImaya çaIış! OIamıyorsan ise yarar bir parça oI ve bütüne katıI.
_HayaI kırıkIıkIarı insan için havadaki yıldırımlar gibidir.
_KöIe karşısında titreyin zincirini kırdığında. Özgür insan karşısında titremeyin.
_Menfaat, zamanın büyük putudur.
_Çalışmayı sana arı öğretebilir. Beceriklilikte bir kurt sana öğretmen olabilir. Bilgiyi daha önceki insanlardan alabilirsin. _Ama sanatı, yalnız kendin ortaya koyabilirsin.
_Tarihi harekete geçiren nedenler: aşk ve açlıktır.
_Herkes tek başına hayli zeki ve akıllı, oysa başkalarıyla hemen kaz kafalı.
_Dünyada her şeyi, bir gün, acı ile kaybetmek için kazanırız.
_İnsanlar parlayanı karartmaktan, yükseleni yere serip toza bulamaktan hoşlanırlar.
_Gençlik düşlerinizi koruyun.
_İdeal güzellik, ideal insanlıktan gelmektedir
_Bir sanat eserinde içerikten çok biçim önemlidir. Nasıl göründüğü nasıl olduğudur.
_Oyun her canlı için hayata hazırlanma sürecinde en gerekli davranışlardan biridir.

_Sanat oyundur.
Her şey oyunla başlar. Oyun oynayan bir çocuk için başka bir amaç, başka bir dünya yoktur. Çocuk, oynamak için oynar. Sanatçı da sanatını yaratırken oyun oynar. Kaygıdan, endişeden uzaklaşıp özgürlesir. Tek amacı sanat yapmaktır. Her şeyden sıyrılıp hayalinde yarattığı bir dünya da eserini oluşturur. Yarar amacından öte sanatçı stresten ve gerçek dünyadan uzaklaşmaya çalisir. Böylece en gerçek en yalın ve en güzel eserini ortaya koyacağını düşünür. Ve hiçbir zaman sanatçıya yaptığı eser hakkında yargılanamaz ve ceza verilmez. Nasıl ki bir çocuga yaptığı kumdan kaleyi yıktığı için kızılamaz ise sanatçıda yaptığı eseri istediği doğrultuda yapabilir bitirebilir. Önemli olan bozarken de yaparken olduğu gibi huzurlu olmasıdır. Kumdan kalesine karışılan küçük çocuk ilerde iyi bir sanatçı olamaz. Bunu için sanatçının özgür bir ortamda yetişmesi gerekir. Oyunun özelliklerinden birisi de kurallara bağlı şematik olmaması yaratıcı bir yönü bulunmasıdır. Sanatta ve oyunda ortaya çıkan özgür tavır, yalnız sanatçıyı ve oyundaki insanı değil, onunla iletişim kurabilen bütün insanları da özgürlestirir.

_Neşeye övgü
Kardeş olun ey insanlar, Bunu ister tanrımız!
Bu dünyada herşey geçer, Yanlız sana dost kalır.
İnsanlığa, doğruluğa, göğsünü aç korkma sakın.
Hür doğmuştur insanoğlu, hür yaşamak hakkıdır.
(Beedhovenin 9. senfonisine esin olmuştur.) Beethoven’ın 9. Senfonisi, Kral Friedrich Wilhelm’e ithaf edilmiştir 9 Senfoni, insan sesinin kullanıldığı ilk senfonidir. Beethoven, 9. Senfoni’sini insanlığa armağan etmiş.

_Friedrich Schiller (1759 –1805) Soyluluk unvanı almış bir şair, filozof, tarihçi ve en önemli Alman dram yazarıdır. Haydutlar en önemli drama eseridir, 5 perdede sunuldu. Goethe, Schiller’e Horen dergisine ortak olmasını önerdi ve bu olayın ardından aralarında arkadaşça bir mektup alışverişi başladı. Ama schiller gelenekçiydi ve Goethe nikahsız birliktelik yaşıyordu. Goethenin tek kusuru demiştir. Goethe de, seramonisiz birliktelik demiş. Schiller; sarayın sinik, soğuk dünyasını betimlemek için muazzam, coşkulu ve abartılı bir üslup kullanır. Kanttan etkilenmiş.
_______________________

_Sanat nedir? Taklit, Yaratı, Oyun?
Kant, Shiller ve Spencere göre sanat, oyundur. Baumgarten ve Platon’a göre taklit. Croce ve Aristo’ya göre yaratıdır.
____________

_Alexander Baumgarten_ (Estetiğin babası) (1714 – 1762)
_Sanat taklittir.
_Evrende madde ve ruh öylesine âhenkli bir şekilde kaynaşmıştır ki, sanatın amacı tabiatı taklit olmalıdır.
_Mantık, açık ve seçik olanın bilgisidir. Buna karşın estetik bilginin özelliği tersine bulanık olmadır. Estetik, bir çeşit bir mantıktır, onun deyimi ile «mantığın küçük kız kardeşidir. Her ikisi de yetkin bilgiyi, hakikati bulmak ister. Biri zihni bilginin yetkinliğine, öbürü duyulur bilginin yetkinliğine ulaşmak ister.
_İlk kez Estetik’ten özel bir bilim dalı olarak söz etmektedir. Baumgarten’e göre iki tür bilgi vardır: duyusal bilgi, akılsal bilgi. Duyusal bilgiyi bulanık tasavvurlarla; akılsal bilgiyi açık ve seçik tasavvurlarla elde ederiz. Bu iki tür tasavvur arasında, açık olduğu halde seçik olmayan, yani karışık olan tasavvurlar vardır. Bu Estetiktir.

_Kant saf aklın eleştirisinde Baumgarten’i eleştirir. Çünkü Baumgarten’ın yaptığı gibi güzellik yargısını akılsal ilkelere indirgemek olanaksızdır.
_Kant ve Schiller: Estetiğin temel değerinin sadece güzellik olarak sınırlanmasına karşı çıkanlar olmuştur. Onlara göre yüce, trajik, komik, zarif, ilginç, çocuksu (naif) soylu, çekici ve hatta çirkinlik bile estetiğin inceleyeceği değerler içine girebilir.
_Hegel: doğruluk temeli üzerine kurulmuş Mantık, iyilik temeli üzerine kurulmuş Ahlak ve güzellik temeli üzerine kurulmuş Estetik.
Hegel de sanat güzelliğini tabiat güzelliğinden üstün tutar sanat, maddeyi kendine benzeten sanatçının ruhudur.

_Resim ve heykelde antik Yunan, Roma ve hattâ Rönesans sanatçıları klasik taklit sınırları içinde görünüyorlar. Romantizm ve Realizm sanat akımlarına mensup olanların eserlerinde de tabiattaki varlıklar ve olaylar gerçeğine yakın bir şekilde taklit edilmeye çalışılıyordu. Ama biçimden ziyade renk peşinde koşan izlenimciler, insanın bilinçaltını dışa vurmaya çalışan ekspressiyonistler, gerçeklerden kaçıp “gerçek üstü”ne ulaşmaya çalışan sürrealistler, edebiyat alanında da temsilcilerini bulan sembolistler, Picasso’da zirveye çıkan geometrik kübizm v.s. sanatta taklitten ziyade yaratıcılığı ön plana çıkardı.

_Güzel_
_Felsefede güzellik Platon ile başlamıştır. Ona göre güzel mutlak ve öz olarak idealar özlemindedir, Tanrı katındadır.
Aristoteles’e göre güzellik âhenktir, uyumdur. Bir bütünü meydana getiren unsurlar birbiri ile uyumlu ise, o şey güzeldir.
Kant, güzeli sanat güzelliği ile tabiat güzelliği farkını ortaya koymaktadır. Tabiat güzelliği tabiatın bir maddede amacına ulaşmasıdır; bunun belli kuralları vardır. Sanat güzelliğinde ise çoğu kez amaç, kural yoktur; hoşa gitme ve ruhtaki estetik duygu esastır.
Martin Heidegger’e göre ise, güzellik “varlığın aydınlanmasıdır, doğruluktur. Natüralistlere göre bir doğa güzelliği vardır ve bu, sanat için bir model, bir örnek olmalıdır. J. Guyau’ya göre, iyi daima faydalıdır, faydalı daima güzeldir; bu itibarla iyi de güzeldir. İyilik akılla, güzellik genellikle sezgiyle anlaşılır. İyiliğin belli yasaları bağımlılıkları vardır; güzellik ise özgürlüktür.
______________

_Benedetto Croce_ (1866 – 1952)
_Sanat, yaratıdır. Taklit değildir. Kendinden bir şeyler eklemesiyle oluşan hayal gücünün ürünüdür.
_Sanat mükemmel olanı arama etkinliğidir. Sanatçı bu etkinliğinde doğadan taklit yoluyla yararlanamaz. Çünkü doğa mükemmellikten yoksundur. Öyle ise sanatçı hayal gücünü ve yeteneklerini kullanarak sanat eserini ortaya çıkarmalıdır. Croce sanatı, insan etkinliklerinin en özgür olanı olarak görür. Sanatçının hammadde olarak almış olduğu izlenimleri birleştirerek, ayıklayarak bir senteze ulaştırması sanattır.
_Tinin tek gerçek olduğunu savunmuş olan Croce’ye göre, ten kendisini diyalektik bir biçimde, düşünce ve eylem olarak iki basamakta gerçekleştirir. Bunlardan düşünce ve eylem basamakları da, kendi içlerinde ikiye ayrılır. Buna göre, birinci basamak sanat, ikincisi mantıktır. (Hegel diyalektiğinden etkilenmiş)
_Croce: Sezgisel imgelem ne kadar tikel olursa, o sanat eseridir. Her şey oluşur, olmaz. Oluşum, insan ruhunun sonsuzluğunda meydana gelen çatışmalar, anlaşmazlıklar. Croca göre 2 tür bilgi: mantıksal ve sezgisel. Mantıksal bilgi evrensel..sezgisel bilgi sanattır.
_Croce’nin felsefesi idealist bir çizgide gelişir. “dünya ruhu”nun gelişme ve ilerlemesinde dört aşama olduğunu ileri sürer: Estetik aşama, mantıksal aşama, ekonomik aşama ve ahlaki aşama..
_Sezgi ile bilmek, bir şeyi ifade haline getirmek, objek¬tifleştirmektir.
_Croce sanat eserini, sanatçının kendi yaratıcı gücü, yeteneği ve coşkusunun oluşturduğu estetik obje olarak değerlendirir.
_Croce’ye göre “yaratma” eylemi izlenimlerle başlar. Doğaya, hayata, topluma ait bu izlenimler zihin için birer hammaddedir. Daha sonra ruhsal ve estetik sentez dönemi başlar. Bu basamakta ruh ya da zihin izlenimler arasında bir ayıklama yapar ve bunun sonucunda “ifade” ortaya çıkar. Asıl yaratma ifadede yoğunlaşır. İfade ya da anlatım, sanatçının ruhunda veya zihninde meydana gelen bir estetik fenomendir. Daha sonra hedonist eşlik basamağına geçirilir. Burada ifadeye, haz duygusu eşlik eder. En son aşamada ise estetik olgunun fizik fenomenlere, yani dile aktarılması gerçekleşir.

_Platon: İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları. – Evet görünürde varlıklar yaratmış olurum ama hiç bir geçerliği olmaz bunların. Dış dünyaya tuttuğumuz ayna içinde, nesneleri ve nesne dünyasını meydana getirmiş oluruz; ama, bu, ayna içindeki dünya bir gerçek nesneler dünyası değildir, tersine nesnelerin sadece birer görüntüsüdür birer kopyasıdır (mimesis). Bütün sanat etkinliği, böyle bir benzetme ve kopya etkinliğini gösterir Sanat bize gerçekliği değil, bir görüntüyrü, bir kopyayı gösterir sanatın ortaya koyduğu şeyler, kopyaların kopyaları olacaktır. Sanı bir bilgi olarak değersiz olduğuna göre, bir sanı olan sanat da değersiz olacaktır.
_____________________

_Sanat felsefesi_
_Sanat felsefesi, bir sanat yapıtının bize ne verdiğini anlama tarzı olarak tanımlanabilir
_Sanat felsefesi; insanların bilgileri ile kendisini oluşturur ve geliştirdiği bilgileri tekrar insanlara aktarır.
_Bilimsel bilgi geneldir, sanatsal bilgi ise özeldir,
_Rönesans: Aristokrat sanatıdır. Sanat, yaşamın aynasıdır. Sanayileşmenin getirdiği materyalizm, sanatta, felsefede; empresyonism doğurmuştur ve sürrealizmi…
_Sanatçı, değerleri yaşamıyorsa, yaptığı eser; fantezi olur.
_Her üst tabaka bir alt tabakaya dayanır:

_Sanat Kuramları_
1-Yansıtma kuramı. 2-Anlatımcılık kuramı. 3-Biçimcilik kuramı. (Prof. Dr. Berna Moran)
(Anlatımcılık; sanatçı, Duygusal etki: alıcı, Biçimcilik: sanat eseri)
_1-Yansıtma kuramları
Platon’dan Rönesansın sonuna kadar olan dönem de 3’e ayrılır
1. Platonla başlar. Sanat yansıtmadır. İdealar dünyasını yansıtır. (mimesis)
2. Aristo. Sanat özü yansıtır. Olanı değil, olabilir olanı yansıtır. Sanatçının, objesine bakıp taklit ettiği elma, gerçek değildir. aynen taklit edilmesi, mümkün değildir.
3. Sanat, ideali yansıtır. simgelenen yüce, manevi değerleri, moralleri yansıtır.
Platon; duyumları tahrik edeceğinden sanatı aforoz eder. Aristoteles, ‘hayır’ der; “ruhu eğitir, insana haz verir. Sanatın olandan çok olabilir olanı yansıtması daha fazla haz verir’ der.
_Yansıtma kuramının ikinci kısmı da 3’e ayrılır
1-Batı realizmi; “sanat gerçeği yansıtır”. Sanatçı hiçbir yorum yapmaz, duyularına geleni olduğu gibi yansıtır
2-Rus realizmi; duyular ön planda ancak psişik durumlarda ön plandadır. Yargı var; ‘bu doğrudur, şu yanlıştır’ gibi. Bireyden çok toplum ön planda.
3-Toplumsal realizm; 1930’lu yıllardan günümüze kadar olan. Babası; Lukacs. Sanat ancak, toplumsal olursa sanattır”. Açlığı değil, insanların neden aç olduğunu yansıtmak önemli. Lukacs’a göre, toplumsal realizmin en iyi uygulanacağı ülkeler, sosyalist ülkelerdir.

_2-Anlatımcılık kuramı
1. Romantizm: Sanatçı önemlidir. Sanat sanat içindir. Sanatçı, sanatı nasıl anlıyorsa öyle ortaya koyar.
2. Sanat yaratmadır. Sanatçı, senin benim bilmediğim birşeyi yansıtır.
3. Aktarmacı anlatım: Sanatçının yanı sıra alıcıya da önem veren. Sanat eserini, alan yoksa o sanat eseri de yoktur.
_Duygusal etki kuramı :Bu kuramda, anlatıcının duygusu yerine alıcının duygusuna yer verilmektedir.
1-Hedonist yaklaşımlar: Sanatı sanat yapan, zevk yaratmasıdır.
2-Estetik yaşantı kuramı: Sanat, keyif verdiği an fonksiyoneldir.
3. Richart kuramları
a)Nesnelci değer kuramı; sanatsal nesneyi esas alır. Sanat eserinden alıcıya gider.
b)Öznelci değer kuramı; alıcıdan sanat eserine gider
Richart’a göre, Croce hatalıdır. Çünkü, güzelin analizi yapılamaz ve sezgisel akılla da savunulamaz. Güzellik, eserde varsa vardır güzellik nesneye yansıtılmış bir zevktir. Güzellik nesneden gelmez, öznenin atfettiği bir değerdir. Güzelliği ona veren de alan da alıcıdır. Güzellik tamamen psikolojiktir. Bir duygudur

_3-Biçimcilik kuramı.
Biçimcilerin en büyük özelliği; güzelliğin estetik objede olduğunu söylüyorlar. Felsefi idea önemli.
Mengüşoğluna göre:Sanatta ölçüt aramak boşunadır. Yapmamız gereken; birçok sanat eseri var, bu sanat eserlerine bakıp sorular sormak. İnsan için sanatın anlamı nedir? İnsanlar, sanatla neyi gerçekleştirmek istiyorlar?

_Resim Sanatında Maneviyat / Wassily Kandinsky
_Sanatın nimeti belirli bir seviyedeki insanlar için zehir olur. Küçük dozda alındığında ruhu yavaş yavaş alçaltır. Yüksek dozda sert bir düşüşe sebep olur. Romanlarından birinde Sienkiewicz: manevî hayatı yüzmeye benzetir: Yüzmek için sürekli çaba göstermeyen batmaya mahkûmdur. Yetenek denen şey bir lanet, bir uğursuzluk olur sanatçı için.

_Çağdaş felsefeler_
1. Marxsiz felsefe: Sanat devlet politikasının bir aracıdır 2. Varoluşçu felsefe de ise sartre. Felsefeden sanatı değil, sanattan felsefeyi eserleriyle ortaya çıkarmıştır.

_Modern ontolojiye göre 4 tür varlık var: Organik, inorganik, bilinç-ruh, ve tin-kültür
Tinsel varlık 3e ayrılır.
-Bireysel tin; kişinin genel kültürden alabilirliği.
-Objektif tin; tinsel alanda objektifleştirilmiş tinin dışındaki bütün kültür.
-Objektifleştirilmiş tin; bütün sanat eserleri objektifleştirilmiş tindir.
_____________

Dışsal olarak siyah, en az armoniye sahip renktir,
etkisiz bir zemin gibidir, üzerinde en cılız renkler bile parlar
ve öne çıkar. Bu bakımdan da beyazdan farklıdır; çünkü
neredeyse tüm renkler, beyazın yanında uyumsuz ya da
tamamen sessiz kalırlar.
gri, biri hareketsiz bir uyumsuzluk
içinde, diğeri ise sonsuz bir duvar ya da dipsiz bir kuyu gibi
hareketsiz bir olumsuzlama halinde bulunan –uyumsuzluğu bile olumsuzlayan- ve etkin kuvvetten yoksun iki renkten
oluşmaktadır.
Öte yandan, materyalist bilim, madde olmayanla veya
zihinlerin kavrayamadığı konularla uğraştığı zaman, bilimin
yöntemlerinden kuşku duyanların sayısı da artıyor. Sanatın
Primitiflere başvurması gibi, bu adamlar da unutulmuş
yöntemlerden destek alabilmek için neredeyse unuttuğumuz
zamanlara dönüyorlar. Oysa bu yöntemler hala canlı ve
çokbilmişliğimizle merhamet duyup küçümsemeyle
baktığımız halklar tarafından kullanılıyo
“Sanat sanat içindir” haykırışı gerçekten de böyle bir dönemin görüp görebileceği en iyi ideal. Her şeyin bir işleve ve pratik bir değere sahip olması gerektiği yönündeki düşünceye, yani materyalizme karşı bilinçsiz bir tepki.
Çirkin bulunan resimler ya ruhta titreşim yaratmaktan acizdirler (o zaman sanat değildirler) ya da bu konuda çok yeteneklidirler. İkinci durumdaki eserler, bugünlerde aşağı seviyedeki bedensel arzular dediğimiz arzuları tatmin ediyor olsalar da, tümden reddedilmemeliler.
Kederli ya da Neşeli gibi sözcükler, yeni armoninin hassas ruhsal titreşimleri için cılız karşılıklar. Sözcüklerin yetersiz olduğu dikkate alınmalı.
Sanatçıların, “nasılsın?” sorusuna hüzünle, “mor gibi,” diye yanıt verdiklerine rastlanabilir.
Elbette her renk sıcakla soğuk arasında çeşitli haller alır, fakat hiçbir renk bu bakımdan kırmızı kadar çeşitli değildir.
Burada kullanılan dışsal sözcüğü, daha önce kullanılmış olan maddi sözcüğüyle karıştırılmamalı. Dışsal sözcüğünü, geleneksel sınırların ötesine geçmeyen ve geleneksel güzellikten başka bir şey meydana getirmeyen dışsal ihtiyaca karşılık olarak kullanıyorum.
Resimler, üç ayrı esin kaynağını temsil ediyorlar:
(1) Dış doğaya ilişkin, tamamıyla sanatsal bir formla ifade edilen doğrudan izlenim. Buna izlenim diyorum.
(2) İçsel karakterin, yani maddi olmayan doğanın, büyük ölçüde bilinçsiz ve kendiliğinden ifadesi. Buna doğaçlama diyorum.
(3) Yavaş yavaş biçimlenen ve ancak olgunlaştıktan sonra dile gelen içsel duygunun ifadesi. Buna kompozisyon diyorum. Bunda us, bilinç ve amaç çok önemli bir rol oynar.
(1) Açık ve basit bir forma göre düzenlenen sade kompozisyon. Bu tür kompoziyona melodik diyorum.
(2) Çeşitli formlardan meydana gelen ve neredeyse tamamen, ana bir forma göre düzenlenmiş karmaşık kompozisyon. Ana formun dıştan kavranması zor olabilir, bu yüzden de güçlü bir içsel değere sahiptir. Bu tür kompoziyona senfonik diyorum.
Sanatçı hazlar peşinde gününü gün etsin diye dünyaya gelmemiştir; aylak yaşamamalıdır. Yerine getirmesi gereken çetin bir görevi vardır ve bu görev çoğu zaman çekilmesi gereken bir çile gibidir. Duygu, düşünce ve hareketlerinin, eserine zemin teşkil edecek ham malzemeler olduğunu, sanatında özgürse de yaşamında özgür olmadığını bilmelidir.
Sanatçının söyleyeceği bir şey olmalı; çünkü amaç bir formda ustalaşmak değil formu içsel anlamına kavuşturmak.
Sanat bu işten el çekerse, köprü düşer ve geriye bir yarık kalır. Sanatın yerini tutabilecek başka bir güç yoktur.
Bugün, dışsal formlar bu özgürlüğün önünü kesiyor ve kompozisyonun amacı yapı oluyor. Yapısal form arayışı, doğal formun çoğu zaman geometrik yapıya tabi tutulduğu, soyutun somutla engellendiği ve somutun da soyutla bozulduğu bir süreç olan Kübizmi doğurmuştur.
Sanatın doğadan üstün olduğu yeni bir keşif değil.
Yeni tiyatronun kompozisyonu üç unsurdan oluşacak:
(1) Müzikal hareket
(2) Resimsel hareket
(3) Fiziksel hareket
Bizi doğaya bağlayan bağları aceleyle koparmaya başlar ve saf rengin soyut formla birleşiminden başka şey görmez olursak, yalnızca süsleme niteliği taşıyan ve boyun bağlarına ya da halılara yaraşır eserler üretiriz. Güzel form ve güzel renk, estetikçilerin ya da akıllarını güzellik fikrine takmış natüralistlerin iddialarının aksine, kendi başına yeterli bir amaç değildir.
Tamamıyla soyut bir temel üzerine yapı kurmak yavaş ilerleyen bir iştir ve başta rastgele ve amaçsız gözükür.
Maddi nesnelerden soyut dünyaya yönelmedeki ilk adımlardan biri, teknik bir terim kullanacak olursak, üçüncü boyutun reddidir; yani resmi bir düzlemde tutma girişimidir.
Bugün armoni, tarih boyunca en önemli sanat ilkelerinden biri olmuş olan karşıtlık ilkesine dayanıyor. Ancak bizim karşıtlığımız, kendi başına ayakta duran ve armoninin diğer ilkelerinden destek almayan (çünkü böyle bir destek yıkım demektir) ruhsal bir karşıtlıktır.
…seranın sıcak havasının meyvenin olgunlaşması için gerekli olması gibi, aynı etkinin yinelenmesi de zarif duyguların olgunlaşması için gerekli ruhsal atmosferi güçlendirir. Bu durumun bir örneği de, tek başına ortaya çıktığında fark edilmeyen hareket, düşünce ve duyguların tekrarlandıklarında kişide güçlü bir izlenim bırakmalarıdır.
Turuncu, kendi gücüne inanmış bir adam gibidir. Sesi, duayı haber veren çanın ya da eski bir kemanın sesini andırır.
Fakat maddi bir varlık olarak kirin de kendine özgü bir içsel etkisi vardır ve bu yüzden, resimde ondan kaçınmaya çalışmak, eskilerin saf renk diye bağrışmaları gibi yanlış ve çiğ bir tavırdır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Dışsal olarak siyah, en az armoniye sahip renktir, etkisiz bir zemin gibidir, üzerinde en cılız renkler bile parlar ve öne çıkar.
Müzikte, açık mavi flüte, koyu mavi çelloya, daha koyu bir mavi gürleyen bir kontrbasa, en koyu mavi de orga denk düşer.
Sarı tipik dünyevi renktir. Asla derin bir anlama sahip olamaz. Maviyle karıştırıldığında solgun bir renk ortaya çıkar. İnsan ruhundaki karşılığı delilik olabilir. Melankoli ya da hastalık hastalığından ziyade cinneti andırır.
Rengin sabit bir temel etkisi vardır, ancak maddi niteliği farklılık gösterir. Yatay bir hareket söz konusudur. Sıcak renkler izleyiciye yaklaşır, soğuk renkler ise ondan uzaklaşır.
Karmaşık renklerin hoş tonlarıyla meşgul olmaya gerek yok. Öncelikle basit renklerin tek başlarına nasıl kullanılacağını incelemek gerekir.
Şu an, doğayla temas halinde kaldığı sürece sanatçının dilediği formu kullanabileceğini söylüyoruz. Oysa bu sınırlama da önceki tüm sınırlamalar gibi geçicidir.
(1) Her sanatçı, bir yaratıcı olarak, içinde ifadesini arayan bir şey taşımaktadır (bu, kişilik unsurudur).
(2) Her sanatçı, çağının çocuğu olarak, çağının -yaşadığı devir ve ülkece belirlenen (ikincinin varlığını daha ne kadar sürdüreceği şüphelidir)- ruhunu ifade etmeye itilir (bu, üslup unsurudur).
(3) Her sanatçı, sanatın bir hizmetkârı olarak, sanatın amacına katkıda bulunmalıdır (bu, tüm çağlar boyunca ve tüm uluslar için değişmez olan sanatsal unsurdur).
Renk, kendine özgü bir dizi olanak sağlar ve bu olanaklar, formla birleştirilince zenginleşir.
Form ne kadar soyutsa, etkisi de o kadar açık ve dolaysızdır. Kompozisyonun maddi yanı, kullanılan formların somutluğu ölçüsünde artar ya da azalır. Bu formlar yerine saf soyutlamalar ya da maddi yönü büyük ölçüde ortadan kaldırılmış nesneler kullanılabilir. Sanatçı bu soyut formları kullandıkça, soyut dünyanın derinliklerine doğru güvenle ilerler. Bu dünyanın diline gitgide daha aşina olan izleyiciler de sanatçının peşinden gelecekler.
İçinde müzik olmayan,
tatlı seslere kapılmayan kişi,
ihanete, hileye, yozlaşmaya yatkındır.
Renk klavye, gözler tokmaklar, ruh ise piyanodur. Sanatçı da piyanoyu çalan eldir. Tuşlara dokunarak ruhta titreşimler yaratır.
Açık ve duru renkler gözü kendilerine çeker; hem duru hem de sıcak renklerin cazibesi ise daha fazladır. Zincifre kırmızısı, insanları daima cezbetmiş olan ateşin cazibesine sahiptir. Uzun ve tiz trompet sesinin kulağı zorlaması gibi, parlak limon sarısı da gözü yakar ve izleyici, rahatlamak için maviye ya da yeşile koşar.
Farklı sanat dalları böylece kollarını birbirlerine uzatır. Bu kucaklaşmanın iyi şekilde değerlendirilmesi, gerçekten de muazzam bir sanat doğuracaktır. Sanatının ruhsal olanaklarında demlenen her insan, bir gün cennete ulaşacak olan ruhsal piramidin inşası için değerli bir yardımcıdır.
Her atılım, soyuta, maddi olmayana ulaşma çabasının tohumlarını taşıyor.
Picasso yapısalcılığa oran yoluyla ulaşmaya çalışıyor. Son eserleriyle maddeyi mantıksal olarak yıkmayı başardı; ama bu yıkıma, hepten yok ederek değil maddeyi farklı bölümlere ayırıp bölümleri yapısal bir biçimde tuvale dağıtarak ulaştı.
Cézanne bir çay fincanını canlı bir şeye çevirdi ya da ona can kattı. Natürmortu öyle bir noktaya getirdi ki, resim cansız olmaktan çıktı.
Her çağ ancak belirli ölçüde özgürdür; en kudretli dahi bile bu sınırların ötesine geçemez.
Üçgende daha yukarılara çıkıldıkça huzursuzluk artar, en doğru mimari plana göre inşa edilmiş şehir bile doğanın kontrol edilmez gücüyle birdenbire sarsılabilir.
“Önceki günün bilimi dün reddedildiyse ve dünün bilimi bugün bizlerce kabul edilmiyorsa, bugün bilim dediğimiz şeyin yarın geçersiz olması mümkün değil mi?”
Çünkü bilirler ki bugün bilge, devlet adamı ya da sanatçı olarak saygı gösterdikleri insanlar, dün dolandırıcı ya da şarlatan diye aşağılanıyordu.
“Pek çok cesedin içini açtım, oysa henüz hiçbirinde ruha rastlamadım”
Üçgenin bu büyük bölümünde bulunanlar, bir sorunu asla kendi başlarına çözmeyip, fedakâr ve yüce gönüllü yoldaşları tarafından, bir yük arabasındaymışçasına sürüklendiklerinden, yaşamın, uzaktan izledikleri esas gücü hakkında hiçbir şey bilmezler.
“Nasıl?” sorusu doyurucu bir yanıtla karşılanamadığı zaman, (bizim bugün kişilik dediğimiz) şey etrafındaki nesnelerde maddeden başka şeyler görmeye başlayabilir; maddi boyutlardan biraz uzaklaşıp, amacı her şeyi olduğu gibi, yani düş gücünden yoksun bir şekilde üretmek olan gerçekçilik döneminden farklı bir şekilde algılama imkânı bulabilir.
Kalabalığın duyamadığı sesi önce sanatçı duyar.
Görünmez Musa dağdan iner ve altın buzağının çevresinde oynanan dansları görür. Oysa insanlığa yeni doğrular getirmiştir.
İnsanlar, yalnızca görünür sonuçları değerlendirip, maddiyatı düşündüklerinden, bu kör ve ahmak dönemlere özel bir değer atfederler. Maddeden başka bir şeyi düşünmeyen teknik ilerlemeleri “büyük başarı” olarak adlandırırlar. Gerçek ruhsal kazanımlar hafifsenir ya da tamamen yok sayılır.
Ruhun yaşamı, yatay çizgilerle eşit olmayan bölümlere ayrılmış, en dar bölümün en üstte yer aldığı büyük, dar açılı bir üçgen şekliyle temsil edilebilir. Bölüm çizgisi ne kadar aşağıdaysa, bölümün genişliği, derinliği ve alanı o kadar büyüktür.
Çoğu zaman, dünyadan göçtükten yıllar sonra, insanlar onun bedenini mermerde, demirde, bronzda ya da taşta, devasa boyutlarda yeniden yaratmaya çalışırlar. Sanki teni aşağı gören ve yalnızca ruh için yaşayan bu ulu şehitlerin, bu insanlık hizmetkârlarının hakiki değerleri bedensel varlıklarıymış gibi!
Aşağılanan ve nefret duyulan bu adam, parçalara ayrılmış insanlığın ağır arabasını taşlar arasından yukarı ve ileri doğru sürükler.
Daima yukarı ve ileri doğru gitme ihtiyacı, acı ve korkuyla karanlığa gizlenir. Bir safha aşıldığında ve şeytani taşlar yoldan temizlendiğinde, görünmez ve hain bir el yola yeni engeller saçar. Böylece yol, çoğu zaman kesilmiş ya da hepten kapanmış gibi gözükür. Sonra bizim gibi, ama görme kudretine de sahip biri çıkagelir ve bizi kurtarır.
Yalnızca çağının çocuğu olan, geleceğe yönelik güç taşımayan, geleceğin yaratıcılarından olamayan sanat, kısır bir sanattır. Fanidir ve kendisini besleyen atmosfer değiştiği an yok olur.
Schumann, “İnsanların karanlık kalplerine ışık götürmek… Sanatçının görevi budur,” der, Tolstoy ise “Sanatçı her şeyi resmedebilen ve boyayabilen kişidir,” demiştir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir