Wassily Kandinsky kitaplarından Sanatta Manevilik Üstüne kitap alıntıları sizlerle…
Sanatta Manevilik Üstüne Kitap Alıntıları
Wassily Kandinsky kitaplarından Sanatta Manevilik Üstüne kitap alıntıları sizlerle
Sanatta Manevilik Üstüne Kitap Alıntıları
Açılıp olgunlaşmış çiçek bir içsel sükunet havası yayar.
Yeryüzünde güzelliğe ruhtan daha çok acıkmış bir şey de, ruhtan daha kolay güzelleşen bir şey de yoktur Onun içindir ki, yeryüzünde pek az ruh kendini güzelliğe adayan bir ruhun hakimiyetine karşı durabilir.
İçsel bir ruh zorunluluğundan kaynaklanan şey güzeldir, içsel olarak güzel olan şey güzeldir.
Sanatçı güzel in rahibi ise bu güzel de her konuda bulduğumuz o aynı, ‘içsel değer’ ilkesine dayanılarak aranmalıdır.
Sanatçının söyleyeceği bir şey olmalıdır; çünkü ödevi biçime egemen olmak değil, biçimi içeriğe uydurmaktır.
ruhla sanat karşılıklı bir etkileşme ve yetkinleştirme bağı içinde yer alırlar.
Sanat, ruhlara sadece kendine özgü biçimi içinde, onların günlük rızkı olan nesnelerden söz eden dildir
sanat, bütün olarak alındığında, boşlukta akıp kaybolan nesneler üreten amaçsız bir yaratma işi değil, amacı olan bir kudrettir ve insan ruhunun gelişip incelmesine hizmet etmelidir
sanatçının biçimleri amacı için zorunlu olan tarzda kullanmaya sadece hakkı var değildir, yükümlülüğü de vardır.
içsel yönden dolu dolu yaşayan resim, iyi yapılmış resimdir. İyi çizim de sadece, içsel hayatı bozulmaksızın üzerinde hiçbir şeyin değiştirilemeyeceği çizimdir
ilintinin dışsal bakımdan yokluğu, içsel bakımdan varlığıdır. Dışsal olarak gevşetilmiş biçim burada içsel olarak kaynaşmıştır.
bugün ilerlemekte olan özgürleşme hareketi, sanatta nesnelin manevi gücü olan içsel zorunluluk zemini üzerinde gelişmektedir.
Realizmi sanatın karşı kutbu olarak tanımlamalı.
Delacroix, tabiatın sanatçı için sadece bir sözlük olduğunu söylemişti
Sanat tabiatın bittiği yerde başlar.
Sanatçı dünyaya bir bütün yoluyla seslenmek ister, ama bu bütünü tabiatta bulamaz; bütün, onun kendi manevi hayatının ürünüdür, isterseniz başka bir deyişle, döllenmiş bir tanrısal soluğun esintisidir.
Sanatçı zihin özgürlüğü içinde tabiatın üstünde yer alır ve onu kendi yüksek hedefleri doğrultusunda işler sanatçı tabiatın aynı zamanda hem efendisi, hem kölesidir.
Dansın kaynağı salt cinsel tabiatlıdır.
İnsan sanat eserinin karşısına geçmeli ve böylece üzerinde eserin dolaysız, soyut etkisini sağlamalıdır.
Gözünü dışsal araçlar kamaştırdığından, manevi gözü resimde bu araçlar yoluyla yaşayan şeyin ne olduğunu araştırmaz.
Bugün için henüz sıkı sıkıya dışsal tabiata bağlı durumdayız ve biçimlerimizi oradan almak zorundayız
Rengin ve biçimin güzelliği sanat için yeterli bir hedef değildir.
ressamın, gözlerinden başka ruhunu da inceltmesi gerekir
Müziğin de bildiği bir kendi dil bilgisi vardır.
sanki sanatçılar, dünyevi insanın üzerine gönderilmiş olan göksel lutfu, bununla tanrısal olanın üzerine insani olanın örtülüşünü dile getirmek ister gibidir.
bizim karşıtlığımız, yalnız başına ortada duran ve başka uyum ilkelerinin her türlü yardımını dışarıda bırakan içsel karşıtlığın karşıtlığı!
İnsan bir ip cambazı gibi sakınımlı davranmak ve sürekli olarak her iki tarafı terazilemek zorundaymış duygusunu hisseder.
Hep aynı ölçüde yanan bir tutku gibidir, kolayca gürültüye getirilemeyecek, kendi içinde güven bulmuş bir kuvvettir
siyahın içsel tınısı, imkan tanımayan bir hiçlik, güneşin sönmesinden sonraki ölü hiçlik, geleceği ve ümidi olmayan sonsuz bir susuş gibidir.
Bu, ölü olmayan, imkanlarla dolu bir susuştur.
Oradan büyük bir susuş gelir ve gözümüze, maddi olarak canlandırıldığında, aşılamaz, yıkılamaz nitelikte, sonsuza kadar uzanan, soğuk bir duvar gibi gözükür.
Gayret ve enerji dolu, ama dış dünyasının gerekleri sonucu bu gayreti ve enerjiyi kullanması engellenen bir insan gibi.
Sanatçıya doğuştan verilmiş olan duygu, peygamberce bir yetenektir ve üstü örtülmemelidir. Yeteneklerini kullanmayan sanatçı, tembel bir köledir.
nasıl vücut idmanlarla güçlendirilip geliştirilirse, manevi hayat da öyledir. Nasıl ki ihmal edilen vücut zayıflar, sonunda iktidarsız kalırsa, manevilik de öyledir.
Sanatçı kabul görmüş ya da kabul görmemiş biçime karşı kör, zamanın öğretilerine ve isteklerine karşı sağır olmalıdır.
Salt ve sonsuz sanatsallık ise öznelliğin yardımıyla anlaşılır hale gelen nesnel unsurdur.
sanatçı da kendini ifade etmek ister ve sadece kendine ruhça akraba olan biçimleri seçer.
Sanatın gelişim süreci bir ölçüde, saf ve sonsuz sanatsallığın kişisellik unsurundan ve zaman üslubu unsurundan ayrılıp yücelmesinden ibarettir.
Sonsuza kadar özgür olan sanatta gerekmek diye bir şey yoktur. Gündüzün geceden kaçtığı gibi, sanat da gerekmek ten kaçar.
Söylenen her kelime gibi resim olarak canlandırılan her nesne de içsel bir titreşim uyandırır.
Biçim, demek ki, içsel içeriğin ifadesidir.
söylenen şeyin kendisi rasgele bir şeyse, daha doğrusu, doğru yerde söylenmemişse, ruhumuza ulaşmaz.
Müziksel tını dolaysız bir yoldan ruha ulaşır. Orada hemen bir yansıma bulur, çünkü insanoğlu müziği içinde taşımaktadır.
renk ruhu dolaysızca etkilemeye yarayan bir araçtır. Renk bir tuştur. Göz ise çekiçtir. Ruh, birçok telleri olan bir piyano.
Rengin ruhsal gücü kendini belli eder, bu güç ruhsal bir titreşim uyandırır.
Tabiatın kendi dili vardır ve bu dil üzerimizde aşılmaz bir güç olarak etkilidir. Bu dil taklit edilemez.
bir sanat başkasından, o sanatın o sanata özgü araçlarla nasıl haşır neşir olduğunu öğrenmeli, ondan sonra kendi araçlarını aynı ilkeye göre, yani sadece kendine özgü olan ilke uyarınca ele almalıdır.
Kendini bil!
dışsal olarak ölü olan nesneler içten içe can buldular.
Resim rastlantısal bir tabiat parçasını tuvale zaptetmemeli, bütün tabiatı parıltılı ve görkemli görünümü içinde canlandırmalı.
nesne soyutlaşmışsa bu saf tını ön plana geçerek ruh üzerinde dolaysızca etkide bulunur.
Söz içsel bir tınıdır.
Onca maharetle çatıştırılmış olan güneş lekelenmiş, kararmaktadır
Unutulmuş, eski mezarlar açılmakta, içlerindeki unutulmuş ruhlar ayağa kalkmaktadır.
Kuram, dünün billurlaşmış biçimlerine ve dünden önce olana ışık tutan fenerdir.
Yarının dünyasına ulaşan manevilik ancak duygu ile tanınabilir (ki bu duygunun geçeceği yol da sanatçının yeteneğidir.)
Sanatçı başta bilinçsizce, kendinin bile fark etmeyeceği biçimde, çağrıyı izlemeye başlar.
Böyle zamanlarda aşağılanmış bir hayat sürdüren sanat sadece maddi amaçlar için kullanılır.
Anlama seyircinin olgunlaşarak sanatçının bulunduğu noktaya yaklaşmasıdır.
Dış güzellik, manevi atmosferi oluşturan unsurlardan biridir. Yalnız, bunun olumlu yanından başka, yeteneğin tüketici biçimde işe yaratılamaması demek olan bir kusuru da vardır.
Nefret, taraf tutma, takım kayırma, kıskançlık, entrikalar böylece hedefinden yoksun edilmiş, maddeci sanatın sonuçlarıdır.
Bir şey söyleyebilecek insan hiçbir şey söylememiş, işitebilecek olan hiçbir şey işitmemiştir.
Sanat eserine giden yol, bütünü tuval üstünde bir uyuma sokma yoludur. Bu eser soğukkanlı gözlerle, kayıtsız bir ruhla seyredilir.
Ressam, çizgiyle, renkle her şeyin resmini yapabilen insandır.
İnsan kalbinin derinine ışık göndermek: Sanatçının ödevi budur.
Bu hayat nereye yöneliktir?
Bizim ruhumuzda bir çatlak var, verdiği ses de, eğer ulaşıp dokunabilmişsek, toprağın derinlerinde bulunup çıkarılmış, değerli ve çatlak bir vazonun verdiği ses.
Bu kuşku ve maddeci felsefenin verdiği, bizi hala inleten sancılar ruhumuzu ilkeller in ruhundan büyük ölçüde ayırmakta.
Sadece zayıf bir ışık ağarmakta, akıl alamayacak kadar büyük bir siyahlık içindeki tek bir noktacık halinde.
Maddeci görüşlerin üstümüze yüklediği, evrenin yaşayışını kötü, hedefsiz bir oyuna dönüştüren o büyük karabasan daha geçmedi.
daha uyanışın başında olan ruhumuz inançsızlığın, amaçsız ve hedefsizliğin verdiği yılgınlığın tohumlarını içinde gizliyor.
Eski sanat ilkelerini canlandırma çabası olsa olsa, ölü doğmuş bir çocuğa benzeyen sanat eserleri ortaya koyacaktır.
Her sanat eseri zamanının çocuğu, sık sık da duygularımızın anasıdır.
hakikatleri karanlıkta el yordamıyla arıyor, kör gibi, her nesneyi başka bir şey sanıyordu.