Andrew Gibson kitaplarından Samuel Beckett kitap alıntıları sizlerle…
Samuel Beckett Kitap Alıntıları
En başından beri yardım yok
Beckett Felaket’in ana fikrinin açık ve kesin olduğunu belirtmiştir. Oyunu değerlendiren bir eleştirmen sonunun belirsiz kaldığını söyleyince,Beckett kızgın bir tavırla şu cevabı vermiştir: “Hiç de belirsizlik yok… Adam, sizi alçaklar, diyor, beni henüz bitiremediniz!”
Hareketli ve heyecanlı Beckett aykırı bir portre çizer. Fakat Beckettın hayatının iki yanının birbirinden ayrı olduğunu düşünmek de aynı ölçüde olur. Acayip, ortak yaşamcı , geç yirminci yüzyılın özgü bir mantık onunla dünya arasındaki mesafeyi ısrarla kapatmıştır. Bir taraftan çağdaş kültür kendi düzenine inatla kafa tutan birinden dolayı dehşete kapılmıştı. Münzevi hayatı süren bu adama hayranlık duyuyor ve onu sığınağından dışarı sürüklemeye uğraşıyordu. Dürüstlüğüne duyduğu saygı ölçüsünde onu sömürüyor ve daha fazla eser vermesi için ona yalvarırken, o eserleri vermesi için gereken zamanı da daha fazla işgal ediyordu.
Tüm bunların ne olduğunu, neye benzediğini, ne işe yaradığını, art arda binlerce kez, binlerce farklı biçimde açıkladılar, tanımladılar , sonunda anlamış gibi görünmüş olmalıyım… Bir de insan konusu var: beni insan sınıfına sokmaya çabalamadan önce bile söylevler çekmişlerdi insan üstüne (Ü. s. 336)
Can alıcı nokta hiç kuşkusuz Üçleme’de tarihin sayfalara dağılmış bir enkaz, bir yıkıntı olmasıdır.
Moran “benimle ilgisi olmayan bir dava için, hep nasıl kölece bir bağlılıkla mücadele” ettiğini (Ü, S.138 tırnak) itiraf eder, tıpkı Beckett gibi.
Geniş çaplı bir çürüme ve başkalarının daha dün yaşadığı acılara karşı nasırlaşmış bir kayıtsızlık söz konusuydu.
Savaşçıya dönüşen entelektüel için, direniş yolunda çalışmak aynı zamanda entelektüel mantığa göre yapılmış entelektüel bir tercihte demekti
Almanya’da açıkça gözlemlediği hususlardan biri de iyiliğin iyi insanları suç ortaklığından korumadığıdır.
Mesela Power adında bir adamla yaptığı konuşma, insanların sevilebilirliği ile sıkça savundukları düşünceler arasında pek bir alaka olmadığını gözlemlemesini sağlar.
20. yüzyıl tanrının aboulia’sının, ilahi iradenin ve kararlı eylemin ardında yatan ilahi gücün patolojik fiyaskosunun yüzyılıdır.
Birbirine benzer binaların kilometrelerce uzanıp gittiği Londra’nın büyüklüğü karşısında duyulan hayret; hayatın hızı , saat zamanının hakimiyeti, zamanın bir meta olarak algılanması ve çalışma zamanı ve boş zaman keskince ikiye ayrılması; kapı komşularının bulunmaması ve yeşil rengin yokluğu. Bu temaların çoğu Beckettin romanında belirir.
Bu şehirden, özellikle yakın ve otomatik ırkçılığından ve bir İrlandalı olarak sürekli karşısına çıkan tepeden bakan halinden nefret ediyordu.
Genç Beckett’ in yabancılaşması işine duyduğu nefrette de kendini gösteriyordu. Bilindiği gibi, defalarca “kendi bilmediğim şeyleri başkalarına öğretmeye katlanamam “ demişti.
Çocukluğundan ona kalan, çevresindeki ötekilerin “mutsuzluğunun farkına varmak “tır. Eserlerini bu mutsuzlukla yormuştur.
Azizliğe yönelik tehditler konuya daha büyük ciddiyet kazandırır.
-Hiç terk ettim mi seni?
+Gitmeme izin verdin.
Sanat sıçramaları sever.
Hiçbir değer taşımadığın yerde hiçbir şey isteme.
Burası her nedense bana pek uygun bir ülke değil. İnsanlar haddinden fazla garip.
İnsan ancak uyumsuz biriyse direnişçi olabilirdi.
Almanya müthiş bir tektiplik hevesine kapılmıştı ve ırksal, zihinsel veya fiziksel açıdan kusurlu addedilen vatandaşları hedef tahtasına oturtup cezalandırıyordu. Daha 1933’te Nazi Partisi özürlüler için Kısırlaştırma Yasası’nı çıkardı ve 1934’te Irk Politikası Ofisi’ni kurdu. 15 Eylül 1935’te Nuremberg Yasaları’nı yürürlüğe soktu; ilk yasa olan Alman Kanını ve Alman Onurunu Koruma Yasası, Almanlar ile Yahudiler arasında evliliği ve evlilik dışı cinsel ilişkiyi yasaklarken, ikinci yasa olan Reich Vatandaşlığı Yasası, Alman kanından görülmeyen vatandaşları Alman vatandaşlığından çıkarıyordu.
Hiçbir politik konuşmadan (bununla kastettiği Nazilerin konuşmalarıydı) zerre haz etmiyor ve apaçık bir isyan eylemi olmasa neredeyse takıntı gibi görünecek bir bağlılıkla kendini müzelere ve resme veriyordu.
Joyce, eğer Dublin yıkılırsa Ulysses’in rehberliğinde yeniden inşa edilebileceğini söylemişti.
École Normale’liler meşhur esprit normalien’i (normalien ruhu) çok önemserdi. Özellikle mizahla yoğrulmuş dünya görüşleriyle gurur duyuyorlardı. Öğrenciler durmadan antitezler arayıp bulurlardı. Kronik (ve komik) tutarsızlığı meziyet haline getirmişlerdi. Sözgelimi Paul Nizan 1926’da Fransız Komünist Partisi’ne katılmadan önce aynı anda hem kilisenin baş muhafazakar savunucusu, hem sadık bir komünist, hem dandy, hem de avangard yanlısı olmayı beceriyordu.
Beni bilindik yerlerde arama, çünkü ben oralarda bulunmam.
Mrs. Rooney: Sokağa çıkmak intihar. Ama evde kalsanız ne olur, Mr. Tyler, evde kalsanız ne olur? Bitmek bilmez bir yok oluş. ( ) Af buyrun?
Mr. Tyler: Hiç, Mrs. Rooney, hiç, sadece sövüyordum, alçak sesle, Tanrıya ve insana, ve ana rahmine düştüğüm o ıslak cumartesi ikindisine.
🖋
– Neyin var senin?
– Mutsuzum.
– Sahi mi? Ne zamandan beri?
– Unutmuşum.
Godot’yu Beklerken
Fakat anlama duyulan bu ilgisizlik içinde , bu anlam arayışı da nedir?
Hep denedin, hep yenildin Olsun.
Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.
Hep denedin, hep yenildin. Olsun.
Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil !..
Beckett hümanizm için, “büyük katliamların yaşandığı zamanlara saklanan bir sözcük” der (DI, s. 131). O, karakterlerini, insanı yaratılmışların efendisi olarak seçkin bir konuma yerleştiren sıfatlardan arındırmıştır hep.
değerli olan hayat özgül bir hayattır. Halihazırda yaşanmış, geriye dönüp bakılarak kavranan bir hayattır.
İnsanın kirli mazisini temize çekmesinden Daha büyük bir işi olamaz.
W. B. Yeats
Beckett, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinin anlatı izleği nin saygın bir parabolden ziyade bir sıtma nöbeti çizelgesine benzediğini yazmıştı.
Beni bilindik yerlerde arama, çünkü ben oralarda bulunmam.
Beckett biyografiyi ciddi bir bilgi kaynağı olarak pek önemsemiyor veya çok az önemsiyordu. İçki, seks, oyunlar, sosyal yaşam, günlük rutinler: Bu banal temalardan pek verim alınamazdı. Biyografi yazarı bu araçları kullanarak, konu edindiği sanatçının bireyselliğinin resmini çizmeyi umarken, aslında onu bir karikatüre çevirirdi.
Yatıştırıcı adlı öykünün anlatıcısının ironik bir biçimde apaçık ortaya koyduğu gibi, hayat öykülerinin asıl işlevi bize hayat bahşetmek değil, hayatla aramıza perde çekmek, bir yatıştırıcı veya sakinleştirici işlevi görmek, yolumuzu kaybettiğimiz halde yolumuzu bildiğimiz yanılsamasını yaratmaktır.
Dünyadasın, bunun tedavisi yok.
Bir şeyin, yaşamının başladığı yer olarak sınırıdır..
Okulun amacı; Aklın ve zekânın yasalarını köklü şekilde değiştirmekti..
Değerli olan hayat özgül bir hayattır..
“Herkes, kendi çarmıhını sırtında taşır.”
Dünyadasın.
Bunun tedavisi yok.
“Geniş çaplı bir çürüme ve başkalarının daha dün yaşadığı acılara karşı nasırlaşmış bir kayıtsızlık söz konusuydu.”
Hep denedin, hep yenildin; olsun gene dene, gene yenil, ama daha iyi yenil
Bir kişiye gerektiğinden fazla değer verirsen, ya onu kaybedersin ya da kendini mahvedersin.
Zamanı geldiğinde elveda dememek budalalıktır.
Beni bilindik yerlerde arama, çünkü ben oralarda bulunmam.
Hümanizm Büyük katliamların yaşandığı zamanlara saklanan bir sözcük.
Varoluşun sorgulamak, ölmek istemenize yol açabilir !
Dünyadasın.Bunun tedavisi yok.
Bütün yaşam bir karmaşa ve bu yığının içinden seçebildiğimiz görüntülerden oluşuyor.
Epuration savage Fransızlar Alman isgalcilerle iş birliği yaptığına inandıkları kişilerden intikam alıyorlar. ..
Vichy Fransa’sı..
Fransız yahudilerini gözaltında tuttuğu yerlere koyuyordu Halk adaleti denen yaygın uygulama ,mahkemeye çıkarılmadan idam etme anlamına gelebiliyordu. .
Kurbanlar sokakta ,evlerinde veya linç için toplanmış kalabalığın elinde ölüyordu ..
Sartre ,Fransa ‘nın Ortaçağ sadizminin pençesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünüyordu ..
Beckett ne kadar anlaşılmaz olsada Almanya nın çalkantı içinde olduğunu ve yakında dunyayı da sarsıp öngörülemeyen korkunç sonuçlar doğuracağını gayet iyi biliyordu ..
Kendi çalkantılarına dayanabiliyordu.
Londradayken , kısmen bedensel rahatsızlıklarından dolayı Bıon a gitmişti.
Psikanaliz onu tam tedavi etmese de bir nebze rahatlatmiştı..
Fakat Almanya ya dönünce. ..bedeni tekrar isyan bayrağını çekti ..
Bedeni sabah saatlerinde sokaklarda sürüklenen atıl bir kadavraya döndü .
Kendini sık sık sürünüyorum diye betimliyordu ..
David Addyman ‘ın son zamanlarda ustaca değindiği gibi ,Beckett ‘in eserlerine hem Topofobi , Yerleşiklik fikrine karşı direnme, hemde kişinin yersiz yurtsuz kalmasının aslında hiçbir zaman tam anlamıyla mümkün olmayacağı yönündeki ağırbaşlı fikir damgasını vurmuştu. ..
Bu çoğu eseri için geçerli olabilir. .
Özellikle Hamburg bölümünde ,keza başka yerlerde de Beckett cadde isimlerini ,yer adlarını, bina isimlerini genellikle fazla yorumda bulunmadan kaydetmeye kararlıdır.
Bize nereye gittiğini ..
Daha sonra nereye gittiğini. .
Ondan sonra nereye gittiğini ..anlatır.
Bu durum hiç kuşkusuz Addyman ın savının aksine ,onun yeni bir şehirde kendini evinde hissetme isteğiyle açıklayabiliriz.
Fakat bu açıklama Beckett’in bariz öncüsünü unutmak olur. .
Beckett in isimleri toplaması aynı şeyi yapan Joyce u hatırlatır ..
Joyce bilindiği gibi , eğer Dublin yıkılırsa Ulysses’in rehberliğinde yeniden inşa edilebileceğini söylemişti. .
Almanya müthiş bir tektiplik hevesine kapılmıştı ve ırksal,zihinsel veya fiziksel açıdan kusurlu addedilen vatandaşları hedef tahtasına oturtup cezalandırıyordu .
Daha 1933 ‘te Nazi Partisi özürlüler için kısırlaştırma yasasını çıkardı ve 1934 de İrk Politikası ofisini kurdu.15 Eylül 1935 de Nürnberg yasalarını yürürlüğe soktu
1936 ya gelindiğinde Almanya büyük çaplı bir.değişim geçirmişti .Hitler ve Nasyonal Sosyalizm partisi Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi) 1933 ten beri iktidardaydı.
Naziler hemen bir basın sansürü uygulamaya sokmuş ve medeni hakları askıya almıştı.
Aynı yılın sonunda ilk toplama kampıni Dachau da açtılar. Işçi sendikalarını dağıttılar ve Alman Olmayan kitapları alenen yakma seferberliği başlattılar.
Kendi bilmediğim şeyi başkalarına öğretmeye katlanamam
-Beckett
Ecole Normale aynı zamanda kendine özgü yetenekler için de bir çekimmerkeziydi .Andre Maurois ,Rene Clair ve Tristan Tzara ‘nin yolu bu okula düşmüştü .
Okulun el üstünde tuttuğu ilke, kendi ışığıyla ve salt kendisi için özgür entellektüel gelişimi sağlamaktı ..
Aslında 1920 lerde Ecole giderek köhneleşmeye yüz tutsa da aydınlık ve canlı bir kurumdu
Bu on yıl zarfında Nizan, Sartre,Marleau-Ponty,Simone Weil ,Lautman,Canguulhem ve Cavailles gibi isimler okulun müdavimleri oldu .
Sonra ki önde gelen isimleri de eklediginizde entellektüel itibar dudak ısırtacak raddeye varıyor : Cesaire, Levi-Bruhl ,Althusser,Focault,Derrida,Badliou,Rencire ..bu liste hiçbir suretle tam değildir ve benzer listeleri gölgede bırakır. .
Öğrenciler aynı zamanda on dokuzuncu yüzyılın ahlaki krizlerine özellikle Dreyfus vakasında karşı müthiş tepki verdiler .
Ecole Normale 1830 ‘larda Michelet ve Cousin ‘den Pasteur’e 1870 ‘lerde Bergson ve Jaunres’ye 1880 ‘lerde Durkheim ‘a ve 1890’larda Blum ve Peguy’ye varıncaya kadar bir dizi seçkin şahsiyet yetiştirdi .
Öte yandan üniversitede modern dönemde belki en çok öne çıkan şahıs Lucien Herr oldu.Birçok dili bilen ve çok bilgili bir sosyalist olan Herr prensiplerine sıkı sıkıya bağlı sıradışı bir kutuphaneciydi ..
Beckett melankolik bir modernist ve dolayısıyla huzursuz ve aykırı bir figürdü
Ortamın merkezinde olmaktan ziyade oraya takılıyordu ..Ne olursa olsun ait olduğu yer orasıydı fakat Hemingway ‘den (insan olarak) . Wyndham Levis’e (yazar olarak ) hoşlanmayışı ,yukarıda anlatılan imajına hiç uymayan yanlarından sadece biriydi.
Gök hep aynı ve gök hiç aynı değil
Bu ,Beckett in sanatında merkezi bir yer işgal eden bir çelişki ‘yi ifade ediyormuş gibi geliyor bana ..