İçeriğe geç

Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay Kitap Alıntıları – Alev Coşkun

Alev Coşkun kitaplarından Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay kitap alıntıları sizlerle…

Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay Kitap Alıntıları

#8212; Paşam, milli direniş güzel ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla?.. Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız. Affınıza sığınarak arz edeyim ki artık bu kupkuru çölde hiçbir hayat emaresi (nişanı) görülmüyor.
#8212; Öyle görünür Refi Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu çöküntüden bir varlık, bir teşekkül (oluşum örgütlenme) yaratmak lazımdır. Siz başıboşluğa bakmayınız. Boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, millettir; o Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da, millet de kurtulur. Bunu böyle bilesiniz Refi Cevat Beyefendi.”
Yunan isteklerini Paris Konferansı’nda Yunanistan başbakanı Venizelos seslendiriyordu. Konferans’a verdiği raporda Venizelos, İstanbul dahil bütün Trakya’nın ve Bandırma’dan aşağıya çekilecek düz çizginin batısında kalan bütün toprakların Yunanlılara verilme. sini, ayrıca Karadeniz’de bir Yunan “Pontus devleti” kurulmasını istiyordu. Venizelos’un en büyük destekçisi de İngiliz başbakanı David Lloyd George’du. İngiliz başbakanına göre Venizelos, “Yunan ırkının Perikles’ten bu yana yetiştirdiği en büyük devlet adamıydı.”

Zaten daha önce de İngiliz başbakanı William Glastone (18091848) “Türkler insanlığın tek insanlık dışı tipidir,” demişti, Venizelos’u kutsayan İngiliz başbakanı L. George (1863-1945) ise “Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır,” diyecek kadar Türk düşmanıydı.

Paris Barış Konferansı’ndaki toplantılara katılan ABD Başkani Woodrow Wilson’un da (1856-1924) bu konudaki düşünceleri İngiliz başbakanı L. George’dan aşağı kalır değildi. Daha savaş sürerken W. Wilson’un isteği üzerine 1917 de yayınlanan İtilaf devletleri bildirisinde Türkler hakkında şu yargıya
varılıyordu: “Uygar dünya bilmelidir ki, müttefiklerin temel amacı her şeyden önce, Türklerin kanlı despotluğuna düşmüş olan halkların kurtulması ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir.

Mustafa Kemal, kafasında planladığı hedefi kararnâmeye koydurtmuştu.Anadolu’da orduları dağıtılmış, güçsüz ancak ünvanları olan komutanlar ve sivil yöneticiler, vâli ve mutâsarrıflarla yasal olarak ilişki kuracak konuma geçmiş oluyordu.
İhtilâller kendi çocuklarını yer.
Ulusal savaşa birlikte başlayan yolcuların kimileri, giderek ulusal yaşamın bugünku cumhûriyet yasalarına dek uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı olmaya başlamışlardır. Kuşkusuz burada Mustafa Kemal’in sözünü ettiği yakın arkadaşları Orbay, Karabekir, Bele ve Cebesoy’dur.Kuvayı Millîyeciler ama cumhûriyeti özümseyemediler.
Benim ısrarla üzerinde durduğum nokta bilhassa, onun Anafartalar’da 40 ° ateşle yanarken düşman kuvvetlerini acze düşüren mukâvemetiydi.
Yapılacak şeyin İstanbul’un içlerine girip, oradan faaliyetleri yürütmek olduğuna kara verdim.
Mustafa Kemal açıkça söylüyor:Bir gün Fethi Beğ ve 4 arkadaşla birlikte, bir hayâli tartışma ve görüşmeden sonra ihtilâlci komite kurmaya karar verdik ve önlemler düşünmeye başladık.
Güneşin ilk ışıkları sökerken; kalem ve düşün sahasında yegâne kurtuluş yolunun milli direniş ve mukâvemet yaratmak olduğuna kara verdiler.
Mustafa Kemal; bir ülkenin güçlü olması için salt, silah kuvvetinin yeterli olmadığını , kuvvetli olmak için, askerî kuvvetin en sonra geldiğini , temel olarak manevî, bilimsel teknik ve ahlakî kuvvetli olmak gerektiğini belirtiyor.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçti, büyük bir gayret, çalışma, örgütçülük, askerlik ve politika yeteneği ile bağımsızlık savaşını kazandı. Vahdettin de bir İngiliz gemisine binerek vatanını terk etti.
Aslında konu bu kadar yalındır!
Ulusal mücadele uğrunda, ulusla birlikte serbestçe çalışmaya resmi ve askerlik sanım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için ulusla birlikte sonuna dek çalışmaya mukaddesatım adına söz verdiğimden, pek tutkunu bulunduğum onurlu askerlik görevimden bugün istifa ettim. Bundan sonra kutsal milli gayemiz için her türlü özveri ile çalışmak üzere ulusun bağrında bir savaşçı er gibi bulunmakta olduğumu arz ve ilan ederim.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Anadolu’da binbir güçlükle bağımsızlık Savaşı’nı başlatırlarken, bu onurlu savaşa padişahın da en ön safta katılmasını beklerken, Padişah Vahdettin İstanbul’u, kendi tahtını ve geleceğini düşünüyordu. O İngilizlere güveniyorum, ama İngilizler padişah için’ zayıf bir karaktere ve çok az cesarete sahip’ diyorlardı.
Kuva-yi milliyecilerin bir amacı Türk vatanını düşman işgalinden kurtarmaktı . Ama saray ve padişah için başlıca hedef İstanbul’un elden çıkarılmamasıydı.
Düşmanın yurda girişi, cana kıyması ve her türlü saldırı gibi, İzmir yörelerinde görülmekte olan eylemlerin ortaya çıkışı sonucu benzerlerinin baş göstermesine karşın ne ulusun heyecanını ve iç acısını ve ne de buna dayanan ulusal gösterileri yasaklamak ve durdurmak için kendimde ve hiç kimsede güç ve direnç göremeyeceğim gibi bu yüzden doğacak olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan ne sivil görevli ve ne de hükümet düşünürüm.
Doğu bölgesinde yabancı işgallerine jandarma ve askeri birliklerle karşı koyacağız. Köylüler de ellerindeki silahlarla köylerini savunacaklardır. Gerekli hazırlıklar yapılmalı. Birlik mevcutları fazlalaştırılmalı, mevcut silahlar birleştirilmelidir.
Ulusun tutsaklıktan kurtuluşu, egemen ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi ancak kararlı ve namuslu ellerin kısa ve doğru yoldan ulusun hukukuna ve bağımsızlığını savunmaya yönlendirmesi ile mümkün olacaktır. Sivil memurların güvenilir kişiler ile el ele vererek bağımsızlığımızın savunulması yolunda gereken örgütü (şüphesiz gizli) zorunlu sayıyorum. Bu husus uzmanlığı dolayısıyla biz askerlerin vatanseverlik görevini gerektiriyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Milli bağımsızlık ve siyasetinin kurtarılması ancak milletin bir bütün olarak savunulması ile olanaklıdır.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçmeden önce, öncelikli konu olarak Anadolu’da epeyce zayıflamış olsa da eldeki askeri güçlerin kendi düşüncesini paylaşan yakın arkadaşları tarafından denetim altına alınmasını istiyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kurtuluş Savaşı’ndaki İngiliz yanlısı tutumunu örtbas etmek ve kendisine uygun görülen hain damgasından Vahdettin’i kurtarmak amacıyla, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı kimi yazarlar ile islamcı ve şeriatçı kesim tarihi tersyüz etmek için çalışmaktadırlar.
Talih bir taraftan Yunanlıları İzmir’e çıkarırken, öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu
Türkler yüzyıllar boyunca doğudan batıya doğru ilerledikleri zaman en iyi savaşları yapmışlardır. Mustafa Kemal’in de doğudan batıya doğru büyüye büyüye gideceğini kestiremediler.
Bu sersem adamlar işte böyle Yalnız demire, çeliğe ve silah gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğruna savaşa kararlı bir ulusun kudret ve gücünü anlamaktan acizdirler. Biz silah ve cephane değil, ülkü, inanç dolu kafa götürüyoruz
Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elindeydim. Bana her istediklerini yapamazlar miydi?
Beynimden bir şimşek geçti: tutabilirler, sürebilirler , fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıklıydı, ancak benim için artık yakalanmak, tutuklanma, sürülmek, düşüncelerimi yapmaktan alıkonulmak, hepsi ölmekle denk idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galara rıhtımına geldim.
Berç Keresteciyan Kızılay 2. başkanıydı. Berç Bey Osmanlı Bankası’ndaki görevinden yararlanarak Anadolu için para yardımı konusunda çalışmış ve Kızılay ikinci Başkanı olarak Anadolu’ya Kızılay yoluyla ilaç kaçırılmasını sağlayan bir Kuvayi milliyecidir. Soyadı yasası yürürlüğe girince Mustafa Kemal bu Ermeni asıllı vatandaşa Türker soyadını vermiştir
Zaten bunları gerçekleştirmek için Anadolu’ya gidiyorum, buradan verilen emirleri dinlemeyeceğim. Kahraman milletimizin sinesinde hayatımı falan edinceye kadar çalışacağım.
Bu sözlerden duyduğumuz heyecanla ayağa kalktık. Mustafa Kemal Paşa’nın ellerine sarıldık, gözlerimiz yaşlı vatanın kurtarılması için beraberce çalışacağımıza ve bu uğurda hiçbir şeyden çekinmeyeceğimize üçümüz beraber yemin ettik.
Kazım Paşa ile açık konuşarak bütün düşüncelerimi anlattım. İşte en önemli iki kelime budur. Açık konuşarak ve her şeyi anlattım. Nedir bu açık açık anlatılan düşünceler? Mustafa Kemal Anadolu’da ne yapacağını anlatmıştı. Kazım Paşa da yönergeyi Mustafa Kemal’in istediği gibi düzenlemişti .
İşte bu zafer neticesi bir hat tespit ettim, sınırladım ve kuvvetlerime emir verdim ki düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir, nitekim geçmemiştir de.
Gerek Erzurum Kongresi’nde, gerek Sivas Kongresi’nde Türkiye’nin hududu millisinin tespiti için ben Türk süngülerinin işaret ettiği bu hattı esas kabul ettim.
Kazım Paşa yüzüme baktı
– Bir şey mi yapacaksın?
– Kulağını bana uzat, dedim Evet bir şey yapacağım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım!
Kazım Paşa güldü:
-Vazifemizdir, çalışacağız.
Benim önem verdiğim, yetki meselesi idi. Mümkün olduğu kadar Anadolu’nun her tarafına emir verebilmeliydim. İstediğim bir madde, Samsun’dan başlayarak bütün Doğu vilayetlerinde bulunan kuvvetlerin komutanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu vilayetler valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdi. Bir başka madde, bu mıntıka ile herhangi bir temasta bulunan askeri ve idari makamlara yazı ile duyurularda bulunabilmekliğimdi.
Her ne sebep veya maksatla, beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz.
Mustafa Kemal, İstanbul hükümeti tarafından görevden alınınca, Karabekir rütbelerini kaybetmiş Mustafa Kemal’e,emrinde olduğunu belirtti. Karabekir’in bu kritik dönüm noktasındaki hareketi, onun üstün yurtseverliğini simgeler. Ulusal savaşımızda Karabekir’i yüceltir ve üstün derecede taçlandırır.
Memleketi doğu ve batı diye ikiye ayırmak doğru değildir. Vatan bir bütün olarak düşünülmeli, kurtuluş için genel çareler aranmalıdır.
Atatürk İstanbul’da herkesi uyarmak, memleketin kurtuluşu için resmi kudret sahiplerinin, muktedir memleket evlatlarının bir hükümet halinde memleket çabasına girmesini sağlamak için bütün tecrübeleri denedikten, bütün imkanları sarf ettikten sonra, nihai kararını şu şekilde tespit etti: Bir an evvel vazife olarak Anadolu’ya gitmek.
Bunlar birbirleri ile kıyaslanmayacak, birbirlerine hiç benzemedikleri için işe yarayacakları yerlerin ayrı olması bakımından, birbirlerini tamamlayan iki birinci insandır. Biri (Mustafa Kemal) karanlıkta çıkar yolu bulmanın, bu yolu dövüşerek açmanın ve kurtuluştan sonra rotayı tekrar ve kolayca karanlığa götürmesi mümkün bütün eski ve tehlikeli yol işaretlerini söküp yenileri ile değiştirmesini bilen, öteki de bu aydınlıkta devleti bütün korkulu sarsıntılardan ihtiyatla atlatan adamdır. Bu açıdan Mustafa Kemal’e bizim toplumumuzun özelliklerini taşıyan ‘ihtilalci’, İsmet Paşa’ya da tarihteki en büyük devlet adamlarından biri demek doğru olur.
Onlar da reformcu kimselerdi ama Osmanlı reformcusu idiler. Ben dahil hiçbirimiz reformculukta Atatürk metotlarını daha önce görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. Atatürk metotları meydana çıkınca ben sükunet ile vaziyeti mütala ederek halin, zamanın tedbirleridir diye düşünmüşümdür. Atatürk’le konuşmalarımızda , yapılabilirse bu şimdi yapılır dediği zaman benim inanmam, ötekilerin korkması Farkımız bundan geliyor
Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli. İyi bir görüş yeteneğine ve olayları süratle algılamaya sahip. Askerliğe ilişkin değerlendirmesi güzel ve kapsamlı. Doğru ve duraksamadan karar verebilmekte . Cesur ve kişisel kararı ile hareket etme yeteneğine sahip. Orduda ve memlekette üstleneceği önemli vatan görevlerinde ve hizmetlerinde kendisinden büyük hizmetler beklenir.
Lider Mustafa Kemal’dir. Eser onundur. Önder odur. Biz onun emrinde çalıştık. Eğer O olmasaydı mücadele potansiyeli eksik kalırdı.
Önemli yerlerdeydik. Bizsiz belki bu hareketi başaramazdı , ama o olmasaydı biz birbirimize düşerdik, Tevaifi mülük olurduk.
Mustafa Kemal Paşa mücadeleye atılmasaydı, bu memleket kurtulamazdı . Anadolu’nun tehlikeye düşen yerlerinde, Batı’da, Doğu’ da ve Güney’de başlayan ve bir yurtsever düşüncenin ürünü olan zayıf milli direniş hareketleri Mustafa Kemal tarafından birleştirilmeseydi, her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi. Nur içinde yatsın büyük kurtarıcı
Ulusal Savaşa birlikte başlayan yolcuların kimileri, giderek ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyet yasalarına dek uzayan gelişmelerinde , kendi düşünce ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı olmaya başlamışlardır. Kuşkusuz Atatürk’ün burada sözünü ettiği yakın arkadaşlar Orbay, Karabekir, Bele ve Cebesoy’dur. Kuşkusuz Kuvayı Milliyeciydiler ama Cumhuriyet’i özümseyemediler .
İhtilaller kendi çocuklarını yer sözü tüm ihtilaller için geçerlidir. İhtilallerin değişmez yasası, ihtilalci kadronun bir gün kendi içinde çelişkiye düşük parçalanmasıdır.
Biz Şişli’de şimdi müze olan evin orta katında perdeleri daima inik duran odasında, baş başa vererek işte bu duygu çemberi içinde dertleşirken artık ateşkesin ilk günlerindeki yılgınlık, bezginlik ve kötümserlikten yavaş yavaş sıyrılarak, kurtuluş çarelerini mutlaka bulmak ve uygulayabilmek için yalnız ve yalnız kendimizi bu milletin sönmediğine ve sönmeyeceğine inandığımız kutsal inancına güvenmek gerektiğinde birleşiyorduk.
Kaderin cilvesine bakınız ki, Damat Ferit’in manda talebini İngilizlere sunduğu günlerde, sömürgeciliğe karşı ilk direniş Hindistan’ın başkenti Delhi’de İngiliz sömürge yönetimine karşı gerçekleşiyordu.
Padişah Vahdettin’in hain olmadığı, aslında milli mücadeleyi desteklediğini söyleyen ve yazan çakma liberaller, yanlı tarihçiler acaba bu belge karşısında ne diyeceklerdir?
Belge çok açık 15 yıl süreyle merkezi hükümet ve vilayetler idaresi İngilizlere peşkeş çekiliyor.
Yeni hükümet övünülecek bir çabayla yeni tutuklamalara başladı. İtaatli bir ata fazla antrenman yaptırıyoruz. Daha fazla adam tutuklarsak, bu hükümet istifa eder. Daha iyisini de bulamayız. Mümkün olan en İngiliz yanlısı hükümet budur.
Padişah hükümeti değiştirdi, yerine kimsenin adam yerine koymadığı eniştesi Damat Ferit’i getirdi. Yurtsever Türklerin gözünde zerre kadar itibarı olmayan, işe yaramaz bir adamdı. Ama İngilizlerin aradıkları kuklanın ta kendisiydi.
Bir İngiliz centilmeninin çok iyi taklit edilmiş şekli. Bukalemun – meşrep ( her an değişen karakterli) bir adam olup, bugün ak dediğine yarın kara der ve esas fikrinin ne olduğu bilinmezdi .
Gün geçtikçe vaziyet kötüleşiyordu. Sokaklar türlü asker ve neferler ile doluydu. Her gün yeni bir vaka duyuluyordu. Filan yerde bir kadına taarruz edilmiş, falan yerde adam öldürülmüş veya dövülmüştü. Bütün memleketi bir matem havası bürümüştü. Vaziyetin vahameti karşısında hükümetin hiçbir harekete geçmemesi ve düşmanların her söylediğini kabul etmesi, her Türk gibi benim de ağırıma gidiyordu.
Ulunay: Paşam, milli direniş güzel ama ne ile? Affınıza sığınarak arz edeyim ki artık bu kupkuru çölde hiçbir hayat emaresi görülmüyor.
M. Kemal: Öyle görünür, ama çölden bir hayat çıkarmak, bu çöküntüden bir varlık bir teşekkül yaratmak lazımdır. Siz başıboşluğa bakmayınız, boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, millettir; o, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da, millet de kurtulur. Bunu böyle bilesiniz.
Benim ısrarla üzerinde durduğum nokta bilhassa, onun Anafartalar’da 40° ateş ile yanarken düşman kuvvetlerini acze düşüren mukavemeti idi.
Hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?
Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, Anadolu içlerine girmek, bütün Türk milletine felaketi haber vermek.
İçimde çok dikkatle gizlediğim bu sırrı vakti gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemiş gibi temaslarıma devam ettim.
Yapılacak şeyin İstanbul’dan çıkıp ulusun içine girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim.
Bir gün Fethi Bey ve dört arkadaşla birlikte, bir hayali tartışma ve görüşmeden sonra, ihtilalci bir komite kurmaya karar verdik ve ihtilalci önlemler düşünmeye başladık
Bu önlemler şunlardı:
* Padişahı tahttan indirerek değiştirmek
* Hükümeti düşürmek
* Yeni bir hükümet oluşturarak daha kararlı hareketlere başvurmak
Zamanla şu görüşe vardık:
Hükümete milli direnişe taraftar genç ve enerjik kimselerin getirilmesi işi sanıldığından daha güçtü. Özellikle savaş ve İçişleri bakanlıklarına padişahın mutlak güvenine erişmiş olan kişilere atanıyordu. Bu durum karşısında İstanbul’da önemli işler başarmaya olanak yoktu.
Müttefiklerin temel amacı her şeyden önce, Türklerin kanlı despotluğuna düşmüş olan halkların kurtulması ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir.
İngiliz başbakanı L. George(1863-1945) ise Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır, diyecek kadar Türk düşmanıydı.
Zaten daha önce de İngiliz başbakanı William Glastone (1809-1848) Türkler insanlığın tek insanlık dışı tipidir, demişti
Ben ilkokulu bitirmiştim. İstanbul işgal edilmişti. Mahalledeki arkadaşlarla köşe başlarına taş kümeleri yığardık.
Niçin?
Çünkü akşam üzeri bakkala, çarşıya, alışveriş için çıkan kadınlara işgal Kuvvetleri erlerinden birisi sarkıntılık etti mi, herifi taş yağmuruna tutardık. Kadınlar, kızlar bizim savunma ateşimiz altında evlere kaçarlardı .
_ Bizi iliklerimize kadar çürüttüler.
_ Ateş her şeyi temizler, ateşin temizlemediği pislik yoktur
Mütakere İstanbul’u, Mondros Ateşkesi’nden büyük zafere uzanan 4 yıllık bir gayya kuyusu ydu. Casusları, çıkarcıları, işgalcileri, işbirlikçileri, fırsatçıları, hainleri, onurlarını satanları, kalemlerini satanları barındırdı .
Asıl İstanbul, yani surlarla çevrili eski kent ağırbaşlı, haysiyetin, onurun simgesi olarak ortaya çıkarken, Beyoğlu ve uzantıları ihanetin, işbirlikçileri, teslimiyetin, alçaklığın simgesi olarak ortaya çıkar ve bu karşıtlık hemen bütün romanlarda işlenir.
Güneşin ilk ışıkları sökerken yegane kurtuluş yolunun, bir milli mukavemet (direniş) hareketi yaratmak olduğuna karar verdiler. Bu nasıl gerçekleşecekti? Bunun için ordu ile millet el ele vermeli ve beraberce hareket etmeli idi.
Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemiş olan İtilaf devletlerinin harp gemilerini gördüm. İçime bir hüzün çöktü. Biz dört yıl bunun için mi dövüşmüş, kan dökmüştük? Sanki yenilginin tek sorumlusu benmişim gibi başımı önüme eğdim. Kör olası talih bizi düşmanlarımızın bu kadar zebunu mu edecekti?
Osmanlı Devleti parçalanmakta, bütün Arap yarımadası elinden alınmış, halifenin cihat fetvasına rağmen Osmanlı vatandaşı olan Araplar İngilizlerle bir olup Osmanlı askerine saldırmış, hala İslam Federasyonu gibi gerçekçi olmayan yollara başvuruluyordu.
Basının hükümet baskısı altına sokulamayacağı, kalem ve düşün sahasında ilerlemeye gerek olduğu; ancak, vatanın yüksek çıkarlarına da dokunmamak gerektiği belirtiliyordu.
Mustafa Kemal’e göre kuvvetli bir ordunun her bireyi, bilhassa subayı, komutanı uygarlığın ve teknolojinin gereklerini kavrayan, eylem ve hareketlerini ona göre uygulayan, yüksek ahlakta bir topluluk olması gerekmekteydi.
Mustafa Kemal bir ülkenin güçlü olması için salt silah kuvvetinin yeterli olmadığını , kuvvetli olmak için, askeri kuvvetin en sonra geldiğini , temel olarak manevi, bilimsel teknik ve ahlaki yönden kuvvetli olmak gerektiğini belirtiyor.
Ateşkes antlaşması çiğneniyor. Hükümet ise seyirci kalıyor. 150 yıldır, milli çıkarlardan çok dışa şirin görünme hastalığı var.
Camilerde duaların okunduğu ve öğütlerin verildiği yüksek ve merdivenli özel yere minber denir
Mustafa Kemal’in hiçbir dış yardımın yararına inancı yoktu. Türkler ya kendi kendilerini kurtaracaklar ya da yok olacaklardı.
Bizim geleneklerimize göre daveti ev sahipleri yapar. Onlar şimdi her ne kadar işgal kuvvetleri komutanları olsalar da bu ülkede yine misafirdirler. Burada ev sahibi benim. Geleneklerimize uysunlar, gelsinler ev sahibinin masasında, benim davetlim olarak kahvelerini içsinler.
O günün koşullarında, milletvekilleri, hükümet güvenoyu alamazsa meclisin kapatılacağına inanmışlardı. Oysa bu güven oylaması ile sadrazam olan Tevfik Paşa bir süre sonra meclisi kapatacaktı.
Hüküm galibindir. ilkesinin unutulmaması gerektiğini belirterek, işgal güçleri bazı noktaları işgal ederim derse, haklı sayılmalıdır . dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir