Mihail Şolohov kitaplarından Sakit Don – Üçüncü Kitab kitap alıntıları sizlerle…
Sakit Don – Üçüncü Kitab Kitap Alıntıları
Seninki kafa değil, içi geçmiş karpuz be!
Bazen hayatıma bakıyorum, içi dışına çıkmış boş cebe benziyor
İnsan dediğinin hayatı ne ki, yaşamak için? Bir de biz tutmuş kısaltıyoruz, çaresiz
Öylesine insan kanına girdim ki, yüreğimde kimselere acıma kalmadı. Çocukları da pek sevmiyorum, kendimi hiç mi hiç düşünmüyorum. Savaş kuruttu attı hepsini. Katıldım, ne zamandır Gönlüme baksan, görürsün nasıl kapkara içi, kuyu gibi boş.
Gözyaşı dökmek her daim kadın kısmının acısını dindirir.
Güç bir hayat bu, unutmak için n’olsa yapar insan.
Utanmak nedir unuttum ben. Hayatın harcanıp giderken, utanmak neymiş ki? Adam öldürüyorsun, adam! Nedir bu kargaşa, bilmiyorsun Nasıl anlatayım bunu sana? Anlamazsın, imkânsız.
Toprak çağırıyordu onları, gece demeden, gündüz demeden, toprak çağırıyordu. Onlarsa toprağı bırakıp gidecekler, savaşacaklardı, yabancı köylerde zoraki işsizlikten, korkudan, sıladan, yılgınlıktan kırılıp döküleceklerdi.
Günümü yaşadım, her şeyden tattım. Kadın sevdim, kız sevdim, bozkırda at sürdüm, babalık hazzını tattım, adam öldürdüm, ölümle de yüz yüze geldim kaç kez. Mavi göğe baktım, içim ışıdı. Hayat daha ne gösterebilir bana? Hiçbir şey! Ölebilirim. O kadar kötü olmayacak. Her tehlikeyi göze alıp savaşla bahse tutuşabilirim, kumara oturan zengin adam gibi. Kaybım büyük olmayacak.”
Boş bir hayattı sürdüğü.
Dört bir yanda bir kasvet, her zamanki kasvet.
Bu hayatta doğruluk diye bir şey arama. Kazanan kazanmayanı yiyor. Öyle. Ben hiç olmayan bir doğruyu aradım durdum hep. Neler çektim o yüzden! Bir o yana git, bir bu yana.
Hayat mı diyorsun sen buna? Görmüyor musun nasıl her şey bozuldu, çürüdü?
“Hayatımızı bu hale koyan ne peki?” diye sordu. “Kimin işi bu? Hep bu şeytan hükümetin işi!
Kim bilir nerde karşılaşacak ölümle? Hayat yolunun sonunu kim önceden bilebilir ki?
İnsanın gönlünü burkan sakin kısa günler.
Kızgın gözyaşlarını tutmaya savaşarak kısık kısık hıçkırdı. Gerçekleşmeyen umutlarını düşünüyordu belli belirsiz, şimdi yeniden perişan olan hayatına ağlıyordu.
Artık asker değilim, manen ve maddeten sakatlanmış bir adamım sadece. Kolu da, ruhu da sakatlanmış bir adam. Yorgunum.
Yakınlığının sihrine kapılmış,
Gölgeden peçesini yırtmaya çalışarak,
Büyülü bir kıyıya bakıyorum:
Sihirli bir yerin ardına, uzağa bakıyorum.
Gölgeden peçesini yırtmaya çalışarak,
Büyülü bir kıyıya bakıyorum:
Sihirli bir yerin ardına, uzağa bakıyorum.
“Halkın hakları için savaşmak istedim.”
“Orda hep ölüm var, burda özgürlük, çayır ve gökyüzü. Orda adamlar hep kızgın, burda sükûn ve barış var. Başkalarının yaptıklarından, ettiklerinden sana ne?”
Hiçbir şey düşünmeden, göğü aşan beyaz bulutlara dalar giderdi. İlkin, bu dünyadan çekilme hali epey hoşuna gitti. İnsanlardan öylesine uzak yaşanan bu hayat iyiydi de.
Ruhumun içine baksan, boş bir kuyu kadar karanlık olduğunu görürsün.
elleriniz temiz değilse eğer, benim duygularıma uzatmayın ellerinizi.
Düşünmek başka şey, yapmak başka şeydir.
İyi haber yerinden kıpırdamaz, ama kötü haber ta dünyanın öbür ucuna kuş olur uçar.
Bu yaşamda gerçek diye bir şey yok. Altta kalanın canı çıksın hesabı. Bense var olmayan bir gerçeği arıyorum, bu yüzden kendi kendimi yiyorum; bir bu yana bir öte yana dönüyorum.
Nerede öleceğini kim bilebilir önceden? İnsanoğlunun yürüdüğü yolun nerede son bulacağını kim tahmin edebilir?
“Bir sürü parlak vaat dinledik yoldaşlar, ama bunların hepsi de boş laftan, tehditlerden ibaretti. İşte bu esaslı hatip de bir köpek gibi geberiyor şimdi. Komünistlere, emekçi köylülerin düşmanlarına ölüm! Ben diyorum ki, artık gözlerimiz açıldı, artık düşmanımızın kimler olduğunu biliyoruz. Köylerimizdeyken bize ne demişlerdi? İnsanlar arasında eşitlik, kardeşlik olacak demişlerdi. Komünistler bize böyle söylemişti. Peki, aslı ne çıktı? Soygun, kardeşler! Babam bana şikâyet dolu bir mektup yollamış, heriflerin güpegündüz hırsızlık yaptığını, soygun yaptığını söylüyor. Babamın elinden bütün tahılını almışlar, değirmenini de. Oysa resmî bildirileri ne diyor? Her şey emekçi köylülerindir diyor. Benim babam değirmenini çalışarak kurmadı mı? O halde soruyorum size, komünistlerin bu hareketi soygun değildir de nedir?
İhtiyar cevap vermedi. İncil’i kapadı, sedirin üstüne uzandı. Gregor odadan çıkarken, ‘Herkes aynı,’ diye düşünüyordu. ‘Gençler gününü gün eder, votka içer, ötekiler gibi günah işler. Ama yaşlandılar mı, gençken ne kadar çılgınlık etmişlerse, kendilerini Tanrıdan korumaya o kadar çok çaba gösterirler
Toprağın üstünde, güneşi de yağmuru da umursamadan kabullenip, onların can veren özsularıyla beslenerek, fırtınaların yıkıcı soluğu altında boynunu alçakgönüllülükle bükerek, sadece otlar büyür. Sonra tohumlarını rüzgârda savurup, kuruyan saplarıyla güz güneşine hoş geldin diyerek yine öyle umursamadan ölür.
Tüfeklerinizle ateş edip, atlarınızın üstünde fiyaka yapmayı oyun sayıyorsunuz, ama ya biz analar ne oluyoruz? Ölenler bizim oğullarımız, öyle değil mi? Size de, sizin sevgili savaşınıza da!..
Herkes kafasından geçeni söyleyemez, ama türkü halinde söylerler. Türküye de kimse fazla bir şey diyemez!
İyi haber yerinden kıpırdamaz, ama kötü haber ta dünyanın öbür ucuna kuş olur uçar
Ölebilirim de! O kadar müthiş bir şey değil ölmek. Zengin bir adamın kumar oynaması gibi, hiçbir tehlike korkusu olmadan oynayabilirim. Kaybım büyük olmaz ç.
Millet hep bundan söz ediyordu.
Millet!.. Millete sorarsan tavuklardan süt sağılır, ama tavukların memesi yoktur. Sen hep yalan laflar dinlemişsin, dilin de karı dili gibi işliyor.
Millet!.. Millete sorarsan tavuklardan süt sağılır, ama tavukların memesi yoktur. Sen hep yalan laflar dinlemişsin, dilin de karı dili gibi işliyor.
Nerede öleceğini kim bilebilir önceden? İnsanoğlunun yürüdüğü yolun nerede son bulacağını kim tahmin edebilir?
Kafanda zeka var senin , ama o kafa bir çılgına ait!
“… ruhen de bedenen de sakatlanmış bir insanım.”
elleriniz temiz değilse eğer, benim duygularıma uzatmayın ellerinizi.
Kuvvetliyle savaşma, zenginle mahkemelik olma.
Millet iyice aklını bozmuş. Tüfeklerinizle ateş edip, atlarınızın üstünde fiyaka yapmayı oyun sayıyorsunuz, ama ya biz analar ne oluyoruz? Ölenler bizim oğullarımız, öyle değil mi? Size de, sizin sevgili savaşınıza da!..
Rezillik artık bir meslek haline geldi,
Her şeyi yere çalınmaya mahkûmdu. Ağır işten çeteleye dönmüş elleri, çekici ya da Orağı eskiden olduğu gibi kavrayamıyor, tembel tembel dizlerinin üstünde duruyordu. Yaşlılık vaktinden önce gelip çökmüştü üzerine. Toprak bile onu tiksindiriyordu artık. Baharda, görev duygusundan gelen bir alışkanlıkla, sevgiden yoksun kalmış bir karıya döner gibi dönmüştü toprağa. Malını mülkünü Sevinç duymaksızın arttırmış, kaybederken de içinde o eski acıyı duymamıştı
Bir kere dökülen gözyaşları bir daha geri gelmezdi
Toprak kadın gibidir; o vermez, sizin almanız gerek istediğinizi
Her şeyi yere çalınmaya mahkûmdu. Ağır işten çeteleye dönmüş elleri, çekici ya da Orağı eskiden olduğu gibi kavrayamıyor, tembel tembel dizlerinin üstünde duruyordu. Yaşlılık vaktinden önce gelip çökmüştü üzerine. Toprak bile onu tiksindiriyordu artık. Baharda, görev duygusundan gelen bir alışkanlıkla, sevgiden yoksun kalmış bir karıya döner gibi dönmüştü toprağa. Malını mülkünü Sevinç duymaksızın arttırmış, kaybederken de içinde o eski acıyı duymamıştı