İçeriğe geç

Sakin Kitap Alıntıları – Ege Soley

Ege Soley kitaplarından Sakin kitap alıntıları sizlerle…

Sakin Kitap Alıntıları

Tren yolunda gidiyor gitmesine, ama sen onunla gidemiyorsun.
Çokla değil, azla var olabilmek marifet.
İstersen dolabındaki fazlalıkları, istersen aklındaki faydasız fikirleri, istersen hayatında zorla tuttuğunu düşündüğün insanları. Bırak, hepsi yolunu bulsun. Paylaş gitsin, dağıt gitsin, unut gitsin.
Yıllar içinde kaybedeceğimi sandığım ne varsa yolda bıraktım. Bazen arkama attım, bazısını cebimden düşürdüm, çoğunu bir yerlerde unuttum. Vazgeçemem dediklerim gün geldi çantama ağırlık, sırtıma fazlalık oldu.
En doğru dersleri hep doğadan öğreniyorum. Ve belki de bu yüzden ben çocukluğumdan beri ne yalnız kalmaktan, ne sonsuzluktan, ne de karanlıktan korkuyorum.
Epiktotes şöyle der: “ Olan hiçbir zaman aktivitenin kendisi değildir.”
Acı, acı değildir. Zorluk, zor değildir. Sevinç, sevinçli değildir.
Asla geri dönülmez olan, bir geri dönüş yolunun olabileceğini hiç düşünmemekte.
Kendini hiç yoktan yormaya başlarsan bir dur ve bunu da düşün: Bir odadan veya bir sürahiden farksız olarak, insana da özündeki anlamı sadece içindeki boşlukları katar.
Hem Picabia ne demişti: “ Başımız, fikirler aklımızda rahatça yer değiştirebilsin diye yuvarlaktır.”Aklımın yuvarlağına ve kalbinin sükût arayışına kulak ver, bu aralar biraz sessizce izle olan biteni.
Hayat amacı diyenlere sakın aldırma.
Hayatı sadece yaşamaktan önemli amaç mı var hayatta?
Hayatın kendisi amacın olabilir, ama amacın asla hayatının özü değildir.
Mutlaka bir amacın peşinden koşacaksan sevmenin peşinden koş.
Ama su bu; hem de nasıl kuvvetli bir su.
Durur mu, ben istedim diye durulur mu?
Elbette beni ciddiye almayacaktı. Su her şeye rağmen aktı.
Şanslıysak yolun bir noktasında kaybolduğumuzu hissediyor, daha da şanslıysak kendi yolumuzu aramak için cesaretimizi topluyoruz.
biz öyle olduğuna inanmak istesek kim karışabilir?
Ben buydum, bu kadardım, bu kadar olmak istiyordum.
Atları sakinleştirdim, süvarileri indirdim, her birini azat ettim.
“Biliyorum
Bazen kime baksan senden daha iyi
Bazen nereye gitsen herkes çoktan gelmiş oturmuş,
Kimse seni beklememiş
Bazen her şey senden daha sen ve sen kendinden bir o kadar eksik.”
“Bir insanı gerçekten sevmek ile onu kendine zincirle bağlamanın çok farkı var.”
Çokla değil, azla var olabilmek marifet.
Ve koşarken terlemek değil, durduğun yerde ışıldamak gerçek başarıya işaret.
Bir tarafın kumaşı bir diğerine sıkı sıkı tutunmaya öyle teşne ki, daha ilk günden alıyor eline iğne ipliği, ayak bileklerinden başlıyor ufak ufak kendini ona dikmeye. O güne dek tutamadıklarından, elinden kaçırdıklarından ve kaybetmekten pişman olduklarından öylesine ağzı yanmış, bir yanı öyle buruşmuş ki, tek çareyi iğnede iplikte, sıkı sıkı dikilmekte buluyor.
Sende benim kadar sıradan, benim kadar eşsiz, benim kadar mükemmelsin.
Hepimiz yanlış yollara girdik.
Ama sonda birde o yolları aydınlığa çıkaran köprüler çıktı karşımıza.
Kalbimizi taze ceviz gibi kıranlar da oldu, aynı kalbi avucuna alıp kibarca okşayanlar da.
Solan çiçeklerimiz de oldu elbet, hassas filizlerden doğan lezzetli meyvelerimiz de.
İliğimizi titreten soğuklar da geçti içimizden, bir o kadar taptaze açan güneşler de.
Yok korkuya mahal yok.
Yollar eninde sonunda mutlaka iyiliğe, mutlaka sevgiye, mutlaka güneşe varır.
Bir de böyle düşün; belki de yürüdüğün tüm çakıllı yollar seni bir yerlerde mutlaka çiçekli tarlaların olduğuna inandırmak için vardır.
Gözünü tek bir noktaya dikip ona çıkan her yolu mübah bilip ulaşmaya çalışma hırsı, gün gelir insana hayatın her bir yolunu dar eder.
Sen de fark edebilirsin. Bazen o kadar çok plan yapıyorsun ki, hayatın senin için açmaya çalıştığı yolu tıkıyorsun. Su akmak istiyor, sen inatla izin vermiyorsun. Anlara, insanlara, yerlere ve eşyaya sıkı sıkı tutunuyorsun. Hepsi akmak istiyor, ‘Hayatta bırakmam’ diyorsun. Olmuyor diyor, olması gerekeni engelliyorsun. Belki de çekmen gereken kapıyı yıllardır inatla, inatla itiyorsun.
Kabul et. Her şey belirsiz, her şey geçici. Kabul et ve artık teslim ol.
Tohumunun düştüğü yerden şikayet etme, sen sabırla çiçeğini açmaya bak. Gölgelerden çekinme, gürültülerden korkma, karanlıklardan kaçma. Bahanesiz aç, sevgiyle konuş, coşkuyla parla. Her gün bir daha, her gün inatla.
Senin eşsiz güzelliğin, kendine özgü rengin ve ne yaparlarsa yapsınlar hiç eksilmeyecek olan kumaşın, çevrendeki tüm karanlıklardan ve kötülüklerden bağımsız. Kendini her ne kadar onlar tarafından alıkonmuş hissetsen de, sen hayatın bir katmanındasın, onlar bambaşka…
Ne zaman ki bunu anlayacaksın, işte o an suya damlayan yağ gibi hepsinden hızla ayrışacaksın.
Geçmiş için pişmanlık, gelecek için endişelerle doldurmadığın her an hayatın ta kendisidir.
Çiçeklerin bir gün solup gideceklerini hiç düşünmeden en güzel renklerini açmalarından, martıların başı dönmeden üzerimize yükselmelerinden, incecik filizlerin rüzgarla kibarca eğilip sonra yeniden cesaretle dikilmesinden öğreneceğimiz çok şey var.
Sen sormaya, soyunmaya ve kendini tanımaya cesaret et.
Doğadaki hakikatın her soruya bir cevabı var.
Yol, pespembe tenini, en güneş görmemiş köşelerini , en çekingen hallerini cesaretle ortaya çıkarmayanın önüne serilmiyor.
Aza değil sadeye tamah ettim.
Atları sakinleştirdim, süvarileri indirdim, her birini azat ettim.
Esas kazanç çok çalıştığında geliyordu insana; uğruna savaşılmamış hiçbir şey değerli değildi.
Evin pek girilmeyen bir odasında, kalın, altın varaklı bir çerçevenin içinden bana bakan, aslında hiç tanımadığım ama kendisi gibi olmam istenen bir aile büyüğüydü başarı. Ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturmuş, gözlerinde tatmin dolu bir bakışla, aynısını benden bekliyor gibiydi.
Kendimi bildim bileli içimde hep atlar koşturdu.
Hiç durmaması tembihlenmiş, birbirinin peşi sıra dörtnala atlar.
Koşmayı bıraktığımız gün, vardığımız gün.
Aramayı bıraktığımız gün, bulduğumuz gün.
Konuşmayı bıraktığımız gün, duyduğumuz gün.
Bizim olduğunu sandığımız şeylerin hiç bir zaman gerçekten bize ait olmadığını anladığımız gün, artık her şeye sahip olduğumuz gün.
itiraf edelim, çok uzağız hakikate. insanın kendi gerçeğine belki de tüm tarih boyunca en uzak olduğu zamanlardayız. ne olduğumuzu bilmeden, aramaya fırsat bulamadan sadece bize öğretilenleri yapıyoruz.
İnsan neyle savaşıyormuş gibi görünürse görünsün, o savaşın sebebi hep kendisi çıkıyor.İster işiyle, ister düşünceleriyle, ister ilişkileri, ister eşiyle olsun, her mücadelenin sonu insanın karşısına kendisini çıkarıyor. Kendi eksikleri, kendi zayıflıkları onun karşısında bazen bir canavar, bazen ulaşılmaz bir madalya gibi salınıyor. Ve gerçekten öyle;insan kendisiyle barışmadan hiçbir madalya kazanılmıyor.
Hepimizin başımızı yaslayacağı bir omza, bizi içtenlikle dinkeyecek bir çift kulağa, sadece bakmayan ama gören gözlere ihtiyacımız var. Hepimizin içinde kalanları anlatmaya, yıllarca boğazında sakladıklarını ağlayarak boşaltmaya, ulaşamadıklarıyla girdiği savaşı nihayet bıraktığını itiraf etmeye ihtiyacı var.
Ve elbette her şeyden önce bunu fark etmeye.
Hâlâ söylemeyi bekleyen ama hep ertelediğim kelimelirm, hâlâ en sakin anımda aniden parlayan kızgınlıklarım, hâlâ yok saydığım ama bir köşeden beni sessizce izleyen korkularım var. Hepsinin farkındayım, hepsini çok iyi tanıyorum.
Sakin ol. Bırakmanın, dönüşmenin, verilenin her ne olursa olsun mutlaka misliyle gelmesinin sihrini izle. Daha az yemekle doymanın, daha az işe yaramanın ve kendini daha az kelimeyle anlatmanın sadeliğinin tadına var. Ufak ufak ve sadece kendi hızında.
Fikirler elbet aklına gelecek yine. Gör onları ama bu sefer sıkı sıkıya bağlanma, bırak gelsin ve gitsinler.insanlar elbet karşına çıkacak yine. Kendini artık onlara zoraki ilgiler, sevgiler göstermeye mecbur hissetme, hepsini kendi yoluna bırak.Kelimeler elbet ağzına gelecek yine, bu sefer biraz susmayı dene.İki kere düşün veya olduğu gibi vazgeç söylemekten.
Nereden başlamak istersen, ne zaman hazır hissedersen; bir şeyleri bırakmayı, yükünü hafifletmeyi dene. İstersen dolabındaki fazlalıkları, istersen aklındaki faydasız fikirleri, istersen hayatında zorla tuttuğunu düşündüğün insanları.Bırak, hepsi yolunu bulsun. Paylaş gitsin, dağıt gitsin, unut gitsin.
Acına ve sızına, öfkene ve yarana teslim ol.
He ne olursa olsun, bir hissi hayatının denizine karıştırıp yok etmek istiyorsan onu görmeli, tanımalı ve kabul etmelisin.Bunu yapıp onun varlığına teslim olduğunda, bir anda hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını göreceksin.Onunla barıştığını, anlatmak istediklerini nihayet anladığını, hatta belki bir yerlerden tanıdığını hissedeceksin.
O sana kendini tüm çıplaklığıyla gösterdiğinde sen de onu anlayacak, kim bilir belki içten içe seveceksin.
Başına ne gelirse geldi. İnsansın, haklısın. Öfkelendin,üzüldün,acıdın,kırıldın,yaralandın,sevindin,utandın.
Sen insansın ve bunların hepsinden yaratıldın. Her ne olduysa oldu.Kabul et. Hissettiğin, içini dağlayan, gözlerini dolduran, yüreğini sıkıştıran her ne ise, ona bak ve varlığını kabul et.Belki başındaki ağrı, belki kalbindeki sızı, belki topuklarındaki ağırlığın sebebi o; her neredeyse bul onu. Hiçbir kalıntısı kalmayana dek yerinden kazı, kendini senden ne kadar gizlemek isterse istesin en son parçasına kadar onu yerindenn sök, gözünün önüne koy.
Hislerini bastırma.
Çünkü sende biliyorsun, bastırılan şey her ne olursa olsun kendini ifade edemez.
Sıkışır, sıkılır, sıkıntı yaratır. Bir gün bir yerde mutlaka patlar, hiç beklenmedik bir gürültü koparır. Tane tane söyleyebileceklerin diline dolanır, sessizce anlatmak istediklerinin sesi gider en uzak ülkelere yayılır.
Sen sakın hislerini bastırma.
Onları görmezden gelme ve kendini onlara yabancılaştırma.
Görmezden gelme ve kendini onlara yabancılaştırma.
Hepimiz yanlış yollara girdik.
Ama sonra bir de o yolları aydınlığa çıkaran köprüler çıktı karşımıza.
Kalbimize taze ceviz gibi kıranlar da oldu, aynı kalbi avcuna alıp kibarca okşayanlar da.
Solan çiçeklerimiz de oldu elbet, hassas filizlerden doğan lezzetli meyvelerimiz de.
İliğimizi titreten soğuklar da geçti içimizden, bir o kadar taptaze açan güneşler de.
Yok, korkuya mahal yok.
Yollar eninde sonunda mutlaka iyiliğe, mutlaka sevgiye, mutlaka güneşe varır.
Bir de böyle düşün; belki de yürüdüğün tüm çakılları yollar seni bir yerlerde mutlaka çiçekli tarlaların olduğuna inandırmak için vardır.
Aslında hayat denen yolun üzerinde ne yanlış diye bir sapak, ne ayıp adında bir sokak, ne de seni yargılayacak çukurlar var.
Yol boyunca sadece senin hissettiklerin, senin yaşadıkların, yaşadıkların yüzünden taşıdıkların ve taşıdıkça yaralandıkların var.
Aç kalbini, unut aklını.
Hayatın sana anlatmaya çalıştıklarını anla.
Gör diyorsa gör, yap diyorsa yap, yan diyorsa yan.
Küçük Prens’in söylediklerini hatırla.
Bedeli neyse ödenir, cevap ne ise verilir.
Sen hayata kulaklarını tıkama, kalbini kapama.
Pişmanlıkların hiçbir zaman senin zayıflığın olmadı, buna sakın inanma.
Gerçek zayıflık, zayıflıklarını kabul etmemekte.
Ve lütfen hatalarından geri dönülmez doğru olduğu söylentilerine kulak asma.
Asıl geri dönülmez olan, bir geri dönüş yolunun olabileceğini hiç düşünmemekte.
Yaşadıklarından pişman olmaktan korkma, keşkelerden çekinme. İçi boş süslü cümlelere, fazla parlak kapaklı kitaplara ve ders alınmamış hatalara inanma. Girdiğin yanlış yolları tanı, pişmanlığını gör, sonra da at onu ayaklarına çarpıp duran denize. Sen yürümeye devam et. En rahat nefes alacağın yollara çevir yüzünü, gerekirae uzat yolunu ama yürümekten hiç vazgeçme.
İnsan kendi karanlık koridorlarında karşılaştıklarından her zaman hoşlanmıyor, insan bazen en çok kendini yadırgıyor. Olsun. Çürük dişin yerini bir kere belirledi mi sonrası kolay; insan dili oraya artık hep daha dikkatli değdiriyor.
Hep aynı şeyi hissettim; insan olmak çok zor. Kendini anlamaya çalışan, içinin istediğinin peşine düşen insan olmak daha zor.
İnsanın en çok kendini tanıması zaman alıyor.
Ve insan çoğunlukla en az kendini tanımak için zaman harcıyor.
Kendince uzun, yıldızlar tarihinde ise bir gö kırpışından kısa olan ömrüne hep farklı şekiller alan bir beden, hiç aynı kalmayan bşr akıl ve milyonlarca fikir sığdırıyor da bunları anlamak için nedense hep çok az çaba sarf ediyor.
Hayat dediğin bazen tamamen anlar üzerine.
Ve hayat dediğin bazen tamamen bu anların anlamını anlayıp anlamaman üzerine.
Hayat dediğin bazen tamamen çarpışma üzerine.
Ve hayat dediğin bazen tamamen başını çevirip bakıp bakmaman üzerine.
Sevilmek için takdir görmek, bütün hissetmek için dağları devirmek zorunda değilsin.
Tam bugün, olduğun bu halinle sen verilebilecek tüm sevgilere layıksın.
Sen bugün, bu halinlr tamsın.Onlar görmese de sen bil yeter; buradasın, varsın ve harikasın.
Dikkat ettikçe gördüm benim gibi ne çok insan olduğunu.Herkesin bir aferin için nelerin peşinden koştuğunu, olmadığı her bir insanın kılığına tek tek girip, ayağını hiç olmayacak pabuçlara tek tek sokup çıkardığını.Kendini yaraladığı ve sıkıştırdığını, nefesini rendelediğini ve ruhunu sıktığını.
Kim ne derse desin, gönül rahatlığıyla bundan emin olabilirsin.
Hayat senden sevgiden başka hiçbir şey beklemez.
Hayat seni sevmekten başka hiçbir şeye mevbur etmez.
Ve sen bir kere kendini gerçekten sevmeyegör, o andan sonra hayat seni o kocaman sevgilerden asla mahrum etmez.
“…Cok yagmur yagdiktan sonra ortaliga sinen ve bir turlu tarif edilemeyen guzel bir koku vardir ya, iste ona petrichor denir.
Hem belki de yagmur zaten gokyuzunde oturan tanrilarin bize bir armaganidir; biz oyle olduguna inanmak istesek kim karisabilir? …”
“…Kendime hep olmam gereken uzak yerleri gosterdim, parmagimin ucuyla hep en olmayacak yerleri isaret ettim. Ulasacak yerler hic bitmedi ve ben her defasinda kendime aferin demeyi erteledim…”
“… Kosmayi biraktigimiz gun, vardigimiz gun.
Aramayi biraktigimiz gun, buldugumuz gun.
Konusmayi biraktigimiz gun, duydugunuz gun.

Bizim oldugunu sandigimiz seylerin hicbir zaman gercekten bize ait olmadigi anladigimiz gun, artik her seye sahip oldugumuz gun…”

Hayat dediğin bazen tamamen anlar üzerine. Ve hayat dediğin bazen tamamen bu anların anlamını anlayıp anlamaman üzerine.
Anlamlandıramadığım özlemlerim, hiçbir desteği olmayan korkularım, üzerinden atlayamadığım öfkelerim var.
Düşüncelerin ve yeni fikirlerin aklında özgürce dolaşmasına izin ver; hiç dinlemediklerini dinle, hiç okumadıklarını oku, yollarca yanlış bulduklarına bir kez daha bak. Yıllarca dokunulmadığı icin kaskatı kesilmiş fikirlerini yumuşat, iplerini çöz. Bırak yumuşasınlar, bırak değişebilsinler veya yapabiliyorsan bırak gitsinler
Ne kadar yan yana olursak olalım, bu hayatta hepimizin yolu sadece kendine.
Hayat dediğin bazen tamamen anlar üzerine. Ve hayat dediğin bazen tamamen bu anların anlamını anlayıp anlamaman üzerine.
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir