İçeriğe geç

Şahmerdan – Lüzumsuz Adam Kitap Alıntıları – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Şahmerdan – Lüzumsuz Adam kitap alıntıları sizlerle…

Şahmerdan – Lüzumsuz Adam Kitap Alıntıları

-Ulan insan körmüş be! Görmeyince görmüyor işte
– Yaş otuz dokuz,
Siperi saika
Gönül meselesi ile boğaz meselesi mühim şeylerdir.
Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı perişan eden, mahveden sihri de inkâr edilemez. Yalnız şunu demek istiyorum ki ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, tikler, yüz ve ahlak her ikisi güzelken de vardır. Hatta bunlar sevimlidirler. Ahlak bozulmazsa, tertemiz, sevimli, hatta dostun onları taklit edeceği gelesi kadar tatlıdır.
Hani bazen kuvvetli gibi gözüken şeyler vardır. Demirden gibi gözükürler. Fakat elin en küçük bir temasıyla çat kırılıverir, paramparça olurlar. Öyle bir haldeydi.
kendi peşimi bile bıraktım.
Bütün ümit yarın sabahta.
Boylu boyunca hareketsiz uzanmıştı.Gözlerini kapadı.Biraz sonra kalbi belki yi­ne dakikada yüz atıyordu ama o duymuyordu.Hayat yine o yavaş ve aktığı belli olmayan halini almıştı.Bozuk bir saat gibi konuşmuyordu.Bir tiyatro içinde değil,bir hayat içindeydi.
Bütün insanlar birçok şeyleri ancak küçük­lüklerinde bir ihtiyaç gibi hisseder.
Hayat suni ve kompoze bir hale gelmişti.O kadar hızlı ve bir iki saat içinde bitiverecek gibi bir haldeydi ki,korktu
Hani bazen kuvvetli gibi gözüken şeyler vardır.Demirden gibi gözükürler.Fakat elin en küçük bir temasıyla çat kırılıverir paramparça olurlar.Öyle bir haldeydi
Cümle denilen şey,birtakım his ve bilgilerin ifa­desi ise,Ramo’nun söyleyecek hiçbir şeysi yok­tu.Fakat dünyada birtakım eşya, insanlar ve bunların arasında birtakım münasebetler vardı:
Kelimeler
Bütün ümit yarın sabahta.
Nereden, nasıl getirdiler bu gülüşü de oraya oturttular, bunu öğrenemedim. Kadınlığın, güzelliğin sırrı!
Hiçbir işe layık değil. Hakkı var insanlarin .O dünyaya hayretle bakmaya doğmuştur. Hiçbir şey anlamadan şaşirmaya doğmuştur. Başini alip yollarda dolaşmaya, insanlar neler yapiyor diye görmeye, görmemeye gelmiştir.
Hani padişahın biri keyifsiz düşmüş de, hem gamsız, hem fukara öylesine birinin gömleğini giyerse şifa bulur, demişler.Aramişlar taramışlar, hem fukara, hem dertsiz adam bulamamişlar.
Sinekler saniyede úç yüz elli defa kanatlarini çirparlar, diye okumuştu. O da saniyede üç yüz elli defa hayati sevmeye, birini okşamaya, saniyede üç yüz elli defa bur ballı şeye konmak için çalışmıyor muydu?
Nisan ayı çok soğuk geçiyordu.
Alabildiğine yağmurlar yağiyor, küçük yokuşlardan denize büyük seller akiyordu. Çıplak ayakli insanlar kadar şen olabilmek için, boyunlari atkılı ve lastik ayakkabililar büyük şehrin sinemalarına koşuyorlardi.
İnsan başkalarinin aç, perişan olduğu günlerde nasil mesut olur, dememeli. Öyle bir olur ki. Öyle de bir olmayabilirki
Serserilikten değil, kendimden vazgeçtim ama, dert anlatamıyorum.
Gönül meselesi ile boğaz meselesi mühim şeylerdir.
Bırakın beni ey hakikatler! Yürümek istiyorum. Cennetlerin olduğu yere doğru. Ne açıkları ne açları, ne beni kızına münasip görmeyen zengin tüccarı, hiç bir şeyi düşünmeyeceğim. Dertlerimden kime ne?
Fakat herkes herkesle ahbap olabilir.
Asabında gevrek bir madde hali vardı. Küçük bir şeyle kırılıverecek sanıyordu. Hani bazen kuvvetli gibi gözüken şeyler vardır. Demirden gibi gözükürler. Fakat elin en küçük bir temasıyla çat kırılıverir, paramparça olurlar. Öyle bir haldeydi.
Kerata çok zeki şeydir. Mektepte hocaları bayılırlardı. Bana hep söylediler. Okusun okusun, diye. Ama biz fakir insanlarız, nasıl okutalım beyim? Hem herkes okursa sanatı kim yapacak, öyle değil mi ya? Yeter işte, ilkmektebi bitirdi. Orada marangoz yanına verdik. Haftada dört-beş lira alıyor. Az para mı? Ama hâlâ elinden kitap düşmez. Hâlâ okur. O da benim gibi eski gazete tiryakisidir.
Gönül meselesi ile boğaz meselesi mühim şeylerdir.
Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı perişan eden, mahveden sihri de inkâr edilemez. Yalınız şunu demek istiyorum ki ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, tikler, yüz ve ahlak her ikisi güzelken de vardır. Hatta bunlar sevimlidirler. Ahlak bozulmazsa, tertemiz, sevimli, hatta dostun onları taklit edeceği gelesi kadar tatlıdır.
Yüzle ahlâk arasında her halde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlâklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı perişan eden, mahveden sihri de inkâr edilemez.
Bu sa­at, hovardaların kadın omuzlarına düştüğü, za­vallı kadınların bile erkek dizlerine şarap gibi dö­küldüğü saattir.
İnsan sesleri ses­ sizliğin içine düşüyor.
Şehir birbiri üzerine yığılmış kat kat evler, ışıklar, karyolalar, örtüler, sofralar, bardaklar, kadehler, pırlantalar, altınlar içinde korkunç bir hazine, canlı bir hazine gibi kapaklarını kaldır­mış; muazzam şey! Korkutuyar insanı. . .
Demek, dünyada başkaları, kor­kunç surette iyi olmayacak kadar akıllı Belki de o insanlar ter bile kokmuyorlar. Onlar deniz gibi, balıklar gibi tertemizdir.
Hakkı var insanların. .. O dünyaya hayretle bakmaya doğmuştur. Hiçbir şey anlamadan şaşırmaya doğmuştur. Başını alıp yol­larda dolaşmaya, insanlar neler yapıyor diye gör­meye, görmemeye gelmiştir.
Bir ihtiyar kadın, kı­zının arkasından bakardı.
Saat bire doğru bir paket cıgara gelecek. Göğsüne iyi gelen tatula gele­cek.
Saat bire doğru para gelecek. Saat bire doğ­ru dudakları yenmiş, gözleri yenmiş, burnu yen­miş, saçları yenmiş kızı gelecek.
Her şeyi, o da her şeyi para ile satın almak daha kolaymış gibi fakir mahalleye doğru yola çıkardı.
Kasvetli evler, korkunç kokulu ev içlerinden ori­gan kokulu şık kızlar çıkardı.
Bütün bu insanlar akşamlara kadar hangi müspet işleri yaparak, hangi müspet neticeleri alarak uykularına, rüyalarına, karılarına, metres­lerine, çocuklarına, analarına döndükleri zaman, o da evinin yolunu tutardı.
Allah, Allah! diye haykırır. Garson Bekir anlatırdı: Be­ raber gittiği kızların göğsüne başını kor, ağlar, uyur, şarkı söyler, şiir okurmuş.
Ne bir kadın yüzü­me bakar, ne bir portakalın beş kuruştan yirmi beş kuruşa fırlaması beni ilgilendirirdi. Beş ku­ruşsa yerdim. Yirmi beşse portakala da veda!
Sene­lerden beri bu nevi çarpıntılara yüreğimi kapa­ mıştım. Nabzım günlerce bir tek vuruş fazla at­ mazdı. Onu da sayardım. Hep altmış üç, hep alt­ mış üç. Altmış ikiye indiği de olurdu.
Yürürken normalini bulur derdi bir doktor arkadaşım.
Allahım, yarabbi! Ben insanları sevmek için azami gayretimi sarf ediyorum.
Fakat niçin Niçin her şey, bu yukarıda saydığım hayaletler gibi. Her şeyi iyi bulup, kapılarını bana sımsıkı kilitliyorlar?
Sen bana bakma, dedim. Gidiyorum işte.
Kitaplar şu sandığın içinde, gazeteler de orada.
Okursun.
Bu adam güzel bir şeyi keşfeden insanın gururu ile doluydu.
Şimdilik bu gururla magrurdu.
Başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. .
Sakarya’nın suyu damarlarında kirli, bulanık, vahşi, iptidai ve haşindi.
Ne kadar bira bardağı devirirse devirsin Sakarya’nın suyunu muhafaza ediyor, birayı işe­yip atıyor.
Hislerinin ne kadar değişmiş ne kadar ilaveleşmiş olursa ol­sun onlarda bir ayniyetini görüyordu.
Bizi gurbet elde şeytan aldatır, denizlere mi girmeyiz? Çakılda bulduğumuz bir şeytanmi­ naresine büyük gözlerimizle tabiatın bir sırrına bakar gibi bakar, Hey Allahım, deriz, hikme­tinden suat edilmez, ne hayvanlar yaratırsın?
Evi sırtında, beton gibi sağlam. Taştan evli hayvan­lar. Yarabbim, ne hikmettir, ne büyüksün! Evi taştan hayvanlar. . .
lnsansız evler. . . Evsiz insan­lar. . .
Neden sonra hafiflediğimi, birçok yükler­den kurtulduğumu sandım.
Çakılların üzerine uzandığım zaman, kalbi­min hızlı hızlı vurduğunu hatırlıyorum.
Gözlerim, göğün içine kapalıydı.
Besbelli, Kuş uçmaz bu havada.
Ama bu sinekler hiç yorulmuyorlar.
Fukaralık ayıp değil dediğimiz zaman, hamal olalım, ıskatçı olalım; fukaralık ayıp değil dediği­ miz zaman bunun ancak bir teselliden ibaret ol­duğunu ve fukaralığın bal gibi hem ayıp, hem günah, hem enayilik olduğunu biliriz.
Ahlak bozulmazsa, tertemiz, sevimli, hatta dostun onları taklit edeceği gelesi kadar tatlıdır.
Yal­nız şunu demek istiyorum ki ahlâkın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, tikler, yüz ve ahlak her ikisi güzelken de vardır.
Hatta bunlar sevimlidir­ler.
Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münase­ bet vardır.
Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı peri­şan eden, mahveden sihri de inkar edilemez.
Bırakın beni harpler. . . Kadınlar. . . Çocuk­ lar. .. Aç lar. .. Deliler. Yürümek. Şoseden ayrılan yoldan bir cennete doğru yürümeye bırakın.
Bırakın beni ey hakikatlerı Yürümek istiyo­rum. Cennetlerin olduğu yere doğru.
Ne açıkla­rı, ne açları, ne beni kızına münasip görmeyen zengin tüccarı, hiçbir şeyi düşünmeyeceğim.
Dertlerimden kime ne?
Mademki bugün evimiz­ den çıkarken kırlara çıkmayı, çobanlarla konuş­mayı, şoseden yürümeyi, böğürtlen yemeyi ve su kenarındaki çimenlere uzanmayı düşündük.
Mademki her zaman insanla­rın içinde bir cennet yaratmak hülyası hakikat kadar kuvvetlidir.
Kimse kasketini ötekine çıkarmaz.
Fakat herkes herkesle ahbap olabilir.
Ceviz agaçlarının altına çökebilir, tabakalarınızdan birer cıgara ya­ kabilirsiniz. Belki de hiç konuşmadan, bir daha konuşmak ümidi bile kalmadan Allahaısmarla­ dık! der, birbirinizden ayrılır gidersiniz.
Şimdi artık insan kuş misalidir. Şo­se hür, serazat, serseri uzanır.
Yanın sıra kam­bur gölgen yürür.
Ekmek parçalarını daha denize düşmeden yakalayan,acı acı bağrışan,kırmızı gözlü mantılara dağıtacak ekmeği. Açlıktan ölse insanoğluna vermeyecek.Verirse adam olmaz.İnsanoğlu hak etmeli,hak ! Yoksa şehirde yaşamamalı,köylere gitmeli,merhametlerle sığınmalı.
Ben hikâyeciyim diye,sizden ayrı şeyler düşünecek değilim. Sizin düşünürlerinizden başka bir şey düşünemem. O halde,bu adamın hikâyesi ne olabilir?Sakın benden büyük vakalar beklemeyin n’olur?
Kimbilir beklediğin belkide seni orada bir huzur âlemine beklenmektedir.
Ne kahramanlıklar,ne dertler,ne aşk hikayeleri, be alçaklar,ne rezillikler Hepsini aynı büyük ve hayret dolu gözlerle dinlemiş ve anlamıştı.
Tramvay mahallere sapardı. Meydanlara varırdı.
Fena ruhlu güzel yüzün,insanı perişan eden,mahveden sihri de inkâr edilemez.Yalnız şunu demek istiyorum ki ahlakın yüze eklediği mimikler,hatta renkler,tikler, yüz ve allak her ikisi yüzerken de vardır.Ahlak bozulmazsa,tertemiz,sevimli,hatta dostun onları taklit edeceği gelmesi kadar tatlıdır.
Daha ileride bir iskele köprü,kara ve çürük tahtalarıyla duruyor.İnsan iki eliyle onu tutup sallamak,sallamak istiyordu.
Şoşeden ayrılan güzel,harikulâde yerlere,bilinmedik,hep arzulamış yerlere yerlere gittiklerini zannetmeyen bir yaratılışta kaç inan vardır,bilmem?
Hastalık diye bir şey yoktur .
Bu dert de insanların yaptığından.
Severim toprağı. Bu sessiz, mütevazı, sakin deli şeyi, dedi. Hayat bundadır işte. Biz canlı
mıyız bunun yanında? Onun için bundan yapıldık, derler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir