İçeriğe geç

Sağlam Cəmiyyət Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Sağlam Cəmiyyət kitap alıntıları sizlerle…

Sağlam Cəmiyyət Kitap Alıntıları

Tembellik normal bir durum değildir, psikopatolojinin bir işaretidir. Gerçekten de, insan ıstıraplarının en kötüsü, sıkılmak ve kişinin kendisiyle ve yaşamıyla ne yapacağını bilememektir.
İnsan ancak üç koşula uyarsa gerçekten özgürdür: ekonomik özgürlük, entelektüel özgürlük; ahlaki özgürlük.
Batı, Hasley’nin This Strange New World ünde tanımlanan yönde hızla gelişiyor, Doğu ise şimdiden Orwell’in 1984 ünü anımsatıyor.
Mən şübhə edirəm, deməli, mən düşünürəm; mən düşünürəm , deməli, mən varam
Bütün insanlara nifrət edib yalnız bir adamı sevmək heç də sevgi sayılmadığı kimi, ancaq öz ölkəsinə olan sevgi əgər insanlığa olan sevginin bir hissəsi deyilsə, artıq sevgi deyil, bütpərərstlikdir.
Xalq kütlələri artıq psixoloji cəhətdən hər şeydən o qədər razı idi ki, öz itaətkar və kasıb vəziyyətləri ilə barışaraq, sosial vəziyyətlərinin yaxşılaşması üçün, demək olar ki, heç bir cəhd etmirdilər.
Əgər erotik sevgidə insanlığa qarşı olan sevgi çatışmırsa və sevginin hərəkətverici qüvvəsi ancaq qovuşmaqla bağlıdısa,onda bu- sevgi nin sadist və mozaxist formalarında rastlaşdığımız, kökündə heç də sevgi olmayan ən adi, pozğun seksual istəkdir.
Əgər hər hansı bir ideya və ya hisslər toplusu əksəriyyət tərəfindən qəbul edilirsə, sonuncuların haqlı olduğu kimi sadəlövh bir fikir irəli sürülür. Bu fərziyyə qədər həqiqətdən uzaq olan ikinci bir fikir tapmaq mümkün deyil. Yekdil bəyənmə öz-özlüyündə nə məntiqli düşüncə,nə də ruhi sağlamlıqla bağlı deyil. Necə ki iki nəfərin ağılsızlığı var, eləcə də milyonların ağılsızlığı mövcutdur.Axı milyonlarca adamın eyni nöqsana mübtəla olması heç də bu nöqsanı ləyaqətə çevirmir; çox sayda adamın eyni səhvi etməsi heç də bu səhvi həqiqətə çevirmir və milyon adamın eyni psixi patalogiya formasında əziyyət çəkməsi heç də bu adamları sağaltmır.
Narsisizm nesnelliğin, aklın ve sevginin karşıt kutbudur.
Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması, o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışı paylaşması, o yanlışı doğru yapmaz; milyonlarca insanın aynı akıl hastalıklarını paylaşması da, o insanları akılca sağlıklı duruma getirmez.
Mutluluğu karşıtıyla tanımlamak istiyorsak, üzüntü ile değil, ruhsal çöküntü ile karşıtlayarak tanımla­mamız gerekir.
“Mən səni sevirəm” sözləri ilə dediklərim budur: “ Mən sənin timsalında bütün bəşəriyyəti, bütün canlıları sevirəm; mən səndə özümü sevirəm”. Özünə sevgi bu mənada faktiki olaraq özünə tam qapanmanı təcəssüm etdirən, insanın özünə olan həqiqi sevgisinin çatışmamasından yaranan və onu əvəz etməyə xidmət edən eqoizmin əksidir.
Əgər mən başqalarını yox, ancaq bir adamı sevə bilirəmsə, əgər ona olan sevgim məni başqalarından ayırır və bu yadlığı gücləndirirsə, onda bu adama məni nəyin bağlamasından asılı olmayaraq, ona münasibətimi sevgi adlandırmaq olmaz.
Sevgi hissi xülyaları lazımsız edir. Başqasının və ya özünün dəyərini hədsiz artırmağa ehtiyac qalmır, çünki sevginin fəal birliyin həqiqi dəyəri fərdin öz həyatındakı məhdudiyyətləri aradan qaldırmasına və eyni zamanda özünü sevginin əsasında dayanan fəal bir gücün daşıyıcısı kimi hoss etməsinə imkan yaradır.
Seni seviyorum,diyebiliyorsam “Sende bütün insanlığı, canlı olan her şeyi seviyorum; sende kendimi de seviyorum. derim.
Sevgi; insanın, kendisinin dışında birisi ya da bir şeyle kendi benliğinin ayrılığını ve bütünlüğünü yitirmeme koşuluyla bir olmasıdır.
Pek çok insanın yaşamı kazanma biçimleri, birer kaçıştan başka bir şey değildir. Onlar, asıl yaşama işinden kaçmaktadırlar. Bunun başlıca nedeni de, gerçeği bilmemeleri değil, bir bakıma daha iyiyi seçememeleridir.
İnsanları bir kezcik olsun iş yapmazken görmek ne görkemli bir şey olurdu.
Eğlenmek, büyük ölçüde tüketmenin getirdiği doyumdan oluşur; nesneler, görünüler, yiyecekler, içkiler, sigaralar, insanlar, konferanslar, kitap­lar, fikirler bunların hepsi tüketilir, yutulur.
Kişisel dokunmazlık, bulunması güç bir şey olmuştur.
Mutlu bir sevişme anının, pırıl pırıl bir sabahta soluk alma ya da yürümenin, ya da temiz havayı koklamanın getir­diği coşkunun, yaşamın getirdiği tüm acılara değmediğini kim söyleyebilir?
İnsanlığın en ilkel tarihlerinde bile gerçekliğin özü­ne sanatsal yaratıcılık yoluyla ulaşma çabasını görüyo­ruz . İlkel insan, araçların ve silaharının yalnızca uygulama işleviyle yetinmez; yarara dönük işlevlerini aşarak onları süslemeye, güzelleştirmeye çalışır.
Bir insan yaptığı işle somut bir ilişki kurmadan çalışıyorsa, nesnele­ri soyutlaştırılmış, yabancılaşmış bir biçimde satın alı­yor ve tüketiyorsa, boş zamanlarını etkin, anlamlı bir bi­çimde değerlendirebilir mi?
Günümüz insanı düşündüğü cenneti anlatabilseydi; en yeni nesnelerle, araçlarla dolu bir mağazayı düşünür, kendisinin de bütün nesneleri satın alabilecek kadar çok paraya sahip olmasını isterdi.
İnsanın kendi eylemleri, onun tarafından yönetilmek yerine, onun üs­tünde, ona karşı işleyen yabancı bir güç olup çıkar.

Karl Marx

Nesneleri yönetenlerin sayısı azaldı; insanları ve simgeleri yönetenlerin sayısı arttı.
İnsanlar her zaman birbirleriyle yarışacaklar ve birbirlerine saldıracaklardır.
İnsanın, gereksinmelerine bulduğu çözüm son derece karmaşıktır; bu çözüm birçok etkene, sonunda da kendi toplumunun düzenlenişine ve bu düze­nin kendi içinde insan ilişkilerini nasıl belirlediğine bağ­lıdır.
Yalnızca görev buyruk­larını izleyen bir vicdan, yalnızca sevginin buyruklarını izleyen bir vicdan ölçüsünde çarpıktır.
Anne sevgisi bir bağış gibi­dir; varsa bir lütuftur, yoksa yaratılamaz.
1908’de Freud babasının ölümünden söz ederken, babanın ölümü, lt;bir insanın yaşamında en önemli olay, en acı kayıptır gt; diyor. Böylece Freud gerçekte annenin olan yeri babaya vermiş, anneyi de cinsel şehvetin nesnesi durumuna indirgemiştir. Tanrıça, fahişeye dönüştürülmüş, baba da evrenin merkezindeki kişi durumuna yüceltilmiştir.
Üretici sevginin belirtileri her zaman şunlar olmuş­tur:

1- İlgi; seviyorsam, ilgi duyarım, başka bir deyişle, karşımdaki insanın gelişmesi ve mutluluğuyla içten ilgiliyimdir, seyirci kalamam.

2- Sorumluluk; O’nun isteklerine, açığa vurduğu isteklerine, daha çok da açıklayamadığı ve açıklamadığı isteklerine karşılık veririm.

3- Saygı; O’nu olduğu gibi, kendi istek ve korkularıma göre çarpıtmadan görürüm.

4- Bilgi; O’nu tanırım, varlığının özüne inerim. O’na varlığımın yüzeyinden değil de, özünden, çekirdeğinden bağlanırım.

Bencillik aslında, insanın açlıkla kendisine eğilmesidir ve insanın kendisini ger­çekten sevememesinden doğar, bu eksikliğin yerine ge­ çer
Seni seviyorum diyebiliyorsam 《 Sende bütün insanlığı, canlı olan her şeyi seviyorum; sende kendimi de seviyorum. 》 derim.
Sevgi, insanın, kendisinin dışında bir kişi ya da bir şeyle kendi benliğinin ayrılığını ve bütünlüğü­nü yitirmeme koşuluyla bir olmasıdır.
Açlık ve iştah, insanla birlikte doğan bedensel işlevlerdir – oysa vicdan, yeti olarak bulunmasına kar­şın, ancak kültürün gelişmesi sırasında ortaya çıkan il­kelere ve başka insanların önderliğine bağlı olarak olu­şur.
Geriye dönmek için girişilen her çaba acı vericidir
İnsana bir lütuf olarak verilen akıl, aynı zamanda onun başbelası olmuştur.
Özgürlüğe, kendiliğindenliğe erişemeyen, ken­dini özgün bir biçimde gerçekleştiremeyen kişinin ağır bir sakatlığı var demektir.
Radyomuz, televizyonumuz, sinemamız ve her gün herkesin eline ulaşan gazetelerimiz var. Ama bu iletişim araçlan bize eski ve yeni edebiyatın ve müziğin en iyi örneklerini tanıtmak yerine, reklamcılığın da işe katıl­masıyla, insanların kafasını hiçbir gerçeklik duygusu taşımayan, en değersiz şeylerle, yarı kültürlü bir kişinin bile arada sırada seyredip dinlemekten sıkılacağı sadist­çe kuruntularla dolduruyor.
Yaşamaktan zor bir sanat bulunamaz.
Ortalama çalışma süresini yüz yıl öncekinin yarısına indirdik. Bugün, atalarımızın akıllarından bile geçirmedikleri ölçüde boş zamanımız var. Ama ne yararı oluyor bunun? Yenilerde ele geçirdiğimiz bu boş zamanı ne yapacağımızı bilmiyoruz; kazandığımız zamanı öldürmeye çalışıyor, bir günün daha sona ermesine seviniyoruz.
Dünya açlığımızı doyuracak kocaman bir nesnedir, kocaman bir elmadır, kocaman bir şişedir, kocaman bir memedir; biz memedeki çocuklar gibiyizdir; hep bekleriz, hep umarız ve durmadan umut kırıklığına uğrarız.
Yararsız nesneleri biriktirmekte doyum buluruz. Kırılacak diye hiç kullanılmayan pahalı yemek takımı, ya da kristal vazo, kullanılmayan bir sürü odası bulunan konaklar, gereksiz arabalar, kullanılmaktan çok sahibi olunmakla övünülen şeylerdir.
Çoğu zaman sevgi denen şey, bir puta tapıcı yabancılaşma olgusundan başka bir şey değildir; buradaki tek değişiklik, bu yolla Tanrı’ya ya da puta değil de bir insana tapılmasıdır.
Nesneleri yönetenlerin sayısı azaldı; insanları ve simgeleri yönetenlerin sayısı arttı.
İlkel insan temel içgüdüleri engellenmediği için sağlıklı ve mutludur; ama kültürün lütuflarından da yoksundur. Uygar insan daha güvenlidir, sanat ve bilimin nimetlerinden yararlanır; ancak uygarlığın zorla getirdiği kısıtlamalarla içgüdülerinin sürekli engellenmesi nedeniyle nevrozlu olmaktan kurtulamaz.
Akıl insanın dünyayı düşünme yoluyla kavrama yetisidir; oysa zeka, düşünme yardımıyla dünyayı kullanma yeteneğidir. Akıl, insanın doğruyu bulma aracıdır; zekaysa dünyayı daha başarılı bir biçimde kullanabilme aracıdır; akıl, temelde insancıldır; zekaysa insanın hayvan yanına aittir.
Sevgi, insanın, kendisinin dışında birisi ya da bir şeyle kendi benliğinin ayrılığını ve bütünlüğünü yitirmeme koşuluyla bir olmasıdır.
Zihinsel yaşam konusunda asıl sorun, neden bazı kişilerin delirdiği değil, nasıl olup da çoğunun delilikten kurtulduğudur.
Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması, o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışı paylaşması, o yanlışları doğru yapmaz.
Çağdaş insan kendi eliyle yaptığı şeylere tapar, bu yeni putlara boyuneğer ; ama gene de kendisine tüm putları yıkmayı buyuran Tanrı’ nın adına yemin eder. Insan kendi yarattığı bu çılgınlığın elinden kendini ancak , insanca gereksinimlere , varoluş koşullarının kökeninde yatan gereksinimlere uyarak , sağlıklı bir toplum yaratarak kurtarabilir .
Insanların insanla sevgi ilişkisi içinde olduğu, kan ve toprak bağları yerine birbirlerine kardeşlik ve dayanışma duygusuyla bağlandığı bir toplum ; insana doğayı aşma olanağı, yıkım yoluyla değil de yaratıcılık yoluyla açan, herkesin benlik duygusunu, topluma uyarak degil de kendi güçlerinin öznesi olarak bulmasını sağlayan, insanı gerçekliği çarpıtmaya ve putlara tapmaya zorlamadan bir yönelme ve kendini adama dizgesi sunan bir toplum.
‘Kaba bedenlerimizi salıveriyoruz zavallı ruhlarımızın üstüne , ta ki bedenlerimizin ruhlarımızın tüm özünü kemirip bitirene kadar ‘
Üretici sevginin belirtileri her zaman şunlar olmuştur: Ilgi, sorumluluk ,saygı ve bilgi . Seviyorsam ,ilgi duyarım baska deyişle, karşımdaki insanın gelişmesi ve mutluluğu ile içten ilgiliyimdir ; seyirci kalamam. Sorumluyumdur; başka deyişle, onun isteklerine , açığa vurduğu isteklerine , daha çok da açıklayamadığı yada açıklamadığı isteklerine karşılık veririm . Ona saygı duyarım; başka deyişle; onu olduğu gibi,nesnel acıdan ,kendi istek ve korkularıma göre çarpıtmadan görürüm. Onu tanırım; varlığının dışında özüne inerim ; ona, varlığımın yüzeyinden değil de, özünden , çekirdeğinden bağlanırım.
Bireyin sağlıklı olup olmaması öncelikle bireysel bir sorun değildir; toplumun yapısına bağlıdır. Sağlıklı bir toplum, insanın öteki insanları sevme yetisini, yaratıcı bir biçimde çalışma, aklını ve nesnelliğini geliş­tirme, kendi üretici güçlerini tanımasına dayanan bir benlik duygusu elde etme yetisini artırır. Sağlıksız bir toplumsa, karşılıklı düşmanlık ve güvensizlik duyguları yaratan, insanı başkalarının kullanacağı ve sömüreceği bir araca dönüştüren, başkalarına boyun eğmediği ya da otomatlaşmadığı sürece onu benlik duygusundan yok­sun bırakan bir toplumdur.
Biz bugün gelişmiş olgun kişiliğin özgürlükten verimli bir biçimde yararlanabile­ceği bir bireyselleşme düzeyine ulaşmış bulunuyoruz; ne var ki, eğer birey, akıl ve sevme yetisini geliştirmemişse, özgürlük ve bireysellik sorumluluğunu yüklenemez; bun­lardan kaçıp kendisine, ait olma ve köklülük duyguları veren yapay bağlılıklara sığınmaya çalışır. Bugün, özgürlükten kaçarak ulus ya da ırk biçiminde yapay bir kök­lülük gereksinmesine geri dönmek bir akıl hastalığı göstergesidir;
Toplum, insanda, biraz da kendinin yarattığı toplumdışı yanlarla çelişmekle kalmaz; insanın geliştirmekten çok bastırdığı en değerli insancıl nitelikleriyle de çatışır.
Sağlıksız bir toplumsa, karşılıklı düşmanlık ve güvensizlik duyguları yaratan, insanı başkalarının kullanacağı ve sömüreceği bir araca dönüştüren, başkalarına boyun eğmediği ya da otomatlaşmadığı sürece onu benlik duygusundan yoksun bırakan bir toplumdur.
Yaratma ve yok etme, sevgi ve nefret, birbirinden bağımsız olarak varolan iki içgüdü değildir. Her ikisi de aynı kendini aşma içgüdüsüne verilen yanıtlardır; yaratma istemi doyurulamayınca yok etme istemi baş gösterir. Bununla birlikte yaratma gereksinmesinin doyurulması, mutluluğa yol açar; yıkıcılıksa acılara, hepsinden çok da yıkıcının kendisinin acı çekmesine neden olur.
Toplumun dokusuna işleyen sakatlık sorununu, Spinoza çok iyi dile getirmiştir. Şöyle der Spinoza: İnsanların çoğu. büyük bir tutarlılıkla, bir tek ve aynı duyguya yakalanır hep. Kişinin bütün duygulan bir tek nesneyle öylesine doludur ki, aslında yokken bile kişi, o nesnenin varolduğuna inanır.
Özgürlüğe, kendiliğindenliğe erişemeyen, kendini özgün bir biçimde gerçekleştiremeyen kişinin ağır bir sakatlığı var demektir; elbette özgürlüğü ve kendiliğinden olmayı insanın ulaşması gereken nesnel erekler olarak kabul ediyorsak. Herhangi bir toplumun üyelerinden çoğu, bu ereğe ulaşamıyorsa o zaman karşımızda toplumun dokusuna işlemiş bir sakatlık var demektir. Birey, pek çok kimseyle paylaşmadığından bunun bir sakatlık olduğunu farketmez; bu nedenle güvenliği, başkalarından değişik olma, toplumun dışında kalma gibi deneylerle tehlikeye girmiş olmayacaktır. Zenginleşme ve gerçek mutluluk duygularını tadamama gibi kayıpları(tanıdığı kadarıyla) öteki insanlara benzemenin getirdiği güvenlik duygusuyla ödünlenecektir. Aslında, onun bu sakatlığı, içinde yaşadığı kültürde bir
erdeme dönüştürülmüş, böylece de ona yüceltilmiş bir başarı duygusu veriyor bile olabilir.
İki kişilik çılgınlık nasıl rastlanan bir şeyse kitlesel çılgınlık da görülebiIir. Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması, o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışı paylaşması, o yanlışları doğru yapmaz; milyonlarca insanın aynı akıl hastalıklarını paylaşması da, o insanları akılca sağlıklı duruma getirmez.
Bir toplunun üyelerinin kafa yapılarında aldatıcı olan şey, benimsedikleri görüşlerin herkesçe geçerli sayılan görüşler olmasıdır, Büyük bir saflıkla insanlar, çoğunluğun belli bazı fikirleri ya da duygulan paylaşmasının, o fikir ve duyguların doğruluğunu kanıtladığına inanırlar. Hiçbir şey bundan daha yanlış olamaz. Bir şeyin herkesçe geçerli sayılmasının, kendi başına akılla ya da ruh sağlığıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
İnsan yaradılışı kavramı, günlük dilde kullanılan ”insanın yapısı ” teriminden farklıdır. İnsan nasıl çevresindeki dünyayı dönüştürüyorsa, aynı biçimde tarihin akışı içinde kendisini de dönüştürebilir. İnsan sanki kendi kendisini yaratmış gibidir. Ama, çevresindeki malzemeyi nasıl ancak o malzemenin kendine özgü yapısına göre dönüştürüp biçimlendirebiliyorsa, kendisini de gene ancak kendi yaradılışına göre dönüştürüp biçimlendirebilir.
İnsan, doğanın bir parçasıyken ondan kopanlmış­tır yersiz yurtsuzdur, gene de bütün yaratıklarla pay­laştığı yuvaya zincirlerle bağlanmıştır. Herhangi bir za­manda, herhangi bir yerde dünyaya atılıvermiş olan in­san, gene aynı dünyadan zorlanarak çıkarılmıştır. Ken­disinin farkında olduğundan güçsüzlüğünü ve varolu­şundaki sınırlılıkları bilmektedir. Kendi sonunu görebi­lir: Ölüm. Varoluşundaki şu ikilemden hiçbir zaman kurtaramaz kendini: İstese bile zihnini bir yana ata­maz. yaşadığı sürece de bedeninden kurtulamaz be­deni de zaten ona yaşamayı istetir.
Yaşamaktan zor bir sanat bulunamaz. Öteki sanatlar ve bilimler için her yerde sayısız öğretmen vardır. Gençler bile bu sanatları ve bilimleri bu yolla edindiklerine, başkalarına öğretebilecekle­rine inanırlar: ömrünün başından sonuna dek insan, yaşamayı öğrenmeye devam etmelidir; daha da şaşırtıcı olanı, ömrü bo­yunca insan ölmeyi öğrenmelidir,
Senaca
Insan varoluşunun tüm gerçekliğini örtüp saklamış, bu gerçekliğin yerine kendi yarattığı bir gerçekliği koymuş gibidir.
Bugün insan aldığı nesnenin yeniliğine tutkundur.
Kabul edilebilir olmak, gerçekte başka kimseden farklı olmamak demektir.
Nesnelerde, nesneleşmiş insanlarda benlik yoktur.
Kendisine yüreklilik satın alabilen kişi, korkak bile olsa, yürekli olup çıkar .
Insanın kendi eylemleri, onun tarafından yönetilmek yerine , ona karşı işleyen yabancı bir güç olup çıkar.
Biz artık köle olma tehlikesi içinde değil, robot olma tehlikesi içindeyiz.
Bir insanı boğaz tokluğuna çalışmaya mahkum eden şey, herhangi bir bireyin istek ya da hırsından çok pazar yasasıydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir