Sevgi Soysal kitaplarından Şafak kitap alıntıları sizlerle…
Şafak Kitap Alıntıları
Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi.
Ölmeyi göze almak. Çok söylenmiş, bilinen bir cümle. Ölmeyi göze alanlar çıktı. Ama susmayı göze almak. Yeterince durulmadı bunun üstünde.
Güzellik gölgesizdir, sığınamazsın.
Kendisine acımamaya çalışmak. Yine de çok acıyan yüreğini güçlü sanmak.
Kolayca soyutlaşabilen özgürlük ve insanca yaşama kavramlarını bir yerinden yakalamalı.
Alışkanlıklar yalnız adamın dostudur.” Yalnız olmadın mı, sıyrılabilirsin alışkanlıklarından.
Zulmün budala kurbanlara ihtiyacı vardır her zaman. Günlerine boşuna mı vahşetle başlarlardı eski krallar? Aslanlarının önüne boşuna mı atarlardı köleleri? Kurbanlarla beslenen bir sürekliliktir zulüm.
Kodamanın biri bir çulsuzun hayatını söndürmek isteyecek de bunu engelleyecek kanunlar olacak; yoktu böyle şey.
Adamın yüreği her gün ekmeğim diye titremeli. Ekmek korkusunun kanunu, hakkı hukuku falan unutturur. Dört elle sarılır işine. İnsan idare etmenin tek yolu insanı süründürmeyi bilmektir. Adamın hayatı senin elinde olacak ki itaat etsin.
Küçük acılarla mutlulaşan, zenginleşen, bilinçlenen bir hayat bizimki aslında.
İşler kötü. Adana’da örfi idare var. Zabıta tayfası azdı mı azdı. Yok ruhsatmış, yok nüfusmuş, yok asker kaçağıymış, yok esrarmış diye zamanlı zamansız basıyor çadırları. Örfi idareyle korkutup haraç alıyor bazıları. Jandarmadan korkmasalar, gece yarısı Sığır Pazarı’ndaki çadırlarını söküp kaçıverecekler, belediyeye borçlarını ödemeden. Ama bu zamanda jandarma tüydürmez adamı. Aç nefeslere işgüzarlık sinmiş ki bir. Dayanası yok durumun, kalmasıyok, gitmesi yok. Çingene hayatı öldü demektir bu.
Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi.
Zor, önemli ve sorulması gereken bir soru. Bir insanı değiştirmek tek bir insan işi değildir. Bu bir düzen, bir çevre, coğrafya konusudur
Gün ağarmış, ağarmamış; değişmez bir işbaşı demektir şafak. Fabrika düdüğüdür, sanayi çarşısının gürültüsüyle açılan kepenkleri, dövülen demirin sesi, ayıklanan pamuğun toktoklarıdır.
Kapı tokmağını elini yıkamadan elledi diye çocuklarını sumsuklayan, ama onların yemiş kabuklarını sokağa atmalarını doğal karşılayan ev kadınları
Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi.
Çirkinlik durumlardır. Bağlantılardır. Duran, doğurmayan, yeşermeyen bir şeydir. Setlerdir, engeller, barajlardır. Zorbalıktır, genişlemeyen çemberlerdir. Kendini böyle çemberlere kapatmadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kuşku insan kafasını en aydınlık olması gerektiği anda karıştırır.
Yine kendimi belanın merkezi sanıyorum, gereğinden fazla duruyorum kendi üstümde.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir vücudu bile, nice gizleri olan, utandırıcı bir şey gibi taşıyan kişi, çoğunluğun kavrayamadığı, ayıpladığı, kötü gördüğü düşünceleri, inançları nasıl savunabilir?
“İnsan nelere müdrik değil mi, efendim?”
“Bilhassa beyaz insan. Çünkü beyaz insan türü, siyah insanlardan çok uzun zamanlar, belki milyonlarca yıl önce dünyaya çıkmış ve bu zaman aralığında çok yetenekli bir yapıya sahip olmuştur. Sarı ırkın meydana çıkışından sonra da siyah ırka sıra geldiğinde, bu ilkel yapılar, beyazların üstün yapıları karşısında, beyazları Tanrı olarak nitelendirmişlerdir.”
“Eee, babadan burjuva doğmadan burjuvalığa özenmek ne oluyor? İşte bizleri zayıflatan bu. İçinden gelmediğimiz bir sınıfa, fark etmeden özenmek. Çünkü yıllarca tahsili falan hep sınıf atlamak için yapmışız. Yıllarca bunun için sıkıntı çekmişiz. Kendimize ait olması gereken bir idelolojiyi keşfettiğimizde daha doğrusu keşfettirildiğimizde bocalıyoruz. Çok yatırım yaptığımız bir şeyden zor mu vazgeçiyoruz, nedir? İçinde bulunduğumuz koşulları değiştirmeyi o kadar uzun bir süredir kafaya koymuşuz ki, bu olanaklar elimize geçmeye başladığında, istemesek de sarılıveriyoruz. Ancak, sınıf değiştirmeye özenmemiş bir işçi gerçek bir devrimci olabilir. Bir de, işçi sınıfı ideolojisi adına, kendi sınıflarını gerçekten değiştirebilenler.”
Sosyalizm işçi sınıfının ideolojisidir, cümlesini benimsemek, güzel ve haklı bulmak, bunların gereklerini yerine getirmeye yetmez.
ilk gece Ziynet’i soymamıştı bile Zekeriya. Önce orasını kabaca çimdiklemiş, sonra, zorlamasıyla boşalması bir olmuştu. Ardından, “Az yana çekil, kız,” diye Ziynet’i iteleyip çarşaftaki kanı incelemişti. Sevişme denen şeyin böylece başlayıp bitmiş olduğunu kavrayan Ziynet, apış arasının sızısıyla durmamıştı üstünde. Olayları öyle enine boyuna kurcalama alışkanlığı da yoktu. Yalnız, gece yarısı Zekeriya’nın horultusuyla uyandığında, erkek horultusuna alışmam gerek, diye düşünmüş, sanki ayıp bir şey düşünmüş gibi alev alev yanmıştı yanakları. Erkeğinin horultusu onda, yersiz ve zamansız istek uyandırmıştı. Şimdi, yemek yerken olduğu gibi.
Ziynet gerçekten, istemeyi bilen bir kadın gibi istemiyor elbet Zekeriya’yı. Bunun nasıl olduğunu da bilmiyor. Sadece, olduk olmadık yerde ve durumda, karnında sıcak sıcak bir şeyler kaynıyor, bir kanama gibi. İçindeki bu ısınma ve kaynama belki Zekeriya olmasa da olacak? Bunu ne bilsin? İçinde kaynayan ne varsa Zekeriya hepsini yaratan. Öyle sanıyor. Şimdi oynayan çenesiyle, kıpır kıpır ediyor içini. Oysa yatakta, bir şey duyduğu yok pek. Tarık Akan filminden, kocasının kuvvetli çenelerine yayılan tutkular horlamaya dönüşüyor yatakta Kavak pamuğu gibi savrulan istekleri, ağır yorganın, kocasının ağır soluğunun altında ezilip yitiyor. Ama farkında değil bunun, yanaklarına bası basıveren ateşin koru Zekeriya, başka nasıl olabilir?
Yanlışlar başladı. Sonraki yanlışlara kötü bir başlangıç gibi.
Yapma çiçeklerle, incilerle süslü cibinlik! Naylon tülden! Ağır işlemeli, kapitone yatak örtüsü! Gönül verdi hepsine. En azından Zekeriya’ya verdiği kadar. Yeni gelin yatağını bunlarla süsleyebilmek için neler vermez Ziynet! Ama verecek bir şeyi yok işte. Sadece, ev işinden yorulup uzandığında bunların düşünü kuruyor. Zekeriya ile birleşmekten çok daha heyecan verici bir düş bu. Gülşah bu düşünü saçma buluyor. “Paçavrayı ne yapacaksın kız? Aklın varsa buzdolabı düşle,” diye turp sıkıyor içine. Sıkmasın da ne yapsın? Kocamış karı. Kocamış Ali’siyle ne yapsın süslü yatağı?
O yıl Hüseyin’in bursu kesilmişti, sağa sola, “Sosyalist Gençlik Örgütü”nde olduğum için diyordu ya, aslında sınavlara girmeyip kaldığı içindi.
Güzelliği ortaya çıkarmak öğrenilir bir şeydir.
Her şey budalaca başladı ve sürecek gibi öylece.
fazla dikkat zararlıdır bazen. Yıllarca terli su içirtilmemiş, sırtına havlu konarak büyütülmüş bir çocuk günün birinde doğru dürüst oynama fırsatı bulursa zatürree olur.
Ucuz boncuk kolyeler gibi dağıldı mı yaşantım, kavgam, kavgamız?
Kurbanlarla beslenen bir sürekliliktir zulüm.
Eh faşizm sonunda senin gibi körlerin de gözünü açar. Başka türlü gerçeği göremezsiniz sizler, işinize gelmez. İlle başınıza bir şey gelmeli. O zamana kadar başına bir şey gelen herkesi, nerdeyse başına gelenden sorumlu tutmaya pek hazırsınızdır.
Güzellik gölgesizdir, sığınamazsın.
Ama karabasanlar az çok birbirine benzer. Herkes kendi düşünü daha korkulu kılmak istese de.
Bu sabah ne yedin?
Çay içtik.
Öğlen ne yedin?
Çay içtik.
Akşam ne yedin?
Çay içtik.
Çay içtik.
Öğlen ne yedin?
Çay içtik.
Akşam ne yedin?
Çay içtik.
Tatlı ye de tatlı tatlı sikil.
Katıla katıla gülmek istiyor. Tıpkı seyrederken şaştığım Yeni Dalga Fransız filmlerindeki gibi, saçmalıyorum.
Her şeyin kendine bağlı olduğunu sanması. Kendine tanıdığı özgürlük. Burda yanlış, korkutucu olan.
Sabahları sever. Her türlü başlangıcı. Ama artık başlangıcın tek başına iyi ve güzel olmadığını biliyor. Bağlantıları iyi kurulmamış, seçilmemiş, bilinçsiz başlangıçların.
Ulan enayi, daha gitmedin demek İskenderun’a. Bi karılar var Vallahi değirmen gibi. Bir sömürüşte tüketiyorlar insanı
Korkmadıkları için kızıyor onlara. Korkmamak bir marifet sanki. Aptallık!
Yani böyle aptalca Bırak kızım. Ortada akıllılık aptallık konusu yok. Zulüm var. Akıllı ve ne yaptığını bilen zulüm. O kadar. Yapılmışı, yapılabileceği engellemeyi amaçlayan zulüm var. Zulmün budala kurbanlara ihtiyacı vardır her zaman. Günlerine boşuna mı vahşetle başlarlardı eski krallar? Aslanlarının önüne boşuna mı atarlardı köleleri? Kurbanlarla beslenen bir sürekliliktir zulüm.
Öğrenilesi bir şey doğayı sevmek. Hayatın kendisine bu fırsatı verdiğini düşünüyor. Küçük acılarla mutlulaşan, zenginleşen, bilinçlenen bir hayat bizimki aslında.
Mustafa saçmaladığının farkında. Ama hafif, kuş gibi içi. Uzun bir kafes yaşamından sonra ormana salınmış bir kuş gibi. Ne ağırlık, ne karamsarlık! Özlüyormuşum demek böyle bir şeyi. Neyi? Sevi, hafiflik, aşk, saçmalık. Ne bileyim işte, gündelik şeyleri. Böyle bu.
Faşizm sonunda senin gibi körlerin de gözünü açar. Başka türlü gerçeği göremezsiniz sizler, işinize gelmez. İlle başınıza bir şey gelmeli. O zamana kadar başına bir şey gelen herkesi, nerdeyse başına gelenden sorumlu tutmaya pek hazırsınızdır.
Ne konuşayım istiyorsun? Suçsuz olduğumuzdan tutuklamazlar mı diyeyim? Sanki hep suçlular tutuklanıyormuş gibi.
Torpili olmayan kim ne olmuş ki bu olsun?
Bizim memlekette her suça bir suçlu bulunur. İtiraf sayesinde. Asayiş de bu değil mi?
Çiçeksiz, sevgisiz, çıplak ve çirkinlik dolu yaşamında hemşerilik sığınılabilecek çok az şeyden biri.
Basit ve cahil insanlar korkudan anlar. Başka şeyden anlamaz.
Dinleri imanları para. Atatürk bir uyansa uyansa da emanetlerini bir görse.
Ben var ya, büyüyecem, boyalı bir karı alacam, pulis olacam, ceplerim para dolacak.
Paylaşmayı çocukluktan öğrenir çingeneler.
Şafağı bekliyor herkes.
Öfkem sana değil. Ama çiğ çiğ konuşan öyle tuzu kurular var ki, öfkem onlara.
Çirkinlik durumlardır. Bağlantılardır. Duran, doğurmayan, yeşermeyen bir şeydir. Sellerdir, engeller, barajlardır. Zorbalıktır, genişlemeyen çemberlerdir. Kendini böyle çemberlere kapatmadır.
Nuri? Hayattan korkuyordu o. Kısaca hayatın zorluklarından, yeniden iş bulamamaktan, eline bakanları sefil etmekten korkuyordu. Zaten yanık bulduğu bir yaşamı, birde, faydasız eylemler sonucu iyiden iyiye yakmaktan korkuyordu.
Sen bizim orayı bilir misin? Bizim hapse düşmemiz için mahalle bakkalının iki sözü kafidir. Bizim, senin gibiler gibi bilmem kaç cilt Marks, Lenin falan paralamamız gerekmez hapse düşmemiz için. Birinin az nasırına bas, biraz göze bat, yeter.
Ayrıntılarla uğraşmak çoğu kez bir sapmadır, demişti Doğan. Niye özeniyorsunuz burjuva entelektüelleri gibi düşünmeye?
Gece uzadıkça sapıtıyorum, diye düşündü. En iyisi düşünmemek.
Komünistlik adamın üstünden her türlü rütbeyi söker atar.
Bunlar adamın kafasına, onun bunun polis olduğu kuşkusunu sokarlar. Kafayı karıştırmak için. Kuşku insan kafasını en aydınlık olması gerektiği anda karıştırır çünkü. En güvenilen dostun polis olduğu kuşkusuna kapılırır. Sonunda inancına bile güveni kalmaz kişinin. Çözülmenin başlangıcı.
Polis. Ürpertici bir yakıştırma. Polisin varlığı, suçtan, cezadan daha ürpertici bazen.
Söyleyecek bir şey yok.
Bunu söylemek bile konuşmaktır. Gereksiz bir cümle. Konuşmayacağım demek, en azından söyleyeceğim bir şeyler var, ama susuyorum anlamına gelir.
Bunu söylemek bile konuşmaktır. Gereksiz bir cümle. Konuşmayacağım demek, en azından söyleyeceğim bir şeyler var, ama susuyorum anlamına gelir.
Yoksulluk bir edebiyat değildir.
Çoğu aydının en saçına alışkanlığı,
mantıksızlığa mantık arama çabası
mantıksızlığa mantık arama çabası
Güzellik gölgesizdir, sığınamazsın.
Kendimi düşünmeliyim, şimdi sadece kendimi.
lrkeğe sogri sormak dogri diyeldir Benim Abdullah bir sogri içün beş tokat patlatir, öyle erkek adamdır ki
Bir insanı değiştirmek tek bir insan işi değildir. Bu bir düzen, bir çevre, coğrafya konusudur, diye cevaplıyor kendisini. Yine de güçsüzlük sığınılamayacak kadar kötü bir şey.
Ağlıyor. Ağlama nedenlerini araştırmak istemiyor. Ağlarken daha önce onu ağlatan şeyleri hatırlayarak ağlıyor. Onlar için ve kendi için.
Her zaman el attığımız bir şey var. Her zaman haksızca kendi çıkarımıza alet ettiğimiz anılar, en kötüsü etli canlı insanlar var.