Mehmet Akif Ersoy kitaplarından Safahat 6 kitap alıntıları sizlerle…
Safahat 6 Kitap Alıntıları
Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd ‘i
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Âsım bir bakıma Mehmet Akif Ersoy’un kendisidir. Vefakârdır.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! …
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?
Mehmet Akif Ersoy
Sâde şe’niyyet-i a’sârı durup dinlemeli.
İctihâdî galeyanlar da mühimdir ya, asıl,
İktisâdî cereyanlardır olan müstahsil.
Bunu te’mîn edemezlerse nihâyet hocalar,
İskolâstikle sanâyi’ yola gelmez, bocalar.
İlk adımdır atacaktır bunu elbette ilim
(Toplumculuğun öne çıkması ferdiliği zedeler belki,
Ama yüzyılların ortaya koyduğu gerçekliğe bir durup bakmalı.
İçtihat yolundaki kaynama ve dalgalanmalar da önemlidir ya.
Ama asıl önemli ve verimli olan ekonomik fikirlerdir.
Bu yolda bir gelişim sağlayamazlarsa hocalar,
Skolastik zihniyetle sanayi gelişemez, bocalar.
Bu ilk adımı atacaktır elbette ilim)
Fikri yok, duygusu yok, sanki yürür bir kötürüm.
Bu da sağlıksa eğer bence müreccahtır (bundan iyidir) ölüm.
Üç beyinsiz kafanın sevkine şaşkın gibi râm(boyun eğer) ;
Kırbaç altında bütün gün ne tezallüm(şikayet eder), ne kîyâm(direnir).
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar,
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar günlerim oldukça heder?
Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün;
Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün.
Seneler var ki harâb olmadığım gün bilmem;
Gezerim abdala çıkmış gibi sersem sersem.
Dikilir karşıma hep görmediğim bilmediğim;
Sorarım kendime: gurbette mi, hayrette miyim?
Âh görsem şu cihandan yıkılıp gittiğimi!
Yüreğin hisli mi, işkencedesin, tâli’e bak!
Hep onun himmetidir üç satır ilmin varsa.
-Üç satır hem de, İlahî, ne tükenmez irfan!
-Hadi üç yüz satır olsun mütehammilse(dayanabilirse) kafan!
Hoca’nın ka’bına(derecesine) yükselmen için dağlar var.
Babanın kestiği tırnak bile olamazsın sen.
-Ne nezâketli beyan! Hey gibi mum, tıpkı odun!
-Böyle hiddetlenecektin, neye râzî oldun?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın!
Ma’rifet bir de fazîlet İki kudret lâzım.
Sor ki âfâka, o âlemler, o demler nerde?
Yemyeşil yurda çöken kapkara toprak rengi;
Dindi binlerce hayâtın ezelî âhengi.
Yok civârımda bugün aç yatanın pâyânı;
Her perîşan yuva bir âile kabristânı!
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
– Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle ‘Bu: Bir Avrupalı!’
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam ;
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller,
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre .
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer ;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
‘O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme’ dedi.
Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni târîhe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Şimdilik heykeli sensin tapılan menfa’atın.
Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak!
Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükliyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın!