İçeriğe geç

Saf Bir Yürek Kitap Alıntıları – Gustave Flaubert

Gustave Flaubert kitaplarından Saf Bir Yürek kitap alıntıları sizlerle…

Saf Bir Yürek Kitap Alıntıları

&“&”

…gözünün önüne yitip gitmiş günler geliyor ve kimi önemsiz olayları, en ince ayrıntılarına dek anımsıyordu; üstelik hiç acı duymadan ve büyük bir dinginlik içinde.
… hiçbir şey anlamıyor, anlamaya da çalışmıyordu.
Akrabaları hep kaba davranmışlardı Felicite’ye. Onları bir daha görmek istemedi. Onlar da herhangi bir adım atmadılar; ya onu unuttukları için ya da sefillere özgü o yürek katılaşması yüzünden.
Papaz önce kutsal kitapta anlatılanların bir özetini verdi. Cenneti, Tufan’ı, babil kulesi, alev alev yanan kentleri, yok olup giden kavimleri, devrilen putları görür gibi oldu Felicite. Bu göz kamaşmasından geriye, yüce Tanrı’ya duyduğu saygı kaldı yalnızca; bir de öfkesinin verdiği korku. Daha sonra, Çile’yi dinlerken ağladı. Neden çarmıha gelmişlerdi onu? O ki çocukları seviyor, kalabalıkları doyuruyor, körleri iyileştiriyordu ve iyi yürekliliğinden ötürü yoksullar arasında, bir ahırın gübreleri üstünde de doğmak istemişti.
Olağanüstü insanların karşısında hepimizde uyanan şaşkınlığa sürüklerdi Felicite’yi.
… kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.
Duyarlı ruhları acımaya yöneltmek, ağlatmak istiyorum, çünkü ben de onlardanım.
Lütfen beni affet!"
Hanım ve hizmetçi birbirilerine sarıldı ve onları eşit kılan kederlerinde birleştiler.
Félicité, eczacıdan Victor’un gemisinin Havana’ya vardığını öğrendi. Gazetede okumuştu.
Havana ona puroları çağrıştırdığı için oradaki insanların tek yaptığı şey puro içmek olduğunu düşündü ve Victor’un bir duman bulutunun içinde zenciler arasında yürüdüğünü gözünde canlandırdı.
Gök mavisi bir buğu Félicité’nin odasına dek yükseldi. Burun deliklerini uzatıp sofuca bir kösnüyle içine çekti onu; sonra gözlerini kapadı. Dudakları gülümsüyordu. Yürek vuruşları yavaşladı; bir bir, her seferinde daha belirsiz, daha hafif – tıpkı suyu kesilen bir pınar, yitip giden bir yankı gibi. Ve son nefesini verdiğinde, açılan göklerde başının üstünde süzülen dev bir papağan görür gibi oldu.
İşte o zaman eli ayağı kesildi ve durdu; çocukluğunun sefaleti, ilk aşkın düş kırıklığı, yeğeninin gidişi, Virginie’nin ölümü, bir gelgitin dalgaları gibi art arda gelip boğazında düğümlendiler.
Düşüncelerinin küçük çemberi daha da daraldı; çan sesleri, öküzlerin böğürtüleri yoktu artık. Bütün varlıklar bir hayalet sessizliği içinde deviniyorlardı.
Çayırlar ıssızdı, rüzgâr ırmağı dalgalandırıyor, dipte uzun otlar, yüzen cesetlerin saçları gibi eğilip bükülüyordu. Félicité içine gömüyordu acısını ve akşama dek çok sağlam göründü. Ama odasına adım atar atmaz, şiltesine yüzüstü kapandı, yüzünü yastığa gömdü, iki yumruğu şakaklarında, kendini koyverdi.
Kutsal Ruh’u gözünün önüne getirmekte zorlanıyordu. Çünkü yalnızca kuş değildi o; kimi zaman ateş, kimi zaman da bir soluk oluveriyordu. Belki de onun ışığıydı geceleri bataklıkların kıyılarında uçuşan; bulutları iten onun soluğu, çanları uyumlu kılan onun sesiydi.
Bu göz kamaşmasından geriye, Yüce Tanrı’ya duyduğu saygı kaldı yalnızca; bir de öfkesinin verdiği korku.
Havanın çok sıcak olduğu günlerde, odalarından dışarı çıkmazlardı. Dışarının göz alıcı aydınlığı, ışıktan çubuklar takardı kepenklerin dilimleri arasına. Köyde tek ses duyulmazdı. Aşağıda, kaldırımda kisme olmazdı. Bu her yere yayılmış sessizlik, nesnelerin dinginliğini de artırırdı.
Karmaşık bir acı kapladı içini. Kendini yerden yere vurdu, çığlıklar attı, Yüce Tanrı’yı yardıma çağırdı ve gün doğana dek kırlarda tek başına sızladı durdu.
Çok az insanın girmesine izin verdiği bu yerde öylesine çok dinsel nesne ve birbirine benzemez ıvır zıvır vardı ki, insan kilisede mi, pazaryerinde mi şaşırabilirdi."
İki kadının gözleri buluştu, yaşla doldu; sonunda hanımefendi kollarını açtı, hizmetçi bu kollara atıldı ve birbirlerine sarıldılar; onları eşit kılan bir öpücükle acılarından avundular."
Çayırlar ıssızdı, rüzgar ırmağı dalgalandırıyor, dipte uzun otlar, yüzen cesetlerin saçları gibi eğilip bükülüyordu"
Kız, küçük hanımefendiler gibi masum değildi; hayvanlardan her şeyi öğrenmişti"
Önyargılara sağlık.
Fabu, kuşun boğazını sıkıvereceğini söyleyerek gözdağı veriyordu ama kollarının dövmelerine ve kocaman favorilerine karşın acımasız bir çocuk değildi.
Ölümüne üzülecek çok az arkadaşı vardı.
Belki de onun ışığıydı geceleri bataklıkların kıyılarında uçuşan; bulutları iten onun soluğu, çanları uyumlu kılan onun sesiydi.
Onun da herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu.
Onları bir daha görmek istemedi. Onlar da herhangi bir adım atmadılar; ya onu unuttukları için ya da sefillere özgü o yürek katılaşması yüzünden.
En ufacık bir duygu değişimi onu alt üst ediyordu…
Hüznü, ortamın yumuşaklığı içinde eriyip gitmişti.
Ölüm çanı çalıyorlardı sanki.
&”Başkaları içindir,&” diye düşündü…
Duyarlı ruhları acımaya yöneltmek, ağlatmak istiyorum,çünkü ben de onlardanım. 
Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.
Yürek vuruşları yavaşladı; bir bir, her seferinde daha belirsiz, daha hafif tıpkı suyu kesilen bir pınar, yitip giden bir yankı gibi."
“Birbirlerine sarıldılar, onları eşit kılan bir öpücükle acılarından avundular…”
“Yürek vuruşları yavaşladı; bir bir; her seferinde daha belirsiz, daha hafif -tıpkı suyu kesilen bir pınar, yitip giden bir yankı gibi.”
“…düşlerinde acı çığlıklar atıyordu!”
“Ölüm çanı çalıyorlardı sanki. “Başkaları içindir,” diye düşündü.”
“Bu ödleklik, sevgisinin bir kanıtı gibi göründü.”
“Onun da, herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu.”
“Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.”
“Yüzü zayıf, sesi inceydi. Yirmi beş yaşındayken kırkında görünüyordu; ellisinden sonra da yaşı bütünüyle anlaşılmaz oldu.”
Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu."
..İçine gömüyordu acısını.."
“Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.”
Onun da herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu."
Ölüm çanı çalıyorlardı sanki. “Başkaları içindir,” diye düşündü.
Bulunduğu ortamın güzelliği, üzüntüsünü dindirmişti.
Birbirlerine sarıldılar, onları eşit kılan bir öpücükle acılarından avundular..
Gitme düşüncesi onu korkutuyordu.. Bu ödleklik, sevgisinin bir kanıtı gibi göründü.
Onun da, herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu.
sokağı yarıladığında, tuhaf sesler duydu, ölüm çanları çalıyordu. “ başkaları içindir,” diye düşünerek, sertçe kapının tokmağını çekti.
Yürek vuruşları yavaşladı. Bir bir, her seferinde daha belirsiz, daha hafif, tıpkı suyu kesilen bir pınar, yitip giden bir yankı gibi…
Kendine gelmesi kolay olmadı; ya da belki bu olayın etkisinden hiçbir zaman kurtulamadı.
Hava sıcak ve maviydi. Bir ardıçkuşunun cıvıltısı duyuluyordu uzaktan; her şey derin bir dinginlik içinde yaşıyor gibiydi.
Duyarlı ruhları acımaya yöneltmek, ağlatmak istiyorum; çünkü ben de onlardan biriyim.
Yüzü zayıf, sesi inceydi. Yirmi beş yaşındayken kırkında görünüyordu; ellisinden sonra da yaşı bütünüyle anlaşılmaz oldu. Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketlere ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.
Onun da herkes gibi bir sevda öyküsü olmuştu.
Akrabaları hep kaba davranmışlardı Felicite’ye. Onları bir daha görmek istemedi. Onlar da herhangi bir adım atmadılar; ya onu unuttukları için, ya da sefillere özgü o yürek katılaşması yüzünden.
Hava sıcak ve maviydi. Bir ardıçkuşunun cıvıltısı duyuluyordu uzaktan; her şey derin bir dinginlik içinde yaşıyor gibiydi.
Onun da,herkes gibi,bir sevda öyküsü olmuştu."
“Kimseye iletişim kurmadığı için, tam bir uyurgezer uyuşukluğu içinde yaşıyordu.”
Madam Aubain, kızının kusursuz bir insan olmasını istiyordu, ama Guyot, ona ne İngilizce ne de müzik dersi verebildiğinden, onu Honfleur’deki Ursulines tarikatının pansiyonuna yerleştirmeye karar verdi.
Her yanı saran bu sessizlikte her şey daha da dinginleşirdi.
Kuşa bakarak yarasını unutuyordu.
Çile’yi dinlerken ağladı. Neden çarmıha germişlerdi onu? O ki çocukları seviyor, kalabalıkları doyuruyor, körleri iyileştiriyordu ve iyi yürekliliğinden ötürü yoksullar arasında, bir ahırın gübreleri üstünde doğmak istemişti!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir