İçeriğe geç

Sade’ı Yakmalı mı? Kitap Alıntıları – Simone de Beauvoir

Simone de Beauvoir kitaplarından Sade’ı Yakmalı mı? kitap alıntıları sizlerle…

Sade’ı Yakmalı mı? Kitap Alıntıları

Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz ? Ya da yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz? Bu sorun, hepimizin sorunudur.
Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin Mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım

Marquis De Sade

SADE günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla ilişkilerine eğilmemizi..
Adaletin ve mutluluğun vaadleri en korkunç tehlikelerle dolu olacaktır.
Sade’ın erdemi herkesin yalnız kendi kendine utançla itiraf ettiği şeyi yüksek sesle bağırmasında değil, Sade bu işin kavgasını da üstlenmiştir. Kayıtsızlığa karşı kıyıcılığı seçmiştir. Bireyin kendisini insanların kötülüğünden çok iyiniyetine kurban gittiğini sandığı şu çağda bu kadar yankı uyandırması da bundandır; bu müthiş iyimserliği yıkmak konusunda bireyin yardımına koşmuştur Sade Zindan köşelerinin yalnızlığında Descartes’ın getirdiği entelektüel geceyle kıyaslanabilir bir ahlak gecesi yaratmıştır; gerçi yapıtlarında tam bir açık seçiklik yoktur; ama verdiği bütün cevapları kolay vermiştir. Eğer günün birinde bireyler arasındaki ayrılığın kalmayacağı umulabiliyorsa, bu, o ayrılığı önceden tanımadan gerçekleşemeyecektir; yoksa adaletin ve mutluluğun vaadleri en korkunç tehlikelerle dolu olacaktır. Sade bencilliği, kötülüğü, mutsuzluğu son sınırına kadar yaşamış ve gerçeği onların aracılığıyla istemiştir. Tanıklığının en yüksek değeri bizi kaygılı kılmasıdır. Sade günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla ilişkilerine eğilmemizi.
Kardeşlik safsatası, içlerinde erdemin soyut yüzüyle karşılaşacağı suçlar hazırlayacaktır.
Yargıcın davranışı zorbanın davranışından çok daha kibirlidir.
Her türlü anlamdan kopuk ve cansız bir taş parçası bile beni duygulandırmayan saf bir olaydan fazla bir şey değildir artık.
Yalnız insan kendi varlığına büyük bir önem bağlamaktadır. Ama bütün insan soyu yok olsa bile Emende en ufak bir bozulma meydana gelmeyecektir, insan kendinde dokunulmaz bir nitelik, kutsal bir durum görmeye alışmıştır, oysa o da bir hayvandan ibarettir.
Bir yalnızlık: Kendi acılarını duyamayan, başkalarınınkine alışmaya çalışan bir keşişlik görünümü.
Sade’in kişileri küçük bir sadakayla savmak yerine bir zavallıyı açlıktan ölmeye terkediyorlarsa, bu, vicdanlarını ufak bir bedelle yatıştıran şerefli baylarla aynı hizaya gelmek istememelerindendir.
Yoksulları iyice umutsuz kılmazsanız her zaman başkaldırabilirler; onun için en iyisi hepsini yok etmek.
Bir yandan ezilenlerin koşullarını bayağıca kabul ederken, öte yandan insanseverlik üstüne söylevler çeken ayrıcalı kişilerin ikiyizlülüğü
Güçsüzler, güçlülerin kurumlarını ve küçümsemelerini önlemek için hiçbir sağlam temele dayanmayan kardeşlik kavramını yaratmışlardır.
İnsanlar kamu çıkarını araştırırken yaptıkları planlarla barışacaklarını umuyorlarsa gerçekdışı bir yola sapmışlardır. Çünkü kendine kapanmış ve kendisiyle egemenlik çatışmasına giren başka özneler için düşman öznenin gerçeğinden başka bir gerçek yoktur. O iyilik adına bireyin özgürlüğünü kısan, o ne boş gökyüzünde ne de haksız yeryüzünde izine rastlanabilen, hatta düşünce ufkunda bile görülmeyen şey hiçbir yerde yok demektir.
Bireysel özgürlüğün, kendisini ezen bir düzenin içinde boy atması olanaksızdır.
Hobbes’un ve Rousseau’nun sözünü ettikleri o ünlü sözleşme bir efsaneden başka bir şey değildir. Bireysel özgürlüğün, kendisini ezen bir düzenin içinde boy atması olanaksızdır çünkü. Böyle bir sözleşme ne ayrıcalıklarından vazgeçmede bir çıkar görmeyen güçlülere, ne de aşağılanmışlıkları onaylanmış güçsüzlere uyacaktır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Toplum Doğadaki kıyıcılığı hafifleteceğine giyotinleri işleterek onu ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bir kötülük mü var, daha büyük başka bir kötülüğe sığınarak karşı çıkıyor ona.
Yasalar yeryüzündeki adaletsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadırlar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kişioğlu, saçma bir şekilde inanış bütününü bağladığı o gizemli korkuluğun zulmü altına girmeseydi, özgürlüğünü ve gerçeğini öyle kolayca gözden çıkarmayacaktı. İnsan Tanrıyı seçerken kendini inkâr etmiştir.
Güzellik kuru ve basit bir şeydir, çirkinlikse olağanüstü, albenili bir şey Kuşkusuz, bütün düşler, o kuru, basit şeydense o olağanüstü, albenili şeye sığınmak isteyeceklerdir.
Bir fikre değerini kazandıran, getirdiği yöntem ve özetlediği deneydir.
Güneşe saldırmak, şu evreni ondan yoksun bırakmak, ya da dünyayı tutuşturmak için hükmümüz altına almak
İster öldür, ister kan akıt, asıl olan kötüyü yaratmak.
Güzellik çok basittir; bilinci yalnızlığından bedeni kayıtsızlığından sıyıramayan entelektüel bir yargıyla kavranır; çirkinlik ise aşağılanır. Çirkefe dadanmış kimse, yaralayan ya da birine kendini yaralattıran bir adam gibi, etinde yaşamaktadır; o aşağılanma duygusu aklı yutan, tek tek bireyleri birleştiren bir uçurum haline gelmekte.
Ölüm ve sefalet, işte Cumhuriyete sonsuz bağlılığımın bana kazandırdığı ödüller.
Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz? Ya da yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz?
Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim.
Juliette her zaman işin içinden sıyrılıyor da Justine hep mahvoluyor.
Size büyük gerçekler sunacağım. Dinleyeceksiniz onları, üstlerinde düşüneceksiniz; hepsi hoşunuza gitmez belki,
ama sevdiğiniz kısımları da olacak.
Günahlarımla ödeşip duracağımı, kendimi korkunç bir çekimserliğe, bir yokluğa indirgeyeceğimi sandınız. Ama hesabınız doğru çıkmadı. Bana hayaletler, gölgeler kazandırmış oldunuz; asıl iş bundan sonra başlıyor o hayaletlerle, o gölgelerle
Kişioğlu mutluluğu ancak düş gücünün isterlerini, keyiflerini yerine getirirken yakalayabilir.
Suç şehvetin temel taşıdır. Suçla yan yana yürümeyen zevk zevk midir yani? Bizi asıl uyaran karşımızdaki zevk nesnesi değil, kötülük fikridir.
Güzellik çok basittir; bilinci yalnızlığından, bedeni kayıtsızlığından sıyıramayan entelektüel bir yargıyla kavranır; çirkinlik ise aşağılanır.
Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni.
Çünkü değişmeyeceğim.
Bütün bu ödevler varsayılmış şeyler olduklarından kuruntudan, düşsel olmaktan ileri gidemezler, insan varsayılmış küçük bilgilerine, küçük hilelerine, küçük gereksinmelerine uygun yasalar yapmıştır. Ancak bunların gerçekle ilgili yönleri yoktur. Bir körler toplumu bizim kurduğumuz toplumun karşısında nasıl bir hiç olacaktıysa, aynı şekilde bizim toplumumuz da Doğa karşısında bir hiçtir.
kişioğlu, saçma bir şekilde inanış bütününü bağladığı o gizemli korkuluğun zulmü altına girmeseydi, özgürlüğünü ve gerçeğini öyle kolayca gözden çıkarmayacaktı. İnsan Tanrıyı seçerken kendini inkâr etmiştir. Asıl bağışlanamayacak olan da budur.
Günümüzde Tanrıya saldırmak Tanrıyı kabul etmektir gibi bir safsataya tutunulduğunu biliyoruz. Bu daha çok, gerçek bir tanrıtanımazın yadsıdığı kimselerce uydurulmuş bir şey.
Sonuçları ne olursa olsun kişioğlunun temel gerçeklerinin kılığını değiştirmek, insanları gereği gibi sevmek değildir.
Günahlarımla ödeşip duracağımı, kendimi korkunç bir çekimserliğe, bir yokluğa indirgeyeceğimi sandınız. Ama hesabınız doğru çıkmadı. Bana hayaletler, gölgeler kazandırmış oldunuz; asıl iş bundan sonra başlıyor o hayaletlerle, o gölgelerle
Sade’da cinsellik biyolojiden çıkmaz: Toplumsal bir olay olarak görünür; hoşlandığı şölenlerin hemen hemen hepsi topluluk halindedir.
(Sade) Yapıtlarında ilkelerini zevklerinden nasıl çıkardığını anlatmıştır: Bu ilkeleri, bu zevkleri ben bağnazlığa kadar götürdüm, diyor, bağnazlık benim tiranlarımın zulüm yapıtlarıdır, diyor. Bütün cinsel çabaları yöneten yüksek etken, kendini suçlu görmek isteği, ya da niyetidir: İster öldür, ister kan akıt, asıl olan kötüyü yaratmak.
( )toplum her türlü bölünmeyi yadsıyordu; her birey kayıtsız şartsız kendisinin olsun istiyordu
Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni.
Çünkü değişmeyeceğim!
Yasalar, dünyadaki adaletsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramıyorlar.
Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım
bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurun öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim.
Sonuçları ne olursa olsun, kişioğlunun temel gerçeklerinin kılığını değiştirmek, insanları gereği gibi sevmek değildir.
Sade bunu bize birçok yerde söylemiştir: Coşkuya elverişlilik konusunda güçlü ruhlar vardır; bunlar kimi zaman çok ileri giderler. Onlarda kaygısızlık ya da kıyıcılık olarak gösterilen şey, aslında başkalarından daha canlı olan duyarlıklarının belirlenmiş biçimidir.
Suçu toplumda eşitsizlikler ve gereksinmeler doğurmakta olduğundan ve suç kendini yaratan nedenlerle birlikte ortadan kalkacağından, adil bir ekonomik düzen bütün yasaları ve bütün mahkemeleri işe yaramaz hale sokabilirdi.
Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz? Ya da yalnız faklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz? Bu sorun, hepimizin sorunudur.
“Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız… bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim.”
https://1000kitap.com/yazar/marquis-de-sade
Felaket karşısında öfkeleniyor, coşuyor, sapıtıyor. Sık sık başına gelen parasızlık korkusu daha yaygın bir korku yaratıyor onda; kendisini iğreti, uygunsuz gördüğünden her şeye, herkese olan güvenini yitiriyor. Şöyle biri: Düzensiz yaşayan, borç yığan, yersiz öfkelenen, bir yerden kaçan ya da bir yere zamansız giden, bütün tuzaklara düşen Gerçek hiçbir değer sunmayan, yalnız fazla istemeyi öğrendiği bu korkutucu ve sıkıcı dünya onu ilgilendirmemektedir; bu yüzden gerçeği başka yerde aramaya koşacaktır. Zevklenme tutkusunun öbür tutkulara hemeninden bağlandığını, anlara bitiştiğini yazarken kendi deneyinin bir betimini yapıyor bize; varlığının yalnız erotizmde bütünlendiğini gördüğünden her şeyini ona bağlamıştır; erotizmde onca ateşli, onca gözünü budaktan sakınmazı, onca inatçı bir şekilde abanması olağan olaylardan çok kendi anlattığı öykülere önem vermesindendir: Düşsel olanı seçmiştir.
Sonuçları ne olursa olsun kişioğlunun temel gerçeklerinin kılığını değiştirmek, insanları gereği gibi sevmek değildir.
Yazı sayesinde iyilik, ikiyüzlülüğe ve ahmaklığa bitişik olduğu anlarda uğursuz onurunu korur; suç kendi büyüklüğü ölçüsünde suçlu kalır, can çekişen bir vücutta özgürlüğün elle dokunulur bir yanı olur.
Söz, görüntülere bir anıt sarsılmazlığı kazandırmaya elverişli olduğundan ve her türlü imkana karşı koyduğundan, kişi için yazmak da etkin bir durum sağlamaktadır.
Kişioğlu mutluluğu ancak düş gücünün isterlerini, keyiflerini yerine getirirken yakalayabilir.
Başarısızlığını, kırgınlığını tehlikeye sokmadan kendini güvenle yerleştireceği tek sığınak düşcül eylemlerdir çünkü.
Normal olarak cinsel birleşmede, her iki tarafın da kendi etinde kendini mahvettiği o zevk, sevgilinin verdiği baş dönmesiyle oluşur. Özne, bilincinin yalnızlığında kapalı kalmışsa, bu coşkudan uzak kalacak, arkadaşıyla arasındaki bağlantıyı sadece simgelerle kuracaktır. Soğuk ve beyniyle ilgisini kesmemiş bir aşığın doymazlık içinde, sevgilisinin nasıl zevklendiğini gözleyeceği açıktır. Kendi şehvet durumuna ulaşması için başka bir çaresi bulunmadığından, zevki yaratanın kendisi olduğuna inanmak gereksinmesinde olacaktır. Sadik kişinin bu arayı, bu eksikliği tasarlanmış bir zorbalıkla silmeye çalışacağı düşünülebilir. Sade zevki cezalandırmanın saldırgan bir edim olduğunu biliyor ve zorbalığı kimi zaman bu yöne kaydırıyor; ama yine de yeterli bulduğu yok onu. Bir kere, ortak bir şehvetin yarattığı bu bir çeşit eşitlik gibi şeyden çiğrinmektedir. Zevklenirken kullandığımız nesnelerin kendileri de bir zevk duyuyorlarsa bizden çok kendileriyle uğraşıyorlar demektir. Bu durum bizim zevklenmeden aldığımız payı giderek rahatsız edecektir. Kendisiyle birlikte başkasının da zevk aldığı fikri, kişiyi, zorbalığın doğuracağı anlatılmaz çekicilikleri zararlandıran bir çeşit eşitliğe sürükler. Bir yerde de bu konudaki fikrini daha kestirme yoldan anlatmaktadır: Bölüşülen her zevk azalmaya başlar. Ona göre hoş duygular yumuşak ve tehlikesiz oluyor; oysa ten, en dramatik biçimin etini ancak kan akıtıcı olarak, mahvedici olarak hazırlayabilir.
Hiçbir duyuş yoktur ki acıdan daha girişken daha kesin olsun: izlenimlerine tam güvenilebilir acının.
İş, başarabileceğimiz en sert şokla sinirlerimizin bütününü sarsmaktan ibarettir. Acı, zevkten daha canlı ve etkin olunca başkalarından elde edilmiş böyle bir coşkunun bizde meydana getirdiği şoklar, aslında daha yüksek bir titreşim taşıyacaktır.
Kıyıcıklar aradı ama aşağılanmalarla karşılaştı.
Karısı, Sade’in en büyük başarısı ise, Madame de Montruil olarak da başarısızlığını özetlemektedir.
Birincisi bireyin çarptıkça kırılacağı soyut ve evrensel adaleti temsil ediyor; ona karşı Sade katı bir şekilde karısıyla birleştirmek ister; çünkü erdemin gözü önünde davasını kazanacak olursa, yasa kendi gücünden çok şey yitirecektir. Yasaların en korkunç silahı Sade için ne cezaevi ne de giyotin; en korkunç silahı yaralanabilir yüreklere işleyecek kindir, ağudur.
Minnet fikri, onun en büyük öfkeyle yıkmaya çalıştığı şeylerdendi.
Onların nankörlüğüdür yüreğimi kurutan, belki de sizler gibi uğruna doğduğum şu ölümcül erdemleri bende yıkan onların hayınlıklarıdır.
Coşkuya elverişlilik konusunda güçlü ruhlar vardır; bunlar kimi zaman çok ileri de giderler. Onlarda kayıtsızlık ya da kıyıcılık olarak gösterilen şey, aslında başkalarından daha canlı olan duyarlılıklarının belirlenmiş biçimidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir