İlhami Güler kitaplarından Sabit Din Dinamik Şeriat kitap alıntıları sizlerle…
Sabit Din Dinamik Şeriat Kitap Alıntıları
Kur’an’a 30 cilt tefsir yazanlar veya bir harfinden yüzlerce anlam çıkaranlar, hakikati görme gücünü kendinde bulamadığı için, metni istismar etmeyi kendine daha kolay bulunan zayıf iradeli ve zayıf akıllı lardır.
İman ve salih amel hiçbir sınırı olmayan sürekli, dinamik, coşkusal ve yaratıcı süreçlerdir .
Fakat, biz bugün ne yapıyoruz? İnsan olma potansiyelimizi aktüelleştirmemizden dolayı çözemediğimiz, elde edemediğimiz veya kaybettiğimiz şeyleri hep Kur’an’da arıyoruz. Bilim, akıl, teknik, demokrasi, insan hakları, vs. hepsi orada. Arayan herkes de aradığını buluyor. Fakat metnin bağlamını delaletini, semantiğini parçalayarak, onda olmayan şeyleri ona yükleyerek, sorun edinmediği şeyleri ona sorun yaparak,
bir harfinin altına binbir anlam yükleyerek
bir harfinin altına binbir anlam yükleyerek
Kur’an, sessiz okunacak bir metin değil; ilan edilecek bir mesajdır
Hayatı zor kılan veya peygamberlerin amaçladıkları hedefin gerçekleşmesini zorlaştıran şey, insanın dar görüşlülüğü ve bencilliğidir
Hedefi kaçırmak için sonsuz yol vardır. Fakat vurmak için bir tek yol vardır.
Kur’an, ahlaki bilgilendirme kitabı olmaktan daha çok, yaptırımı güçlendirme ve ahlaki doğrunun görülmesi için metodolojik bir uyarıdır. Fazlur Rahman’ın dediği gibi, Kur’an ne soyut bir etik, ne de hukuki bir dokümandır. O ne spesifik ahlak kuralları önerir, ne de soyut ahlaki önermeler içerir. Onun önerdiği takva , her yer de ve her an hazır olan Allah’ın gözetiminde. Allah’ın da sahip olduğu ahlaki değerleri O’nun hidayeti ile görmek ve pratiğe geçirmektir
Allah, Kur’an’dan önceki kitaplarda ve son olarak da Kur’an’da bu evrensel değerlere inananları Müslümanlar olarak niteledi ise; Hz. İbrahim de ‘Müslüman’ ben de Müslüman isem, o halde İslam hepimizin ortak paydasıdır. Hz. İbrahim’de olup da bende olmayan veya bende olup da Hz. İbrahim’de olmayan şey ‘İslam’ değildir.
Kur’an’a göre, Allah Hz. Muhammed’i sadece düşmanlarından korumuştur, yoksa yanlış yapmasından, yanlış düşünmesinden değil. Hatta günahtan bile korumamış, büyük günah işlemeyeceğini bildiği için, diğer günahlarını affetmistir. Peygamberler resmi vahiy almanın dışında tamamen birer insandılar. Dünya işlerine alabildiğine dalıyor ve dünya hayatını temellük ediyorlardı. Hz. Muhammed orduya kumanda ediyor, siyasi strateji geliştiriyordu. Maverdi’nin dediği gibi Aşe meliken ve mate meli ken (= Melik olarak yaşadı ve melik olarak öldü. Tarihin büyük siyasal öznelerinden birisi Hz. Muhammed ise: ve siyaset de doğası gereği dinamik ise, nasıl onun böyle bir süreç içindeki bütün davranışları. sözleri. kararları Şafi’nin sandığı gibi ebedi olabilir?
Erkeğin aile reisliği, üstünlüğü veya öndeliği, onun ahlaki (Şeref, fazilet) değerinden değil, antropolojik yapısının ve ekonomik konumunun doğurduğu ehliyetinden kaynaklanır. Tarihsel ve toplumsal değişme neticesinde kadının eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve ekonomik özgürlüğünü kazandığı oranda erkeğin egemenliği, öndeliği, üstünlüğü aşağıya doğru çekilebilir..!
Biz evlilik için tabii olanın tek eşlilik olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Allah, atamız ilk erkek olan Hz. Adem’e tek kadın (Havva) yaratmıştı.Birden fazla evlilik, istisnai olup belli hukuki şartlarla gerçekleşebilir. Fazlur Rahman’ın işaret ettiği gibi, ne yazık ki fıkıhçılar önemli olan adalet şartını insanların vicdanlarına bırakarak sayıyı yasallaştırdılar .
Cinsel câzibenin ‘cinsel özgürlük’ adı altında hukuki
bir çerçevede olmaksızın serbest kullanımını (zina, fuhuş) meşru gören bir zihniyet, aynı zamanda onu soyarak da insan halinden çıkartıp tam bir ‘mal’ konumuna indirger
bir çerçevede olmaksızın serbest kullanımını (zina, fuhuş) meşru gören bir zihniyet, aynı zamanda onu soyarak da insan halinden çıkartıp tam bir ‘mal’ konumuna indirger
Bir kadın ister yüzüyle ister boynuyla, ister göğüsüyle, ister bacakları ile olsun fiziki çeki ciliğini, bir erkeği ödevlerini yapmaktan alıkoyacak şekilde ayartmak için kullanmamalıdır.
Örtünmenin yegane formunun peçe ve (kara) çarşaf olduğu iddiası, fitrî olan kadının cinsel cazibesinin lanetlenmesinin sembolik anlatımıdır. Bu zihniyet ise, Kur’an’a tamamen zıttır. Çünkü Kur’an, cinselliği lanetleme yerine olumlarken, bir taraftan örfe uygun olarak örtünmeyi emreder, diğer taraftan da cinslere irade eğitimini tavsiye eder
İslam düşüncesinin en acil sorunlarından biri, düşünce dediğimiz etkinliğin, bir yerde, birileri tarafından bir şey için, yani zaman-mekan koordinatlarında gerçekleştiğini görmek; sonra da ciddi bir faaliyet olarak şimdi, burada ve bizim için sürdürmektir
Allah’ın vahiy yoluyla tarihe her müdahalesi, özgür, önceden planlanmayan, dinamik bir müdahaledir. Ezelde biçilmiş bir ‘don’un çocuğa giydirilmesi(Ehli Sünnet İtikadı) değildir. Bu anlamda ‘Kelamullâh’da ‘kadîm’ değil, hadis bir sözdür. Rahmandan kendileri için yeni ortaya konmuş (muhdes) her öğütten ancak yüz çevirirler (26-Şuara/5).
Varoluştaki ilahi kader, bütünüyle dışarıdan ve önceden tayin edilmiş, dayatılmış bir zorunluluk değil: şeylerin ve insanın nisbi, özgür iç yetenekleridir
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
İlahi ilmi bir çeşit pasif ilmi külli olarak düşünmekle bir Yaradan’a varmak mümkün değildir. Eğer tarih önceden planlanan bir olaylar zincirinin üstüste ortaya çıkan resimler(i) olarak benimsenecek olursa, bizim için ne yenilik ne de değişiklik imkanı kalır
Düşünürken, konuşurken, sorun çözerken, asırlar atlıyoruz. Neyin sabit, değişmeden kalması gerektiği neyin devrini doldurduğu, dolayısıyla geçmesi gerektiğini kavrayamıyoruz. Suruş’un deyimiyle dinde ve düşüncede bizzat olan ile bilaraz olanı tefrik edememe sorunu var. Yarı rüya’ya benzer bir şey yaşıyoruz.
İslâm dünyasının bugün içinde bulunduğu ahlaki ve entelektüel geriliğin nedenlerini araştırmak isteyenler, bu coğrafyada yaşayan ‘Allah ve din’ imajlarını da sorgulamak zorundadır
Tasavvuf, neticede bireysel özgürlüğü yıkıp, erişilmez ilahi gücün her yerde varlığını doğrular. Bu durumda insan hiçbir şey yapmıyor, fakat herşeyi Allah yapıyor (ontolojik ve faşist bir içkinlik)
Tasavvufi ahlak çağımızın gerektirdiği gibi (veya Kur’an’ın gerektirdiği gibi) bir başkaldırma değil, tersine bir boyun eğme ahlakıdır
Gerçekten manevi olan bir yaşantı, kudret gerçeğini tanır, fakat kudreti bilgeliğin ve iyiliğin simgesi olarak asla yüceltmez, putlaştırmaz. Peygamber bu gerçeği güzel dille getirmiştir: Tanrı benim kudretim ve kuvvetimle değil, sesimle konuşuyor
Kur’an, istifçi ve sömürgen karakter yönelimini şiddetle reddederek, toplumsal yaşamın istenmeyen zorunluluklarından olan yoksullara karşı paylaşmacı (infak), her türlü zorbalığa ve ahlaksızlığa karşı etkin (cihad), ahlaki ve entelektüel anlamda üretici (tafakkuh, tefekkür, taakkul, tezekkür) bir karakter eğilimi öngörmektedir
İman, özgürlükten doğan bir sorumluluktur; ilk yarısı, Allah’a yönelmiş dikey bir sorumluluk, diğer yarısı insana yönelmiş yatay bir sorumluluktur.
İnsan aklı ve sağduyusu, ahlâkî doğrunun ne olduğunu anlayabilecek güçtedir ve insana vahiy gelmese de akıl, Tanrı’nın varlığına inanmayı, genel ahlaki doğruların yapılmasını insana vacip kılar. Vahiy bu gerçeği tekit eder (Mu’tezile).Maturidilerin kanaati ise, aklın ahlaki doğrunun ne olduğunu anlayabilecek güçtedir ve insan, Allah’ın varlığını ve genel ahlaki ilkeleri görme gücü olmasına rağmen, vucubiyet gücü yoktur. Vucubiyet vahiyden doğar
İnsan kendini yeterli gördüğü için azar
Dil bir bütün olarak hayata bir bakış ve hatta hayat tarzıdır. Hayatı belli bir biçimde yaşamanın dondurulmuş sembolüdür. Kelimeler, düşüncelerin ve ilişkilerin oturduğu evlerdir.
Elbette mutlak bir güce sahip, bu gücünü ahlakla (adalet, merhamet) sınırlamamış veya sınırlandırılmamış bir otoriteye (tanrı, devlet, lider) mutlak bir itaat, yani gönüllü, akli ve ahlaki olmayan bir itaat, insan için alabildiğine tehlikeli ve öldürücüdür. Çünkü güç, yararlı olduğu oranda potansiyel halde tehlikelidirde. Mutlak güç ise mutlak tehlikedir. İki kişi veya varlık arasındaki ilişki salt güce dayanıyorsa, güçlünün zayııi mahvetmesi kaçınılmazdır.
Öyleyse, iman eden kimse, fasık gibi olur mu?
Elbette bunlar bir olmaz
Kur’an’da bir davranışı ahlaki kılan şey, salt akli doğru bir kural olması ve başkalarına hizmet vermesi değil başta yapan kişiye (dünyada ve ahirette), ikinci olarak da insanlığın tümüne hizmet olduğu açıktır..
Kimler teslim olursa (Müslüman olursa), onlar doğru yolu aramışlardır (Cin-14). Bütün bu âyetlerde esleme fili, mutlak bir gücün, otoriter bir emrine irrasyonel ve ahlaki olmayan bir boyun eğmeyi değil; fiilleri, insan hakkında niyetleri kavranmış ahlâklı bir Tanrı’ya gönüllü bir yönelmeyi ifade etmektedir.
İnanma, kişinin minnettarlık (şükür) duygusunun bir neticesi olmalı
İnanma, şükretmek; inanmamak ise nankörlük etmek demektir: Biz size doğru yolu gösterdik. İnsan ya şükreder veya nankörlük
Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona kötülük ve iyiliğin ne olduğunu ilham edene and olsun ki, kendini arıtan kurtulmuş ve onu örtüp saklayan ise yıkıma uğramıştır
Kur’an bir dünya görüşü olarak hem evrensel ilkeleri içerir hem de oluştuğu toplumun hakikatlerini. O, bir varlık felsefesi olmaktan çok, bir eylem teorisidir. Allah, vahyinde kelâmında ve ilminde kendinden bahsederek teoloji değil; insanla konuşarak antropoloji yapıyor
Kur’an’ı doğru anlama yolu (yorum) metinden gerçeğe doğru inen bir yol değil; fakat gerçekten metne doğru çıkan bir yol olmak durumundadır. Zira vahyin (malzeme) kaynağı, kelama çağrıda bulunan gerçeğin (vakıa) bizzat kendisidir. Vahiy bu gerçeğin esaslarına göre şekillenmiştir
Birçok yasaklarla birlikte içki yasağını vahyin başlangıcından on-onbeş sene sonraya erteleyen ve Müslümanlanın manevi hayatlarını yükseltip tek ayetle ortadan kaldırma gücü varken üç ayet indirerek yasaklamaya çalışan Allah’ın güçsüzlüğünden bahsedilemez. Adına ister nesh denilsin, isterse tedric Allah’ın şartlara göre davranması (ayet indirmesi) onun insana, insanın doğasını, yapısını dikkate alarak davrandığının delilidir..
Kur’an’ın toplumsal alanla ilgili fiili yasamalarında her hangi bir değişmenin olamayacağına inanarak bu tür ayetleri evrensel okuyanlara şöyle bir soru sormak gerekiyor: Niçin mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur? Allah toplumsal değişmeyi bütün vahiy tarihi boyunca, hatta Kur’an indirilirken bile dikkate alırken; Kur’an’ı tamamlarken bu tutumundan vaz mı geçti? Yoksa toplumsal değişme mi durdu? Zemahşeri’nin dediği gibi tarih boyu toplumsal değişmeye bağlı olarak değişen maslahatları gerçekleştirmek için yeni hükümler ortaya koyan Allah, 7. miladi asırdaki bir toplu mun maslahatlarının kıyamete kadar bütün insanlar için değişmeyeceğine mi karar verdi?
Ey oğulcuğum, Allah’a eş koşma, doğrusu şirk bir zulümdür. Ey oğulcuğum işlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar. Doğrusu Allah Lâtifdir, haberdardır. Ey oğulcuğum, namazı kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle, başına gelene sabret, doğrusu bunlar azmedilmeğe değer işlerdir. Yeryüzünde tabi ol, sesini kıs, seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.
Şafii ve Ebu Hanife, kendilerinden önceki nesillerden gelen (sahabe, tâbiin) yorumları istedikleri gibi alıp, atıyorlardı. Fakat hicri IV. yüzyılın sonuna doğru ortodoksiler öyle kalın, su geçirmez duvarlar ördüler ki, bugün bu duvarlardan bir taş sökmek bile alabildiğine gümbürtü çıkarıyor. Zaman (tarih) şuuru eriyince özne ile nesne (kültür, yorum) birleşti. Yaşayan herkes, dini düşünce atmosferinde Şafii’yi, Gazzali’yi, Eş’ari’yi vs.,onların dediklerini soluyor
Hegel ilkel insanın doğa içine gömülü olduğunu ve kendini doğadan farklılaşmış ve kendi olarak henüz bulmadığını söyler.Tarih boyu peygamberler, bu majik zihneyeti yıkmaya çalıştılar. Fakat sanıldığı gibi majik zihniyet sadece ilkele has bir zihin yapısı (konitif süreç) değildir. Bu, başta da belirttiğimiz gibi insan zihninin ayrılmaz bir özelliğidir.
Ehl’ül Hadis taklidin temsilcisi iken, Ehl’ül Rey ibdanın temsilcidir
Gazzali’nin felsefeye vurduğu darbe ile birlikte, Mu’tezile’nin daha önce bilahare de Maturidilik ve Hanefiliğin lokalize olmasıyla dini düşünce Ehl-i Sünnet adı altında Gazzali’nin (Huccetu’l-İslām) sentezine indirgendi
İlahi Kelam(Kur’an) kadimleştirilince artık insaniliğini, makuliyetini, tarihiliğini, etkiliğini, canlılığını, kanlılığını atarak kutsallaştı. Arap yazı mının ibtidailiğinden ve lehçe farklılıklarından doğan okuyuş ihtilafları, yazım farklılıkları, kelime değişiklikleri Kıraat-i Seb’a hadisiyle ilahîleştirildi.Böylece ‘bir harfinin bile konteksinden açıkça anlaşılan La yemussuhu illa’l-mutahharun ayeti buradan koparılarak Kur’an’a giydirildi. Böy-
lece kutsallık söylemi en son sınırına vardırıldı. Artık Kur’an dinlenen’, nasları imal edilmek için tartışılan, temellendirilen, anlaşılan bir kitap değil; tapınma maksadıyla, sevap kazanmak için okunan’ bir kitaptır
lece kutsallık söylemi en son sınırına vardırıldı. Artık Kur’an dinlenen’, nasları imal edilmek için tartışılan, temellendirilen, anlaşılan bir kitap değil; tapınma maksadıyla, sevap kazanmak için okunan’ bir kitaptır
Şafii, Kur’an’ı arapça ile ontolojik anlamda iç içe sayarak bu dili kutsallaştırdı. Daha sonra hadisleri vahiyleştirerek hadisi ve sünneti kutsallaştırdı. İcmayı hadise dayandırdı. Artık beşeri plandaki geçmiş, şimdi ve gelecekteki bütün hakikat ontolojik olarak nasların altına çekilmiş oldu
Hz. Ömer’in, Hz.Peygamber’le uzun yıllar beraber olduğu halde çok az hadis rivayet etmesi; diğer taraftan Ebu Hureyre’nin Peygamberle birlikte çok az bir süre yaşamasına rağmen binlerce hadis rivayet etmesi, onların, dinin kaynakları hakkındaki epistemolojik kanaatlerinin yansımasıdır
Kur’an, müşriklerin Hz. Peygamber’den mucize talep etmelerini açıkça reddetmesine rağmen, Hz. Muhammed’i binlerce mucize içinde onun kişiliğini, kabiliyetlerini, cesaretini, kişisel başarılarını sıfıra indirerek mistifike eden, onun evrenin yaratılışının gai sabebi konumuna çıkarmak, kapalı kutsama faaliyetinin tarih içindeki tezahürleridir..!
Sakal-ı Şeriflerin Anadolu’da büyük bir ibadet şuuruyla camilerde Ramazan ayında görüşe açılması ve etrafında salavat getirilerek tavaf edilmesi (kutsanması) kutsallık anlayışına terstir
Her şeyin kutsallaştırılması, her şeyin profanlaştırılması, secularize edilmesi kadar tehlikelidir
Dileyin, size verilecektir.; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır, çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapıyı çalana açılır
Allah’ın ezeli misakı (ahdi) bütün insanlara şamil olarak Allah’ı bilmeye ve O’nu sevmeye dayanır
Hayaller (dogmalar) vardılar ve gerçek gibidirler, fiziksel şartlar kadar da tehlikelidirler
O Allah’tan başka taptıklarınız var ya, onların hepsi bir araya gelseler bir sinek dahi yaratamazlar
Netice itibariyle din ahlaktır : (Ey Resulüm) Şüphesiz Sen büyük, yüce bir ahlak üzerindesin..
İnsan ne kadar üretken olursa vicdanı o kadar güçlenir ve vicdanının gücü üreticiliğini arttırır. İnsanın yaşamdaki üreticiliği azaldıkça vicdanı da güçsüzleşir
Kendini kötülüklerden arındıran, temizleyen kurtuluşa ermiş onu kötülüklere daldıran da kaybetmiştir
Kur’an, inkârın en temel ahlâkî nedenini haksız yere kibirlenmek olarak görür
Kur’an sık sık; Hiç düşünmüyor musunuz? , Hiç akletmiyor musunuz? diyerek, insanın doğru düşünme ve bilgi elde etme zaafına serzenişte bulunmaktadır
Sevgi ile anlama arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Sevmek için anlamak, anlamak için sevmek şarttır
Teslimiyet, irade isteyen bir fiildir; Karşıtı ise direniştir ki bu da, irade ile ilgilidir
İman, bir çok kimsenin zannetiği gibi akıl, düşünce, bilgi temeli olmayan Allah’ın salt hidayetiyle gerçekleşen bir şey değildir. Bilakis o, insanın kalbinin hür bir kararıyla gerçekleşir. Bir haberin sorgusuz, sualsiz körü körüne kabul edilmesi değildir; zihnin ve iradenin canlı bir başarısıdır
Deveye bakmazlar mı nasıl yaratıldı? Göğe bakmazlar mı nasıl kaldırdı? Dağlara bakmazlar mı nasıl dikildi? Yer küre nasıl düzenlendiği..?
Kalp, içerik olarak hem ahlakidir, hem de bilgiseldir
Onların kalpleri vardır ama onlar gerçeği kavrayamazlar; gözleri vardır, lakin onlar görmezler; kulakları vardır, fakat onlar işitmezler. İşte onlar hayvan gibidir, hatta daha aşağıdırlar. Onlar gaflete düşenlerdir
Bizi insan kılan şey, bilgi aktlarımızla birlikte değerlilik yaşantılarımızdır. Bunlar felç olunca Kur’an böyle bir varlığı hayvandan daha aşağı bir varlık olarak niteliyor. Çünkü bunları kaybedince hayvanlar gibi yaşıyoruz .
İman, salt yüzme bilme tekniği değildir; bizzat nehre atlama cesaretidir; yüzme ise ameldir
Nesnesine gidilemez, ispat edilemez inanç bilgi değildir. İnanç nesnesini bilgilere dayanarak yaratır
Nübüvvet, siyasetin Peygamber eliyle yürütülmesinden başka nedir? İktisat ahlakın uzantısı değil mi?
Eleştiri, sorgulama, yenileme, yaratma cesareti yerine; edilgenliğin, kör inancın, dogmatizmin, bağnazlığın, din istismarının, dinin zorunlu özellikleri olduğunu doğmatik pozitivistlerden başka kim söylüyor?!
İbrahim, Musa, İsa, ve Muhammed(as) eleştiri geleneğinin en büyük ustaları değil mi?
Sekülarizm, gezegen çapında ve aynı zamanda ülkemizde, dini yalnızca insanların vicdanlarına, ölüm ve ölüm ötesine , cenazeye, kiliseye, havraya, camiye, namaza, kutsal(!) bir kaç geceye hapsetmiş bulunmaktadır
“Dindar” olmak, hayat sahnesinden çekilmek veya kişisel hiçbir yararı dokunmayacak işler yapmak değildir.” “Allah, insana diğer bütün varlıkların reddetikleri ‘emaneti’ verdi
Allah’tan başka kutsal olan yoktur. İslam O’nun dışındaki herşeyi kutsal değil, yaratılmış olarak görür