Haruki Murakami kitaplarından Sərhəddən Cənubda, Günəşdən Qərbdə kitap alıntıları sizlerle…
Sərhəddən Cənubda, Günəşdən Qərbdə Kitap Alıntıları
Her nereye gidersem gideyim karşımda hep kendimi buldum. Eksikler olduğu gibi kaldı. Aynı eksik parçalar asla doyuramayacağım bir açlıkla üstüme geliyordu. Galiba beni tanımlayan şeyler bu noksanlıkların ta kendisiydi.
Kendimi sürekli başka biri olmaya uğraşıyormuş gibi hissediyorum. Yeni bir yer bulmaya, yeni bir hayata başlamaya, yeni bir ben olmaya çalışıyorum sanki. Bu büyümenin bir parçası sanırım, aynı zamanda kendini yeniden keşfetme çabası.
Bir şey kötü gider ve bütün taşlar devrilir.
Kendinizi kurtarmanın hiçbir yolu yoktur.
Taki biri sizi çekip çıkarana kadar.
Kendinizi kurtarmanın hiçbir yolu yoktur.
Taki biri sizi çekip çıkarana kadar.
Sabah saat dörtte caddeler kirli ve salaş görünüyordu. Çürümüşlük ve uyumsuzluğun gölgesi her yerde kol geziyordu, ben de bunun bir parçasıydım. Duvarda alevlenen bir gölge gibi.“
İşler kötü gittikçe, gülümsemesi de büyüyordu aslında.Gülüşünü seviyordum.Beni yatıştırıyor, cesaretlendiriyordu.Her şey yoluna girecek,diyordu bana.Biraz daha bekle, her şey düzelecek.
İnsanlar bir bir kayıplara karışıyor. Bazı şeyler bıçakla kesilmiş gibi ortadan kayboluyor. Kalanlar yavaşça sisin içinde yok oluyor. Geriye sadece bir çöl kalıyor.
Məni kənardan baxıb görülən xarici gözəllik maraqlandırmırdı,məni daha dərində yatan,orijinal bir şey cəzb edirdi.Eynən bəzi insanların tufana və ya zəlzələyə qarşı gizli heyranlıq duyması kimi…
.
Beni hala sevdiğini düşünüyorum ama sana yetmediğim gerçeğinden kaçamayız.
Beni hala sevdiğini düşünüyorum ama sana yetmediğim gerçeğinden kaçamayız.
Bunun olacağını biliyordum. Bu yüzden seni aşık olduğun için suçlamıyorum.
Ağlayabilseydim, her şey daha kolay olabilirdi. İyi de, neye ağlayacaktım? Kimin için ağlayacaktım? Başkalarına ağlamak için çok bencildim, kendime ağlamak içinse çok yaşlı.
Geçmişte yaşadıklarımızdan hiç yara almadan böyle dertsiz tasasız yaşadığımı görürse nasıl hissederdi?
Bir sürü farklı yaşam şekilleri vardır. Ve farklı ölüm şekilleri. Ama sonunda geriye sadece bir çöl kalır.
Yağmurlu gecelerde nefes alamıyordum. Yağmur, zaman ile gerçekliği iç içe geçirmişti.
Gülüşünü seviyordum. Beni yatıştırıyor, cesaretlendiriyordu.
.
Uzun bir süre kalbimde özel bir yere sahipti.
Uzun bir süre kalbimde özel bir yere sahipti.
Bu özel yeri bir restoranda sessiz bir köşe masasındaki Ayrıldı işareti gibi sadece onun için tuttum.
Onu bir daha asla görmeyeceğimden emin olmama rağmen.
“Bir dəfə bəhanə tapmağa başladınsa, ömrünün axırına qədər o cür davam edəcəksən, – demişdi – Mən elə yaşaya bilmərəm.”
Bəlkə birgün yenə üzə çıxacaqdı, amma eləcə oturub ümidlərimi, arzularımı qeyri-müəyyən vədlərdən aslı hala sala bilməzdim.
Gecəni gündüzə bağlayan vaxt aralığı çox gec və qaranlıq keçirdi. Əgər ağlaya bilsəydim, hər şey daha asan olardı. Amma nəyə ağlamalı idim? Kim üçün ağlamalı idim? …… yaşım o yaş deyildi deyə özüm üçün də ağlaya bilmirdim
Konuştukça ne kadar çok ortak noktamız olduğunu fark ediyorduk: kitaplara ve müziğe düşkündük, kedileri hiç saymıyorum bile.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Geriye döndüremeyeceğin bazı şeyler vardır. Sadece ileriye doğru gidebilirsin.”
İnsanlar ətrafımda olarkən özümə lazım olan yalnızlığı hiss edə bilmirdim.
.
Hep aşka aç kaldım. Sadece bir kez, karnımı doyurmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek istedim daha fazla dayanamayacağım kadar çok sevgiyle beslenmek. Sadece bir kere
Hep aşka aç kaldım. Sadece bir kez, karnımı doyurmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek istedim daha fazla dayanamayacağım kadar çok sevgiyle beslenmek. Sadece bir kere
.
Nereye gidersem gideyim, yine de ben oluyorum. Eksik olan asla değişmez. Manzara değişebilir, ama ben hala aynı tamamlanmamış insanım.
Nereye gidersem gideyim, yine de ben oluyorum. Eksik olan asla değişmez. Manzara değişebilir, ama ben hala aynı tamamlanmamış insanım.
Aynı eksik unsurlar, asla tatmin edemediğim bir açlıkla bana işkence ediyor. Sanırım bu eksikliğin kendisi, kendimi tanımlamaya geleceğim kadar yakın.
Bir şey kötü gider ve bütün taşlar devrilir. Kendinizi kurtarmanın hicbir yolu yoktur. Ta ki biri sizi çekip çıkarana kadar.
İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Ve sonra içinde bir şeyler ölüyor.”
“Nasıl yani?”
Başını salladı. “Bilmiyorum. Bir şeyler. Her gün güneşin doğuşunu, sonra da batışını izliyorsun ve içinde bir şey yitip gidiyor. Sabanını bir kenara atıp kafan boş bir şekilde batıya doğru yürümeye başlıyorsun. Güneşin batısındaki bir yerlere doğru. Takıntılı biri gibi ara vermeden, yemeden, içmeden yere yığılıp ölene kadar yürümeye devam ediyorsun. İşte bunun adı Sibirya Histerisi.
“Nasıl yani?”
Başını salladı. “Bilmiyorum. Bir şeyler. Her gün güneşin doğuşunu, sonra da batışını izliyorsun ve içinde bir şey yitip gidiyor. Sabanını bir kenara atıp kafan boş bir şekilde batıya doğru yürümeye başlıyorsun. Güneşin batısındaki bir yerlere doğru. Takıntılı biri gibi ara vermeden, yemeden, içmeden yere yığılıp ölene kadar yürümeye devam ediyorsun. İşte bunun adı Sibirya Histerisi.
Ağlayabilseydim, her şey daha kolay olabilirdi. İyi de, neye ağlayacaktım? Kimin için ağlayacaktım? Başkalarına ağlamak için çok bencildim, kendime ağlamak içinse çok yaşlı.
Insan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Bir odadan havanın yavaşça çekilmesi gibi içimdeki yaşama isteği usulca çekiliyordu.
Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe -alternatif gerçeklik diyelim- güveniriz.
Bir şeyler olmak zorundaydı, buna emindim. Böyle son bulamazdı.
asıl acı olan şey, geri dönemeyeceğimiz gerçeği. Bir kez ilerlemeye başladın mı, ne yaparsan yap gittiğin yoldan geri dönemiyorsun. En ufak bir sapma her şeyi sonsuza dek değiştiriyor.
Düşünmek durumunda kaldığım tek şey nasıl para harcayacağım oluyor, nasıl kazanacağım değil.
O iş tam bir ömür törpüsüydü. Hayal gücüne zerre kadar yer yoktu. Canımdan bezdirmişti resmen. Artık işe gitmeye dayanamıyordum. Boğuluyor gibi hissediyordum, her geçen gün biraz daha batıyormuşum ve bir gün tamamen yok olacakmışım gibi.
Kasabamızın nasıl değiştiği, okuldan arkadaşların şu an nerelerde oldukları. Umurumdaydı sanki.
Başarılı olmak için şansa ve zekaya ihtiyaç vardır. Bunlar temel kurallar. Ama yetmez. Sermaye lazım. Yeterli sermaye yoksa elin kolun bağlanır. Ama her şeyin ötesinde, ustalık gerek. Ustalık yoksa diğer bütün şeylerle hiçbir yere varamazsın.
Tekrar tekrar aynı hatayı yaptım, başkalarını kırdım, karşılığında da kendim kırıldım.
Birini asla isteyerek incitmedim fakat iyi niyetlerle yola çıksam da koşullar gerektirdiğinde tamamen benmerkezci, hatta acımasız biri olabiliyordum. Birkaç akla yatkın bahaneyi kullanarak sevdiğim bir insana düzelmeyecek zararlar verebilen türden biriydim.
İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Ona göre kardeşleri, bir daha asla görmeyecek olsa da dert etmeyeceği bir çift geri zekalıydı.
Etrafımdaki kimsenin bilmediği bir dünya bulmuştum -sadece benim girmeme izin verilen gizli bir bahçe. Başka bir boyuta geçiş yapmış, yükselmiştim.
Yaşadığım dünyada, tek çocukların aileleri tarafından şımartıldığı, zayıf ve bencil oldukları düşüncesi kabul görüyordu.
Sen de bilirsin ki bazı duygular bizimle kaldıkları için acı verirler.
O zamanlar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu. ????
İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Her nereye gidersem gideyim karşımda hep kendimi buldum. Eksikler olduğu gibi kaldı. Aynı eksik parçalar asla doyuramayacağım bir açlıkla üstüme geliyordu. Galiba beni tanımlayan şeyler bu noksanlıkların ta kendisiydi.
Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe –alternatif gerçeklik diyelim– güveniriz. Belli bir şekilde algıladığımız olaylar ne dereceye kadar göründükleri gibidir ve bu olaylar ne dereceye kadar biz onları öyle adlandırdığımız için öyledir bilmek mümkün değildir. Bu nedenle gerçekliğe gerçeklik diyebilmek için başka bir gerçekliğe gereksinim duyarız. Ama bu başka gerçeklik temel olarak üçüncü bir gerçekliğe ihtiyaç duyar. Bilincimizin sınırları içinde sonsuz bir zincir yaratılır ve gerçekten burada olduğumuz duygusunu veren, var olduğumuzu söyleyen zincir buradan beslenir. Fakat bu zinciri koparacak bir şeyler olur ve zarar görürüz. Gerçek nedir? Zincirin kopan tarafının burasındaki mi? Ya da orada, diğer tarafındaki mi?
Hacime, fotoğraflara bakarak hiçbir şey söyleyemezsin. Onlar sadece birer gölge. Gerçek ben çok daha farklı. Bir fotoğraftan anlaşılamaz.”
Bunu daha önce gördüm; çok uzun sürmez. Etraftaki gördüğümüz her şey kaybolacak ama belli duygular sonsuza dek içimizde kalır.”
“Fakat Hacime, sen de bilirsin ki bazı duygular bizimle kaldıkları için acı verirler. Sence de öyle değil mi?”
Vaatler –böyle belirsiz olanları dahi– insanın aklına takılıp kalır.
Gerçek dünya ile düşler dünyasını birbirinden ayıran çizgi benim için daima belirsiz olmuştur
Manzaradaki ufak bir değişiklik zamanın ve duyguların akışında güçlü geçişler yaratabilirdi
O zamanlar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Bu hayatımın ikinci kısmı, kişisel gelişimimde attığım bir adımdı –farklı olma fikrini bırakıp normalleşmeye çalışmak. Problemlerim olmadı değil. Hangi on altılığın olmaz ki? Yavaş yavaş ben dünyaya, dünya da bana yakınlaşıyordu.
Büyüme sürecinden çok yaşadığım değişimi izlemekten hoşlanıyordum. Yeni bir ben olabilirdim.
Müzik tek başına harikaydı. İlk seferde bana abartılı, yapay hatta anlaşılmaz gelmişti. Yavaş yavaş, tekrar tekrar dinledikçe, beynimde belli belirsiz bir imge oluşmuştu –anlamlı bir imge. Gözlerimi kapatıp konsantre olduğumda, müzik bir dizi girdaba dönüşüyordu sanki. Bir girdap oluşuyor, onun içinden bir diğeri şekilleniyordu. Ve ikinci girdap bir üçüncüsüyle birleşiyordu. Bu girdaplar, şimdi anlıyorum, kavramsal, soyut şeylerdi.
“Asıl acı olan şey, geri dönemeyeceğimiz gerçeği. Bir kez ilerlemeye başladın mı, ne yaparsan yap gittiğin yoldan geri dönemiyorsun. En ufak bir sapma her şeyi sonsuza dek değiştiriyor.”
“Hacime, fotoğraflara bakarak hiçbir şey söyleyemezsin. Onlar sadece birer gölge. Gerçek ben çok daha farklı. Bir fotoğraftan anlaşılamaz.”
İlkokulda Yaşayan Çöl’ü izlemiş miydin? Disney filmi?
“Evet” diye yanıtladım.
“Dünyamız tıpkı onun gibi. Yağmur yağar ve çiçekler açar. Yağmur yoksa kururlar. Kertenkeleler böcekleri yer, kuşlar da kertenkeleleri. Ama sonunda hepsi ölür. Ölürler ve toprağa karışırlar. Bir nesil yok olur diğeri devralır. Düzen böyledir. Bir sürü farklı yaşam şekilleri. Ve farklı ölüm şekilleri. Nihayetinde hiçbir şeyi değiştiremezler. Geriye sadece bir çöl kalır.”
“Evet” diye yanıtladım.
“Dünyamız tıpkı onun gibi. Yağmur yağar ve çiçekler açar. Yağmur yoksa kururlar. Kertenkeleler böcekleri yer, kuşlar da kertenkeleleri. Ama sonunda hepsi ölür. Ölürler ve toprağa karışırlar. Bir nesil yok olur diğeri devralır. Düzen böyledir. Bir sürü farklı yaşam şekilleri. Ve farklı ölüm şekilleri. Nihayetinde hiçbir şeyi değiştiremezler. Geriye sadece bir çöl kalır.”
Yarın sabah gözlerimi açtığımda bütün sorunların hallolduğu yeni bir dünya istiyorum.
Hayattan ne istediğime dair zerre kadar fikrim yoktu.
İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Bu dünyada, değiştirilebilen ve değiştirilemeyen bazı şeyler var. Ve geçen zaman geri döndürülemez. Bugüne kadar geldiysek, geriye dönemeyiz.
Saklambaç oynayan bir çocuk gibi, çok derinlere saklanmış ama bulunmayı umuyordu.
Yarın sabah gözlerimi açtığımda bütün sorunların hallolduğu yeni bir dünya istiyordum.
Gelecekteki ben, yaşlanmış..
“Seni gördüğüme, fotoğraftan bile olsa sevinmiştim.”
Okumak bir tür bağımlılık gibiydi; yemek yerken, trende, geç saatlere kadar yatakta ve derste kitap okuyordum.
İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
Çürümüşlük ve uyumsuzluğun gölgesi her yerde kol geziyordu , bende bunun bir parçasıydım.
Beş para etmeyen romanları okuyunca boşa vakit harcadığımı hissediyorum. Her zaman böyle değildim aslında. Önceleri bol bol zamanım vardı, işe yaramadığını düşündüğüm romanları bana bir şeyler katar diye okurdum yine de. Şimdi daha farklı. Yaşlanıyorum galiba
“Yatırım özel bir ustalık gerektirir. Bir şirkette yüzyıl çalışabilir ve asla bu kadar para kazanamayabilirsin. Başarılı olmak için şansa ve zekâya ihtiyaç vardır. Bunlar temel kurallar. Ama yetmez. Sermaye lazım. Yeterli sermaye yoksa elin kolun bağlanır. Ama her şeyin ötesinde, ustalık gerek. Ustalık yoksa diğer bütün şeylerle hiçbir yere varamazsın.”
O zamanlar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.
“Bu dünyada, değiştirilebilen ve değiştirilemeyen bazı şeyler var. Ve geçen zaman geri döndürülemez. Bugüne kadar geldiysek, geriye dönemeyiz.
Tek çocuksun, öyle mi? Şımarık, zayıf ve bencilsindir sen. Refleks olarak verilen bu tepki beni üzüyor ve yaralıyordu. Fakat beni daha çok üzen ve yaralayan aslında başka bir şeydi: hakkımda düşündükleri her şeyin doğru olması.