Zülfü Livaneli kitaplarından Rüzgarlar Hep Gençtir kitap alıntıları sizlerle…
Rüzgarlar Hep Gençtir Kitap Alıntıları
Bir insanı sevmekle başlar her şey
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak.
Bir gün
Çok bunalırsan
Denizin dibinde
Yosunlara takılmış gibi
Soluksuz
Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
Gökyüzü senindir
Gökyüzü herkesindir
Belki paramız yoktu ama mutluyduk.
Unutmayın,dünyayı güzellik kurtaracak.
Uzaktan seyrettiğiniz ülkeniz dünü ve yarınıyla var olur kafanızda. Oysa o sırada ülkede yaşamakta olan insanlar için en önemli boyut bugündür.
Her şeye rağmen, güzel ve anlamlı bir hayattı benimkisi
Çocukluğumdan beri insanların gecenin belli bir saatinde zihinlerini kilitleyip uyku durumuna geçmelerini anlayamadığımı itiraf etmeliyim. Hani yastığa iki santim kala uyuyan kişiler vardır ya, bu iş bana küçük bir mucize gibi gelir. İnsan bin bir düşünce ve hayalle yatağa girip de bütün bunları nasıl bir şalterle kapatabilir?
Sanatta ve yaşamda alçakgönüllülük kadar büyük bir erdem yok!
2002 yılında milletvekili seçildiğim zaman ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaportunu verdiler.
Galiba benim hayat maceramı en iyi özetleyen durum, pasaportlarımin hikâyesi.
Müzik benim için o zamanlar sadece , bana mutluluk veren bir araçtı.
Tam bu sırada yaşamımız bir haberle renklendi: Bir bebek geliyordu.
Üzerimdeki kültürel etkilerin çeşitliliği bu kadarla da kalmadı.
Işte bu iki şarkıyla çıktığım müzik yolculuğum, hem Anadolu âşık geleneğiyle, hem de blues’la uğraşmaya başlayınca büyük bir sevdaya dönüştü.
Babam , sazın Anadolu’nun eski bir çalgısı olduğunu, iyi çalanın elinde çok güzel sesler verdiğini, kolejde okuyan bir çocuğun ömrü boyunca ihtiyacı olan Anadolu halkıyla ilişkisini kuracağını anlattı.
Sonra her şey normale döndü. Ben hızlı bir ders çalışma dönemine girdim, geceyi gündüze katarak sınıfı geçtim .
Babam göz ucuyla bana baktı, anneme dönerek, Şükriye , bir tabak daha koy, dedi.
Eve gittik. Salona girdiğinizde annem , babam ve üç kardeşim sofra başında oturuyordu. Yemeğe başlamak üzerelerdi.
Büyük filozof Erasmus, Gerçek bilgi okuldan değil, kitaptan edinilir, diyordu.
Tıpkı onun gibi belki bin kere balığı kaçırdım ama bin birinci kez oltayı denize atmaya hazırdım.
Hayalleriniz, onları unutmazsanız mutlaka bir gün gerçekleşir.
Koskoca adamların bu davranışında hem komik, hem de hüzünlü bir yan vardı.
Daha dikkatli olmalıydık. Kutsal adalet mensuplarının ismini zedelememeliydik.
Şimdi düşünüyorum da , beni ben yapmada eşsiz önemi olan saz ve müzik sevgisi babamın bana verdiği en büyük hediyeydi.
Bu arada dedelerle ilgili en ilginç olay da ölüm tarihleridir. Bana ve kardeşime, daha sağlıklarında iki dedemizin isimleri verilmiştir.
Ahmet Muhtar Paşa’nin tavsiyesi üzerine Ömer görevine devam etmektedir. Erzurum’daki Rus ordusunun merkez komutanı halka zulmetmekte ve bir ışgal ordusu komutanı olarak Erzurumlulari ezmektedir.
93 Harbi’nin efsane komutanı Ahmet Muhtar Paşa, Ömer’i yanına alır, özel muhafızı yapar. Çarpışmalar sürüp gider ve kış bastırınca mütareke yapılır. Erzurum, Rus ordusunun işgali altındadır. Bu arada Ahmet Muhtar Paşa, Batı’ya tayin edilmiş, yerine başka bir paşa gelmiştir.
Otel bilinmediği için herkes aynı eve sigisir, lokanta akla gelmediği için bütün aile aynı sofrada yemek yerdi. Yine de bugünkünden çok daha fazla gulundugunu, konuşulduğunu, eglenildigini hatırlıyorum.
Umarım bu hikayem size ilham verir ve dünyayı güzelleştiren, sanatla dolu bir hayatınız olur.
Hatıralarımı derlerken bu sefer, daha çok mutlu anları düşündüm; dostluklar , dayanışmalar, ortak hayaller , gümbür gümbür patlayan kahkahalar, sevdayla dokunan anlar aklıma geldi.
Sevdalim Hayat kitabımda yer alan anılarımı siz genç yürekler için gözden geçirirken, yaşamımın pek çok tohuma, çiçeğe, ağaca ulaşmamı sağlayan bir rüzgâra benzediğini fark ettim.
Sevdanız ve kavganız olmalı hayatla .
bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak .
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Hava ,martılar , ışıklı şehir
Sarhoş ediyor beni yosun kokusu
Hilesiz kucaklamak istiyorum
Dünyayı , şehri ve seni
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey .
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak.
Okullardaki tek boyutlu insan yetiştirme programı ,hayatı anlamayan , değişik disiplinleri kavramadan , vida gibi hep aynı noktada dönüp duran bireyler yaratıyor . Okul eğitimini , değerli kitaplar okuyarak tamamlamak gerekiyor .
Bir gün çok bunalirsan
Denizin dibinde
Yosunlara takılmış gibi
Soluksuz
Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
Gökyüzü senindir
Gökyüzü herkesindir.
Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım
Ah yalnızlıklarım
Gel artık uslandır beni
Unutmayın, dünyayı güzellik kurtaracak.
Sevdanız ve kavganız olmalı hayatla
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak
Hiçbir ideoloji, bir toplumda mevcut olan ilkelik ve şiddeti ortadan kaldıramazdı
GÖKYÜZÜ HERKESİNDİR
Bir gün
Çok bunalırsan
Denizin dibinde
Soluksuz
Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
Gökyüzü senindir
Gökyüzü herkesindir
Okullardaki tek boyutlu insan yetiştirme programı, hayatı anlamayan, değişik disiplinleri kavramadan, vida gibi hep aynı noktada dönüp duran biriyler yaratıyor.
Bir gün
Çok bunalırsan
Denizin dibinde
Yosunlara takılmış gibi
Soluksuz
Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
Gökyüzü senindir
Gökyüzü herkesindir
Şöhret ve mutluluğun ateş ile kar gibi olduğunu öğrendim. Biri ötekini azaltıyor ya da yok ediyor.
Hayatta bunlarla ölçülebilecek bir zevk olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden yaşadığım tek ömür içinde her şeyi deneme hakkını kendimde gördüm, hâlâ da görüyorum. Elbette bunları beğenen de olacak, beğenmeyen de.
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de
Sanatta ve yaşamda alçakgönüllülük kadar büyük bir erdem yok!
Siz boş bir kâğıtla ya da notalarla baş başa kalırsınız. Yetenekli olup olmadığınızı bile kavrayamaz-sınız. Bazen bir başyapıt yarattığınıza inanırsınız, bir sonraki an beş para etmez bir iş çıkardığınıza. Gelecek ise geçmiş gibi loş bir galeri değil, hiçbir şeyi göremediğiniz kopkoyu bir karanlıktır.
O üzüntü birden gelir
Yağmurlu havalarda
Yeniden kurarım dünyayı ben
Kederlerle
Kimseler aşık değil mi bu şehirde
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
Hegel ve Marx’m kitaplarıyla doldurdum. Bizim kuşak için aydınlanma 1960’larda başlamış ve 27 Mayıs askeri darbesi entelektüel tarihimizin miladı olmuştu
Teknolojik gelişmelerin, hukuk üstyapısını değiştirdiğini kanıtlayan daha güzel bir örnek bulunamazdı. Plehanov’un kitabından okuduğum her satır, yüzyılımızı heyecana boğmuş olan büyük Marksizm fırtınasına doğru çekiyordu beni. Dayanılmaz bir etkiydi. Gözlerimin önündeki gündelik dünya birdenbire anlam değiştirmişti. Artık varoluşçulukta olduğu gibi dünyayı ve varlığı yorumlama çabası, yerini yepyeni bir kavrama bırakmıştı: Dünyayı değiştirmek.
İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. “Eğer insanların kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek var?” sorusu soruluyordu. O zaman insanların işlediği günahın da, sevabın da sorumluluğu Allah’a ait değil miydi? Bu soru beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem varoluşçuluk felsefesinin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.
Jean-Paul Sartre adı ve Bulantı başlığı vardı.
O kitaptan sonra, yaşamımın başka bir dönemi başladı.
Luis’in bakış açısına göre normal bir çocukluk geçiremeyen, kendilerini diğer çocuklardan ayrı gören insanlarda, gerçek benlik ile ideal benlik arasında birtakım çatışmalar gelişiyordu. Bu iç çatışmalar, bir süre sonra onları sanat yapmaya itiyordu. Luis’in sorusu hepimizi çocukluk yıllarımıza götürmüş, eski anılarımızı avlar olmuştuk.
Hayatım boyunca, beni arkadaşlarımdan ayıran öyle çok şey olmuştu ki, bu soru sorulana kadar, bu durum bana doğal gelmişti. Hiçbir sporu ya da oyunu onlar gibi kendimi kaptırarak oynamamıştım. O delice coşkularına gıpta etmiştim her zaman ama becerememiştim. Çoğu zaman onları taklit ediyor, kısa cümlelerle, bıçkın ve aldırmaz tavırlarla konuşmak istiyordum ama üzerimden akıyordu. Uzun cümlelerle, ayrıntılar üzerinde durarak konuşma alışkanlığım vardı. Beceremediğim bir başka konu da argoydu. Doğru dürüst küfredemi-yordum. Okul yıllarım boyunca çocuk itiş kakışları dışında hiç dövüşmemiştim. “Ayrı olma” durumu öylesine bildik bir duyguydu ki, üzerinde düşünmemiştim bile.
Duvarları kuşatın da Tutuklayın hepsini Ne böyle gurbet olsun Ne böyle ayrılıklar
Kaldırın duvarları Yıkın gitsin hepsini Ne böyle zulüm olsun Ne de böyle şarkılar
Duvarları devirin de Kül edin betonları Ne böyle sınır olsun Ne böyle düşmanlıklar
Kaldırın duvarları Yıkın gitsin hepsini Ne böyle zulüm olsun Ne de böyle şarkılar
Zülfü Livaneli
Gerçek kültür ortamı ve bilgi okul dışındaydı. Değişik diller öğrenmek istiyordum, okul bunu vermiyordu. Okul, Türkiye’deki diploma koşullanması içinde, geçilmesi gereken bir köprü olarak algılanıyordu.
Büyük filozof Erasmus, “Gerçek bilgi okuldan değil, kitaptan edinilir,” diyordu.
Albert Camus, Andre Malraux gibi filozof yazarlar; Yves Montand, Jacques Brel gibi kültürlü müzikçiler okulu reddetmişlerdi.
“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey, dünyayı güzellik kurtaracak”
Jack London kendi kendini yetiştirmiş bir gemiciydi. Bu serüveni anlattığı Martin Eden adlı romanı başucu kitaplarımdan biriydi.
Hemingway’in bütün kitaplarını ezbere bilirdim ama İhtiyar Adam ve Deniz’ın yeri başkaydı. Talihsiz bir hastalığa yakalanmışçasma, o dev kılıçbalığım yakalamaya çalışan ihtiyarı tanıyormuş gibiydim. Karayip Denizi’nin tuzunu cildimde duyuyordum. Ringa balığının ekşi lezzeti dilimi buruyordu
Ben ameliyat sırasında çok rahattım. Çünkü iki gün önce okuduğum kitapta cesur şövalye Pardayan, kılıç yarasının acısına hiç aldırmıyordu. O bütün acılara nasıl kahramanca göğüs germişse, ben de dayanacak ve sesimi çıkarmayacaktım. Ameliyat sonunda doktor hayretle yüzüme baktı ve “Bravo oğlum!” dedi. “Ne cesur çocukmuşsun!” Kitaplar yoluyla uygulanan anesteziden haberi yoktu.
Hayalleriniz, onları unutmazsanız mutlaka bir gün gerçekleşir.
Hemingway bana bir özgürlük duygusu ve ilham veriyordu. Bir adam düşünün ki, hem gazeteci hem yazar, hem balıkçı hem ambulans şoförü hem de asker olsun. Binlerce sayfa yazmış, dünyayı gezmiş,
savaşlar ve çılgın eğlenceler görmüş, yüzlerce kez ölümden dönmüş. Önümdeki uçsuz bucaksız ömrü onun gibi yaşamak istediğimi hissediyordum. Normal ve herkesinkine benzeyen bir yaşam sürmeyecektim, adım gibi biliyordum bunu.