Ferhan Şensoy kitaplarından Rum Memet kitap alıntıları sizlerle…
Rum Memet Kitap Alıntıları
hiçbir komünist partiye üye olmadığına veya hiçbir komünist hareketin içinde bulunmadığına dair, Kur’an’a el basılmış imam tasdikli yazılı yemin
Kavunun kokusu genzimi sarmışken pat bir fırt rakı atıyorum, anason kokusu bir kavun bulutundan süzülerek iniyor gırtlağıma.
Belleğimin coğrafyası karmakarışıktı.
Gülümseyerek baktı bana. Gülümsemenin ortasında dediğimden bir şey anlamamanın tedirginliği kanat çırpıyordu. Birden kuşlar geçti parmaklarımın arasından, onun parmaklarının arasından da geçmiş olmalı ki o hınzır kuşlar, eşzamanlı ellerimizi oğuşturduk. Kuşlara bir an için ödünç verdim ruhumu, uçup duruyor, ben ruhsuz olarak kuşlara bakıyorum, onları izlemek de az yorucu değil. Kuşlar nasıl yorulmuyor kanat çırpmaktan, o da anlaşılır gibi değil. Bir devingenlik egemen. Yani kimse egemen değil olaya.
Çok emekle ulaşılıyor kusursuz işlere.
Arabanın freni olmaması salak bir durum. Nasıl durulacak? Her kırmızı ışıkta durulacak diye bir şey yok tabii de, ama ille durulması gereken bir durum olduğunda, n’apılacak? Pek o durumda kalmamaya bakmak lazım. Benzin bitince, ister istemez durur zaten. Nerde durursa, orda inersin.
Yolun nesini inceleyeceksin zaten, öndekinin peşinden gideceksin işte, herkes aynı yere gidiyor.
Manyak bir yer bu Akşehir, buradan bir Nasrettin Hoca çıkmaması, çok şaşırtıcı olurdu!
Kavunun kokusu genzimi sarmışken pat bir fırt rakı atıyorum, anason kokusu bir kavun bulutundan süzülerek iniyor gırtlağıma.
Çok korktuğun durumlarda hiç korkmuyormuş gibi yapacaksın. Hiç aklına getirmeyeceksin korkuyu, o zaman, o kadar çok korkmuyorsun.
Yalnız yaşamanın güzel tarafları var elbette ve fakat belirli bir suskunluğu ve konuşma gereksinimini de beraberinde getiriyor. Yoksa durup dururken, kavunla ya da rakı bardağıyla konuşmanın ne alemi var? Üstelik yanıt vermiyorlar. Yalnızlık hem çok güzel, hem de bir hastalık.
Zaten kimse okumak için kitap almıyor, kitapçı gezmek, kitap kurcalamak, kitap alırken görülmek, o kitabı herkese göstererek, bakın ben kitap aldım tavrıyla geze geze eve getirmek, evde bir kenara atmak, ilerleyen zaman içinde kitaplık zengin dursun diye başka bir kitabın yanına yerleştirmek, çok yapılan şeylerden. Kitabı okumak, ağır iş.
Zaten kimse okumak için kitap almıyor, kitapçı gezmek, kitap kurcalamak, kitap alırken görülmek, o kitabı herkese göstererek, bakın ben kitap aldım tavrıyla geze geze eve getirmek, evde bir kenara atmak, ilerleyen zaman içinde kitaplık zengin dursun diye başka bir kitabın yanına yerleştirmek, çok yapılan şeylerden. Kitabı okumak, ağır iş.
Çok uzun, bitmek tükenmek bilmeyen cümlelerle yazmak çok moda. Ve o cümle ne denli karmaşık, ne denli anlaşılmazsa o kadar makbul oluyor, yazar da zorlanıyordur bu upuzun cümleyi kurmak için. Bu kafa bulandırıcı üslup ikidebir geri dönüp cümlenin başını hatırlamaya zorluyor bizi.
Eskiden saat olmadığı için, iftarda top atılıyor, sahurda ramazan davulu çalınıyormuş, çalar saatin bulunuşundan sonra da uygulamanın sürmesi, enayice. Her ne batın ağrısıysa, her an bomba patlayacak diye yaşanamaz ki.
-Beş dakika içinde iki şişe şarap ve peynir burada olmazsa, seni öldürürüm!
demesi üzerine de, asabım epey dingildiyor.
-En iyisi, ben bu kızın yüzüne kezzap atiiim!
Çocuk ondan ayrılmayı hiç düşünmüyorken, kızın birdenbire ayrılmak istemesi durumunda, çocuğun onu hemen üç kurşunla vurması gerekirdi.
Galiba söylediğinden çok duyduğunu kaydediyor beyin. Çünkü söylerken pek o kadar dinlemiyoruz kendimizi.
Hangi doktora gideceğini kestiremediğin zaman, bir eczacıya danışmak en doğrusu.
İnsanoğlunu sokmak, ona sıtma ve beşbenzemezi hastalıklar zerketmekten, yazın gece uykularımızı bölmek, parçalamak ve uykunun içine etmekten başka ne işe yarıyor yani bu sivini sevdiğimin, kıl testere ruhlu sineği?
Yasak denilince tahrik olunuyor. Okulda içilmesi yasak olduğu için başlamadık mı hepimiz sigaraya?
Şunun şurasında ne kaldı ki mezara? İnsan hayatının böyle bir sebze gibi yaşanması çok saçma.
Ülkede bu kadar insan çalışma sevdasıyla harıl harıl işe gidiyor olamaz. Ortada o denli iş yok ki! Kim bunlar?
Gereksizce sokağa fırlayan insan sayısı çok fazla. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor. Asıl sorun bu zaten. Kimin, kaçta sokağa çıkacağının da bir yönetmelikle belirlenmesi ve bu tiplere öğretilmesi şart.
Utangaç bir güneş bulutların arkasına saklanmıştı. Bulutlar kendi aralarında bir şeyler konuşmaktaydılar. Uğultulu bir rüzgar darmaduman etti bulutları, son buldu bulutların dedikodusu. Güneş de öyle cascavlak ortada kaldı.
Aynaya bu denli tutsak olunca, burnunuzu da beğenmeyebilirsiniz
eski köpekler çok iyi rakı ve acayip sigara içerlerdi. İçmeyene zorla içirirdi Memduh ağbi. Şimdi köpekler yeşilaycı ve korkunç.
Bizde herkes meraklıdır filmde oynamaya. Herkes doğuştan oyuncudur zaten.
İçine kül karışmış un gibi, dök beni çöpe duygusu veriyor, artık bana İstanbul.
Eğer size bir otelde böyle bir söz edilirse, otelin dolu olduğundan değil, otelci tarafından tipinizin beğenilmediğindendir. Her nedense kolay kolay adam beğenmez otelci, oda anahtarını size uzatana kadar kılı kırk yarar, bin dereden şu taşımacılığında bulunur, bu çalışmalar sırasında kendisi de helak olur, ama bir türlü bu pis huyundan vazgeçmez. Bu yüzden zaman zaman dayak yemiş olması bile onu değiştiremez, otelci kıl bir heriftir.
bu kadar çok milletvekili, bu kadar çok bakan gerekmiyor. Bakan sayısının giderek çoğalması, onların da nereye bakacaklarını tam şavullayamamasına ve gereksiz sayıda makam arabasına sebebiyet veriyor.
Bu iş bu hükümetle yürümez,
sifonu beyin çekiyor. Beyin varken sifonu çekmeyi de ben düşünecek değilim ya! Genelde beyincik çekip çeviriyor beni.
Hiç de hoş bir şey değil bu bilinmeze doğru kayış!
Yarın güneş doğacak, tek bildiğimiz bu. Oysa ne çok şey bildiğimizi sanıyoruz. Kulaktan değil de, rahimden doğduğumuz için.
Kendimle başkalarıyla anlaştığımdan çok daha iyi anlaşıyorum. Kendi düşüncelerime saygı duyarım ben.
21. yüzyılda evlerin kapısı olmayacak zaten. Eve nerden girip çıkacağını sen belirleyeceksin.
Her evin kapısından girer girmez hissettiğiniz kendine özgü bir kokusu vardır. O evde bulunduğunuz sürece size de siner.
Herkes aptal olsaydı belki çok daha huzurlu olacaktı herşey, yalnızca kimilerinin aptal olması dengeyi bozuyor
Belki de delinin biriydi Van Gogh, ama odasının resimlerinden yatağını özenle düzelttiği anlaşılıyor. Ya da yatak darmadağanıktı, o resmederken düzeltilmiş olarak çizdi, Van Gogh’tan herşey beklenir, kendi kulağını kesmek kimin aklına gelir? Üstelik ne zor iş, başkasının kulağını kesmeye benzemez
Sürekli yalan söylüyor. Beni de söylemek zorunda bırakıyor. Onun için söylüyorum bu yalanları, yalan seviyor. Gerçek diye bir şey yok.
İyi ki beynimizdeki hücrelerin hepsini kullanmıyoruz, tamamını kullansak kimbilir daha ne salaklıklar üreteceğiz ve ürettiklerimizi önemli düşünceler sanarak, deli gibi savunacağız.
Bir cümleye başlayıp da bitirememek çok yaygın. Herşeye bir anlam verme gereksiz patıranması da şimdilik tıbbın ilgilenmediği korkunç hastalıklardan biri.
Ne çok kıvır zıvır taşımak gerektiriyor kadın olmak. Kadın olmak başlıbaşına bir meslek. Pratisyen doktor bir durum; alet çantasız dolaşılamıyor.
Türk Dil Kurumu’nun kimi imlâ pervâsızlıkları eskiden olduğu gibi gözüme batıyor, göz acıtıyor. Kim karar verdi yani aniden hâla nın birinci a’sı üstüdeki inceltme işaretinin kaldırılmasına ve benim o herhangi sözcüğü halam sanmama? Ve her kimse o tip; Hala hâlâ gelmedi! tümcesini nasıl yazıyor? Kolay kolay gelmez onun halası!
Ekmeğini savaşa banarak yaşayan, bunu kanıksamış ve bir yaşama biçimi edinmiş ülkeler de var.
Genellikle tamamı çözülemeyen, tam sayfa bir hafta sonu gazete bulmacasında kaybolmuş durumdayım. Bulmacanın ortasında kocaman vesikalık fotoğrafım var. Yanında bir ok işareti. Resimdeki salak!
– Mutlu bir adamın hayatından daha üzücü bir şey olamaz, diyor Albert Camus.
İnsanoğlunun yaratılışında bir sürü üretim hatası var ve fakat üretici firma hakkında eleştiri hakkımız yok. Ya da eleştiri yoluyla oluşumu değiştirmemiz söz konusu değil. Eleştirinin saçmalığı da böylece kanıtlanmış oluyor, manitu tarafından. Özeleştiri insana mahsus, manitunun böyle salaklıkları da yok.
İnsanüstü bir şey bu insanoğlu. Dokuz ay on günü, anamızın karnında değil de, örneğin beyninde geçirseydik çok daha değişik olurdu durum. Bir kere doğmadan önce bir sürü şeyden haberdar olurduk.
Bir evde örümcek varsa, mutlu olmak gerek. Ev, çevre kirliliğinden şimdilik o kadar etkilenmemiş sayılır, yoksa örümcek, biz taşınma fikrine ulaşmadan çok önce göçerdi burdan.
Tavanda yuvalanmış örümcek kendini boşluğa doğru bıraktı, bir düşüş gibi, sonra boşlukta birdenbire öyle durdu, kalakaldı, ardından hızla geri çıktı tavana. Ortada asansör yok, merdiven yok, örümcek nasıl başarıyor bu canbaz numaraları?
Denizden kıyıya vuran her dalga senin sesindir, bu çakıl taşları, bu deniz yıldızları, bu yosunlar, bu midyeler, bütün bu balıklar, bu şeytancıl minareler ve şu esen rüzgar, senindir
Duygusalıkta, yalancılıkta, gururda, saflıkta, hırsızlıkta, kahramanlıkta, uyanıklıkta birbirine bu denli benzeyen, aynı türküleri söyleyen, karagöz oynatan, çiftetelli oynamaktan mutlu olan, aynı toprağın bu iki ulusunu birbirinden ayıran siyasetçiler utansın,
Deli herhalde!
Belki bu dağ başına yerleşmem saçma oldu Ama çok kafa dinlendirici. Komşu yok, bakkal yok, bar yok, disko yok Benden başka hiç kimse yok yani Müthiş bir vadiye bakıyor tek odadan ibaret evim. Ev değil aslında, köylülerin hayvan otlatmak için dağa çıktıklarında barındıkları bir sığınak. Kapısı, bacası yok.
Zaten kimse okumak için kitap almıyor, kitapçı gezmek, kitap kurcalamak, kitap alırken görülmek, o kitabı herkese göstererek, bakın ben kitap aldım tavrıyla geze geze eve getirmek, evde bir kenara atmak, ilerleyen zaman içinde kitaplık zengin dursun diye başka bir kitabın yanına yerleştirmek, çok yapılan şeylerden. Kitabı okumak, ağır iş.
Midye dolma ister misiniz ağbi?
Başladım kitabı okumaya. Gayet uzun ilk cümleyi bitirmemiştim ki, bir askeri bombardıman uçağı başımın üstünde dolanmaya başladı. Hemen dikil dim. Daha dikkatlice bakınca bunun bir eşekarısı olduğunu algıladım. Civil puntolu kitabı sallayarak onu savuşturdum. Bir sigara yaktım. Yeniden uzandım, çok uzun ilk cümleyi baştan okumaya koyuldum. Çok uzun, bitmek tükenmek bilmeyen cümlelerle yazmak çok moda. Ve o cümle ne denli karmaşık, ne denli anlaşılmazsa o kadar makbul oluyor, yazar da zorlanıyordur bu upuzun cümleyi kurmak için.
Kitabın yazıları oldukça küçük, göze eziyet bir puntoyla dizilmiş. Hiç gözünüz bozuk değilken kitabın ortalarında gözlük gereksinimi duyabilirsiniz. Niçin hala bu civil puntolar kullanılmakta, bundan ya yıncının kaç sayfa kağıt kazancı olabilir?
Çantamdan kitabımı, kitabın önemli yerlerini çizmek için kalemimi, sigaramı ve sahil rüzgarlarına alışkın çakmağımı çıkardım, uzandım, açtım kitabı.
Ben ne hristiyan, ne yahudi, ne mecusi ve ne de müslümanım.
Yoldan geçen herkesin kendisini okşamasını isteyen sırnaşık bir kediydi. İnsanları buna zorluyor, ayaklarına dolanıyor, adım atacağınız noktaya sırtüstü yatıp debeleniyordu. Sevilecek bir yanı da yok, pis, uyuz, sıska bir kedi.
Duruyor, boş bakıyor, bezgin bir hali var.
Sigara yakıyoruz, laflıyoruz. Biz lafa dalıyoruz. Hüzünlü bir başkent suskunluğunu solumaktayız.
-Ben bundan sonra, bu evde misafir istemiyorum Ayten!
-Kimseyle görüşmeyecek miyiz?
-Sen görüş, ben görüşemeyeceğim
-Kimseyle görüşmeyecek miyiz?
-Sen görüş, ben görüşemeyeceğim
asabım epey dingildiyor.
Yaşantısı boyunca bir gölge gibi izleyecek o kızı, o son söz ve o son bakış.
Kendime bir tek rakı koyarak mutfağın bir köşesine sindim. Hiç sesimi çıkarmadan efendice rakımı içiyorum.
İnsanlar bir iş bulmak için epey çabalayıp, o işi bulup yapmaya koyulduktan ve kendilerini tamamen o işe kaptırdıktan sonra, o işi niye yaptıklarını unutuyorlar, yaşamsal ereklerini unutuyorlar, o işin kölesi oluyorlar, bunun adı mesai oluyor, derken tip hayatta ne olmak istediğini unutuyor, ne iş olsa yaparım ağbi konumuna yatay geçiş yapıyor. Ondan sonrası sadece emeklilik özlemi. Şunun şurasında ne kaldı ki mezara? İnsan hayatının böyle bir sebze gibi yaşanması çok saçma.