Mehmed Uzun kitaplarından Ruhun Gökkuşağı kitap alıntıları sizlerle…
Ruhun Gökkuşağı Kitap Alıntıları
&“&”
Yeniden, başka koşullarda, özgürce dünyaya gelmem gerektiğini biliyorum.
Ruhum ölümsüz olsun istedim.
Kaderim yine peşimdee
Uzun zamandan beri yorgunum artık, ruhum yorgun.
Bana ait bu küçücük dünyada tek başıma, yalnızım.
Uzaklardan bir ülkeden yazıyorum sana
Edfelt’e göre, dil sadece bir konuşma, ilişki aracı değil, yaşayan canlı bir varlık, çoğu zaman bireyin kaderini bile belirleyebilecek bir güçtü, “Herr Olson bir şeyi unutmamalı,” diyordu, “biz kendimizi dil aracılığıyla değil, dil kendisini bizim aracılığımızla ifade ediyor. Yazmayı ve anlatıyı bir yaşam tarzı haline getirdiğinizde, göreceksiniz, Kürtçe size hiçbir yazarın nasibi olmayan son derece ilginç ve bakir temaları sunacaktır.”
Bir düşünün, diyor Derrida, her şeyiniz olan bir dil var, eviniz, mekanınız, kendinizi ifade ettiğiniz dünyanız, referanslarınız, bilgi birikiminiz, entelektüel, edebi, sosyal hayatınız, her şeyiniz bu dille biçimleniyor, ifade ediliyor, bir anlam kazanıyor ama bu dil de sizin diliniz değil, size, kimliğinize ait değil!
Sürgün buydu işte; katlanılması zor bir ceza, dayanılması zor bir acı, hasret, hüzün. Sürgün edebiyatı buydu işte; cezanın, acının, hasret ve hüznün sözcüklerle yeniden yaratılıp ölümsüz eserler haline getirilmesi.
Hayat bu işte; hiç bitmeyecekmiş gibi düşünülen, yaşanan o yoğun duygular, bir süre sonra insafsız zamanın gadrine uğrayarak sadece birer anı, giderek soluklaşan, silikleşen birer deneyim olarak kalıyor
Ama öfkelenmenin bir anlamı yok, Akhilleus’un öfkesiyle ölümsüz anlatısına başlayan Homeros’tan biliyorum; ilahların arzuladığı öfkenin sonu yıkımdır.
Hayatım, yaşadıklarım, sayısız acı deneyim, bitmez hayal kırıklıkları, insanlarımın yaşadığı sonsuz trajediler, fukaralıklar, olanaksızlıklar, hayatımı çevreleyen çatışmalar, çelişkiler ve daha nice zorluklar beni bitkin düşürmüş durumda; uzun zamandan beri yorgunum artık, ruhum yorgun. Yeni istekler, arzular, ilişkiler, heyecanlar istemiyorum, yeni hayaller, planlar, programlar, artık yok yaşamımda. Sayısız deneyle, tüm bunların derin ve acılı bir hayal kırıklığıyla sonuçlandığını, artık iyice biliyorum. Yeni çevreler, insanlar, ilişkiler beni korkutuyor; bunların yeni acılara yol açacağını düşünüyorum.
Bekleyin beni, bakın bir adım daha attım işte, geliyorum,ne olursunuz bekleyin beni.
Türkiye gibi ülkelerde muhalif yazar ve aydının kaderi bu işte; yargılanmak,her zaman suçlanmak,engellenmek, cezalandırılmak.
Aldatılmak korkunç bir duygudur,sizi insan olmaktan uzaklaştırır ve cehennemin en dibine doğru çeker…
Sıkışmış, çaresiz insanların ölüm karşısındaki duygusu her yerde ortak ; ölen kurtuluyor,kalan cehennem azabını çekmeye devam ediyor.
Zehir ver bana ölmek için ya da düşler ver bana yaşamak için
Her zaman kendim olmak,kendime ait olmak için direndim ve kendime ait olabilmek için de değiştim, çok değiştim, değişmeyen kimi duygular değerler ve ilişkiler içinde hep değiştim
Benim cennetim buydu işte, dış dünyaya karşı beni koruyan ve ruhuma huzur , güven ve mutluluk veren bir anlatı ve söz dünyası.
Çok yaşlı bir zamanın içinde çok genç dünyaya geldim
İçimdeki sesi canlandırmak,ruhumu yaratmak,kendimi keşfetmek,o yıkım ve mağlubiyetin ortasında kendimi hep yeniden kurmak; yazarlığımın öyküsü bu işte.
Ben ağır mağlubiyetlerin ve yıkımların büyük hayal kırıklıklarının ve çaresizliklerin çocuğuyum.
Başka bir kader başka bir hayat bulmam mümkün değil. Kaderim hep arkamdan gelecek. Aynı kaderin acılı yollarında dolaşacağım, aynı kaderin içinde kocayacağım. Dönüp dolaşıp bu kadere geleceğim sonunda. Başka bir şey ummayacağım.
Kitaplar, kitaplar, kitaplar… Bilgiye ilişkin sınırsız çöl susuzluğumu bir nebze olsun dindiren serin pınarlar
Ben o yoksul yörelerin çocuğuyum, büyük yoksullukların içinde doğmuş, ezilmiş, aşağılanmış, yasaklanmış,yok kabul edilmiş, hapishanelerde ve sürgünlerde kalmış, sayılmayacak kadar çok zorluğu tek tek aşarak binbir güçlükle yazarlık yapmaya çalışan, eksiklikleri fazla, olanakları az bir yazarım
Zehir ver bana ölmek için ya da düşler ver yaşamak için.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma…
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ruh denilen şey, insana ait öykü, ses ve dildir.
Hayat bu işte ;hiç bitmeyecekmiş gibi düşünülen, yaşanan o yoğun duygular, bir süre sonra insafsız zamanın gadrine uğrayarak sadece bir anı, giderek soluklaşan, silikleşen birer deneyim olarak kalıyor.
Herkes çaresizliğin yarattığı öfkeyi ötekinin üzerine kusmak için fırsat kolluyordu.
Koştuğum yer, bir gökkuşağı değil,bir cehennemdi.
Kendimizi aldatmayalım…
Gerçeklik duygusu varsa, o zaman olasılık duygusu da var olmalıdır…
Ben, avlanması gereken kuş, hukuk da beni hapsetmek zorunda olan kafesti…
Ruhum onlara başkaldırmam gerektiğini söylemişti"
Hukuk, askeri potin ya da tank paletiydi ve görevi, buna uymayanı, farklı olanı ezmekti.
Tüm insanların her yerden görebileceği, ısısını, güzelliğini, görkemini ruhunda duyabileceği bir evrensel gökkuşağı."
Gel de bu durumda yaz! diyorum yine kendi kendime
gülümseme, hepimizin en rahat, en kolay maskesi, daha yakın bir ilişki kurana dek yüzümüze takmayı tercih ettiğimiz kar gibi yumuşak uzaklığımız.
Zehir ver bana ölmek için ya da düşler ver yaşamak için"
Doğarken yaşlanmış doğmak, dünyaya &‘yaşlı’ gelmek…
Ait olduğun yeri unutma!
Uzaklardan bir ülkeden yazıyorum sana
Kötü insan yoktu , sadece kötü talih ,kötü tesadüfler , kötü olaylar vardı…"
…hiçliği yaşamak istiyorum.
Bu yanımın birkaç güçlü özelliği var; sıkı bir aşiret duygusu, dengbejler, kilam, stran ve doğal bir din…
Bu yanımın birkaç güçlü özelliği var; sıkı bir aşiret duygusu, dengbejler, kilam, stran ve doğal bir din…
Ve şimdi hiç arzulamadığım bir yolun yokuşuyum.
Koştuğum yer, bir gökkuşağı değil,bir cehennemdi.
Derin bir sükûnetin yine derin bir depremin habercisi olmadığını kim iddia edebilir?
Her cehennemin bir cenneti de olmalıydı.
Uzaklarda bur ülke Herhangi bir yakınlığın olmadığı Oraya gelindiğinde bulunan Sadece uzaklarda bur ülke…
Bir yabancıyım bu ülkede Fakat bu ülke herhangi bir yabancı değil içimde! Kendimi evde hissetmiyorum bu ülkede Fakat ülkede evindeymiş gibi davranıyor içimde!
Oysa ben aklın değil, ruhun yolundaydım.
Kendimizi aldatmayalım…
Zehir ver bana ölmek için ya da düşler ver yaşamak için.
Oysa ben aklın değil, ruhun yolundaydım.
Geçmiş geleceği aydınlatmaya son verdiği için insan aklı karanlıkta yolunu kaybediyordu.
…hiçliği yaşamak istiyorum.
Her cehennemin bir cenneti de olmalıydı.
Ruhumun ruhu.
Derin bir sükûnetin yine derin bir depremin habercisi olmadığını kim iddia edebilir?
Arendt’in deyimiyle Geçmiş geleceği aydınlatmaya son verdiği için insan aklı karanlıkta yolunu kaybediyordu…".
Gitmek, dikkat ediyorum da hep gitmekten söz ediyorum; gitim, gidiyorum, gideceğim, gitmem gerekiyor, en fazla kullandığım sözcükler, hayatın şu ya da bu evresinde en fazla gerçekleştirdiğim eylemler bunlar. Şimdi köye gidiyorum. Tıpkı Ekelöf’ün dizesinde ki gibi:
Gitmek, gitmek, her zaman gitmek.
Gel de bu durumda yaz!" diyorum yine kendi kendime
Hiçbir şey yapmasam bile burada rahatlıyorum ve bu hiçlik duygusuyla kendimi hazırlıyorum
Kuzeye dönük bir kafes dilinde bir bakış
Öğretti bana kuşların dilini de
Ruhlar olduğu söylenir kuşların
Söyle bana, söyle bana kuşların dilinden
Hiç olan bir sözü, hiçten gelen
Söyle bana o sözü, Ruhumun ruhu
Öğretti bana kuşların dilini de
Ruhlar olduğu söylenir kuşların
Söyle bana, söyle bana kuşların dilinden
Hiç olan bir sözü, hiçten gelen
Söyle bana o sözü, Ruhumun ruhu
Dile mın dibê…
Ez Siyabend im, Siyabendê Silivi ne
Xwediyê tîr û kevanê zêr û zîvî me…
Ez Siyabend im, Siyabendê Silivi ne
Xwediyê tîr û kevanê zêr û zîvî me…
Ruhum diyor ki…
Sıyabend’im, Silivi’li Siyabend,
Altın ve gümüş ok ve yayın sahibi Siyabend…
Bir yabancıyım bu ülkede
Fakat bu ülke herhangi bir yabancı değil içimde!
Kendimi evde hissetmiyorum bu ülkede
Fakat ülkede evindeymiş gibi davranıyor içimde!
Fakat bu ülke herhangi bir yabancı değil içimde!
Kendimi evde hissetmiyorum bu ülkede
Fakat ülkede evindeymiş gibi davranıyor içimde!
Hayat, budur işte, diye düşünüyorum; yaşlılıktan, hayal kırıklığından, eziklikten, keder ve hüzünden ve ölümden, hele ölümden, insanlığın en acımasız gerçeği olan bu yalın gerçekten kurtuluş yoktur.
Bu yanımın birkaç güçlü özelliği var; sıkı bir aşiret duygusu, dengbejler, kilam, stran ve doğal bir din…
Gövdemin ve yüzümün yaşlanması
Korkunç bir hançerin yarası.
Dayanır gibi değil.
Sana dönüyorum ey şiir sanatı,
Merhemlerden az çok anlayan,
Düşler, sözcüklerle avutmasını bilen
Korkunç bir hançerin yarası.
Getir merhemlerini,
Ey şiir sanatı,
Hiç değilse bir süre sızıları dindirir.
Korkunç bir hançerin yarası.
Dayanır gibi değil.
Sana dönüyorum ey şiir sanatı,
Merhemlerden az çok anlayan,
Düşler, sözcüklerle avutmasını bilen
Korkunç bir hançerin yarası.
Getir merhemlerini,
Ey şiir sanatı,
Hiç değilse bir süre sızıları dindirir.
Kendimizi aldatmayalım," diyordu," eğer bizin için dilin bir önemi yoksa başka bir şeyin de önemi olamaz çünkü dil bizi biz yapan ruhtur, güçtür. "