İçeriğe geç

Ruhsal Çatışmalarımız Kitap Alıntıları – Karen Horney

Karen Horney kitaplarından Ruhsal Çatışmalarımız kitap alıntıları sizlerle…

Ruhsal Çatışmalarımız Kitap Alıntıları

Nevrotik birey kendini bir boşlukta değil, onu aldatmaya, küçük düşürmeye, tutsak etmeye ve yenmeye hazır düşmanlarla dol u bir dünyada zayıf hisseder. Dolayısıyla sürekli olarak kendini başkalarına göre değerlendirmesi ve onlarla karşılaştırması gerekir, bunun nedeni kibir ya da kapris değil, acı bir zorunluluktur. Ve temelde kendini zayıf ve aşağılık birisi olarak hissettiği için, kendisini başkalarından daha iyi, daha değerli hissetmesini sağlayacak bir şeyler aramalıdı
Nevrotik eğilimler, kişinin kendini belirleme (kendi kararlannı verme) gücünü zayıflatır, çünkü bu durumda birey itici güç olmak yerine itilen nesne olur.
Aynca hangi türden olursa olsun, nevrotik bireyin diğer insanlara
olan bağımlılığı —bilinçsiz başkaldırı, bilinçsiz üstün olma özlemi
ve bilinçsiz bir başkalanndan uzak durma ihtiyacı; bunların hepsi de
bir tür bağımlılıktır— onun kendi yolunu saptama yetisini sürekli
olarak zayıflatır. Dahası, coşkusal enerjisinin büyük bir bölümünü
ketlemekle bunlan bütünüyle devre dışı bırakır. Bütün bu etkenler
onun için kendi amaçlarını geliştirmeyi neredenyse olanaksız kılar.
Gerçek ideallerin tersine ideal imaj statik bi niteliğe sahiptir. Bu, nevrotiğin ulaşmak istediği bir hedef değil, taptığı ve saplantıya dönüştürdüğü bir görüştür, idealler, dinamik bir niteliğe sahiptir; kendilerine yakınsanması için bir girişimgücü yaratırlar; bunlar, gelişme ve gelişim için vazgeçilmez ve değer biçilmez birer güçtür. Ideal imaj gelişmeye yönelik kesin bir engeldir çünkü bu, hataları ya inkâr eder ya da sadece ayıplar. Gerçek idealler alçakgönüllülük yaratır, ideal imajsa kibir.
İmaj, gerçekdışı olduğu ölçüde bireyi de kelimenin tam anlamıyla kibirli yapma eğilimi gösterir; çünkü aşın gururlu olmakla eş anlam! ı olarak kullanılmasına karşın kibir, birisinin kendisine sahip olmadığı ya da potansiyel olarak var olan ama gerçek olmayan nitelikler bağışlaması anlamına gelir. Ve yine imaj ne kadar gerçekdışıysa,bireyi de o kadar duyarlı ve dışarıdan olumlanmaya ve benimsenmeye o kadar hevesli yapar. Emin olduğumuz niteliklerin onaylanmasına ihtiyaç duymayız, ama sahte hak talepleri sorgulanınca aşın
alıngan oluruz.
Yalıtkan tipin önermesi, insanlardan güvenli bir uzaklıkta olduğu sürece onlarla ilişkileri konusunda canının sıkılması gerekmediği; başkalarından uzak kalabildiği sürece bu ilişkilerdeki bir rahatsızlığın onu alt-üst etmeyeceği; kaldı ki analistin sözünü ettiği çatışmaları bile uykuya yatırabileceği ve bunu yapması gerektiği çünkü bunların kendisini sıkmaktan öte geçmeyeceğini ve birtakım şeyleri düzeltmeye gerek olmadığı, çünkü şöyle ya da böyle coşkusal yalıtımından bir adım bile uzaklaşamayacağı yolundaki inancıdır.
Yalıtıma yönelik tehdit, duvarın yıkılması, çoğunlukla geçici panikten daha ağır birşey anlamına gelir. Sonuçta ortaya çıkabilecek olan şey, psikotik olaylardaki bir tür kişilik parçalanmasıdır. Coşkusal yalıtım analizde parçalanmaya başlarsa hasta derin bir tedirginliğe kapılmakla kalmaz, dolaylı dolaysız yollardan belli korkular da dile getirir. Bunlar, örneğin şekilsiz bir insanlar yığını içinde kaybolup gitme korkusu olabilir, bu, temelde kendi eşsizliğini yitirme korkusudur
Yalıtkan insan zor bir durumla karşılaşınca ne boyun eğebilir, ne de kavga edebilir, ne işbirliği yapabilir, ne de emirler yağdırabilir, ne sevebilir ne de acımasız olabilir. Tehlikeyle başa çıkma konusunda sadece tek yönteme sahip —yani, kaç ve gizlen yöntemine sahip— bir hayvan kadar çaresizdir
Eğer yalıtılmış kişi diğer insanlarla yakın bir ilişkiye sokulursa kolayca al t-üst olabilir ya da popüler bir terim kullanmak gerekirse, bir sinir krizi geçirebilir
Yalıtkan kişi doğal olarak analize içerler çünkü gerçekten de onun kişisel yaşamını ihlal etme, olasılığı en büyük olan şey psikanalizdir. Ama aynca kendi üzerinde gözlem yapmayla da ilgilenir ve analizin, kendi içinde sürüp giden süreçlerde ara ladığı büyük görüş gücünün büyüsüne kapılabilir
Analistin ilgisine ve değişik konularda bazı şeylere dikkati çekmesine karşı benimseyicidir, ama önceden sezmediği bir doğrultuya güdülendirilmiş ya da zorlanmış olmaktan tiksinir.
..Analistin, onun şu ya da bu şekilde değişmesini beklemesini özellikle iğrenç bulur. Elbette kendisini rahatsız eden birşeyden kurtulmak
ister; ama bu, onun kişiliğindeki bir değişmeyi içermemelidir
Yalıtkan tip, herhangi bir yakın ve kalıcı ilişkinin—eşi de kendine eşdeğerde yalıtılmış ve bu nedenle kendi uyumuna göre onun uzaklık ihtiyacına saygı duyuyor olmadığı sürece ya da başka nedenlerden ötürü kendisini bu tür ihtiyaçlara uyarlayabileyecek bir yetiye sahip ve buna gönüllü olmadığı sürece— onun coşkusal yalıtımını mutlaka felç edeceği ve dolayısıyla bir yıkıma dönüşebileceği açıklık kazanacaktı
Coşkusal yalıtım içindeki insanı başkalarına bağımlı yapabilecek
her arzu, ilgi, haz, içeriden gelen bi r ha inlik olarak görülür ve bu bağlamda denetim altında tutulabilir. Sanki bir duygunun tam yoğunluğuyla sahneye çıkmaya izin vermeden önce her durumun, olası bir özgürlük kaybı açısından özenle sınanması, incelenmesi gerekiyor.
Yaratıcı dönemlerinde duyumsamakla kalmayıp, buna anlatım da kazandırabildiklerini kanıtlayan yalıtılmış tipin sanatçıları çoğunlukla, genellikle ilkgençlik yıllarında ya tam bir coşkusal körlük ya da —yukarıda anılan pasajda olduğu gibi— bütün duygulara yönelik etkin bir reddetme dönemi geçirmişlerdir. Yaratıcı dönemler, yakın ilişkilere yönelik bazı acıklı girişimleri izleyerek yaşamlarını bilerek ya da kendiliğinden coşkusal yalıtıma uyarladıkları zamanlara —yani bilinçli ya da bilinçsiz olarak diğer insanlardan uzak durmaya karar verdikleri ya da bir tür yalıtılmış yaşama çekildikleri zamanlarda— başgösteriyor gibidir
Sık sık coşkusal yalıtıma (insanlardan uzaklaşmaya) özgü olarak
değerlendirilen bir başka tipik özellik de kendine yabancılaşma, yani, coşkusal deneyimlerdeki bir körelme, bireyin ne olduğuna, neyi sevdiğine, neden nefret ettiğine, neyi küçümsediğine, ne umduğuna, neden korktuğuna, neye içerlediğine, inandığına ilişkin bir belirsizliktir. Yine bu tür bir kendine yabancılaşma da bütün nevrozlarda ortak olan bir özelliktir. Nevrotik olduğu ölçüde her insan, uzaktan kumanda edilen bir uçak gibidir ve bu nedenle kendisiyle olan bağını, yakınlığım mutlaka yitirecektir
Anlamlı bir yanlızlık arzusu elbette nevrotik değildir; bunun tersine birçok nevrotik kendi iç derinliklerinden kaçar ve yapıcı bir yalnızlık (inziva) yetisinden yoksunluk, kendi içinde bir nevroz belirtisidir. Sadece eğer insanlarla ilişki kurmaya, onlarla birlikte olmaya dayanılmaz bir gerilim eşlik ediyorsa ve yaşamdan uzaklaşma temelde bu gerilimden kaçmaya yönelik bir araç durumuna gelirse, işte bu yalnız olma arzusu nevrotik coşkusal yalıtımın
bir göstergesi olur
Yaşamı ciddiye alan herkes ara sıra yalnız kalmak ister.
Bir çatışmanın başkalarıyla olan ilişkilerimizde başgöstermesi ve zamanla tümel kişiliği etkilemesi rastlantı değildir. İnsan ilişkileri öylesine belirleyicidir ki bunlar geliştirdiğimiz nitelikleri, kendimiz için oluşturduğumuz amaçları, inandığımız değerleri mutlaka şekillendirecektir. Bütün bunlar da sonuçta başkalarıyla olan ilişkilerimizi etkileyecektir ve bu nedenle kopmaz bir biçimde içiçe geçmişlerdir.*
Belirtilerden (semptomlardan) farklı olarak tutarsızlıklar, altında yatan çatışmanın yapısına ilişkin sık sık geçici varsayımlara olanak verir. Örneğin anlık ve yoğun (akut) bir ruhç öküntüsü sadece, bir insanın bir ikilemin pençesinde olduğunu ortaya çıkarır. Ama eğer görünüşte kendini çocuklarına adamış olan bir anne onların yaş günlerini unutuyorsa, bu annenin çocuklarından çok, kendi iyi bir anne olma idealine düşkün olduğunu düşünme eğilimi gösterebiliriz. Ayrıca onun bu idealinin, çocuklarını engellemeye yönelik bilinçsiz bir sadistlik eğilimiyle çatışmış olabileceği olasılığını da kabul edebilirdik.
Nevrotik için duyguların ve arzuların farkına varılması düşük bir düzeydir. Sık sık, bilinçli ve açıkça algılanan duygular sadece bireyin duyarlı noktalarına gelen darbelere gösterilen korku ve kızgınlık tepkileridir. Ve bu
tepkiler bile bastırılabilir
Can sıkıcı olabilse de bir çatışmayı bilerek yaşamak, değer biçilmez bir yarar sağlayabilir. Kendi çatışmalarımızla ne denli çok yüzyüze gelir ve kendi çözümlerimizi ararsak, o kadar çok içsel özgürlük ve yapısal güç kazanacağız demektir. Ancak gerilime katlanmaya hazır olduğumuz zaman kendi gemimizin kaptanı olma idealine yakınsayabiliriz
Net ve bilinçli bir vazgeçme yetisine oldukça ender rastlanır çünkü inanç ve duygularımız bulanıklaşmıştır ve belki de son çözümlemede birçok insan herhangi birşeyden vazgeçecek kadar güvenli ve mutlu değildir.
. Nevrotik birey, bir yandan
parçalanma korkusu, öte yandan bir bütün olarak işlevlerini sürdürme zorunluluğu yüzünden çatışmalarını çözmek için sonu
gelmeyen umutsuz çabalar ortaya koyar. Bu yolla bir tür yapay bir
denge yaratmayı başarabilse de, düzenli olarak yeni yeni çatışmalar başgösterir ve bunlan ortadan kaldırmak için de sürekli olarak
yeni yeni ve daha ileri çarelere ihtiyaç duyulur. Bu birlik sağlama
mücadelesindeki her adım, nevrotik kişiyi daha düşmanca, daha
çaresiz, daha çok korkulu, kendinden ve başkalarından daha çok
yabancılaşmış bir duruma sokar ve sonuçta çatışmalardan sorumlu olan güçler giderek daha da şiddetlenir ve bu çatışmaların gerçek anlamda yeniden çözülme olasılığı daha çok azalır. Nevrotik,
sonunda umutsuzluğa kapılır ve sadistçe arayışlarla bir tür avuntu
bulmaya çalışabilir, bu da sonuçta bireyin umutsuzluğunu artıracak ve yeni çatışmalar yaratacak bir etkiye sahiptir.
Nevrotik umutsuzluğun önemini kavradıktan hemen sonra, sadistlik eğilimlerinin anlamı sonunda görüş alanına girdi. Şimdi
bunların, her zaman kendisi olmanın umutsuzluğunu yaşayan bir
insanın bir başkasının deneyimini düşsel bir biçimde (temsili olarak) paylaşarak yaşama yoluyla bir avuntu bulma girişimine karşılık geldiğini anlıyordum
Şunu belirtmeme izin verin: Çatışmalara sahip olmak demek nevrotik olmak demek değildir. Şu ya da bu dönemde arzularımız, ilgilerimiz, inançlarımız, çevremizde bulunan diğer insanlarınkilerle mutlaka çatışacaktır. Ve tıpkı çevremizle aramızdaki bu tür çatışmaların çok yaygın oluşu gibi, kendi içimizdeki çatışmalar da insanın bütünsel bir parçasıdır.
Bir çatış­manın pençesine düşen nevrotik bireyin seçme özgürlüğü yoktur.
Karşıt doğrultulardaki eş değerde zorlayın olan güçler tarafından
güdülendirilmektedir ve bunlardan hiçbirisini izlemeyi istememektedir. Dolayısıyla genel anlamda bir karara varması olanaksızdır. Ortada kalmıştır, hiçbir çıkar yolu yoktur. Çatışma ancak, konunun içerdiği nevrotik eğilimler üzerinde çalışılarak ve böylece
bu eğilimlerden hepten vazgeçebilmesi için bireyin kendisiyle ve
başkalarıyla olan ilişkilerini değiştirerek gerçek anlamda yeniden çözülebilir.
En büyük günah yakınlık aramak ya da yardım beklemekti.
Cehennemde kendisine bir odanın ayrılmış olması hoş birşey olacaktı ama bir maden potasına atılmış olmak, şekillendirilmiş ya da başkalarına uyarlanmış olmak tüyler ürperten bir düşüncedir.
Kalbinin derinliklerinde, başkalarına pek fazla ilgi duymadığı, onları ikiyüzlü ve bencil olarak değerlendirmeye yatkın olduğu gerçeğine gözlerini kapar.
İnsanlara yönelirken kendi çaresizliğini kabul eder ve yabancılaşmasına ve korkularına karşın başkalarının sevgisinin kazanmaya ve onlara yaslanmaya çalışırız.
Anlık ve yoğun bir ruh çöküntüsü sadece, bir insanın bir ikilemin pençesinde olduğunu ortaya çıkarır.
Yaşamı ciddiye alan herkes ara sıra yalnız kalmak ister.
Eğer gerçeklik diye bir şey olmasaydı ben de tam anlamıyla iyi olurdum.
İnançsızlık bilinçli olabilir ve bu durumda Makyavelli geleneğindeki bir ilke olur ve bu şekliyle savunulur. Önemli olan tek şey görünüştür. Yakalanmadığın sürece canın ne istiyorsa onu yapabilirsin. Temelde aptal olmayan herkes ikiyüzlüdür.
Ruhsal bir huzura ulaşabilirler ama bu, bir mezarlık huzurudur.
Gerçek inançlara sahip olduğumuz zaman öyle kolay kolay sarsılmayız; ama eğer yaşamımız boyunca şu yola mı, bu yola mı sapacağımız konusunda kararsız, bir dörtyol ağzında kalırsak, dış etmenler geçici de olsa belirleyici etken olabilir. Ayrıca kararsızlık sadece olası eylem süreçlerini değil, ayrıca bireyin kendisine, kendi haklarına, kendi değerine ilişkin kuşkuları da içine alır.
Toplumumuzdaki sayısız açık çelişkinin bir sonucu olarak, ahlaki algılamada genel bir duyarsızlık ortaya çıkmıştır. Ahlak ölçüleri öylesine gelişigüzel ele alınmaktadır ki, örneğin bir insanın bir gün dindar bir gün Hıristiyan ya da tapılan bir baba, bir gün bir haydut gibi davrandığını görmek kimseyi şaşırtmaz.
Öze yönelik öfke olduğu gibi algılanmadığı zaman
açıkça, bağırsak hastalıkları, baş ağrıları, yorgunluk, vb. olarak ortaya çıkabilen önemli yoğunlukta fiziksel gerilimler yaratır. Öfkenin kendisi bilinç düzeyinde hissedilir hissedilmez bütün bu semptomlar ışık hızıyla nasıl ortadan kalktığını görmek aydınlatıcıdır.
Başkaları tarafından küçümsenmek yeterince acı vericidir, ama onların tutumunu değiştirebilme ya da onlara aynen karşılık verme olasılığı ya da onların haksız olduğuna ilişkin bir zihinsel karşı çıkış yolu her zaman vardır.
Bir insan ne kadar saldırgansa, kendini de o kadar haklı ve üstün hissedecek, başkalarını küçümsemeye o kadar hazır olacak ve başkalarının kendisine tepeden bakabileceklerini düşünme eğilimi de o kadar küçük olacaktır. Tersine, birey ne kadar uysalsa, ideal imajını gerçekleştirmeyi başaramayışından ötürü yaptığı öz suçlamaları, başkalarının kendisinden hoşlanmadıklarına inanmasına neden olmaya o kadar yatkın olacaktır.
Dışsallaştırma eğilimli bir insan, küçük devletlerin baskı altına alınmasından derinlemesine rahatsız olabilir, buna karşın kendisini ne denli baskı altına alınmış hissettiğinin farkında olmaz. Kendi hüzün dolu umutsuzluğunu hissetmeyebilir ama bunu coşkusal olarak başkalarında yaşayacaktır.
Basit bir biçimde ortaya koymak gerekirse, bir insan temel çatışmasından korunmak için ideal imajına sığınabilir; ama güncel özle ideal öz arasındaki uyuşmazlıklar gerilimlerin dayanılmaz olduğu bir noktaya ulaşınca, birey artık kendi içindeki hiçbir şeye sığınamaz. Bu durumda geriye kalan tek çıkar yol, kendinden hepten kaçması ve her şeyi sanki dışardaymış gibi görmesidir.
Genellikle özgür olduğuna inanan asi bir tip bile yıkmaya çalıştığı yerleşik değer ölçülerinin altında ezilir; henüz kendi ideal imajının pençesinde olmasına karşın, bu değer ölçülerini sadece kendi salınımı içinde, başkalarının sırtında kullandığı bir kamçı olarak sergileyebilir. Bazen bir insan bir uçtan ötekine dönüşümlü gidip gelme dönemleri yaşar.
Eğer gerçeklik diye bir şey olmasaydı, ben de tam anlamıyla iyi olurdum.
Zamanının çoğunu bir dağın tepesinde, sonsuz bir bilgelik ve dinginliğe ulaşarak, dünyadan elini eteğini çekmiş bir insan olarak yaşamını sürdürüyordu.
Yalıtılmış insan belli bir uzaklıkta kalabildiği sürece kendisini göreceli olarak daha güvende hisseder ve herhangi bir nedenle büyülü çemberi ihlal edilirse güvenliği tehlikeye girer.
Ama onca iki yüzlülüğün, dönekliğin, fesatlığın, acımazlığın ve bencilliğin kol gezdiği bir toplumda güçlü olmayan bir insanın bütünlüğü kolayca zarar görür; belli bir coşkusal uzaklıkta kalmak bu bütünlüğü korumaya yardımcı olabilir.
Duygunun reddedilmesi temelde diğer insanlara yönelik duygularla ilgilidir ve hem sevgiye hem de nefrete uygulanır. Bu, başkalarından belli bir coşkusal uzaklıkta kalma ihtiyacının mantıksal bir sonucudur, çünkü bilinçli olarak algılanan güçlü bir sevgi ya da nefret onu ya başkalarına yaklaştıracak ya da onlarla çatışmasına neden olacaktı.
Kendi üzerimde çalışmak, özgür, daha özgür olmak, açıkça görmek ve yaşamak için düş kurmayı bırakmak istedim.
Ancak ve ancak kendini oldukça güçlü hissettiği zaman yalnız yaşamayı ve bu yalnızlığı sevmeyi tercih ettiğini büyük bir rahatlama eşliğinde keşfedecektir.
En iyisi hiçbir şeye fazla önem vermemektir. Yalıtılmış kişi gerçek bir haz alma yetisine sahip olabilir ama haz şu ya da bu yolla başkalarına bağlıysa, bundan vazgeçmeyi tercih eder.
Kendi çatışmalarımızla ne denli çok yüzyüze gelir ve kendi çözümlerimizi ararsak, o kadar çok içsel özgürlük ve yapısal güç kazanacağız demektir.
Şunu belirtmeme izin verin: Çatışmalara sahip olmak demek nevrotik olmak demek değildir. Şu ya da bu dönemde arzularımız, ilgilerimiz, inançlarımız, çevremizde bulunan diğer insanlar ile mutlaka çatışacaktır. Ve tıpkı çevremizle aramızdaki bu tür çatışmaların çok yaygın oluşu gibi, kendi içimizdeki çatışmalar da insanın bütünsel bir parçasıdır.
Nevrotik çatışmaların kişilik üzerinde yarattığı sonsuz yıkımı
kavradıkça, bu çatışmaların gerçek anlamda yeniden çözülmesi ihtiyacı da o kadar hayati gözükür. Ama artık bunların ne ussal kararlarla, ne kaçak dövüşlerle ne de irade gücüyle gerçek anlamda çözülemeyeceğini anladığımıza göre,bu nasıl yapılabilir? Bunun tek bir yolu vardır: Çatışmalar, ancak kişilik içinde bunları yaratan koşulların değiştirilmesiyle gerçek anlamda yeniden çözülebilir.
Tersine ben, nevrozlardaki zorlanımlı eğilimlerin içgüdüsel olmadıklarına, ancak bozuk insan ilişkilerinden kaynaklandıklarına; bu ilişkiler dü­zeldiği zaman bu eğilimlerin de değişebileceğine ve bu kaynaktan gelen çatışmaların gerçek anlamda yeniden çözülebileceğine inanı­yorum.
”Sadist kişinin bütün uğraşları aynca kendi heyecan ve haz duyumu açlığını doyurmaya da yarar. Sağlıklı,dengeli bir insan bu tür haz duyumlarına ihtiyaç duymaz. Birey ne kadar olgunsa,bunlara da o kadar az önem verir. Ama sadist kişinin coşkusal yaşamı bomboştur. Öfke ve zafer duygularının dışında hemen hemen bütün duygular boğulmuştur. Sadist kişi öylesine ölüdür ki,canlı olduğunu duymak için bu tür keskin uyaranlara ihtiyaç duyar. ”
”Başkalarını küçük düşürürken,kendi dayanılmaz öz-aşağılamasını dindirmekle kalmaz,aynı zamanda kendine bir üstünlük duygusu da kazandırmış olur. Başkalarının yaşamına şekil verirken onlar üzerinde heyecan verici bir güç duygusu elde etmekle kalmaz,ayrıca kendi yaşamı için aslının yerine konmuş bir anlam da bulur. Başkalarını coşkusal açıdan kullanırken kendisine,kendi yavanlık duygusunu azaltan temsili bir coşkusal yaşam sağlar. Başkalarını dize getirdiği zaman,kendi umutsuz yenilgisini bir sis bulutuyla örten bir zafer coşkusu elde eder. ”
”Kincidir ve böyle olması da gerekir çünkü kendine duyduğu acımasız aşağılamayı dış dünyaya yöneltir. Kendi öz-haklılığı onu ortaya çıkan bir güçlükteki kendi payını görmekten alıkoyduğu için,kötüye kullanılan,aldatılan ve acı çeken kişinin kendisi olduğuna inanması gerekir;olanca umutsuzluğunun kaynağının kendi içinde yattığını görmediği için,bundan başkalarını sorumlu tutması gerekir. İnsanlar onun yaşamını yıkmışlardır,dolayısıyla bunun bedelini ödemek zorundadırlar. Sadist kişinin içindeki bütün yakınlık ve acıma duygularını öldüren şey,diğer etkenlerden çok işte bu kinciliktir. Neden,onun yaşamını harabeye çeviren – ve buna ek olarak ondan daha iyi bir durumda olan – bu insanlara yakınlık duysun? ”
”Fromm,sadist kişinin kendini bağladığı insanı yok etmek istemediğine ama kendi hayatını yaşayamadığı için eşini simbiyotik (ortak-yaşamsal) bir varlık olarak kullanması gerektiğine dikkati çeker. Bu kesinlikle doğrudur ama yine de bir insanın neden zorlanımlı bir biçimde başkalarının yaşamlarını
yıkmaya itildiğini ya da neden bu yıkımın söz konusu özel biçimi aldığını yeterince açıklayamaz. Sadizmi nevrotik bir belirti olarak değerlendirirsek,her zaman olduğu gibi belirtiyi (semptom) açıklamaya çalışarak değil,bunu geliştiren kişiliğin yapısını anlamaya çalışarak işe koyulmamız gerekir. Sonuca bu açıdan yaklaşınca,kendi yaşamı bağlamında derin bir boşunalık duygusuna sahip olmayan hiç kimsenin,belirgin sadizm eğilimleri geliştirmediğini anlarız. ”
”Sadist kişi,başkalarındaki hataları görme,zayıf noktaları keşfetme ve bunları ortaya serme konusunda oldukça ustadır. Çevresindeki insanların hangi noktalarda duyarlı olduklarını ve yaralanabileceklerini sezgisel olarak bilir. Ve sezgisini,aşağılayıcı eleştiri için acımasızca kullanmaya eğilim gösterir. Bu,dürüstlük ya da yardımcı olma arzusu olarak ussallaştırılabilir;karşısındaki
insanın yeterliliği ya da bütünlüğü konusunda duyduğu
kuşkularının içtenliği sorgulanırsa paniğe kapılacaktır. ”
”Sadist kişinin hiçbir zaman bir şey vermek istemediğini söylemek
yanılgı olurdu. Belli koşullar altında cömert bile olabilir. Sadizme özgü olan şey,alıkoyma anlamındaki bir cimrilik değil,bilinçsiz olmasına karşın başkalarını engellemeye – sevinçlerini öldürmeye
ve beklentilerini düş kırıklığına uğratmaya – yönelik olan çok daha
aktif bir dürtüdür. Eşin her doyumu ya da sevinci sadist kişiyi neredeyse dayanılmaz bir biçimde bu sevinci ya da doyumu şu ya da bu yoldan yerle bir etmek için kışkırtır. ”
Bazı nevrotik insanlar dikkati çeken bir tek amaca yönelme tutumu sergilerler. Erkekler,kendi onurları da dahil olmak üzere her şeylerini hırslarına kurban edebilirler;kadınlar,yaşamda sevgiden başka hiçbir şey istemeyebilirler;aileler ilgilerinin tamamını çocuklarına adayabilirler. ( ) Görünen yürektenlik,bütünleşmeden çok umutsuzluktan kaynaklanan pervasızlığın verdiği bir yürektenliktir.
Saygısızlık korkusunun çeşitli kaynaklarının farkında olursak,bunu ortadan kaldırmanın hatta azaltmanın bile kolay bir iş olmadığını görebiliriz. ( ) Bu insanlar,başkalarından herhangi bir şey beklemeye ya da kendine yüksek amaçlar saptamaya cesaret edemezler.Herhangi bir konuda kendilerinden üstün gözüken insanlara yaklaşmaya,yapabilecekleri gerçek bir katkı olsa bile bir görüşü dile getirmeye,yaratıcı yeteneklere sahip olsalar bile bunu ortaya koymaya,kendilerini çekici yapmaya,karşısındakileri etkilemeye,daha iyi bir konum aramaya vs cesaret edemezler.Bu doğrultulardan birisine yönelmeye özendirildikleri zaman tüyler ürpertici alaya alınma olasılığı onları eylemden alıkoyar ve bu insanlar öz-denetim ve onura sığınırlar.
Bir insan ne kadar saldırgansa,kendini de o kadar haklı ve üstün hissedecek,başkalarını küçümsemeye o kadar hazır olacak ve başkalarının kendisine tepeden bakabileceklerini düşünme eğilimi de o kadar küçük olacaktır. Tersine,birey ne kadar uysalsa,ideal imajını gerçekleştirmeyi başaramayışından ötürü yaptığı öz-suçlamaları,başkalarının kendisinden hoşlanmadıklarına inanmasına neden olmaya o kadar yatkın olacaktır. Bu sonuncusunun etkisi özellikle zararlıdır. Bu,bir insanı utangaç,resmi,insanlardan uzak yapar. Bu,bireyde kendisine gösterilen sevecenlikten ya da benimsemeden ötürü aşırı bir minnet duygusu – gerçekten de sefilce bir minnet duygusu – yaratır. Aynı zamanda içten bir dostluğu görünen değeriyle kabul edemez ama bulanık bir biçimde,bunu bir tür hak edilmemiş bir sadaka gibi görür. Kibirli insanlar karşısında savunmasız kalır çünkü bir parçası onları onaylar ve kendisine aşağılayıcı bir tavırla davranmalarının yerinde olduğuna inanır.
Gerçekten de eğer insanlarla eşit koşullar altında karşı karşıya gelme yetisine sahipse neden nefret ettiği ya da kendisini ayaklar altına alan insanlara boyun eğmeyi ya da kendini onlara kurban etmeyi istesin?
umutsuzluğun tamamının temelde kendimiz olmanın verdiği bir umutsuzluk olduğunu söyler.
ayrıca kararsızlık sadece olası eylem süreçlerini değil;bireyin kendisine,kendi haklarına,kendi değerlerine ilişkin kuşkuları da içine alır.
Eğer gerçeklik diye bir şey olmasaydı ben de tam anlamıyla iyi olurdum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir