İçeriğe geç

Robotların Yükselişi Kitap Alıntıları – Martin Ford

Martin Ford kitaplarından Robotların Yükselişi kitap alıntıları sizlerle…

Robotların Yükselişi Kitap Alıntıları

Sebastian Thrun gibi kimi teknoloji uzmanları, uçak pilotluğunun yakın gelecekte tarihe karışacağını iddia ediyor. Ben şahsen üç yüz kişinin içinde pilot olmayan bir uçağa binmeye razı olacağı günlerin o kadar yakında olduğunu sanmıyorum. Düzenlemeler, potansiyel sorumluluklar ve toplumun kabulü gibi unsurlar, kamu güvenliğini ilgilendiren işlerde otomasyonu dizginleyecektir.
İşin gerçeği, daha fazla kişiyi üniversiteden mezun etmek, çoğu mezunun gönlündeki profesyonel, teknik ve idari işlerin işgücündeki oranını arttırmıyor. Peki ne oluyor? Diploma enflasyonu. Eskiden lise diploması gerektiren işler artık dört yıllık üniversite diploması gerektiriyor. Yüksek lisans, eski lisansa denk geliyor. Seçkin olmayan üniversitelerin diplomalarının değeri düşüyor. Üniversitelere doluşturduğumuz gençler arasından mezun olmayı başaranların bulacakları yüksek vasıf gerektiren işlerin sayısal sınırına dayandık artık. Sorun şu ki vasıf merdiveni aslında merdiven değil, piramit. Ve piramidin üstünde anca belli bir miktar kişiye yer var.
Kimileri eşitsizliği kulak arkası edip toplam büyümeye odaklanıyor. Bu kişilerin mantığına göre sular yükseldi mi tüm kayıklar yükselir. Ne var ki bu kayıklardan azıcık bir kısmı transatlantik, diğerleri derme çatma kanoysa, bir yerlerde bir sorun var demektir. *
2004 yapımı Ben, Robot filminde, başrol oyuncusu Will Smith robota şöyle soruyordu: Robot bir senfoni yazabilir mi? Tuvali bir şahesere dönüştürebilir mi? Robot ise Peki sen yapabilir misin? diye sorarak insanların da büyük çoğunluğunun bunları yapamadığını ima ediyordu. 2015’in gerçek dünyasındaysa robot bu soruya muhtemelen Evet, diye cevap verecektir.
Eşitsizlik dünyanın tüm sanayileşmiş ülkelerinde yüksek olmakla beraber, ABD bu konuda başı çeken ülkelerden biri. CIA tarafından hazırlanan bir rapora göre, ABD’deki gelir eşitsizliği Filipinler seviyesinde; Mısır, Yemen ve Tunus gibi ülkelerinse çok üstünde. Yine araştırmalardan çıkan bir sonuca göre, fakirlerin çocuklarının gelir merdiveninde üstlere tırmanma şanslarının bir ölçütü olan ekonomik mobilite , ABD’de Avrupa’nın neredeyse tüm ülkelerinden çok daha düşük. Bir başka deyişle, Amerikan idealinin temel düsturlarından olan herkesin çok çalışma ve sebatla yükselebileceği inancı, istatistiksel gerçeği yansıtmıyor.
Zenginlerle geri kalan herkes arasındaki uçurum, 1970’lerden beri sürekli açılıyor. 1993 ile 2010 arasında ABD milli gelirindeki artışın yarıdan fazlası, gelir dağılımının tepesindeki %1’e gitti. O günden sonraysa işler daha da kötüye gitti. 2013 Eylül’ünde yayımlanan bir analizde, California Üniversitesi, Berkeley’den ekonomist Emanuel Saez, 2009 ile 2012 arasındaki gelir artışının %95’inin en zengin %1’e gittiğini bulguladı. İşin daha da endişe verici yanı, eşitsizlik yüksek olmanın da ötesinde, sürekli daha da artıyor.
2012 Nisan’ında Wall Street Journal gazetesinde yer alan yazıda, şirketlerin Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en ciddi ekonomik krizin ardından nasıl hızla toparlandıkları anlatılıyordu. Milyonlarca işçi daha az getirili veya daha az saatli işleri kabul ederken veya hiç iş bulamazken, şirketler krizden daha üretken, daha karlı, nakitleri bol ve borçlarının yükü azalmış bir şekilde geri dönmüşlerdi. 2007-2012 arası süren Büyük Durgunluk sürecinde şirketler daha az işçiyle daha çok üretim yapmakta ustalaşmışlardı.
Ve zamanın dehlizinden bir ses haykırıyor: Bak ve gör, her şeyi yeni kılarım ben; eski olan yok olup gider.
Eşitsizlik yalnızca gelir seviyelerinde değil tüketimde de gittikçe artıyor. Günümüzde hanelerin en zengin %5’i, harcamanın %40’ını gerçekleştiriyor. Ve bu gidişatın artarak süreceği kesin gibi. Satın alma gücünün tüketicilerin eline geçmesini sağlayan temel mekanizma, insanların işlerde çalışıp para kazanmasıdır. Bu mekanizma aşınmaya devam ederse, kitle pazarlı ekonominin büyümesini sürdürmek için ortada yeterli sayıda tüketici kalmayabilir.
Bu yeni çağın en tanımlayıcı özelliği, işçilerin yerlerini makinelere bırakması olacak. Teknolojite dair en temel varsayımlarımızdan biri olan Makine, işçinin üretkenliğini artıran bir araçtır varsayımını da sorgulamamız gerekecek. Çünkü günümüzde artık bizzat makineler işçi haline geliyor.
Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman gelişmekte olan bir Asya ülkesine 1960’larda danışmanlık veriyormuş. Friedman’ı büyük çaplı bir kamu projesi sahasına götürmüşler. Friedman manzarayı görünce şaşırmış: Bir sürü işçi ellerinde küreklerle harıl harıl çalışmasına rağmen buldozer veya traktör gibi iş makineleri neredeyse hiç yokmuş. Sebebini sorduğunda, yetkili memur, Çünkü bu bir istihdam programı, demiş. Friedman’ın nüktedan cevabı meşhurdur: E, o zaman ellerine kürek yerine kaşık verseydiniz ya?
İşler buharlaşıp ortalama gelirler yerinde sayarken, ileride nüfusun büyük bir bölümünün ekonominin ürettiği mal ve hizmetleri alamayacak duruma gelme riskini taşıyoruz.
Yüksek eğitim sektörü ileride dijital istilaya yenik düşerse, üniversitede okumanın maliyeti azalıp daha çok kişi eğitim imkanına kavuşacak. Öte yandan, yüksek eğitimliler için büyük bir iş imkânı olan akademisyenlik kapısı büyük oranda kapanacak. Ve daha önceden de gördüğümüz gibi, bu yeni mezunların peşinde olduğu diğer alanlardaki yüksek vasıflı işler şimdiden otomasyon yazılımlarının kıskacı altındalar.
Açık derslerle ilgili bir başka gerçek de, kitlesel eğitim mekanizması olarak uygulamada bu kadar sorun barındırmalarına rağmen, yeterli motivasyonu ve öz disiplini olan öğrenciler için muazzam etkili bir öğrenme yöntemi olmaları.
Potansiyel işverenlerin kitlesel çevrimiçi açık derslerden alınan mezuniyet belgelerini ciddiye almaları halinde, bütün yüksek eğitim sektöründe ciddi bir yıkım kaçınılmaz olacaktır.
Hâkim teknolojiyle çalışmayı öğrenmek, daima iyi bir kariyer stratejisi olmuştur. Buna eskiden ‘bilgisayar becerileri edinmek’ diyorduk. Yine de bilgi teknolojisi amansız biçimde katlanarak yoluna devam ederken bu tavsiyenin iyi bir çözüm olacağı konusunda şüpheci olmalıyız.
Sağlam bir orta sınıfın varlığı, fakir ülkelerle gelişmiş ülkeleri birbirinden ayıran temel faktörlerden biridir. Günümüzde bu sınıfın erozyonunu net biçimde görüyoruz -özellikle de Amerika’da.
Bilgi teknolojisi, teknoloji tarihinde eşi benzeri olmayan derecede zekâ ihtiva eder. Bilgisayarlar -çok kısıtlı ve dar bir anlamda da olsa- düşünebilen makinelerdir; kararlar verip problem çözebilirler. Günümüzün bilgisayarları insan seviyesinde bir genel zekanın yanına bile yaklaşamıyor elbette. Kimsenin böyle bir iddiası yok. Fakat mesele bu değil zaten. Bilgisayarlar rutin, uzmanlaşmış ve öngörülebilir görevlerde sürekli daha iyi hale geliyorlar. Ve büyük ihtimalle yakın gelecekte bu tür işleri şu anda yapan insanlardan daha iyi yapar hale gelecekler.
Gelecekteki en büyük gelişim potansiyelini nerede gördüğü sorulduğunda Simonyi, ‘Bunun temel cevabı, artık kimse rutin ve tekrarlı şeyleri yapmayacak’ dedi.
teknolojinin farklı alanları arasında karşılıklı bağımlılıklar ve ince geribildirim döngüleri mevcut. Bir alandaki gelişim, bir başka alandaki ani gelişim patlamasını tetikleyebiliyor.
Son dönemdeki emlak balonunun ve krizinin altındaki psikolojik sebepler, tarih boyunca görülen ekonomik krizlerdeki psikolojik sebeplerden muhtemelen pek de farklı değildi. Erken dönem Roma Cumhuriyeti’ndeki siyasi entrikalara baktığımızda, günümüz siyasetiyle benzerliklerini hemen fark ederiz. Bu gibi şeyler hiç değişmez.
Ekonomide finans kurumlarının büyüyerek etkilerini artırmasına yönelik en büyük şikayet, finansal faaliyetlerin rant arayışına yönelik olması. Bir başka deyile, finans sektörü gerçek bir değer üretmiyor, toplumun refahını arttırmıyor. Yaptığı, ekonominin diğer yerlerindeki karı ve refahı hortumlamak için durmadan yeni yaratıcı yollar bulmak.
Gelişen bilgi teknolojisinin yanında, yedi ekonomik trende etki etmiş olması muhtemel üç temel faktör daha var: küreselleşme, finans sektörünün büyümesi ve politika(devlet denetiminin azalılması ve sendikalaşmayı buna dahil ediyorum).
Bilgisayarlar ve makineler artık işçileri daha değerli yapmıyor, işinden ediyordu. Maaşlardaki artışlar üretimdeki artışların yanında yaya kaldı. Ulusal gelirden emeğe giden pay hızla azaldı. İşgücüne katılım oranları düştü. İstihdam piyasası kutuplaşmayı sürdürdü. İşsiz toparlanmalar artık standart hale geldi.
Bir de siyasetin zenginlerin kontrolüne geçmesi riski var. Gelişmiş demokrasilerin hepsinde siyasette paranın rolü önemlidir, ama Amerikan siyasetinde paranız yoksa hiçbir şey yapamazsınız. Zenginler ve ellerinin altındaki kurumlar, partilere yaptıkları desteklerle ve lobi faaliyetleriyle devlet politikalarına yön verebilir. Ve bu politikaların bazıları, halkın açıkça zararınadır.
İşsizliğin uzaması, ekonomiyi güçten düşüren ciddi bir problemdir. İşçilerin becerileri zamanla paslanır, cesaretlerini yitirenler çoğalır. Ayrıca pek çok işveren, uzun süredir işsiz olanlara karşı doğrudan ayrımcılık uygular; özgeçmişlerine bile göz atmaz.
2007’nin Aralık’ında başlayan durgunluk dönemi ve takip eden finans krizi, 2000’lerde istihdam yaratma açısından tam bir felaket oldu. Bu onyılda neredeyse hiç yeni iş yaratılmadı; 2009’daki istihdam miktarı 1999 Aralık ayındakiyle hemen hemen aynı oldu.
Artan üretkenlik ve yükselen maaşlar arasında tarih boyunca gördüğümüz paralellik yok artık.
Wiener şunu iddia etti: ‘Açık ve anlaşılır bir şekilde yapabildiğim her şey, makineler tarafından da yapılabilir’. Ve bunun günün birinde ‘su katılmamış gaddarlıkta bir endüstri devrimi’ne yol açabileceğini ileri sürdü. ‘Makinelerin becerileri geliştikçe rutin fabrika işçisinin ekonomik değeri öyle bir düşecek ki, işçiyi en baştan işe almaya değmeyecek’, diye uyardı.
makineler yalnızca az beceri gerektiren işlere değil, yüksek getirili, yüksek vasıflı işlere de göz dikmek üzereler.
ROBOTLAR VE SELF-SERVİS TEKNOLOJİLERİ hemen her sektörde kullanıma girerken, daha ziyade çok eğitim gerektirmeyen düşük maaşlı işleri tehdit edecekler. Fakat ekonominin yarattığı yeni işlerin büyük çoğunluğu da bu tarz düşük maaşlı işlerde.
Gelecekte taşımacılık altyapımızda bulut bağlantılı robotların önemli bir rolü olursa, o zaman bu çok daha ciddi bir endişe kaynağı olacak. Örneği gıda ve diğer kritik malzemeleri otomatik kamyonlar ve trenlerle merkezi bir sistemle taşıdığımızı düşünün. Böyle bir sistemin kesintiye uğraması çok ciddi sorunlar doğurabilir. Şimdi bile elektrik şebekesi gibi hayati altyapıların ve endüstriyel makinelerin siber saldırılara karşı savunmasız oluşuyla ilgili büyük endişe var. ( )Eğer günün birinde önemli altyapı bileşenleri merkezi bir makine zekasına bağlı olursa, bu endişeler bambaşka bir seviyeye taşınabilir.
Momentum Machines’in kurucu ortaklarından Alexandros Vardakostas ise şirketin amacını lafı dolandırmadan söylüyor: ‘Yaptığımız makinenin amacı çalışanları daha verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak.
Endüstriyel robotlar hız, hassasiyet ve kaba kuvvete rakip tanımasalar da genelde çok kesin kuralları olan koreografik performansların kör aktörleridirler. Yaptıkları görevler, keskin zamanlamaya ve konumlamaya bağlıdır. Görme becerisine sahip oldukları az sayıdaki örnekte, tipik olarak iki boyutlu ve yalnızca kontrollü ışıklandırma koşullarında görebilirler.
Uzun vadeli işsizlik ve eksik işgücünün kişilerde ve toplumda doğurabileceği yıkıcı etkilerin yanında, bir de ekonomik bedeli olacak. Üretim, artan ücretler ve yükselen tüketici harcamaları arasındaki ekonomiyi besleyici döngü çökecek. Bu döngünün etkisi daha şimdiden kuşa dönmüş durumda: Eşitsizlik yalnızca gelir seviyelerinde değil, tüketimde de gittikçe artıyor. Günümüzde hanelerin en zengin %5’i, harcamanın %40’ını gerçekleştiriyor. Ve bu gidişatın artarak süreceği kesin gibi. Satın alma gücünün tüketicilerin eline geçmesini sağlayan temel mekanizma, insanların işlerde çalışıp para kazanmasıdır. Bu mekanizma aşınmaya devam ederse, kitle pazarlı ekonominin büyümesini sürdürmek için ortada yeterli sayıda tüketici kalmayabilir.
Bilgi teknolojisi gerçek anlamda genel amaçlı bir teknoloji. Bu yüzden etkisini her alanda gösterecek. Yeni teknoloji iş modellerine entegre edildikçe, aklınıza gelen her sektör daha az emek-yoğun hale gelecek. Ve dönüşümler çok hızlı yaşanabilir.
Teknolojiye dair en temel varsayımlarımızdan biri olan ‘Makine, işçinin üretkenliğini artıran bir araçtır’ varsayımını da sorgulamamız gerekecek. Çünkü günümüzde artık bizzat makineler işçi haline geliyor.
Üniversitelere doluşturduğumuz gençler arasından mezun olmayı başaranların bulacakları yüksek vasıf gerektiren işlerin sayısal sınırına dayandık artık. Sorun şu ki vasıf merdiveni aslında merdiven değil, piramit. Ve piramidin üstünde anca belli bir miktar kişiye yer var.
Gelişen teknoloji gelir ve tüketimde eşitsizliği körükledikçe refahın sürmesi için hayati öneme sahip olan geniş çaplı pazar talebinin altını oymayı sürdürecektir.
Gelirler düşüyor, ama fiyatlar daha hızlı düşüyor. Teoride bu durumda da satın alma gücünüzün artması gerekir, çünkü yeni durumda daha fazla şey alabilirsiniz. Gerçekteyse fiyatların düşmesi, yani deflasyon, istenmeyen bir durumdur. Öncelikle, deflasyon döngüsünü kırmak zordur. Fiyatların gelecekte daha ucuz olacağını biliyorsanız neden şimdi alasınız? Tüketiciler fiyatların düşmesini bekleyerek satın alacakları şeyleri ertelerler. Bu da üreticileri fiyatları daha da düşürmeye ve üretimi azaltmaya zorlar.
Bu yeni çağın en tanımlayıcı özelliği, işçilerin yerlerini makinelere bırakması olacak. Teknolojiye dair en temel varsayımlarımızdan olan Makine, işçinin üretkenliğini artıran bir araçtır varsayımını da sorgulamamız gerekecek. Çünkü günümüzde artık bizzat makineler işçi haline geliyor.
Dolayısıyla eğer otomasyon tüketicilerin işlerini elinden alıyorsa veya gelirlerini aşağı çekiyorsa, modern kitle ekonomisinin nasıl sürdürülebileceği şüphelidir.
Özetle, işçi aynı zamanda tüketicidir. Üstelik kazandığı parayla ailesinin diğer çalışmayan üyelerini tüketici yapan yine odur. Son talebi bu insanlar doğurur. İşçiyi makineyle değiştirdiğinizde, o makine alışveriş yapmaz, harcama yapmaz. Makine en fazlasından enerji kullanır, parça değişimi ve bakım gerektirir. Fakat bunlar da işletme girdileridir, son talep değil. Makinenin ürettiğini satın alacak kimse yoksa, o makine bir süre sonra kapatılır.
İnsanlığın yüzünü sarmalamış bırakmayan bir dev vampir kalamar, burnuna para kokusuna benzer bir şey çarpmaya görsün, hortumunu hemen insafsızca içine sokup kanını emiyor.

Fazla tanıdık.

2012 Temmuz’unda Londra Senfoni Orkestrası Transits- Into an Abyss (Geçişler- Uçurumun İçine) adlı bir besteyi seslendirdi. Bir eleştirmen sanatsal ve çok hoş diye yazdı. İlk kez seçkin bir orkestra,bir makine tarafından bestelenmiş bir eseri icra ediyordu.
Marc Andreessen’in ünlü bir sözü var: Yazılım dünyayı yiyor. O dünyayı yiyen yazılımlar bundan böyle bulutlarda duruyor olacaklar. Ve oradan işyerlerini birer birer istila edip bilgisayar başında oturarak yapılan neredeyse tüm beyaz yaka işleri yutacaklar.
John Kennedy’nin dediği gibi, “Sırf yerimizde saymak için bile çok hızlı hareket etmeliyiz.”
Makine öğrenimi genelde iki adımdan oluşur: Önce bir algoritma,bilinen verilere göre eğitilir; ardından yeni bilgilere göre benzer problemleri çözmesi istenir.
Ergen bir kızın babası mağazanın yönetimini arayıp gönderilen bir postadaki hamilelik ürünleriyle ilgili şikayette bulunmuş, fakat sonradan kızının hamile olduğunu ve Target’ın bunu kendisinden önce fark ettiğini öğrenmişti. Kimileri bu ürpertici hikayenin daha işin başında olduğunu, büyük verinin her geçen gün hayatlarımıza daha fazla girerek ürettiği tahminlerle mahremiyetimizi ve hatta özgürlüğümüzü çiğneyeceğini düşünüyor.
Işin aslı, işini kaybeden kitleler için cep telefonları, işsizlik kuyruğunda beklerken Angry Birds oynayabilmelerinin ötesinde pek bir imkan sağlamıyor.
Bu teknolojik birikimde toplumun da bir alacak hakkı yok mudur? Toplum elbette fiyatların düşmesiyle,gelen kolaylıklarla, bilgiye ve eğlenceye bedava erişimle dijital teknolojinin ilerleyişinden büyük fayda görüyor zaten. Fakat Kurzweil’in cep telefonlarıyla ilgili sözlerine yaptığımız itiraz yine olduğu gibi duruyor: Evin kirasını bu yenilikler ödemiyor.
Küçücük bir ayrıcalıklı sınıfın, toplumun bütün teknolojik sermaye birikimini adeta tekeline almaya hakkı olmalı mıdır? sorusu bir yana, bir de gelir dağılımının aşırı bozuk olduğu bir ekonominin genel sağlığı var. Gelişimin sürdürülebilmesi için, gelecekteki inovasyonları besleyebilen canlı bir pazara ihtiyaç vardır. Bu da alım gücünün makul bir dağılımını gösterir.
Başka bir deyişle, finans sektörü gerçek bir değer üretmiyor, toplumun refahını arttırmıyor. Yaptığı, ekonominin diğer yerlerindeki karı ve refahı hortumlamak için durmadan yeni yaratıcı yollar bulmak.
2008-9 krizinin ardından işsizliğin düşmesinin nedeni, çok sayıda yeni işin yaratılması değil, umudu kırılan işçilerin işgücünden çekilmesidir. İşsizlik oranı hesaplanırken yalnızca faal olarak iş arayan insanlar sayılır. İşgücüne katılımda ise pes eden işçileri de görme imkanı buluruz.
2007’de büyük şirketler işçi başına ortalama 378.000 dolar gelir elde ederken 2011’de bu miktar %11 artarak 420.000 dolara yükselmişti.
Çünkü makineler yalnızca az beceri gerektiren işleri değil,yüksek getirili, yüksek vasıflı işlere de göz dikmek üzereler.
Şimdi bile elektrik şebekesi gibi hayati altyapıların ve endüstriyel makinelerin siber saldırılara karşı savunmasız oluşuyla ilgili büyük endişe var. Bu sistemlerin nasıl savunmasız olduğunun bir örneğini 2010’da ABD ve İsrail hükümetleri İran’ın nükleer programında kullandığı santrifüjlere Stuxnet solucanıyla saldırdığını görmüştük.
Amazon ve eBay, aynı gün içinde teslimat denemeleri yapıyor. Böylece fiziksel mağazaların sanal mağazalara karşı olan son büyük avantajını da bertaraf etmeyi umuyorlar: satın aldığın anda yaşanan tatmin duygusu.
Tabii robot hiç durmadan çalışabiliyor. Yorulmuyor, uyumuyor, sırtı tutulmuyor, sakatlandığı için tazminat davası açmıyor.
Üniversite öğrencilerinin Harvard veya Stanford profesörlerinden internet üzerinden bedava ders alabildiği bir gelecek düşünün.Üstelik öğrencilerin derslerin sonunda aldığı belgeler, işverenler ve lisans üstü eğitim veren kurumların gözünde değerli olsun.O zaman üçüncü veya dördüncü sınıf bir üniversitede eğitim almak için kim dünya kadar borca girer?
Kitlesel çevrimiçi açık dersler, yüksek öğretimde var olan kredili sisteme ciddi bir alternatif sunabilmiş değil.Bu da bazı gözlemcilerin ilk başta sandığı kadar yıkıcı bir yenilik olup olamayacakları sorusunu akla getiriyor.
“Orta sınıf kurbağası yavaş yavaş kaynatılmıyor; belirli aralıklarla yüksek ateşte kızartılıyor”
Yeni teknolojiler iş modellerine entegre edildikçe, aklınıza gelen her sektör daha az emek yoğun hale gelecek. Ortaya çıkan yeni sektörlerse fikir olarak ortaya çıktıkları andan itibaren işçilikten tasarruf ettiren güçlü teknolojilerle donatılmış olacaklar.
Tarımın makineleşmesi milyonlarca insanı işinden etti, işsiz kalan ırgat yığınlarını fabrikalarda iş aramak üzere şehre göçe zorladı. Ardından otomasyon ve küreselleşme, işçileri üretim sektöründen hizmet sektörüne kaydırdı.
30 yıl içinde insanüstü zeka yaratmak için gerekli teknolojik imkanlara sahip olacağız. Bu olaydan bir süre sonraysa insanlık çağı sona erecek.
Bir şeyi yapmayı seçtiyseniz, başka bir şeyi yapma fırsatından vazgeçmişsiniz demektir. Zaman ve yer kısıtlı olduğundan, insan aynı anda iki yerde iki farklı şey yapamaz.
Yaptığımız makinenin amacı çalışanları daha verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir