İçeriğe geç

Risaleler Kitap Alıntıları – Hasan el-Benna

Hasan el-Benna kitaplarından Risaleler kitap alıntıları sizlerle…

Risaleler Kitap Alıntıları

Şehid Imam Hasan el-Benna, Dün ve Bugün Arasında adlı risalesinde, Yolumuzdaki Engeller başlığı altında şöyle diyor: Davamızın insanların birçoğu tarafından hâlâ bilinmediğini size açıklamak istiyorum. Insanlar, bu davayı tanıdıkları gün, davanın gayelerini ve hedeflerini anladıkları gün, dava mız onlar tarafından şiddetli bir kavga ve sert bir düşmanlıkla karşılaşacaktır. Ve önünüzde birçok sıkıntı göreceksiniz. Önünüze çok miktarda engel çıkacaktır. İşte yalnız o vakit sizler, dava sahiplerinin yolunda yürümeye başlamış olacak. sınız. Şimdiki duruma gelince, siz meçhul kalmaya devam ediyorsunuz. Ve davanın gerektirdiği mücadele için hazırlanı yorsunuz. Halkın, İslâm’ın hakikatinden habersiz olması, yo lunuzda bir engel gibi duracaktır. Ayrıca bazı dindarların ve resmî âlimlerin İslâmiyet’i anlamanızı garip gördüklerini ve İslâm uğrunda yaptığınız cihadı hoş görmediklerini görecek siniz. Başkanlar, liderler, makam ve otorite sahipleri size karşı kin besleyecekler ve bütün hükümetler sizin faaliyetlerinizi sınırlandırmaya ve yolunuzun üzerine engeller koymaya te şebbüs edecekler.

Haklarınızı gasbedenler, her yolla, sizinle mukavemet etmeye,davanızın nurunu söndürmeye girişecekler ve bu hu susta zayıf hükümetlerden, ahlâksızlıktan ve onlara dilencilik için, size de kötülük ve zulüm etmek için uzanan ellerden yardım isteyecekler.

Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Kâfirler istemeseler de Allah, nurunu mutlaka tamam layacaktır. (Tevbe, 32)

Şüphesiz siz, bu dava ile tecrübe ve imtihan dönemine gireceksiniz. Davanızdan dolayı hapsedileceksiniz, tutuk lanacaksınız, gözettirileceksiniz, kovulacaksınız, mallarınız müsadere edilecek, işleriniz duracak ve evleriniz aranacaktır. Bu imtihan süresi uzayacaktır.

İnananlar sadece, ‘iman ettik’ demekle bırakılıp imti

han edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? (Ankebût, 2)

Fakat bütün bunlardan sonra Allah (celle celâluhu) müca hitlere yardım edeceğini ve iyilik yapan çalışkanlara mükâfat vereceğine dair size söz vermiştir.

Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtara cak bir ticaret göstereyim mi? (Saf, 10) Ama biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekle dik de muzaffer oldular. (Saf, 14)

O hâlde siz, Allah’ın (celle celâluhu) dinine yardımcı olma da israr edecek misiniz?

Ey kardeşler! Siz hayırlı işlerle uğraşan bir cemiyet de ğilsiniz. Siyasi bir parti değilsiniz. Sınırlı gayeler için çalışan yerel bir meclis değilsiniz. Fakat siz, bu ümmetin kalbinde cereyan eden ve onu Kur’ân hükümleri vasıtasıyla dirilten yeni bir ruhsunuz. Parlayan ve madde karanlığını Allah’ın (celle celâluhu) marifeti ile ortadan kaldıran yeni bir nur gibisi niz. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) çağrısını tekrar layan gür bir ses gibisiniz.

Şehid İmam Hasan el-Benna, Risaleler.

Seni Allah için seviyorum. diyene, Beni kendisi için sevdiğin Allah’ta seni sevsin denir.

Hasan el-Benna: Risaleler

Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk. Ve o yerde onları hâkim kılmak istiyorduk

(Kasas, 5_6 )

Bu Topraklara güzel kadınlarını, içkilerini, tiyatrolarını, diskolarını, eğlence yerlerini, gazetelerini, hikayelerini, romanlarını, saçmalıklarını, Maskaralıklarını getirdiler ve kendi ülkelerinde işleyemedikleri her türlü suçları burada işlemekte bir sakınca görmediler..
Fakat Batılılar ;bilim, zenginlik, siyaset ve refah, mal ve eğlence ve daha önce bilmediğimiz aldatıcı hayat tarzı ile bize karşı güçlü bir savaş başlattılar. bu hayat tarzını daha önce hiç görmediğimiz için bu,bize çok çekici geldi ve ona doğru yöneldik . Batının bize karşı başlatmış olduğu bu ani Savaş bizde çok büyük izler bıraktı. Yaşantımızı değiştirip en önemli ilkelerimizi Avrupa’nın yaşam tarzıyla değiştirdik. İslam’ı, yaşantımızın her alanından çıkardık. hayatla İslam’ı birbirinden uzaklaştırdık. Böylece karmakarışık ve tezatlarla dolu bir hayat sürmeye başladık.
O halde bu medeniyetin, diğer medeniyetlerden ne gibi bir üstünlüğü var?

Gerçekten de günümüzde bilim ve düşünce ilerlemiş, mallar artmış ve dünya güzelleşmiş, yeryüzü süsleri ile bezenmiş, insanlar Zevk ve eğlenceye dalmışlardır. Peki, bütün bu imkanların hepsi İnsanlara, mutluluğu verebilmiş mıdır? ya da onlar için az da olsa bu hayatta bir güven ortamı sağlayabilmiş midir? Tüm bu imkanlar, Onların kalplerine huzur ve sükuneti yerleştirebilmiş mıdır?

Bütün bunlara rağmen insanlar yataklarında huzurlu mudurlar? gözlerindeki yaşlar kurumuş mudur ? suçlularla mücadele edilmiş ve toplum, kötülerin şerrinden korunmuş mudur? fakirler zenginleşmiş midir ? aç olanların karınları doyurulmuş mudur ? Yeri-göğü dolduran şu eğlenceler, Hazin insanların acılarını birazcık olsa bile dindirebilmiş midir? Milletler rahat ve mutluluğun zevkini tadabilmiş midir ? insanlık, düşmanların düşmanlıklarından ve zalimlerin zulmünden Emin olabilmişler midir ?

Ebul Kasım Ella Likai Usulu’s sünne de İmam-ı Azam’ın arkadaşı olan Muhammed b.Hasen’den şöyle dediğini rivayet eder.
– Meşrikden Mağrib’e bütün fukaha açıklama ve benzetme yapmaksızın Kur’an’da ve sağlam ravilerin getirdikleri hadislerde gelen Allah’ın sıfatlarına iman hususunda ittifak etmişlerdir.
Sizler, ne bir hayır kurulışu, ne bir siyasi parti ve ne de sınırlı bazı amaçlar için kurulmuş bir heyetsiniz. Sizler, bu ümmetin kalbinde yer alan Kur’an’la insanları selamlayan yeni bir ruh, Allah’ın marifetiyle maddenin karanlık etkisini dağıtan bir nur ve Resululah’ın (s.a.v) davetini haykıran yüksek bir sedasınız. Gerçekte sizler kendinizi; insanların, taşımaktan çekindiği bu davanın yükünü tek başına taşıyan birileri şeklinde hissetmelisiniz.

Sizlere, ‘İnsanları neye davet ediyorsunuz?’ şeklinde bir soru yöneltildiğinde söyle cevap verin:

-Bizler, Hz. Muhammed’in (s.a.s) getirdiği islam’a davet ediyoruz. İktidar olmak İslam’ın bir gereğidir. Hürriyet ise, onun farzından birisidir.

İmam Hasan El-Benna (r.a).

Şayet delillere zulmeder ve şımarırlarsa,
Savaşa başvurmak barıştan daha iyidir.
dünyaya egemen olma hakkı; Batılıların değil bizim hakkımızdır, materyalist medeniyetin değil İslâm medeniyetinin hakkıdır.
Bizde kişilere bağlılık yoktur.

Kişi biz müslümanlar nezdinde ancak Allah’a ve Resûlüne itaat dercesinde itibar/saygı/sevgi görür.

Şehid Hasan El-Benna

Ey kardeşim! Hep beraber Kur’an’ın sesini dinleyelim. Ayeti celilelerin tadını alalım. Mukaddes kitabın sahifelerinden izzet ve ikram nimetine erelim.
Şüphesiz bizim fikirlerimiz, mumdan yapılma gelinler gibidir. Ne zaman ki onların uğrunda ölürüz işte o vakit, ruh kazanırlar, hayat bulurlar.
– toplumun fertleri arasında kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur. üstünlük ancak takvayladır..
Milletimize lüks eşyayı azaltmayı ve zaruri eşya ile yetinmeyi aşılamak gerekir. Bu hususta ileri gelenler, halkımıza numune-i misal olmalıdırlar. Artık çılgına dönen eğlenceler, manasız törenler terkedilmelidir. İnsan evinde de köşkünde de meclisinde de aynı vakarını ve aynı heybetini korumalıdır.
Bize göre “ La ilahe illallah, Muhammedün Resülullah” diyen her Müslüman’ın yaşadığı toprak parçası vatanımızdır. Bizim katımızda saygınlığı ve yüceliği vardır. Orayı sever ve sayarız; gelişmesi için gayret gösteririz.
Seni Allah için seviyorum. diyene, Beni kendisi için sevdiğin Allah’ta seni sevsin denir.
Ey kardeşim! Bil ki, zikirden maksat sadece sözlü olarak zikirde bulunmak değildir. Tövbe de zikirdir. Tefekkür, zikrin en yüce olanları arasında yer alır. İlim talebinde bulunmak da zikirdir. Güzel bir niyetle rızık istemek de zikirdir. İçinde Rabbinin rızasını gözetlediğin, O’nun sana baktığını hatırına getirdiğin ve Allah’ın seni gözetlediğini bilerek yaptığın her iş de zikirdir. İşte bunu bilen her halinde zikirde bulunuyor demektir.
Dünyada hak ve sulh bayrağını taşıyan yeni bir davayı başaracak bir millet ortaya çıkmazsa, artık o dünya batacaktır. İnsanlığa paydos denilecektir!
Ey Müslüman kardeşler! Çilekâr, hasta ve huzursuz bu alemi kurtarmak için Kur’an-ı Kerim’in eczanesinden, Rasullullah’ın namıyla ilk şeriat ilacı alan siz olun.
يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
(Allah) gözlerin hâin olanını (harama bakanları) ve sînelerin gizlediğini bilir.
Sure Mü’min, Ayet 19
Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur.
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) bir adamın şöyle dua ettiğini işitti: Allah’ım, senden başka ilâh olmadığına, senin doğurmamış ve doğurulmamış olan, hiçbir dengi olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu biricik ilâh olduğuna şahadet ederek sana dua ediyorum! Bu duayı işiten Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Canımı elinde bulunduran Allah’a andolsun ki, bu adam Allah’a ism-i âzâmıyla dua etti. O, öyle bir isimdir ki onunla dua edene Allah mutlaka cevap verir. O isimle bir şey isteyenin isteğini Allah mutlaka yerine getirir.
Yahya b. Muaz’a, Bize Allah’tan haber ver denmiş. o da O tek ilahtır demiş; O nasıldır? diye sormuşlar, Her şeye gücü yeten ve her şeyin sahibi olandır demiş; O nerededir? diye sormuşlar, O her şeyi görüp gözetlemektedir demiş: Biz sana bunu sormuyoruz ki? demişler, o da Bunların dışındaki vasıflar, mahlûkatın vasıflarıdır. Allah’ın vasıfları ise size söylediğim şeylerdir diye cevap vermiştir.
Hasta ziyareti, hoş bir sözle de olsa muhtaca destek olmak, gurbette olanı veya arayıp sormayanı arayıp sormak, bağları koparmış olanla irtibata geçip bağ kurmak İşte tüm bunlar kardeşlik bağlarını pekiştirir, gönüllerde sevgi ve yakınlık duygularını artırır.
Daima hakka ve adalete uyun, dosdoğru olun, Allah’ın size emrettiği şeyleri yapın, yasakladıklarından uzak durun. Allah’a karşı itaatkâr mi yoksa isyankâr mı olduğunuz hususunda kendinizi çok sıkı hesaba çekin. Bunların yanında, bir kusurunu gördüğünüz zaman din kardeşinize nasihat edin.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) şu sözlerini de asla unutmayın: Her mümin diğer mümin için bir binanın duvarı gibidir. Her duvar diğerini takviye eder.
Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu düşmanın eline teslim etmez.
Birbirinizle tanışın, kaynaşın, Allah için birbirinizi sevin, aranızda güçlü ve sağlam bir kardeşlik duygusu oluşturun. Daima âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere sarılın, onları hep gündeminizde tutun ve Allahu Teâlâ’nın şu âyetlerini asla aklınızdan çıkarmayın: Müminler ancak kardeştirler.
Hep birlikte Allah’ın ipi ne (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
İslâm binasında sağlam bir tuğla olmaya gayret et!
Zamanın konusunda titiz olmalısın; çünkü vakit hayattır.
Sonuçları çok acı da olsa, kendi lehine veya en çok sevdiğin insanların aleyhinde de olsa doğru söylemekten asla çekinme.
Son derece hayâ sahibi ve ince duygulu olmalısın. İyi şeylere karşı memnuniyetini, kötü şeylere karşı öfkeni açı ça ortaya koyacak şekilde hassas olmalısın. Zillete düşmeden ve başkalarına karşı yağcılık etmeden mütevazı olmalısın. Az olanla yetinmeyi bilmelisin ki (mütevazı olmalısın ki), layık olduğun mertebeye yücelebilesin.
Cesaretin en faziletlisi, insanın hakikati söylemesi, sır saklaması, hatasını kabul etmesi, insaflı davranması ve şiddet anında kendine hâkim olabilmesidir.
Medeniyetin, sadece millette bulunan dini nüfuzunu tamamen yok etmekle, dini tamamen devletten ayırmakla tahakkuk edebileceğine inanmışlardır.
Tek yol, İslamdır!
Hiçbir şey İslam kadar şuur veremez, vicdanı uyandıramaz.
İzzet ve şerefinin Allah tarafından Kur’an-ı Kerim’de zikredildiğini bilen bir millet, elbette ki dünyayı ve dünyadaki her şeyi ilahi izzeti uğrunda feda eden bir millet olacaktır.
Allah yolunda ölmek en büyük dileğimizdir.
Cihad yolumuzdur.
Kalbin ameli organların amelinden daha önemlidir.
Akide amelin temelidir.
İslâm, hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsamlı bir nizamdır. Şu halde o; hem devlet ve vatan, hem hükümet ve ümmettir. Hem ahlâk ve kuvvet hem rahmet ve adalettir. Hem kültür ve kanun hem ilim ve hüküm vermedir. Hem madde ve servet hem kazanç ve zenginliktir. Hem cihad ve dâvet hem ordu ve fikirdir. Hem doğru bir inanç hem de aynı şekilde sahih bir ibadettir.
Kur’an-ı Kerim, geçmişte namazların süsü iken günümüzde eğlencelerin süsü haline gelmiştir. Önceden mahkemelerde adalet ölçüsü iken günümüzde düğün yerlerinin eğlence vesilesi haline gelmiştir. Önceden vaaz ve hutbelerde ilk sıradayken, günümüzde büyücü ve muskacıların baş tacı haline gelmiştir. Günümüz Müslümanlarının, Kur’an’a yaklaşımlarının olsa da olur, olmasa da’ şeklinde olduğunu söylerken haklı değil miyim? Kur’an’a karşı garip bir tenakuz içerisindeyiz. Onu vücelttiğimiz, koruduğumuz ve onunla Allah’a yaklaşmaya çalıştığımız konusunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat ey insanlar! Sizler, Kur’an’ı yüceltme konusunda yolu şaşırdınız, onu doğru bir şekilde korumaktan saptınız ve Allah’a yaklaşmak konusunda hatalarınız oldu.
Bizi zelil düşüren acizlik, ancak dünyayı sevmekten ve ölümü çirkin görmemizden kaynaklanmaktadır.
Allah’ım! Sen Müslümanlara dinlerini öğret.
Bu alemi karanlıklardan kurtar.
İslâm nuruyla nurlandır, amin
Kurban ettiler secde timsali olan o ak saçlı yaşlıyı,
O ki, Kur’an ve tesbihle geçirirdi her gece ve anını.
Kim Allah Teala’dan samimi olarak şehid olmayı dilerse, yatağında dahi ölse, Allah onu şehidler makamına erdirir.
Kur’an-ı Kerim; gönüllerinin baharı, ibadetlerinin duasıydı.
Kul ile şirk arasında, kulun namazı terk etmesi dışında hiç bir engel yoktur. Namazı terk ettiğinde müşrik olur.
Namaz, gözbebeği, insan vicdanının huzuru, nefsin dostu, kalbin sevinci, kul ile Rabbi arasındaki bir vasıtadır.
Namaz, İslâm dâvetinin temeli, dinin esası ve nüvesidir.
Din, ruhların derinliklerine işleyen Allah’ın rahmetinin bir meşalesidir.
Allah’tan niyazımız odur ki, Allah, imanı nasıl Sahabe-i Kirama sevdirmişse bizlere de sevdirsin.
İslam, riyakâr tesbihler, süslü elbiseler, aldatıcı sakallar, çeşitli mevlidler-merasimler, klişeleşmiş ifadelerden mi ibaret?!
Hazırlanınız Zafer mü’minlere çok yakındır
İmanın esasını uyanık kalp, ihlasın esasını arınmış gönül, hamasetin esasını sağlam şuur, amelin esasını ise kuvvetli azim teşkil eder.
Gençler!
Bir fikir ancak kuvvetle inanıldığı, uğrunda ihlas ve hamaset gösterildiği, gerçekleşmesi için gayret ve fedakarlıkta bulunulduğu zaman başarıya ulaşır. Bu dört esas, yani “ İman, İhlas, Hamaset ve Amel” mücahit gençlerin hususiyetlerindendir.
Din vicdanları diriltir, insandaki şuuru güçlendirir, kalbi uyarır. Din, mümin yüreklerde olan ve asla gaflete düşmeyen bir murakıb, dalgın olmayan bir bekçi, tarafsız, unutmayan ve şaşırmayan bir şahit bulundurur. Bu şuur, insanın oturmasında, kalkmasında, gitmesinde, gelmesinde, yalnız başına kaldığın da ve başkalarıyla beraber olduğunda onu yalnız bırakmaz. Her zaman ve her yerde insanı kontrol altında tutar. Onu hayra sevk eder, günahlardan uzaklaştırır; hatalara düşmekten korur, ona hayır ve şer yollarını gösterir.
Hayat, iman ve cihad’dır.
Ya izzet ve şerefle dolu bir hayatı yaşamalıyız
Veya ölümü tadıp mesuliyetten kurtulmalıyız.
Ey Müslümanlar! Allahu Teala’nın kitabını bırakıp bu hale geldikten sonra elinde lamba bulunduğu halde onu söndürüp körlerden kılavuzluk bekleyen adam gibi oldunuz.
Ey Müslüman! Senin anayasan ‘Kuran’dır. Kur’an’ın zikri hidayettir. Hükmü haktır.
İyi bilin ki Allah sizinledir!
Ukbe b. Nafi, Su, atının göğsüne ulaşana kadar okyanusa atını sürer ve şöyle der: Allah’ım! Bilsem ki bu denizin ötesinde bir ülke daha var, senin uğrunda cihad etmek için kesinlikle oraya giderim!
Kanunların alkole izin verdiği, ülkenin polislerinin sarhoşları korumaya alıp güven ve huzur içinde evlerine ulaştırdığı bir düzende hatiplerin her Cuma günü minbere çıkıp da Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz demelerinin elbette ki, bir faydası ve hiçbir kıymeti yoktur. İşte bu sebepledir ki, Kur’anî öğretiler, yönetimin otoritesi olmaksızın tam olarak uygulanamaz ve yine aynı sebepledir ki, yönetim, dinin ayrılamaz bir parçasıdır. Bundan dolayı, Müslüman rûhi yönünü iyileştirmekle ilgilendiği gibi, yaşadığı ülkenin yönetimini iyileştirmekten de sorumludur.
İslâm dini, asla İslâm düşmanlarının sınırlandırmaya çalıştıkları gibi bir din değildir. İslâm, inanç ve ibadet, vatan ve millet, hoşgörü ve kuvvet, ahlâk ve mal, kültür ve kanun demektir.
İslâm’ın , eşlerin birbiri üzerindeki haklarıyla anne-baba ve çocukların birbiri üzerindeki haklarını vurgulayan, ailenin sevgi ve iyilikte yardımlaşma temeli üzerinde kurulmasını ve topluma yararlı güzel hizmetler sunmasını öngören nice değerli ilkesi bulunmaktadır ki, insanlar bunlara göre yaşadıkları takdirde her iki âlemde de mutluluğa ulaşacak, her iki cihanda da başarıya ereceklerdir.
İslâm’a göre kadının doğasının gereği olan esas vazifesi ev idaresi ve çocuk eğitimidir. Her kadın, ya gelecekteki bu görevine kendisini hazırlayıp yetiştiren genç bir kız, ya kendisini evine ve kocasına adaması gereken bir eş, ya da kocasına çocuklarına ve evine bakan, evinin mürebbiyesi, idarecisi, hanımefendisi olan bir annedir. Kadın, evinin bu işlerini nasıl bitirip de başka şeylere yönelsin? Ancak sosyal bazı zaruretler kadını bu doğal vazifesi dışında başka bir işte çalışmaya mecbur kılarsa, böyle bir durumda da İslâm’ın, erkeği ve kadını birbirinin fitnesinden korumak için koymuş olduğu şartlara uyması gerekir. Ayrıca, bu tür işlerde çalışması da sadece zaruret miktarı kadar olmalı, her kadına çalışma imkânı veren normal bir düzen halini almamalıdır.
Kimileri, İslâm, kadının genel işlerde çalışmasını yasaklamamıştır. Zira, çalışmasını yasaklayan hiçbir âyet ve hadis yoktur. Yasaklayan bir şey varsa getirin bakalım demektedirler. Bunu diyenlerin mantığı her halde Anne-babayı dövmek caizdir, çünkü âyette sadece onlara öf demeyin ifadesi geçmektedir, dövmeyi yasaklayan bir ifade yoktur diyen birisinin mantığı gibidir.

İslâm, kadının bedenini açmasını, yabancı erkeklerle baş başa kalması ve karışık halde bulunmasını yasaklamış, namazı bile evde kılmasını daha uygun görmüş, bakışı iblisin zehirli oklarından bir ok olarak telakki etmiş, kadının, kendisini erkeğe benzeterek yay taşımasını bile mekruh görmüşken, tüm bunlara rağmen nasıl olur da Islâm’ın, kadının genel işlerde çalışmasını yasaklamadığı söylenebilir?

Gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki, toplumumuzun günümüzdeki şu halinin İslâm’la hiçbir ilgisi yok! Okullardaki, enstitülerdeki, üniversitelerdeki, toplantı ve törenlerdeki kadın-erkek karışıklığı, kadınların erkeklerle birlikte gittikleri eğlence merkezleri, lokantalar, park ve bahçeler, arsızlık ve çıplaklığa varan açılıp saçılma vb. şeyler İslâm’la uzaktan yakından ilgisi olmayan, Batı kültürünün zehirli meyveleridirler ve sosyal hayatımızı çok olumsuz yönde etkilemekte, nice kötü sonuçlar doğurmaktadırlar.
Ebu Hüreyre (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Ateş ehlinden iki sınıf vardır ki onları henüz görmedim: Biri yanlarında sığır kuyruğu gibi kamçılar taşıyıp bununla insanlara vuran bir topluluktur. Diğeri ise giyinik çıplak olan kadınlardır ki, bunlar, Allah’a isyan etmişlerdir. Başlarını deve hörgücü gibi sallayarak kibirle, gururla ve kırıtarak yürürler. Bunlar cennete giremeyecek, hatta onun kokusunu bile duyamayacaklardır. Hâlbuki cennetin kokusu çok uzak mesafelerden bile duyulur.
İbn Mesud (r.a.), Allah, dövme yapan ve yaptırana, kaşlarını yolana ve güzel görünmek için dişlerini törpületen ve bu şeylerle Allah’ın yarattığı şekli değiştirene lânet etsin demiş, bu sözleri üzerine bir kadın kendisine laf edince de kadına şöyle demiştir: Resûlüllah’ın (s.a.v) lânetlediğini ben niye lânetlemeyeyim ki? Allah da kitabında Resûlu için şöyle buyurmuyor mu: Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.
Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: Resûlüllah (s.a.v) kadın elbisesi giyinen erkeğe ve erkek elbisesi giyinen kadına lanet etmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir