José Saramago kitaplarından Ressamın Elkitabı kitap alıntıları sizlerle…
Ressamın Elkitabı Kitap Alıntıları
Dünyanın şu andaki toprağında, ilk yaratıldığı andaki toprağından çok daha fazla insan toprağı var ve içinde yaşadığımız, topraktan yapılmış evlerin ana maddesine de insan toprağı karışmış; bu evler kelimenin tam anlamıyla insanlardan yapılmış.
Hiç kimse bir hastanin yanındayken kendini her zamankinden daha az sağlıklı hissetmez, herkes celimsiz birinin yanında kendisini dünyanın en kuvvetli insanı olarak görür, akılsız biriyle konuşan biri de kendisini dünyanın en zeki insanı sanır.
En önemli olaylar dışarıdan görünenler değildir, aksine içerde yasananlardir
İnsanlar severler ve bu yüzden cok acı çekerler ama buna değer.
Don Kisotlar yaratmanın tek yolu, önlerine yüksek idealler koymaktır.
Kahraman ve aziz yaratmanin pek çok yolu vardir
Dünya fena halde yaşlandı ve her tarafı ağrı sızı içinde.
hiç kimse korkakligini kabul etmekten hoşlanmaz. Korkuların en büyüğü budur,
başkası hakkında bir şeyler öğreneyim derken kendim hakkında pek çok şey öğrendim.
Hangi gerçek ifade edilebilir, tanımlanabilir ya da tasnif edilebilir? Biyolojik gerçek mi? Zihinsel gerçek mi? Duygusal gerçek mi?
İnsanların davranışlari bir olasılıklar dünyasından ibarettir.
Sanatci doğulur mu yoksa olunur mu? Sanat açıklanamayacak bir gizemden mi ibarettir yoksa kılı kırk yaran bir öğrenme süreci midir? Sanatta devrim yaratanlar gerçekten çılgın mıdır? Van Gogh gerçekten kulağını kesti mi?
Karşılıklı sadakat mecburiyeti bir yük haline gelmediği sürece ilişkiler devam eder, kelimelere dökülmek sizin yapılan bu sadakat anlaşması bozulduğu anda ilişkiler zaten bitmiştir.
İnsanların ağlamaya da eğlenmeye de ihtiyacı vardır
İnsanın gerçek doğum yeri, onun kendisine ilk kez aklıyla baktığı yerdir.
Şimdi artık eskiden kim olduğumu söylemenin, bugün kim olduğumu söylemekten daha kolay olduğunu anlıyorum.
Tıpkı bir yılan gibi kabuğumuza sığmadığımızda onu değiştiriyoruz, ya da değiştirmeye takatimiz kalmıyor ve kabuğumuzun içinde boğulup kalıyoruz, işte bu sadece insanoğlunun başına geliyor.
Henüz zamanı gelmedi hiçbir şeyin
İnsanların davranışları bir olasılıklar dünyasından ibarettir.
Nefret eskir ama yorulmaz,
Zafere ulaşmasam da bütün kartları elimde tutarım doğrusu kazandığımda az kazanırım ama kayıplarım da az olur.
Bazı durumlarda susmanın yalan söylemekten farkı yoktur.
José Saramago
-Ressamın Günlüğü-(S.167.)
Bir şahinin görme yetisi insanoğlunda olsaydı, bu keskin görüşün mü yoksa körlüğün mü bizler için daha iyi olacağını kim bilebilir? Bir kartal Jüliet’in tenini nasıl görür? Ya da ne görmüştü Oedipus tırnaklarıyla kendini kör ettiğinde?
Resimde tablonun tek bir fırça darbesini bile kaldıramayacağı bir an vardır (iyi de olsa kötü de olsa o darbe resmi bozar), ona karşın bu satırlar sonsuza denk uzatılabilir, hiçbir zaman sonuca ulaşılamayacak bir yekûnun parçaları ardarda sıralanır, bu sıralama işlemi zaten mükemmel ve nihai bir eserdir, çünkü herkes tarafından bilinir. Özellikle sonsuza denk uzatılabilme fikri beni büyülüyor. Daima, hayatımın sonuna kadar yazı yazabileceğim, halbuki tablolar öyle mi? Onlar kendi içlerine dönüktürler, kendi bünyelerinde itici, otoriter ve küstahtırlar.
” An diye bir şey yoktur ,gelmekte olan dalga artık kırılmıştır, bir kanat olmayı bırakan yaprak çok geçmeden kurumuş bir halde ayaklarınızın dibine düşecektir. ”
Fırçayı değiştirip geriye bir iki adım atmam, portrede her zaman bir yüz oluşturmak için yaptığım karmakarışık çizimi netleştirmeme ve bir çerçeveye oturtmama yardımcı oluyor ve içimden cevap veriyorum: Bilmiyorum
Velhasılkelam, Tanrı yoktur. Bunu anlamanın birçok yolu vardır ama kendi yolum bana yeter.
Gerçekten adalet dağıtmakla uğraşan, işi dert vermek olmayan ve sanattan anlayan bir kutsal varlık, yaşamımız süresince en az bir kez kulağımıza eğilip, Madem doğdun, o halde İtalya’ya git, demeliydi.
Bildiğim tek şey, bilmemeyi dayanılmaz bulduğumdur.
Ne istiyorum? Her şeyden önce yenilmemek istiyorum. Sonra, mümkünse, başarıya ulaşmak istiyorum.
Bilgiyi yeğlemek gerek, çünkü, içtenlikten sıyrılıp korkunç bir yapmacıklığa, böbürlenmeye kapılmanın ne kadar kolay olduğu herkesçe bilinse de, bilgi sahibi olma arzusu ve ona ulaşma çabası her zaman için saygı uyandırır.
Kurtuluş sözcüğünün burada işi ne?
Seninle olmaktan mutluyum. Birisine bundan daha güzel bir başka sözün söylenebileceğini sanmadığım gibi, bundan daha fazla hoşuma gidecek başka bir sözü duyacağımı da düşünemiyorum.
İki saniyelik bakışı çok az bir süre ama bir ömre sığar.
Benim sorunum yokluk değil, aksine varoluş.
İnsanlar severler ve bu yüzden çok acı çekerler ama buna değer. İnsanlar acı çekseler de içlerindeki sevgiyi korumalıdırlar.
Hiçbir şey hissetmiyorum. Şu anda hafif bir sarsıntı, terk edilen her erkeğin duyabileceği bir üzüntü, bir kırgınlık hali ama sonrasında gelen büyük bir rahatlama ve birtakım karmaşık duygular, sanırım minnettarlık ya da onun gibi bir şey.
Hiç kimse kendisine acımasın! Bu, insana olan saygının ilk kuralı.
parasız hiçbir şey yapılmıyor. Lüks harcamalar yaptığım için değil, her geçen gün daha da pahalılaşan yaşam için para lazım.
Dünya fena halde yaşlandı ve her tarafı ağrı sızı içinde.
Artık kaybetmeye tahammül edemiyorum.
“Belki de hiçbir yaşam anlatılamaz, çünkü yaşam, okunmak ya da bakılmak üzere açıldığı ya da soyulduğu anda toza dönüşüp ortadan yok olan bir kitabın birbiri üzerine binen sayfalarına ya da bir resmi oluşturan, üst üste sürülmüş boya tabakalarına benzer.”
“Portre ressamı olan herkes kendi portresini yapar. Dolayısıyla önemli olan model değil ressamdır ve bir portre ancak ve ancak ressamının taşıdığı değer kadar değer taşır, daha fazla değil.”
“Belki de benim en büyük yanlışım hakikatin dıştan ve yalnızca bakışlarla yakalanacağını sanmak, hakikati birden kavranabilen, ondan sonra tıpkı bir heykel gibi kımıltısız, sakin sakin duran, sıcaklığa göre genleşen ya da küçülen, zaman içinde yalnızca çevresindeki mekanı değiştirmekle kalmayıp tıpkı biz insanların saç dökmesi, tırnak kesmesi, salya akıtması gibi, konuştuğumuz sözler gibi minik minik mermer parçaları dökerek üzerinde durduğu toprağın bileşimini de önemli ölçüde değiştiren bir şey olarak görmek.”
Benim hayatım dikkatlice düzenlenmiş bir kandırmacadan ibaret.
Sahi, başkaları bizden bahsederken ne der? Başkaları için neyiz biz? Kendimiz için neyiz?
“Sessiz bir fotoğrafla olanaksız ve soylu bir ifadeye bürünmek çabasıyla aptal aptal gülümseyen boş bir surat arasında ne fark var?”
artık kaybetmeye tahammül edemiyorum.
“Söz aramızda, hiçbir şey bizim malımız değil, ama kendimizden çok başkalarına ait olan bir şeyi kullanırken kendimizden emin ve rahat görünmemiz uygun düşer, çünkü her zaman için daha bile azına sahip biri vardır.”
“Bu noktaya gelmek için insanın adının ne olduğu önemli değil. Bundan sonra, beni bir sonraki evreye ulaştıracak bir başka ad gerekiyor: ad mı kişi mi?”
İnsanlar severler ve bu yüzden çok acı çekerler ama buna değer. İnsanlar acı çekseler de içlerindeki sevgiyi korumalıdırlar.
Gerçek doğum yeri, kişinin kendine ilk kez bilinçli bir bakış yönelttiği yerdir
“… Bu türden ilişkiler fevkalade dingin olur. Karşılıklı sadakat mecburiyeti bir yük haline gelmediği sürece ilişkiler devam eder, kelimelere dökülmeksizin yapılan bu sadakat anlaşması bozulduğu anda ilişkiler zaten bitmiştir. Oyun dürüstçe oynandığı sürece ne bir şey kaybedilir ne de herhangi bir şey karmaşıklaşır.”
“En nihayetinde hiçbir şey bize ait sayılmaz ama büyük ölçüde bize ya da başkalarına ait olan herhangi bir şeyi kullanırken kendimizden emin ve rahat görünmemiz uygun olur, zira her zaman daha da ağzına sahip olanlar vardır.”
“Kelimeler fırçalardan daha sert, üstelik kurumayı reddeden boyalar kadar kolayca ayrılamıyorlar birbirlerinden.”
doğarken iki büklüm haldeyiz, birbiri üzerine katlanan cetveller gibi kısalıyoruz.
bir kartal jüliet’in tenini nasıl görür? ya da ne görmüştü oedipus tırnaklarıyla kendini kör ettiğinde?
zira yaşamın kendisi daha ziyase basitlikten, renksizlikten, düzensiz uzamış ya da kötü kesilmiş sakaldan, pis kokulu nefeslerden ve her zaman temiz olmayan vücut kokularından oluşur.
Zamanın akışını yavaşlatmanın tek yolu geçmişte yaşamaktır.
Yaş ilerledikçe, kullandığımız kelimelere dikkat etmeyi öğreniyoruz.
Uğruna bir şeyler yaptığınız sizi pişman etmeyecek insanlar için çabalayınız , sizin verdiğiniz bütün emekleri görmezden gelen insanlar için değil çünkü Bir şeye boşa emek verdiğinin farkına varmak kadar kırıcı bir şey yok bu hayatta
Ağaçların oluşturduğu tünelden geçerek şehirden çıkarken arabanın farları yaprakları tek tek aydınlatıyordu, o anda konuştu: Seninle olmaktan mutluyum. Birisine bundan daha güzel bir başka sözün söylenebileceğini sanmadığım gibi, bundan daha fazla hoşuma gidecek başka bir sözü duyacağımı da düşünemiyorum.
Yan gözle M’ye baktım. Yüzünün biraz kızarmış olduğunu fark ettim. Bir kız çocuğu gibi kızarmasını ilk kez görüyorum. Onu da sevdim.
Tıpkı bir yılan gibi kabuğumuza sığmadığımızda onu değiştiriyoruz, ya da değiştirmeye takatimiz kalmıyor ve kabuğumuzun içinde boğulup kalıyoruz, işte bu sadece insanoğlunun başına geliyor.
Akıp giden su, benim hayatım, normal seyrindeyken yolu üzerinde aniden kapatılan bir kapıya tosladı.
Tek adımı ilk adımdan ayıran şey, ikinci adımı bekleyen ya da beklemeyen sabırdır.
Hiç kimse kendisine acımasın! Bu, insana olan saygının ilk kuralı.
Zamanın akışını yavaşlatmanın tek yolu da geçmişte yaşamaktır.
Dünya fena halde yaşlandı ve her tarafı ağrı sızı içinde.
Varsayım olarak, annemin karnından çıkmama yardım eden ebenin, şöyle demiş olabileceğini düşünüyorum: Bu çocuk hayat dolu geliyor. Yanılıyordu tabii
Hiçbir yaşam anlatılamaz muhtemelen; bunun nedeni, hayat dediğimiz şeyin üst üste kapanmış kitap sayfaları ya da görülmek, incelmek için kaldırılmış, soyulmuş boya katmanları gibi ansızın un ufak oluvermesi, çürüyüp gitmesidir.