İçeriğe geç

Resimli Adam Kitap Alıntıları – Ray Bradbury

Ray Bradbury kitaplarından Resimli Adam kitap alıntıları sizlerle…

Resimli Adam Kitap Alıntıları

“Aşkı eğer hafifçe tutarsan aşk uçar, aşkı çok sıkı tutarsan aşk ölür.”
“Bununla birlikte,” diye belirtti Simms, “Geleceğin sakinleri onlar cehennemin kıyısındaki uçurumdan düşerken sizin tropik adalarda saklanmanızdan hoşnut değil. Ölüm ölümü sever, yaşamı değil. Ölen insanlar diğerlerinin de onlarla öldüğünü bilmeyi sever. Fırınlarda, tabutta tek başına olmadığını bilmek insanı avutur. Ben onların size karşı duyduğu ortak hoşnutsuzluğun bekçisiyim.”
Hepimiz aptalız, dedi Clemens, hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık. Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.
“Kaybolan ruhlarımızı mı arıyoruz, bu mudur?”
…Anılar ve hayaller arasında fark vardı. Hollis’in elinde sadece yapmak istediği şeylerin hayali varken Lespere yaptığı ve başardığı şeylerin anılarına sahipti…
…Wendy ve Peter ölümü düşünmek için çok küçüktü. Ya da, hayır, aslında hiçbir zaman bunun için çok küçük olmazdınız. Ölümün ne olduğunu bilmeden uzun zaman önce başkalarının ölmesini dilerdiniz. İki yaşındayken insanlara mantar tabancasıyla ateş ederdiniz.
.
Romantizm için seyahat ederiz, mimari için seyahat ederiz ve kaybolmak için seyahat ederiz.

Mesele de bu. Buraya ait değilmişim gibi hissediyorum
Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten?

Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi?

Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız .

Kendimi en son mutlu hissetmemin üzerinden
çok ama çok zaman geçti.
“Hepimiz aptalız,” dedi Clemens, “hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.”
“Hep her gün öldüğümüzü ve her günün numaralanmış ve muntazam kutular olduğunu düşünürüm. Ama geri dönüp kutuların kapağını açmak olmaz çünkü hayatın boyunca bir kaç bin kez ölmüşsündür, bu da bir çok ceset anlamına gelir. Hepsi farklı şekilde ölmüştür, hepsinin yüz ifadesi birbirinden beterdir. O günlerin hepsinde farklı bir sen yaşamıştır, tanımadığın, anlamadığın ve anlamak istemediğin biri.“
Devam et, diye düşündüm sabırsızlıkla. Çabucak söyle. Bu sefer temelli evde kalacağını söyle, asla gitmeyeceğini söyle, söyle işte!
Ve beni dinledi. Sanki kendini duyabildiği tüm seslerle doldurmaya çalışırcasına dinledi. Rüzgarı, okyanusu ve benim sesimi daima kendinden geçmiş bir dikkatle, adeta fiziksel bedenleri dışarıda tutup sadece sesleri alan bir yoğunlaşmayla dinledi.
Bu gecenin diğer binlerce geceden bir farkı yoktu.
Yağmur, karıncalanan bedeninde artık sadece bir anıydı. Güneş odanın mavi gökyüzünde, yükseklerde asılıydı; ılık, sıcak, sarı ve çok güzel.
Kaybolan ruhlarımızı mı arıyoruz, bu mudur?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık.
“Hayır, şimdi kendime yalan söylüyorum. Yalan söylemek gereken anlardan biri bu. Daha fazla dayanamayacağım.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Yoksa mutlu olalım diye yalan mı söylüyorsun?”

“Mutlu olun diye yalan söylüyorum.

Kaybolan ruhlarımızı mı arıyoruz, bu mudur? Kötülükle çevrili gezegenimizden uzaklaşıp iyiliğin olduğu bir gezegen mi arıyoruz?
“Bunu neden yapıyoruz, Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz.”

“Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık,” dedi Martin.

.
Hepimiz aptalız, her zaman. Sadece her gün farklı bir türüz. Bugün aptal olmadığımı düşünüyoruz.

Ben dersimi aldım. Dün aptaldım ama bu sabah değil. Sonra yarın öğreniyoruz ki, evet, bugün de aptaldık.

Bence bu dünyada büyüyüp ayakta kalabilmemizin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul etmek ve buna göre yaşamak.

Çocuklar, çocuklar. Çocuklar ve sevgi ve nefret, yan yana. Çocuklar sizi bazen sever, bazen de nefret eder, hepsi yarım saniyede olup biter. Tuhaf çocuklar, acaba tokatları ve sert, katı emirleri unutur veya affederler mi hiç? Bayan Morris merak etti. Tepenizdeki ve üstünüzdeki nasıl unutur veya affederdiniz ki, şu uzun ve aptal diktatörleri?
İnsan bir kez hata yapmaya görsün, yanlış yaptığını kabul edip baştan başlamak ne kadar da zordur.
.
Düşünme Düşünmek yaratıcılığın düşmanıdır. Bu, öz-bilinçlidir ve öz-bilinçli olan her şey berbattır.

Şeyler yapmaya çalışamazsınız. Sadece bir şeyler yapmalısın.

Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha “Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi,” diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.
Bedeninde yaşayan bu kalabalıkların ufak ve sessiz mırıltılarrı duyuluyordu adeta
Mutsuzluk yoldaş ararmış.
Hepimiz aptalız, dedi Clemens, hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki evet, o günde aptaldık. Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.
Çok kötü değildik, değil mi?
Hayır ama çok iyi de değildik. Galiba sorun da buydu. Dünyanın büyük bir kısmı çok kötü şeyler yaparken biz kendimiz dışında pek bir şey olmadık.
İnsan olmayanın insanlığını göremiyor musun?
Bir şeye inanmak için onu yanında taşımalısın.
Bazı geceler resimleri hissedebiliyorum. Karınca gibi derimde dolaşıyorlar. Ne yapmaları gerekiyorsa onu yaptıklarını anlıyorum. Artık onlara hiç bakmıyorum.
“Aptallık ettik,” dedi yaşlı adam sessizce. “Dünya’yı ve medeniyeti başımıza yıktık Hiçbir şehrin enkazını kaldırmaya değmez. Dünya’nın işi bitti.”
Yirmi yıldır tek yaptığım düşünmek oldu. Dünya’dan ayrıldığımda on altı yaşındaydım ve oradan ayrıldığıma memnundum,” dedi Willie. “Orada ne benim, ne senin, ne de bizim gibiler için hiçbir şey yoktu. Ayrıldığıma hiç üzülmedim. Burada huzur bulduk, ilk defa rahat bir nefes aldık.
Vakit yavaşlama vakti değil. Vakit acele etmek vakti ve ben de acele ediyorum.
Berbat ve boş bir hayatı telafi etmek için yapabileceğim bir şey var mı şimdi? Bunca yıldır içimde haberim bile olmadan biriktirdiğim zalimliği telafi edebilecek tek iyi şey yapabilseydim ya! Ama burada benden başka kimse yok, tek başına nasıl iyilik yapabilirsin ki? Yapamazsın.
Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur.
Hayatının dış sınırında geriye baktığında Hollis’in tek pişmanlığı vardı, o da hayatını yaşamaya devam edememesiydi. Ölmekte olan herkes böyle mi düşünürdü, sanki daha önce hiç yaşamamışlar gibi? Hayat gerçekten o kadar mı kısa gelirdi, tek nefes alamadan bitip gitmiş gibi? Bu herkes için bu kadar ani ve imkânsız mıydı yoksa sadece onun için, burada, şimdi, düşünmek için sadece birkaç saat kaldığında mı böyleydi?
Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha “Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi,” diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.
Burada olmak istemiyorum. Başka bir yerde olmak istiyorum.
“Kim olduğumun önemi yok,” dedi. “Ne de olsa sizin için bir isim olacağım, o kadar.”
“Şu anda? Bir şey bitince artık hiçbir faydası kalmaz.”
“İnsan gibi konuşmuyorsun ve bu benim hoşuma gitmiyor.”
Haklısın çünkü yapacak bir şey olsaydı zaten yapıyor olurduk.
“ Hep her gün öldüğümüzü ve her günün numaralanmış ve muntazam kutular olduğunu düşünürüm. Ama geri dönüp kutuların kapağını açmak olmaz çünkü hayatın boyunca bir kaç bin kez ölmüşsündür, bu da bir çok ceset anlamına gelir. Hepsi farklı şekilde ölmüştür, hepsinin yüz ifadesi birbirinden beterdir. O günlerin hepsinde farklı bir sen yaşamıştır, tanımadığın, anlamadığın ve anlamak istemediğin biri. “
“Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman
yaşanmamış gibi olur. Şu an senin hayatın
benimkinden iyi mi? Asıl önemli olan şu andır.
İyi mi benimkinden? İyi mi?”
“Evet, iyi!”
“Nasıl!”
“Çünkü düşüncelerim var, hatırlıyorum!”
“Gel de beni sustur.”
“Bir fincan çay içer misiniz?”
İnsan insandır ve ne yazık ki, şekli nasıl olursa olsun, günaha eğilimlidir.
Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten?
Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi?
Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız.
Mühim olan niyettir, kasıt yoksa günahta cezası da olmaz, Tanrı böyle buyurmuştur.
“Havadaki düşmanlığı hissedebiliyor insan.”
Ölüm düşünceleri. Wendy ve Peter ölümü düşünmek için çok küçüktü. Ya da, hayır, aslında hiçbir zaman bunun için çok küçük olmazdınız. Ölümün ne olduğunu bilmeden uzun zaman önce başkalarının ölmesini dilerdiniz. İki yaşındayken insanlara mantar tabancasıyla ateş ederdiniz.
“Buraya ait değilmişim gibi hissediyorum.”

••

Biz kitaplardan ibaretiz , onlar da gittiğinde geriye hiçbir şey kalmaz
“Hepimiz aptalız,” dedi Clemens, “hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.”
Tek kişilik isyan başlattım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok.
” Belki de kaçma şansımız vardır. Bizi asla bulup geri getiremeyecekleri, kitaplarımızı yaktıramayacakları, düşüncelerimizi sansürleyemeyecekleri, zihinlerimizi korkuyla yakamayacakları, uygun adımla yürütemeyecekleri, radyolardan bize bağıramayacakları yılların vahşi diyarlarına yüzyılları geçip ulaşma şansımız vardır.”
“Bunu neden yapıyoruz, Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz.”
“Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık,” dedi Martin.
Tuhaf çocuklar, acaba tokatları ve sert, katı emirleri unutur veya affederler mi hiç? Tepenizdeki ve üstünüzdeki nasıl unutur ve affederdiniz ki, şu uzun ve aptal diktatörleri?
çünkü hayatın boyunca birkaç bin kere ölmüşsündür, bu da birçok ceset anlamına gelir. Hepsi farklı şekilde ölmüştür, hepsinin yüz ifadesi birbirinden beterdir. O günlerin hepsinde farklı bir sen yaşamıştır, tanımadığın, anlamadığın veya anlamak istemediğin biri.
Ben korkmuş ve kızgın biriyim. Ben bir tanrıyım, Bay Dickens, siz de tanrıyken, ve hepimiz tanrıyken, bizim eserlerimiz, halklarımız diyelim isterseniz, sadece tehdit edilmedi, sürgün edildi ve yakıldı, yırtıldı ve sansürlendi, yok edildi ve bir kenara atıldı. Yarattığımız dünyalar yıkılıyor. Tanrılar bile zamanı geldiğinde savaşmalıdır!
saçının inanılmaz beyaz alnına düşüşünde üzüntülü bir vahşilik vardı. Yitik bir gayenin şeytanına, sahipsiz bir işgalden dönmüş bir generale benziyordu.
Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten? Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi? Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız.
Yirmi yıldır tek yaptığım düşünmek oldu. Dünya’dan ayrıldığımda on altı yaşındaydım ve oradan ayrıldığıma memnundum.
Zamanda yolculuk A.Ş görevlileri aptal değildi. Yolculuğa çıkmadan önce beyninize psikolojik bir engel koyarlardı. Kimseye gerçek doğum yeri ve zamanınızı söyleyemez, Geçmişteki hiç kimseye Gelecekten bilgi veremezdiniz. Geçmiş ve gelecek birbirinden korunmalıydı. İnsanların başlarında kimse olmaksızın Geçmişe gitmesine sadece bu psikolojik engel sayesinde izin veriliyordu. Gelecek, Geçmişe yolculuk yapanların getireceği değişikliklerden korunmalıydı.
Anılar, babamın da bir keresinde dediği gibi ,kirpi gibidir. Canları cehenneme! Onlardan uzak dur. İnsanı mutsuz ederler, işini bozarlar. Adamı ağlatırlar.
Biz kitaplardan ibaretiz, onlar da gittiğinde geriye hiçbir sey kalmaz.
Çok kötü değildik, değil mi?
Hayır ama çok iyi de değildik. Galiba sorun da buydu. Dünyanın büyük kısmı çok kötü şeyler yaparken biz kendimiz dışında pek bir şey olmadık.
Şüphesiz biz de bir kâsede debelenen gülünç,ufak hayvanlarız ve Tanrı bizi onun mizah anlayışına hitap ettiğimiz için daha da çok seviyor olmalı.
Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur.
Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi, diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir