İçeriğe geç

Resimde Görünmeyen Kitap Alıntıları – A. Ali Ural

A. Ali Ural kitaplarından Resimde Görünmeyen kitap alıntıları sizlerle…

Resimde Görünmeyen Kitap Alıntıları

Zaman sevgiyi sınayan öyle bir mihenk taşıdır ki, ölmez sanılan sevgileri bu kutsal taşın üzerinde kurban eder .
Sevgi, dokunduğu her şeyin değerini artıran bir müzayedeci gibi dolaşıyor yeryüzünde..
Kalemin gölgesi kağıda düştü. Sana ne yazmalıyım? Ne yazmalıyım ki kara gözlerinin kapısını vurunca ruhunun ışığı yansın..
Ne tuhaf! Sonsuz bir hayatın gerçek bir kahramanı olduğunu unutup zombi olarak ölümsüzleşmek istiyor insan..
Sevginin gözlüğü numaralı değil. Ama sevgide ne numaralar var! Sevdiğini söyleyerek bubi tuzağı kuranlar var, sever göründüklerini havaya uçuran.
Ozon tabakasının lafı mı olur; güven tabakası delindi.
Kitapların süzgecinden geçmiş ince bir ruh taşıyor olmalıydı.
Heey kulaklarından çıkart artık şu kulaklığı! Dünya deliler gibi dönüyor!
Heyecansız bir dağdan tavşanlar bile sıkılır.
Heyecansız bir denizden balıklar bile sıkılır.
Her şey bir hikaye içindi.
Kimi seveceğine bir türlü karar veremeyen insanoğlu bakalim daha hangi vadilerde dolaşacak?
Bedava yaşıyoruz, bedava
Hava bedava, bulutlar bedava
Sevilen insanların sadece yüzleri saklanmıyor hafızalarda, kullandıkları eşyalar, oturdukları evler, yaşadıkları şehirler, tırmandıkları ağaçlar mücevherlere dönüşüp ziyaretçilere kapalı o çok özel müzelerde yerini alıyor.
Kur’ân-ı Kerim, Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan: yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O’dur. Allah bunları açmak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen milletlere ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. ayetiyle zamanın farkında olmaya davet ediyor insanı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Işte ölüm meleği, Azrail (a.s) soruyor binlerce yıl önce Hz. Nuh’a:
– Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü, dünyayı ve lezzetlerini nasıl bilirdin?
Cevap veriyor Hz.Nuh:
-Iki kapılı bir eve giren, evin ortasında konuşan, sonra diğer kapıdan çıkıp giden bir insan gibi.
Evet güveni çalınmış bir dünyadan söz ediyorum. Artık kimsenin dostluktan, aşktan, arkadaşlıktan, ortaklıktan, anlaşmadan, iş birliğinden, dayanişmadan söz edemeyeceği bir dünyadan.
Geceyi gündüz sanmaktan daha korkunç bir şey yoktu yeryüzünde.
İçindeki sıkıntıyı, beklemenin zehrine yordu.
Mektuplar düşünülerek yazılırdı. Kelimeler özenle seçilir, hangi kelimenin hangi kelimeden, hangi cümlenin hangi cümleden önce geleceği önem taşırdı. Samimiyetin ve derinliğin belgeleriydi onlar. Bir hitap tarzı bir anlatım estetiği, bir kurgu zerafeti taşırlardı. Cep telefonlarının tuşlarına üç defa basıp tek bir harf yazmaya başlayınca, üç cümleyi arka arkaya yazamaz olduk. Aslında üç cümlemiz de yoktu. Üreticiler tabii ki biliyorlardı bunu.
Kalemin gölgesi kâğıda düştü. Sana ne yazmalıyım? Ne yazmalıyım ki kara gözlerinin kapısı vurunca ışığı yansın.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Iyiki kitaplar vardı!
###

Yalnız yıldızların değil, hayallerin de haritaları vardır..

###

Yalnız yıldızların değil, hayallerin de haritaları vardır.
Heey kulaklarından çıkart artık şu kulaklığı!
Dünya deliler gibi dönüyor!
Hikâyenin devamında, çocuklar bahçeden kovulduktan sonra o bahçeye birdaha baharın gelmediği anlatılıyordu.
Bir televizyon dizisini aylarca seyrediyorlar. Sıra okumaya gelince itirazlar yükseliyor.
Kışın şiddetinden değil üşümem.
Bir sabah rüyalarınızı yarım bırakarak tamamlamak isteyeceksiniz başka düşleri.
Kalemin gölgesi kağıda düştü. Sana ne yazmalıyım? Ne yazmalıyım ki kara gözlerinin kapısını vurunca ruhunun ışığı yansın.
Nasıl büyüyor ve nasıl küçülüyor her şey!
kısacası kim yolu dünyaya düşmüşse, giderken unutulmak istemiyordu..
Kısacası kimin yolu dünyaya düşmüşse, giderken unutulmak istemiyordu.
Ressamın fırçası bir ağacı, bir taşı, bir iskemleyi, bir meyveyi, bir denizi boyarken değil, tablonun kenarına imza atarken titriyordu. Şair şiirinin sonuna tarih atıyordu zamanını ölümsüzleştirmek için. Bestekâr adının söylenmesini istiyordu her şarkının önünde. Romancı, yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını kahramanlarına bölüştürüyor, her kitabında ömrünü biraz daha uzatmaya çabalıyordu.
Dünyanın en güçlü köprüsü dedeler ve torunlar arasındaki köprüdür. Çünkü onlar, hayata iki ayrı ucundan tutunmanın getirdiği empati ile birbirlerini anlar.
Raskolnikov yürürken,
Acaba neredeydi? diye düşündü.
Nerede okumuştum, hani bir idam mahkûmu, ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü:

‘Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanımda uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış bir durumda yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekse, o şekilde yaşamak, şu anda bir saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir!’

Her şey bir hikaye içindi.
Yalnız yıldızların değil,hayallerinde haritaları vardır.
Güven çalındığından beri bütün köprüleri çöktü yeryüzünün.Hangi yakada kaldıysak o yakada ölmeye mahkûm olduk . Güven çalındığından beri yeryüzünün bütün tatlı suları acıdı.Göllere ve nehirlere karışan bir damla şüphe ,balı kinine çevirdi . Güven çalındığından beri içinde balık sürülerinin gezdiği berrak denizlere ,kanalizasyon künkleri bağlandı ,görünen görünmeyen oldu. Güven çalındığından beri,yalancı güneşler doğdu ve insanın en büyük sermayesi bir anda buharlaştı. Güven çalındığından beri birbirine uzatılan elleri gizli bir yay geri geri çekti ,yönetmen filmi geri sardırdı. Güven çalındığından beri bütün tekneler su aldı .Ozon tabakasının lafı mı olur;güven tabakası delindi .
Kendine bir türlü yolculuk yapmayan insana gelince;o hep bir sır olarak kalacak.
Geceyi gündüz sanmaktan daha korkunç bir şey yoktur yeryüzünde
Hadi ilk cümleyi ben fısıldayayım kulaklarına: Yalnız yıldızların değil, hayallerin de haritaları vardır.
Ne tuhaf !Sonsuz hayatın gerçek bir kahramanı olduğunu unutup zombi olarak ölümsüzleşmek istiyor insan.
Zaman sevgiyi sınayan öyle bir mihenk taşıdır ki, ölmez sanılan sevgileri bu kutsal taşın üzerinde kurban eder.
Sevgi, dokunduğu her şeyin değerini arttıran bir müzayedeci gibi dolaşıyor yeryüzünde.
Milat yada hicret, hangi noktadan başlatırsak başlatalım, müthiş bir hızla akıyor zaman.
Saçı besleyen şampuanlara, cildi nemlendiren kremlere, yorgunluğu silen vitaminlere rağmen beyazlazlaşıp dökülen saçları, kırışıp çatlayan cildi ve büyük yorgunluğuyla insan, değil yok olmaya, yok sayılmaya bile bütün hücreleriyle direniyor.
Kayan her yıldız faniliğin sinyallerini yakıp söndürüyor karanlıkta. Doğan her güneş ebediliğin altın zarflı mektubunu kapıların altından itiyor.
Yalnız yıldızların değil, hayallerinde haritaları vardır.
Bir sır olarak kaldığını fark eden insanın, kendine yolculuk için henüz bir projesi yok..
Avcılar, hayvanların dilini anlasalardı acaba tetiğe dokunabilirler miydi? Vurdukları hayvanın son sözlerini hatırlayacak olsalar, onların kesik başlarını şöminelerinin üstüne asabilirler miydi? Av resimleri sipariş edebilirler miydi ressamlarına? Tıpkı Jean de La Fontaine’in anlattığı gibi İnsan başka şey! diye övünürler miydi kabartıp göğüslerini! Yoksa gerçek bir aslana rastlayıp tutarlar mıydı nefeslerini?
Soylarını tüketmek için ellerinden geleni yaptıktan sonra, soyu tükenmekte olan hayvan türlerine ilgi duymaya başlayan insanlığın nadir koleksiyonlarıdır hayvanat bahçeleri.
İnsan heyecanla paylaşmak yerine heyecanla çalmaya başladığından beri çok şey değişti.
Her şey bir hikâye içindi. Kim ne yaptıysa bir hikâyesi olsun diye yaptı.
Dünyanın yuvarlak olduğunu kim söylemiş; denizse bunu söyleyen neden inanalım; bence dünya bir zeytin tanesi gibidir, yani elipstir. Eli pistir ve kimi ebelese sırtında izini bırakır parmaklarının. Dünyanın peşinden koşup da ebeleyemediği kaç kişi kalmıştır ki şunun şurasında
”Güven ” çalındığından beri bütün köprüleri çöktü yeryüzünün.
Hangi yakada kaldıysak o yakada ölmeye mahkum olduk.
”Güven ” çalındığından beri yeryüzünün bütün tatlı suları acıdı.
Sevginin dili bütün dillere tercüme edilebiliyor.
Sevginin adımları en uzak şehirleri bile yakına getiriyor.
Sevginin gözlüğü numaralı değil.
Ama sevgide ne numaralar var.!
Hırsızlık hiçbir çağda bu kadar revaçta, hırsızlar hiçbir çağda bu kadar şık olmadı.
Gözlerinde maske, ellerinde fener yok, ne gam!
Şimdi hırsızlar kravatlı.
Aşkla, şevkle ve zevkle soyuyorlar.
İnsan, heyecanla paylaşmak yerine heyecanla çalmaya başladığından beri çok şey değişti.
İyi ki kitaplar vardı!
Yalnız yıldızların değil, hayallerin de haritaları var.
Bir televizyon dizisini aylarca seyrediyorlar. Sıra okumaya gelince itirazlar yükseliyor.
“Hangi baba çarpan bir kalple evine dönüyor?”
“Hangi öğretmen heyecanla yazıyor kara tahtaya?”
“Hangi doktorun kalbi ameliyatta titriyor?”
“Sabah namazına heyecanla uyanan kimler?”
“Hangi müezzin heyecanla ezan okuyor minarede?”
“Heyecansız bir dağdan tavşanlar bile sıkılır.”
“Heyecansız bir denizden balıklar bile sıkılır.”
“Yağmurun yumuşak bir silgi gibi her şeyi sildiği bir sahilde eline tutuşturulan kağıda hangi resmi çizerdin?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir