İçeriğe geç

Rastlantı Kitap Alıntıları – Murat Tavlı

Murat Tavlı kitaplarından Rastlantı kitap alıntıları sizlerle…

Rastlantı Kitap Alıntıları

Hayatına imza atan insanların hayatında ne kadar kaldığı önemli değildir. Mesele, kaldığı sürede yüreğini ne kadar ortaya koyabildiğidir.
Belki senin kahramanın bir başka masalın yalnızıdır.
Biz sahip olduklarımız kaybolur diye oynamaktan korkar, onları büyük bir özenle sakladık.
Uçmak mı istiyorsun? Kanatlarım yok deme, içten atılan her kahkaha ayakları yerden kesebilir.
Güzel günler seninle, sen güldüğün müddetçe.

Murat Tavlı- Rastlantı

Nasılsın sorusunun cevabı yok bugünlerde, bilmiyorum…
‘Böyle gözümün içine baka baka yalan söylendiğinde sesimi çıkarmadan sadece tebessümle geçiştiriyorum. Ben onlar için saf olurken onlar benim için karaktersiz oluyor.’
Yapılan bir araştırmaya göre, on sekiz ayda ölen herkesin acısına alışılıyormuş. Dokuz ayda dünyaya gelip on sekiz ayda unutuluyorsak bu hırs, bu kötülük, bu bencillik niye? İnsan dediğin her bayağılığın mayası işte…
Hiçbir manzara beni mutlu etmiyor. Hiçbir şehir, hiçbir sokak, hiçbir şarkı ruhumu okşamıyor. Tek istediğim güven yüklü bir omuz, o da bu devirde büyük lüks. Hiçbir limanda bulunmuyor…
Bir gemiye yükledim hayallerimi, gözden kaybolana kadar izledim karanlıkta. Ne ben kurduğum hayali hatırlıyorum artık ne de veda ettiğim limanı. Hangi ara öldürdünüz onları? Hangi hakla?
Cümleler acının tarifini yapabilecek olsa gözyaşına ihtiyaç duyar mıydı insanoğlu?
İnsan olabilmek duygu işiydi ve duygu işin içine girdi mi ne din, ne dil, ne ırk, ne de renk fark ederdi. Hangimiz dünyaya gelirken hangi dine, hangi ırka mensup olabileceğimizi seçti? Ol dedi, olduk, öl dedi öldük ve biz onun yarattığı dünyayı sınırlara böldük… Kendimizi Yaradan’dan daha akıllı sanıp kanlar döktük. Neden insanlar kendi gibi olmak zorunda bırakır herkesi? Kendi gibi düşünmesini, kendi gibi inanmasını, kendi gibi yaşamasını ister? Neden üzerine vazife olmayan işleri vazife edinir, kendini sorgu meleği zanneder? Günahlarımız bir mi yazılır? Sevaplarımız mı ortak? Neden sevgisizliğin kuraklığında bir yaşam seçer, insanları sınıflandırıp sınırlar çizer? Bizim oralarda arılar sadece bizim çiçekleri mi gezer? Çizsene onlara da sınırları, çeksene önlerine gümrük kapılarını… Sınırdaki komşularının çiçeklerinden toplanan bal belki de senin sofranı süsler… İdeolojik savaş ahmakların zanaatıdır.
Fırtınalar görür, ayazlara tutulur, depremler olur yüreğinde ama unutma bahar gelmeyi kafaya koyduysa, cemre illa düşecek yeri bulur…
Vesileler her zaman bir hediye paketine sarılıp gelmez, bazen gözyaşıyla, bazen acıyla yoğurur seni ve bittiğini düşündüğün anda yeniden başlarsın habersizce.
Bazı insanlar size koşulsuz iyi gelir. Hiçbir ortak noktanız, hiçbir ortak paydanız olmasa bile sizin hayatınızdaki eksikliği o giderir. Misal iyi hissettirir, varlığını bilmek bile güne iyi başlamanız için bit sebeptir.
Hayatına imza atan insanların hayatında ne kadar kaldıkları önemli değildir. Mesele, kaldığı sürede yüreğini ne kadar ortaya koyabildiğidir.
Güvenmek…Bu kadar mı muhtaç kalır insan dediğin? Bu kadar mı zordur her koşulda yanında hissedebilmek? Ne ekmek ne de su, iyi ki varsın diyebilmek?
Yaradılan her canlı ortak yaşam hakkına sahipken bu dilsiz canlar, dünyayı kendi tekeli altına aldığına inanan insanların bencilliğinden yakınıyorlar. Bir yudum su, bir kap yemek sadece dertleri ve şiddetten uzak bir hayat bekledikleri. Sevilmek istiyorlar delice ama sevmiyorsun diye hiçbir tekmenin mağduru olmak da istemiyorlar. Vicdan diliyorlar o masum gözlerle, merhamet diliyorlar nasırlaşmış yüreklere. O bir anne, yavrusuna siper olmuş bir anne! Unutma, bu arsız dünyayı değiştirmek senin elinde…
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendi ırkımı sevebilmek için onca çaba harcarken insanlar her defasında beni utandırmayı başarıyor, İsrafil’in suru üflemesi gerektiğine olan inancım her geçen gün gitgide artıyordu. Depremler, salgın hastalıklar, seller ve daha nice felaketler bu dönemin insanları için azdı, Yaradan ne olursa olsun yine de kıyamıyordu en değerlim dediğine.
Nasıl bir duygu denizdir bu, her kulacımda kıyıdan uzaklaşıyorum. Her dalgada başladığım noktaya geri dönüyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çocukluk… Temizliğin nişanesi olan o kısıtlı zaman. Yaşayabilen için geriye dönüp baktığında tebessüm sebebi, benim gibi yaşayamayanlar için her daim içinde keşkeler barındıran derin bir ah meselesi.
Uyan. Hayat mutlu sabahlara doğan güneşle güzel. Şarkılar söyle kulaklarını tıkayanlara inat, içindeki çocuğu ödüllendir el âleme kulak asmadan. Dans et deli desinler, onlar deli dedikçe sen daha da saçmala. Sen varsan herkes var, sen güçlüysen herkes sana saygı duyar. Ne demiş bir yazar, “Neden diye sorma, tesadüflere yer yok hayatta. Bugün yaşadığın acı yarın hayatını kurtarır, bilemezsin…”
Bak her şeye alışıyor insan, her şey sıradanlaşıyor. Hak ettiğin değeri görmediğinde edeceğin ısrar sadece senden çalıyor. Unutamam, yapamam, ayağa kalkamam diye korkma. Kendine olan saygısına hizmet ettikçe büyür insan…
Karakterinizdeki boşlukları sizin verdiğiniz değerle dolduran insanlar hayatınıza en büyük çukuru açarlar…
Yaşıyorsan sebebi var, hayat yaşadığın yere kadar…
Yaşadığımız her musibet aslında bize verilen bir mesaj, o mesajı alamazsan dibe vurursun, o mesajı alırsan hayatın anlamını bulursun.
Hatalar kabul edilebilir, yanlışlar telafi edilebilir ama kötü niyetin ve bencil ruhun telafisi de tedavisi de yoktur. Değişir diye bekleme, değişen tek şey takvim yaprağı olur…
Dürüst olmak bedel gerektirirmiş, masum olsan bile insanların kurdukları mahkemeler çaresiz olanın boynuna urganı geçirirmiş. Hırsız derlermiş, arsız derlermiş, ayyaş derlermiş, meczup derlermiş. Garibana biçilen bu gömlekler, tuzu kuru olanı da rahatsız etmezmiş.
Hayat seni kendi rayında bir vagon olmaya mecbur kıldığında lokomotife başkaldıramazsın. Ya yoldan çıkıp yüzlerce can alırsın, ya da kaderine razı olup onun peşine takılırsın. Her şey kim ve ne olmaya karar vermenle doğru orantılıdır.
Bizler çocuktuk ve çocuk yüreğimizde nefretle öfkeye ne kadar, ne zamana kadar yer verebilirdik ki? Bir sütlü şekere tüm kavgalar biter, tüm dargınlıklar dinmez miydi?
Boşverdim ben, olduğu gibi bırakıyorum dağınıklığımı. Mutluluğu karmaşamda arıyorum artık. Mesela artık kırılmıyorum, yoksun kalmıyorum düşlerden. Bana düşen paydanın anını yaşıyorum. Ellerinize sağlık, ben bile artık kendimi tanımıyorum.
Kıt kaynaklar değeridir, yaşadıkları duygu kıtlığı onları zulümün zanaatkârı yapar
Boş verdim ben, olduğu gibi bırakıyorum dağınıklığımı. Mutluluğu karmaşada arıyorum, mesela artık kırılmıyorum. Yoksun kalmıyorum düşlerden, düşsem de ağlamıyorum. Bana düşen paydanın anını yaşıyorum. Ellerinize sağlık, ben bile artık kendimi tanımıyorum 
İnsanın hayatındaki yıkımlar kader çizgisiyle bir araya geldiğinde seni bambaşka bir kimliğe savuruyor. Büyük konuşayım deme, hayat büyük konuştuğun yerden vuruyor. Öyle bir hale geleceksin ki, ben miyim diye soracaksın kendine. Aynada gördüğün cemale haykıracaksın kinini, en çok kendinden nefret edeceksin, neden ben diye? Böyle böyle büyüyecek, içindeki ateşi kontrol altına almayı öğreneceksin.
Önemli olan siyahın içinde kalmak değil, önemli olan siyahın içinde bile bir tebessüme sahip olmak. Siyahın da hayatın içindeki bir renk olduğunu kabullendiğinde geçiyor her şey
Unutma!
Kendine inandığında neleri başaracağını tahmin edemezsin. Kendi ellerinle kendi kendine verdiğin zararla düşmanlarını kıskandırırsın. Hâlâ devam mı umutsuzca beklemeye? Harekete geç, ayağa kalk ve gülümse
????
Şiddetin en zalimi psikolojik olandır. Sinsidir, içten pazarlıklıdır ve seni bir girdabın içine çeker. Tuzağa düşme ve hiçbir gülüşü ikinci bir birey için kurban etme. Unutma ki, her cümle kişinin aynasıdır. Duymak istemediklerini duyurmak isterler. Sen yolunda emin adımlarla ilerle. Sesler hep oldu, daima da olacaktır.
Yanılgılar izin verir mi gülüşlere? Kendini suçlayacağını bile bile değer mi lades demeye. İnanmak istemek değil de bu azap ne? Yandık yine kanacağımızı bile bile
Kendinden şüphesi olan, herkesten şüphe duyar. Kendi karakterini rehber alan, herkese öyle bakar. Nasıl hatırlanacağını kendi seçer insan
Ağızdan çıkan sözler, insanı geri dönülmez yollara sokabiliyor. İnsan her şeyi unutmak istese de o cümleler kulaklarda çınlıyor. Aşkta gurur olmaz deme, gurur en çok da aşka yakışıyor. O yüzden sen sen ol bedelini ödeyemeyeceğin cümleler kurma. Hayat kısa, kuşlar uçuyor
Hangi dağın karına hasret kaldık? Hangi yıldızın altında hayal kurduk? Ne kadar yol kaldı, nereye gidiyoruz? Bilmiyorum. En acısı da bilmemek ya, böyle böyle geçiyor günler. Takvim yaprakları benim için dönüyor, ey sonsuzluk
Var olmak için verilen her mücadele kanlıdır, unutma. Varlık savaşına feda edecek kadar ucuz mu benliğin? Hiç mi hatırı yok aldığın nefesin? Yarın yine güneş doğacak, hangi dünyevi yarışın kazancı bu vazgeçemediğin kinin?
Gülümsemek olgunluktur. Anca gülümseyebilenler ve her şeye rağmen hayatla inat edenler iz bırakır.
Gülümsemek delikanlılıktır, insanın en güçlü silahıdır. İçinde yaşattığın her acı seni biraz daha mezara taşır. Yaşarken üstüne toprağı kendi ellerinle atarsın.
Kendime yaptıklarımı ele bırakmadım. Elimden geleni de ardıma koymadım. Nasıl kızayım şimdi sana ey geçmiş. Ben olmasaydım zaten sen olmazdın
Denk olmak İnsanlığıyla, erdemiyle, yüreğiyle, merhametiyle ve her zerresiyle denk olmak. En büyük şans bu denkliği sağlamakta. Yoksa her ilişki ölümlü, her yolculuk keşkelerle dolu bir cehennem olacak
Yola çıktıysan yoldakilere odaklan. Vazgeçtiklerin için çok geç
Artık korkmuyordum olacaklardan; çünkü korku, zihnin insana oynadığı bir oyundu. Biz çiziyorduk başımıza geleceklerin projesini ve yarattığımız karanlık dünyayı kendi hayatımıza çekiyorduk. Bir ritme kaptırıp, soluksuz koştuğun bir yolda düşmek aklına gelirse korku sarar ve alışık olduğun tempoda koşmazsın. Zihnin seni hep düşmeye odaklar ve düşündüğün ânı çekmekten kaçamazsın. Kaybetme korkusu da böyleydi ve bu korkuyu aklımdan silip kendi zihnimle hesaplaştım.
Neden insanlar kendi gibi olmak zorunda bırakır herkesi? Kendi gibi düşünmesini, kendi gibi inanmasını, kendi gibi yaşamasını ister? Neden üzerine vazife olmayan işleri vazife edinir, kendini sorgu meleği zanneder? Günahlarımız bir mi yazılır? Sevaplarımız mı ortak? Neden sevgisizliğin kuraklığında bir yasam seçer, insanları sınıflandırıp sınırlar çizer? Bizim oralarda arılar sadece bizim çiçeklerimizde mi gezer? Çizsene onlara da sınırları, çeksene önlerine gümrük kapılarını Sınırdaki komşularının çiçeklerinden toplanan bal belki de senin sofranı süsler
İdeoloji savaş ahmakların zanaatıdır.
Vesileler her zaman bir hediye paketine sarılıp gelmez; bazen gözyaşıyla, bazen acıyla yoğurur seni ve bittiğini düşündüğün anda yeniden başlarsın habersizce.
Tesadüf diye geçiştirsen de yazılan kaderin tıkır tıkır işlemesidir. Ne bir saat geç, ne bir dakika erken, ne bahar, ne güz, ne de kış
O en doğru zamanda gelir.
Fırtınalar görür, ayazlara tutulur, depremler olur yüreğinde ama unutma; bahar gelmeyi kafaya koyduysa, cemre illa düşecek yeri bulur
Baba, bir evin çatısıymış, baba olmadıktan sonra her rüzgârın, her yağmurun, her fırtınanın mağduru olurmuş kalanlar. Hiçbir yorgan ve battaniye veremezmiş onun sıcaklığını, hiçbir ateş dağlayamazmış yürekleri babasızlığın dağladığı kadar. Hiçbir zenginlik fayda etmezmiş, hiçbir para geri getirmezmiş senden çalınıp götürüleni. Baba bir fidanı yeşerten güneş gibi, tohumu besleyen su gibi, onu her şartta sarıp sarmalayan toprak gibiymiş. Şimdi Ayazlara alıştı bedenim, yangınların başkenti yüreğim ama doğduğumda kulağıma metin ol diye fısıldamıştı ve güçlü olmak artık benim yeminim 
Uçmak mı istiyorsun? Kanatlarım yok deme. İçten atılan her kahkaha ayakları yerden kesebilir. Güzel günler seninle, sen güldüğün müddetçe
Hayatına imza atan insanların hayatında ne kadar kaldığı önemli değildir. Mesele, kaldığı sürede yüreğini ne kadar ortaya koyabildiğidir.
Seni öldürmeyen acı güçlendirmez, başkalaştırır. Bir vakit sonra da hiçbir şey unutulmaz, alışılır. Böyle böyle başkalaşmış, bu sebepten alışmıştı insanlar.
Kediler neden nankör diye bilinir biliyor musunuz? Çünkü kediler veren elin aracı olduğunu bilir, rızkın Allah’tan geldiğine inandığı için hiçbir kula minnet etmezler. Kedi bile yaratılışın mükemmelliğine teslim olmuşken, yaradılanların en değerlisi diye lütfedilen insanoğlu böylesine çaresiz işte. Aralarından biri kediler kadar itikat sahibi olsaydı eğer bu köyde bu zülüm hüküm sürer miydi? 
Birine biçtiğin değer onun asla olamadığı ama senin olmasını istediğin yerdir. Seni hayal kırıklığına uğratan da o değil, tamamen kendin
Gelen kişi babamdı, babam varsa kimse bana dokunamazdı. Babalar hep öyle değil midir zaten? Gücü, kuvveti, imkânı ne olursa olsun yenilmezlerdir onlar. Bu yüzden babalar gittikten sonra omuzlar düşer, kalkanlar yok olur, savunmasızlık vücut bulmaz mı hayatta?
( ) bir insan bir hayvandan daha vahşi olabiliyormuş
İnsanlar hep böyledir aslında, erdemli olmanın olgunluğunu yaşamanıza izin vermezler. Ya sizi değersizleştirmeye çalışırlar ya da değiştirmeye.
Sevdaları, hayalleri birbirinden ayıran dikenli cümle içindeki virgül gibiymiş. Virgülü cümlenin içinde kullandığında sıralı cümleleri belki birbirinden ayırırsın ama cümlenin anlamını bozamazsın. İşte o dikenli teller de hayatın anlamını bozamamış, vazgeçmemiş insanlar farklı topraklarda birbirini düşlemekten.
Her şey neye ne kadar sahip olduğunla örtüşür. Hayatındaki yeri de hayatındaki önemi de
Hatalar kabul edilebilir, yanlışlar telafi edilebilir ama kötü niyetin ve bencil ruhun telafisi de tedavisi de yoktur. Değişir diye bekleme , değişen tek şey takvim yaprağı olur
Ben kimim diye sormalı insan. Sen kimsin diye eşitmeli kulak. Efendilik anlayabilinedir. Sustukça korkak olur, kaçtıkça çamura bulaşır insan. Kim ne hak ediyorsa artık odur.
Bak her şeye alışıyor insan, her şey sıradanlaşıyor. Hak ettiğin değeri görmediğinde edeceğin ısrar, sadece senden çalıyor. Unutamam, yapamam, ayağa kalkamam diye korkma. Kendine olan saygısına hizmet ettikçe büyür insan
Yaşadığımız her musibet aslında bize verilen bir mesaj; o mesajı alamazsan dibe vurursun, o mesajı alırsan hayatın anlamını bulursun.
21 Haziran’a en uzun gün demişler ama yanılmışlar. Sabahı olmayan ne günler vardı takvim yapraklarında oysaki
Hayat seni kendi rayında bir vagon olmaya mecbur kıldığında lokomotife başkaldıramazsın.Ya yoldan çıkıp yüzlerce can alırsın,ya da kaderine razı gelip onun peşine takılırsın.Her şey kim ve ne olmaya karar vermenle doğru orantılıdır.
Nasıl olduğundan çok nasıl anıldığınızdır mesele.Bu yüzden kimi düştüğü yerden ayağa kalktığında zalim olmayı,kimisi de düşenin halinden anlamayı seçer.
Bilmemek mutluluk,kire pasa bulaşmamış olmak ise sonsuz huzurdur.
İnsani özelliklerin pek değer görmediği bir toplumda hepimiz bir amaç için yetiştiriliyorduk adeta
Hatalar kabul edilebilir, yanlışlar telafi edilebilir ama kötü niyetin ve bencil ruhun telafisi de tedavisi de yoktur. Değişir diye bekleme, değişecek tek şey takvim yaprağı olur
Boş verdim ben, olduğu gibi bırakıyorum dağınıklığımı. Mutluluğu karmaşamda arıyorum, mesela artık kırılmıyorum. Yoksun kalmıyorum düşlerden, düşsem de ağlamıyorum. Bana düşen paydanın ânını yaşıyorum.
Bir gemiye yükledim hayallerimi, gözden kaybolana dek izledim karanlıkta. Ne ben kurduğum hayali hatırlıyorum artık, ne de veda ettiğim limanı.
Hangi kuyu insanın içindeki umutsuzluktan daha karanlık, daha azap dolu olabilir?
Hangi hapishanenin duvarları hissizleşmiş bir yürekten daha yüksektir? Benim bedenim bana müebbet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir