İçeriğe geç

Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri kitap alıntıları sizlerle…

Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri Kitap Alıntıları

■ Ve keza cihat-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde insanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme inkılab eder.

■ Ve bu büyük âlem, bir insanın hanesi gibi olur.
Ve mazi, müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine bir zaman-ı hal hükmünde olur.
Aralarında uzaklık kalkıyor.

Hattâ mü’min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan manevî bir ömrü vardır.

Ve insanın bu manevî ömrü ezelden ebede uzanan bir hayatın nurundan meded ve yardım alır.

■ Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibariyle saadetlerdir.

# Çünki, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir.

■ Meselâ : Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete,

• Ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

■ Ve keza, rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk,

● Mahud tünelde çektiği sıkıcı,
Ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir.

Cennet’te devam, Cennet’in fevkindedir

Ey insan !
■ Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandır.

● Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak âhirete olan imandır.

■ Binaenaleyh bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevahhuş eder ;
Vicdanı daima muazzeb olur.

Lâkin birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdad eden adam kalben ve ruhen pekçok zevk • Ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki ;
• Hem müteselli, hem vicdanı mutmain olur.

■ Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur.

■ Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor.
Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telakki edilecektir.

■ Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itminan, inşirah, binlerce Elhamdülillah dedirten bir nimettir.

■ Şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zahiriyesiyle beraber

■ Daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmanîyi şükür ile kazandırır.

● Yani : Rahmet hazinelerinin Mâlik-i Keriminin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi Cennet’in bâki bir zevkini manen tattırır.

İşte rızık, şükür vasıtasıyla o kadar kıymetdar ve zengin bir hazine-i câmia olduğu halde,

# Şükürsüzlük ile nihayet derecede sukut eder.

Beşerin saadet-i hayatiyesi,

■ İktisad ve sa’ye gayrette olduğunu

Ve onunla beşerin havas ve avam tabakası birbiriyle barışabilir.

■ Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu.

■ İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından,

# Bîçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi.

Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlahiyenin medarlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama’kârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok.
Ben, bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım.
Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.
Muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez.
Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır.
Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor.
Eğer iktisad edip hâcat-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ
sırrıyla,
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا
sarahatıyla; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak.
Çünki şu âyet taahhüd ediyor.
Demek manevî yüz lira zarar ile, maddî yüz paralık bir mal alınır.
Bu zamanda israfata medar olacak para, çok pahalıdır.
Evet iktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzeddir.
İktisad eden, maişetçe aile belasını çekmez
Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir
O kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir.
O kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin enva’ını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir.
Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr-çîz:

Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz

Hem şükür içinde, sâfi bir îmân var, hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü bir elmayı yiyen ve Elhamdülillah diyen adam, o şükür ile ilân eder ki: O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yâdigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir. demesi ile ve itikad etmesi ile, her şeyi –cüz’î olsun, küllî olsun– O’nun dest-i kudretine teslim ediyor. Ve her şeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir îmânı ve hâlis bir tevhidi, şükür ile beyan ediyor.
Evet hırs; şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hatta hayat-ı içtimaiyeye sahib olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken; elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatından dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlahî ile ihsan eder, yedirir.
İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تَكُونُ لَكَ رِضَٓاءً وَ لِحَقِّه۪ اَدَٓاءً بِعَدَدِ ثَوَابِ قِرَٓائَةِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ ف۪ى شَهْرِ رَمَضَانَ وَ عَلٰى اٰلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
Hadîsin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: Ben neyim, sen nesin? Nefis demiş: Ben benim, sen sensin! Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş.
Yine demiş: Ene ene, ente ente. Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış.
Yine sormuş: Men ene vema ente? Nefis demiş:
اَنْتَ رَبِّى الرَّح۪يمُ وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجِزُ
Yani: Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.
Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.
Ramazan-ı Şerifte mü’minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sürurlara mazhar oluyorlar.
Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.
Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır.
Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir.
Kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir.
‌Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.
İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır.
Gaflet kalbini bozmamış ise
Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar
Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.
Kendisi mâlik değil, memluktür; hür değil, abddir.
insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır.
Onun emrini bekliyorum. diye nimeti nimet bilir; bir şükr-ü manevî eder.
O nimetler benim mülküm değil.
Ben bunların tenavülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in’amıdır.
Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymetdar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder.
Mün’im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır.
Ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar?
Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın Buyurunuz emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Hırs, sebeb-i mahrûmiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.
Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihâzât-ı insâniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani; muharremattan, mâlâyâniyâttan çekmek ve her birisine mahsus ubûdiyete sevketmektir.

Meselâ; dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak. Ve o lisânı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek

Meselâ; gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten menedip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeğe sarfetmek gibi sâir cihazata da bir nev’i oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona tatil-i eşgâl ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirebilir.

Nimetin devamı, nimetin zâtından daha kıymetlidir. Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir.
Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kana’at ise vesile-i rahmettir.
Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandir. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak ahirete olan imandir.
Hırs ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler.
Felsefe, her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, her şeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.
gecede uykun kaçmış; sen yatmak istesen, lâkayt kalsan, uykun gelebilir. Eğer hırsla uyku istesen, Aman yatayım, aman yatayım dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın.
“ en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir.“
Nur-u iman ile bilinir ki Allah’ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki sonsuz nimetlerin enva’ını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını havi bir menba ve bir kaynaktır.
Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandir. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak ahirete olan imandir.
Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü nurani alemetlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir. Mesela Hazreti Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’ nin iftirasi üzerine konulduğu hapis yoluyla nail olmuştur. Ve keza rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk, ma’hud tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nail oluyor.
Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kana’at ise vesile-i rahmettir.
Hırs ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir