İçeriğe geç

Quyucaqlı Yusuf Kitap Alıntıları – Sabahattin Ali

Sabahattin Ali kitaplarından Quyucaqlı Yusuf kitap alıntıları sizlerle…

Quyucaqlı Yusuf Kitap Alıntıları

Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi;fakat yokluğu müthişti.
Sabah karanlığında, soğuktan büzülmüş, kollarında ufak bir ekmek sepeti ve sırtlarında çocukları ile, gülünç bir ücret mukabilinde çalışmak için kasabanın sokaklarından zeytinliklere akın eden bu sarı benizliler kafilesi, onun merakını çekiyordu. Çok kere bunlar yanından geçerken, Yusuf, içlerinden birini durdurup konuşmak arzusunu duymuştu; havadan sudan, ne olursa olsun birkaç şey konuşmak. Çünkü altı seneden beri kendisi gibi konuşan birine rast gelmemişti ve bu zeytin amelesinin kendisi gibi konuşacağına dair içinde müphem bir kanaat vardı.
Az şeyler çekmemişsin sen, küçük. Fakat her şey geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. İnsan birazcık da kalender olamalıdır..
Bir türlü anlayamadığı, bir türlü içlerine karışamadığı ve bunu zaten asla istemediği bu insanlarla arasında çelik bir duvar gibi yükselttiği bu tebessüm, onun müracaat ettiği son çareydi.
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var.
Niçin durup dururken yalan söylemek ihtiyacını duyuyorlardı?
Anası onu gezmeye götürürken bir saat saçlarını düzeltmeye uğraştığı halde, ne anasının, ne babasının aklına bu kafanın içi ile de bir parça meşgul olmak düşüncesi gelmemişti.
Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum.Yalnız bir yerlerim acıyor, çok acıyor
‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi!’ dedi.
Sahiden de o gün bugündür yüzünü görmedim.
‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi.’ dedi.
Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.
Hayat bu derece manasız ve insan dünyaya boş durmak için gelmiş olamazdı.
İnsan dediğin mahlûk hiçbir şeyi değiştiremez.
Varlığı büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi fakat onun yokluğu müthişti.”
İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahlukların mahkumu olmak çok harap edici bir şeydi.
Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
İnanamıyordu. Onun bir daha kapıyı hiç çalmayacağına, tulumbada Muazzez’e su çektirip yıkanmayacağına, uzun entarisi ve beyaz saçlarıyla bu evin içinde bir daha dolaşmayacağına inanamıyordu. Bir gün yine gelmesi lazımdı. Muhakkak lazımdı.
Sonra en mühimi: Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefası tükenmez; kendine etmiş olursun.
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var.
İçinde tekrar Tatlı umutlar uyandı.
İçinde tekrar tatlı ümitler uyandı
Az şeyler çekmemişsin sen, küçük! dedi, fakat her şey geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. İnsan birazcık da kalender
olmalıdır!
“Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti.”
Hayat birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyor. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değil ve sadece hatıralar iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değil.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi!’ dedi.
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Konuşmaya ne lüzum vardı?
Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu.
Ömrünün bu en güzel gecesini, ömrünün bu en korkunç gününün takip etmesi mi mukadderdi? Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?..Yusuf bunlara alışkın değildi.Vaziyet onu bu kadar sıkıyordu ki,bir arşın eninde ve boyunda bir kafesin içinde kapatılmış gibi, çırpınmak arzusunu duyuyordu.
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?.. Yusuf bunlara alışık değildi.
Bir tesadüf, daha doğrusu bir felaket, birdenbire her şeyi değiştirdi.
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti
‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi’ dedi.
Hayal ve düşüncelerle dolu ve yalnızlık içinde geçen bir hayat, bu on beş yaşındaki kızı, kendi yaşındakilerden ayrı yapmıştı. O, şimdi bir kadın gibi düşünüyor, dertlerine tek başına çareler arıyordu.
hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu?.. Niçin? Kimin için?..
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyfendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…
…seneler birer birer, ağır ağır, fakat hiç durmadan geçiyordu.
Yerimizi boşaltsakda dünyaya yeni gelenlere yer açsak’
Kendini halinden şikâyet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünürsen bu hayatın cefası tükenmez; kendine etmiş olursun..
Bir zamanlar birbirlerinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hâlâ bilemeyeceklerdi..
“ Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu. “
+O gelmez artık
-Nereden biliyorsun?
+Gidişinden belliydi!
Niçin durup dururken yalan söylemek ihtiyacı duyuyorlardı?
Yerimizi boşaltsakda dünyaya yeni gelenlere yer açsak’
Akşamdan akşama iki kadehin zararı yoktur. İnsana dünyayı unutturur. Eh, bu dünya da unutulacak dünya zaten.
Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…
Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu?.. Niçin? Kimin için?
“ Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor..”
Dünyada okul kitabından başka bir şey okunabileceğini bilmiyordu.
“ Yusuf Ağa, Hilmi Beylerin ne olduğunu sen ben biliriz ama bunlara öğretemeyiz. Parası olanın ırzı da tamam, namusu da! “
“Sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.”
“ Yusuf, şimdi Muazzez’i hiç sebepsiz unutmuş olamazdı. Ondan bu kadar ısrarla kaçmasında bile bir fevkaladelik vardı. “
“Hayatta bir insanı bu kadar üzecek bir hadisenin mevcut olabileceğine o zamana kadar ihtimal vermemişti.”
Fakat her şey geçer, her şey unutulur. Kendini bir felâketin içinde kaybetmenin mânâsı yoktur. İnsan birazcık da kalender olmalıdır!
Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu kronik evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler.
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler var. Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler
Yerini bulamama nın azabını bütün teferruatıyla duymakta idi.
Ne de olsa insan yavaş yavaş alışıyordu.
İnsan ancak her hususuna akıl erdirebildiği şeyleri söylemeliydi.
Parası olanın ırzı da tamam, namusu da! (!?)
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler var. Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler var.
Yarım kalmış bir işin tamamlanması lazımdı.
Bir gün Allah peygamberleri çağırıp sormuş, saadet nedir? demiş. Her biri kendilerine göre cevap vermişler. Musa: ‘Arz-ı Mev’uda gitmektir’. İsa: ‘Bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır’. Buda: ‘Hayatta hiçbir arzusu olmamaktır.’ yollu şeyler söylemiş. Sıra bizim Muhammed’e gelince: ‘Saadet hayatı olduğu gibi kabul etmektir ‘ demiş.
Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var..”
Bir şeyler düşünmek istiyor, fakat başının etrafında dolaşan fikirleri bir türlü yakalayamıyordu.
“Yerimizi boşaltsak da dünyaya yeni geleceklere yer açsak..”
Hiç geçmeyen ,hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var ..
Varlığı büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi fakat onun yokluğu müthişti.
Ne de olsa insan yavaş yavaş alışıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir