İçeriğe geç

Putin’s Russia Kitap Alıntıları – Anna Politkovskaya

Anna Politkovskaya kitaplarından Putin’s Russia kitap alıntıları sizlerle…

Putin’s Russia Kitap Alıntıları

Pavel Levurda’yı ancak 24 Şubat’ta, Çeçenistan’daki genel merkezden verilen bilgiye göre Uşkaloy bütünüyle Çeçen savaşçılardan temizlenince ve federal güçlerin ‘kontrolü altına geçince’ hatırladılar. (Aslında bu açıklama, Pavel’in cesedini bulma konusunda ‘hiçbir ihtimal kalmadığı’m kanıtlamak amacıyla sonradan uydurulmuştu.) Gerçekte olan, 24 Şubat’ta Uşkaloy’da ablukayı yarmış olan yedi askerden altısının cesedini toplamıştı. Pavel Levurda’yı bulamadılar, böylelikle onu unuttular. Pavel’in evinde annesi deliye dönmüştü. Kendisine verilmiş olan tek bilgi 7 Şubat’ta almış olduğu resmi mektuptu. Savunma Bakanlığının ‘acil bilgi hattı’ pek bir işe yaramıyordu. Buradaki görevli subaylarla konuşmak, Nina’nın kendisini amansızca yiyip bitirmekte olan kederini bilgisayara anlatmasına benziyordu. Teğmen Pavel Petroviç Levurda ölenlerin ya da kaybolanların listesinde yer almıyor. Bu, Nina’mn sorularına verilen değişmeyen cevaptı. Nina ‘son derece bilgilendirici’ acil bilgi hattını birkaç ay boyunca dinledi. Kendi çabalarıyla Pavel’in cesedinin yerini saptadığı zaman bile, oğlunun ölümü konusunda resmi olarak bilgilendirildiği zaman bile, yetkili subaylar, akıl almaz bir şekilde veritabanlarında yer alan bilgiyi güncelleştirmek için hiçbir şey yapmadılar.
Ninaya , oğlunun, gerçekten de doğru olarak saptadığı kafatasıyla karşılaşmasının ardından sakinleştirici ilaçlar verildi. Tam bu sırada Pavelin birliğinden bir temsilci koşarak onu görmeye geldi. Birliğin adresini yaslı anne babadan öğrenmiş olan Abramoçkin bir telgraf göndermiş ve komutandan formalitelerle ilgilenmesi için Rostova bir temsilci yollamasını istemişti. Temsilci, Ninaya bir ihbarname gösterdi. Nina ihbarnameye baktı ve bayıldı. ihbarnamede, 7388 1. Ordu Biriminin komutan vekili Muhafız Yarbay A. Dragunov ve aynı birimin başı Muhafız Yarbay A. Poçatenko , Yurttaş Levurdaya oğullarının askeri bir görevde yer alırken, çarpışma sırasında, askerlik yeminine bağlı kalarak sadakatle ve cesurca öldüğünü bildiriyorlardı. Birlik, korkunç unutkanlığının izlerini silmeye çalışmaktaydı. Nina kendisine geldiği zaman ihbarnameyi daha dikkatli bir gözle okudu. Belgede oğlunun ne zaman ölmüş olduğuna dair hiçbir ayrıntı belirtilmemişti. Nina, temsilciye, Pekala, tarih konusunda ne diyeceksiniz? diye sordu . Temsilci, Hangi· tarihi istiyorsanız oraya o tarihi yazın, diye cevap verdi. Nina, Oraya bir tarih yazın demekle neyi kastediyorsunuz? diye bağırdı. Paşanın doğduğu gün, onun doğum günüydü. Onun hangi tarihte öldüğünü bilmeye kesinlikle hakkım var ! Temsilci bana sormayın dercesine omuz silkti ve Ninaya , idari işlere Teğmen Levurdanın adının alayın listesinden silinmesine dair verilen emrin bir kopyasını teslim etti. Bu emirde de tarih ve gerekçe belirtilmiyordu , ancak emrin sonunda çok sayıda pul ve imza bulunuyordu . Temsilci, yine bir çocuk gibi saf saf bakarak, Ninadan boşlukları doldurmasını ve eve geri döndüğünde bu emri Pavelin kayıtlardan silinebilmesi için, yerel Ordu Komiserliğine vermesini istedi. Nina hiçbir şey söylemedi. Kalbi, beyni ve ruhu olmayan biriyle konuşmaya çalışmanın ne anlamı vardı ki? Temsilci, kararsızlık içinde sözlerini sürdürdü: Ancak bu kesinlikle en kolay yol, değil mi? Benim Bryanska kadar bütün o yolu gitmem yerine?
2000 yılının Şubat ayının ortalarından itibaren alay Tangi yakın­larında konuşlandırıldı. Budanov’a istihbarat çalışmaları ve aramalar yapma, pusu kurma, kasabada yaşayanlara yönelik ek pasaport kontrolleri yapma ve şüphelileri gözaltına alma talimatı verildi. Budanov ve emrindekiler o sırada durumun çok karışık olduğu, dostla düşmanı ayırmanın ya da ön cephenin neresi olduğunu bilme­nin imkanı bulunmadığı yorumunu yaptılar. 22 ile 24 Mart tarihleri arasında alay, keşif ve araştırma çalışmaları yaptı. Sonra, Tangi’de bir dizi evi denetlemeye karar verdiler ve Rusya’nın iç bölgelerinden on ile on beş yıl önce zorla alınıp getirilmiş iki ‘köle’ buldular. Bunu öğrenen Budanov, 26 Mart 2000’da Tangi’deki durumu şah­sen kontrol etmeye karar verdi. lki Çeçen’i gözaltına almış olan Bu­danov, bunların bağlanmalarını ve SPT’ye konulmalarını emretti. Alaya geldiklerinde gözaltındaki Çeçenlerden biri, Şamil Sambiyev adına düzenlenmiş kimlik belgelerini gösterdi ve Budanov’la özel bir görüşme yapmasına izin verilmesini istedi. On beş-yirmi dakika son­ra Budanov, Şamil’in savaşçıların ya da onlara yardımcı olanların ya­şadıkları evleri göstermeyi kabul ettiğini söyleyerek Tangi’ye geri dönme emri verdi. Kasaba içinde yaptıkları yolculuk sırasında Çeçen tutuklu, aradıkları kişilerin oturduğu içlerinde bir ‘kadın keskin nişancı’nın yaşadığı beyaz bir evin de bulunduğu çeşitli evleri işaret etti. Buna ek olarak, Budanov’un elinde iki ya da üç erkeği ve üç ya da dört kadım ellerinde silahlarıyla gösteren bir fotoğraf vardı. Budanov, ifadesinde zaman kaybetmeksizin bu keskin nişancıyı gözaltına almaya karar verdiğini belirtti. 26 Mart tarihinde . . . subay yemekhanesinde öğle yemeğini yerken alkollü içki içti. Saat 24:00’te şahsen Kungayev ailesinin yaşadığı yere gitmeye karar verdi. Bu-danov Kungayeva’nın tutuklanmasını emretti. . . Budanov, Kungayeva’yı dövmeye başladı, yüzüne v e vücudunun çeşitli yerlerine yumruk ve tekme atarak, sağ uyluğunun iç yüzeyin­de çürüklerin oluşmasına ve ağzının kanamasına sebep oldu. Kungayeva direnmeye çalıştı. Kungayeva’mn bir YAO üyesi oldu­ğundan ve emrindekilerin öldürülmesinde rol oynadığından emin olan Budanov onu öldürmeye karar verdi. Daha sonra SPT’sinin mü­rettebatım topladı ve onlara Kungayeva’nın cesedini götürmeleri, alayın sınırlarının dışında bir yere gömmeleri emrini verdi. Askerler emri yerine getirdiler . . . Budanov, işin başında Kungayeva’yı bırakın cinsel olarak tacizde bulunmayı, öldürme niyetinin dahi olmadığını iddia ediyor. Ne var ki, Kungayeva’mn, Rus silahlı kuvvetlerine, Rusya’nın kendisine ve kişisel olarak Budanov’a yönelik küfürler ‘yağdırması’yla [Kungaye­va’mn Rusça bilmediğini hatırlayalım] durum gittikçe kızıştı. Kungayeva, Budanov’a Çeçenlerin ‘onunla ve ailesiyle ilgilenecekle­ri’ni söyledi. Budanov . . . onu zorla sürükleyerek kapıdan uzaklaştır­dı. Bu mücadele sırasında Kungayeva’nın elbisesi kısmen yırtıldı. Budanov’a göre, Kungayeva çok güçlü biriydi. Kungayeva, Buda­nov’un tişörtünü yırttı, boynundaki bir haçla kızının zincirini parça­ladı ve Budanov da buna Kungayeva’mn elbisesinin üst kısmım yır­tarak karşılık verdi. Kungaeva bağırarak ‘onlardan henüz yeterince adam öldüremediği’ni söyledi. Kungayeva ikinci, daha uzaktaki kamp yatağının üzerindeyken Budanov’un yatak tarafındaki masa­nın üzerinde duran silahına ulaşmaya çalıştı. Budanov, Kungaye­va’mn elini yakaladı ve diğer eliyle de, onu boynundan tutarak vü­cudunu yatağa doğru bastırdı. Orada gözlerinin önünden bir anda ‘Argun Ravine’de ölmüş olan askerler ve subaylar’ın yüzleri geçti.
Budanov daha sonra ne olduğunu hatırlamıyor. Kendisine gel­meye başladığında, Kungaeva’nın yatakta, hareketsiz olarak yattığı­nı gördü ve hemen SPT mürettebatını çağırdı. Budanov, ifadesinde bu anda Kungayeva’nın atleti, bluzu ve sutyeni bir kenarda yığılı du­rurken üzerinde bir etek olduğunu ve kendi elbiselerinin de üzerin­de bulunduğunu belirtti. Li-En-Şu cesedi plantasyona gömmeyi önerdi. Budanov daha sonra mürettebat üyelerine cesedi bir battani­yeye sarmaları ve götürmeleri emrini verdi. Mürettebat yola çıktıktan sonra yatağa uzandı ve uykuya daldı. [Burada, komutanlarının ikametgahı önünde nöbet tutan 160. Alay askerlerinin soruşturma sırasında, birden fazla kez Budanov’un emriyle ikametgahında toplanmak için içeri girdikleri zaman albayın üstünde sadece iç çamaşırlarının olduğunu söylediklerini belirtme­miz gerekir. Genç kız daha uzak.taki yatakta çırılçıplak yatıyordu. Budanov askerlere, içinizde ölülerden korkanınız var mı? diye sordu, bir sigara yaktı ve onlara cesedi bir şeye sarmaları ve gömme­leri emrini verdi. Bu olaydan herhangi birine söz etmeleri durumun­da onları vuracağını. söyleyerek tehdit etti.] Budanov, 27 Mart günü saat 13:30 civarında, Batı Grubu komu­tan vekili Tümgeneral Gerasimov’la karşılaştı. · [Batı Grubu’nun asıl komutanı Vladimir Şamanov’du. ] General Gerasimov, Budanov’a kasabanın yarısını yakıp yıktığını ve on beş yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği söyleyerek şikayet etti. Gerasimov’un sözleri hakarete haizdi ve açık saçık ifadeler·içeriyor­du. Budanov bir tabanca çekti, namluyu aşağıya doğrulttu ve kendi­sini ayağından vurdu. Bu noktada Budanov ateş ettikten sonra ta­bancayı Gerasimov’a uzatırken, Gerasimov’un korumaları da silah­larını Budanov’a doğrulttular. Aynı sırada Budanov’un alayının istihbarat bölüğü araçlarla olay yerine geldi. Yirmi askerden ve iki subaydan oluşan istihbarat bölü­ğü General Gerasimov’un subaylarının karşısında mevzilendi. Arala­rında kısa bir çatışma olduysa da Budanov adamlarına silahlarını in­dirmeleri emrini verdi. Budanov’un verdiği bilgiye göre, daha sonra kendisi, General Gerasimov ve Verbitskiy subay odasına gittiler. Ar­dından Budanov suçlu olduğunu belirten bir itirafname kaleme aldı. Sorgulandığında Budanov ifadelerindeki çelişkileri [daha önce­ki] ifadesini çok kötü bir durumdayken verdiğini söyleyerek açıkladı. Komisyon yukarıda yer alan bilgiler doğrultusunda, zihinsel sebep­lerle azaltılan sorumluluk temelinde, Budanov’un yaptıklarından dola­yı sorumlu tutulamayacağı sonucuna vardı . Kurbanın, yani Kungayeva’nın davranışları, Budanov’un geçici akli çöküntü yaşamasına yol açan etkenlerden biriydi . Budanov’un alkol duvarını aşmış durumda olduğunu gösteren herhangi bir kesin kanıt bulunmamaktadır Budanov bir psikiyatr tarafından ayakta tedavi kapsamında gö­zetim altında tutulmalı ve tedavi edilmelidir. Kategori C: Askeri hiz­mete kısmen uygun. Komisyonun varmış olduğu sonuçlar yargıca, Rus hukuku çerçe­vesinde siyasal efendilerinin isteklerine uyma ve albayı aklama ko­nusunda ihtiyaç duyduğu bütün cephaneyi sağlıyordu. Yargıç ilk olarak Budanov’u cezai sorumluluğun·yükünden kur­tarabilirdi. lkinci olarak, onu ayakta tedavi gören hasta kapsamında zorunlu psikiyatrik tedaviye gönderebilirdi. Tedavinin ne kadar süreceğini mahkeme değil, onu tedavi edecek olan doktor belirleyecekti. Mah­kemenin kararını vermesinden bir haf ta ya da ona benzer bir süre içinde albay bütün bu tatsızlıklardan kurtulabilecekti. Üçüncü olarak, zihinsel sebeplerle azaltılan sorumluluk durumu ‘geçici’ ve belirli bir vakayla ilgili olduğundan, yargıç, Budanov’un orduda görev yapmaya devam etmesini güvence altına alabilecekti. Ordu, kararın bu yönde alınmasında ısrarcıydı, aksi takdirde, daha önce belirttiğimiz gibi, Çeçenistan’daki askeri birliklere açıkça akıl hastası olan ve cinayet işleyip bundan yakasını kurtarabilen kişiler tarafından kumanda edildiği ortaya çıkacaktı. Rusya’da işler artık böyle yürüyor. Tıpkı Sovyetler zamanında ol­duğu gibi, uzmanların Rus mahkemelerine verdikleri raporlar ger­çeklere değil, ancak onlara verilmesi uygun görülen ve üzerinde oy­nanmış verilere bağlı. Burada biraz durup, Budanov’u aklamanın psikolojik ve psikiyat­rik gerekçelerini sağlayanların kimler olduklarına bir bakalım: Profesör T. Peçernikova, tıp doktoru (komisyon başkanı) , Serbs­kiy Enstitüsü Danışmanlık Bölümü Müdürü, uluslararası üne sahip bir doktor, elli yıllık danışmanlık deneyimi olan; en yüksek statüde psikiyatri danışmanı; Profesör K. Kondratiyev, tıp doktoru, Rus Federasyonu Başarı Ödülü sahibi, Birinci Klinik Bölüm Müdürü, kırk iki yıllık danış­manlık deneyimi var;
F. Safuyanov, uzman psikolog, yirmi yıllık danışmanlık deneyi­mi var; Albay A. Gorbatko, Ordu Tıp Servisi, Savunma Bakanlığı Adli Psikiyatri bölümünde baş danışman; Yarbay G. Fastovtsev, Ordu Tıp Servisi; G. Bumyaşeva, danışman psikiyatr. Mahkeme, yetkililerin istediği siyasal bakımdan hassas bir uzman raporu·hazırlama görevini acaba neden Profesör Peçemikova’ya verdi? Benim inancım o ki bu tercih tesadüfi değildi, çünkü Rusya’da bu tür şeyler pek rastlantıya bırakılmaz. Şovyetler zamanında işler_ nasıl görülüyorsa şimdi de öyle görülüyor. Bunlar komünizmin hayaletle­ri; o devrin en korkunç hayaletleri şu anda tekrar bizlerle. Zaten aşa­ğıda anlatacaklarımız, Devlet Başkanı Putin’in döneminde, o kor­kunç, düzeni sağlamak için siyasi-psikiyatriyi kullanma uygulaması­nın, gündelik hayatımızın bir parçasını oluşturmak üzere ve beklen­medik bir yönden geri döndüğünü gösterecek. 25 Ağustos 1968’de Moskova’da, Kızıl Meydan’ da ünlü bir gösteri düzenlendi. Yedi kişi meydana girip, üzerlerinde Bizim ve Sizin Öz­gürlüğünüz için ! ve işgalciler Utanın! yazan pankartlar açtılar. Bu yedi kişiden biri bir şair, gazeteci ve muhalif olan ve olay sırasında içinde bebeğinin bulunduğu puseti itmekte olan Natalya Gorbanes­kaya’ydı. Bu şekilde, hiç kimsenin uzunca bir süredir hiçbir şeyi pro­testo etmediği bir ülkede, Sovyet askerlerinin Çekoslovakya’yı işgal etmelerini protesto etmek isteyen bu insanlar kararlılıkla öne çıktılar. ‘Yediler’in gösterisi, kendileri hepsi Kızıl Meydan’da sivil kıyafet­ler içinde sürekli devriye gezen KGB ajanları tarafından götürülme­den önce, sadece birkaç dakika sürdü. Daha sonra bir mahkeme gös­tericilerden ikisini çalışma kamplarına, birini bir psikiyatri hastane­sine, üçünü de sürgüne gönderdi. Gorbanevskaya bebeğini emzirdi­ğinden ilk önce serbest bırakıldı. Gorbanevskaya 24 Aralık 1969’da yeniden tutuklandı, çünkü si­vil haklar konusunda faaliyet göstermekten vazgeçmemişti. Tamara Peçernikova, ülkenin kaderi üzerinde ilk izini işte o za­man bıraktı. Budanov’un durumunun ele alınmasından otuz yıl ön­ce, aynı Serbskiy Enstitüsü’nde KGB’nin emriyle Gorbanevskaya’yı sorguya çekmiş olan kişi Peç�rnikova’ydı. Peçemikova, Gorbanevskaya’yla ilgili olarak KGB’nin ihtiyaç duyduğu tıbbi hükmü verdi: şizofreni. Bu aslında Kızıl Meydan’da,

Bb

Lena belki de planlarından vazgeçmesi ve tezini tamam­lamaması gerektiğini düşündü, ancak sürekli olarak sarhoş gezen bir adamla nasıl çocuk sahibi olabilirsiniz ki?
MlŞA VE LENA
Mişa benim çocukluğumun ilk yıllarından itibaren okul arkadaşım olan Lenayla evlendi. Lena, Mişayla l 970lerin sonlarında, her ikisi de üniversitedeyken dünya evine girdi. O sıralarda Mişa, daha Yabancı Diller Enstitüsünde öğrenciyken Almancadan çeviriler yapan, film seslendiren ve geleceği çok parlak görünen, çok akıllı, yetenekli bir çocuktu . Mezun olduğu zaman çok sayıda çekici iş teklifleri aldı ve bu pek sık görülen bir durum değildi. Mişa, özellikle Sovyet döneminin sonlarına doğru çok prestijli hale gelen Dışişleri Bakanlığında bir işe girdi. Aile bağlantıları olmayan bir gencin bizim dışişleri bakanlığımız gibi kapalı kuruma girmesi olağanüstü bir durumdur. Mişanın bu türden bağlantıları yoktu. Kendi halinde bir temizlik işçisi olan büyükannesi tarafından büyütülmüştü. Annesi, daha henüz on dört yaşındayken, bir beyin tümörü yüzünden aniden ölüvermişti. Babası öksüz kalan aileyi anında terk etti ve başka bir kadınla kaçtı. Mişa böylelikle Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. İkimiz Çok iyi arkadaştık. Birlikte pikniğe gider, ormanda bir kamp ateşi üzerinde ızgara kebap yapar ve çok eğlenirdik. Lenayla ben birbirimize çok yakındık, Mişa da arkadaş olma konusunda çok istekliydi. ilişkimizin temelini oluşturan şey benim iki küçük çocuğumdu . Mişa ziyarete geldiğinde gözlerini onlardan alamazdı. Ne kadar saçma şeyler yaparlarsa yapsınlar onları keyifle seyreder, onlarla konuşur ve saatlerce onlarla oyun oynardı. Bütün arkadaşlarımız Mişanın çocuk sahibi olmayı ne kadar çok istediğini bilirdi. Zihni hep bununla meşguldü, ancak Lena yetenekli bir dilbilimciydi. Tezini yazıyordu ve psikoloji fakültesinden mezun olana kadar çocuk sahibi olmayı düşünmüyordu. Bunun sonucunda Mişa çok sinirli bir insan haline gelmişti. Çocuk sahibi olmamalarıyla ilgili olarak yavaş yavaş bir kompleks geliştirmeye başladı. Kendisine acı çektirmeye ve çevresindekilere, en çok da Lenaya ıstırap vermeye başladı. Buna karşılık Lena sert yapılı bir insandı; bir kez bir konuda karar verdiğinde hiçbir şey onu yolundan döndüremezdi. Tezini yapıp mezun olacak ve ancak ondan sonra hamile kalacaktı. Bu konuda kararı kesindi. Mişa buna, kendisini içkiye vererek tepki gösterdi. Yaşadığı hayal kırıklığına dayanabildiği kadar dayandıysa da bir noktada yörüngesini kaybetti. llk başlarda çok fazla içmiyordu, insanlar bu haline gülüyorlar ve onu kızdırıyorlardı, ancak daha sonralan nöbetleri birkaç güne yayılmaya başladı. Daha sonra her nöbette haftalar boyunca içer oldu . Lena belki de planlarından vazgeçmesi ve tezini tamamlamaması gerektiğini düşündü, ancak sürekli olarak sarhoş gezen bir adamla nasıl çocuk sahibi olabilirsiniz ki? Ardından yeni zamanlar, Gorbaçov, Yeltsin geldi ve Mişanın kronik alkol düşkünlüğü yüzünden işten çıkarılmamasının tek sebebi (komünistlerin iktidarda oldukları dönemde olsaydı derhal işten çıkarılırdı) etrafta yerine konulacak kimsenin olmamasıydı. Dışişleri Bakanlığı personelinden dil bilen ve Demir Perdenin öteki tarafında görev deneyimi olanlar ağırlıklarınca altın değerindeydiler. Bu insanlar, ticari şirketlerde ve sayılan hızla artan yabancı şirketlerin şubelerinde çalışmak üzere, personelinin maaşlarını bile zorlukla ödeyen Dışişleri Bakanlığını terk ettiler. Rus pazarına ilk girenler Almanlar olmasına ve bununla birlikte Almancadan çeviri yapabilen çevirmenlerin en çok aranılan insanlar haline gelmelerine karşın Mişa hiç iş teklifi almadı. Mişanın Dışişleri Bakanlığındaki günleri de sayılıydı ve en sonunda işten çıkarıldı. 1996 yılının sonlarında, Aralık ayında 30 derece civarında buzun olduğu bir sırada , gece geç bir saatte biri evimin kapısını çaldı. Gelen Lenaydı, paltosunun altında sadece geceliği vardı. Bir insan kışın Moskova’da bu şekilde giyinerek dolaşmaz, hele hele bu insan her zaman giyimine dikkat eden Lena gibi bir kadınsa asla böyle davranmaz. Lena sakin yapılı, iyi yetiştirilmiş ve akıllı bir genç kadındı. Ne var ki şu anda karşımda , sanki gidecek yeri olmayan, bütünüyle yoksul bir insan gibi, tek ayağı çıplak bir halde dururken, diğer ayağındaki bağcıkları yarısına kadar bağlanmış botun üst kısmı rüzgarda bir bayrak gibi çırpınıyordu Arkadaşım buz yarılıp çok soğuk suyun içine düşmüş ve az önce dışarı çıkarılmış bir insan gibi titriyordu . Bir şeyler ödünü patlatmıştı ve geçirdiği şok onu mantığına dayanmadan hareket etmesine yol açmıştı. Her zamankinden çok farklı bir haldeydi; anlaşıldığı kadarıyla nerede olduğunun ya da çevresinde kimlerin olduğunun bilincine varmadan, üst üste defalarca, yüksek sesle hıçkıra hıçkıra, Mişa, Mişa, diye tekrarlayıp durdu. Çocuklar uyanmışlar ve sessizce odalarından dışarı çıkmışlardı. Lenanın yanında durmuş, bir anlam veremedikleri bu ıstırap karşısında ona merak içinde bakıyorlardı. Lena en sonunda onları fark etti, kendisini toparladı, bir bardak suyla birlikte bir sakinleştirici aldı ve neler olduğunu anlatmaya koyuldu. Mişa üç gece üst üste eve gelmemişti. Lena onun geri dönmesini gerçekten de beklemiyordu. Mişanın içki nöbetlerine ve eve gelmeyişine alıştığı için yatmaya gitti. Sabah erkenden enstitüye gitmesi gerekiyordu. Aniden Mişa çıkageldi. Bu tuhaf bir durumdu. Bu kez Mişa kapıdan dosdoğru içeri girdi ve sokaktan içeri girdiği şekilde, kışlık paltosu ve kirli ayakkabılarıyla, yıkanmamış ve kokar bir halde yatak odasına ulaştı, tehditkar bir sessizlik içinde Lenanın başında durdu yarı karanlıkta gözlerini üzerine dikti. Siyah gözleri doğal olmayan biçimde ışıldıyordu ve yanaklarından gümüşi bir parlaklık yayılıyordu. Bir zamanlar yakışıklı olan yüzü, buruşuklar içinde anormal bir şekil almıştı. Lena yorganı başına çekip hiçbir şey söylemedi. Yolun başındaki bir alkolikle yaşamanın verdiği acı deneyimden, bir şey söylemenin anlamı olmadığını biliyordu. Bir alkolikle konuşmaya çalıştığınızda, görünüşün aksine, gerçekte duyma yetisini yitirmiş bir insanla konuşuyor olursunuz. Yapmanız gereken tek şey, o uyuyana kadar beklemektir. Ne var ki, Mişa yatağa daha da yaklaştı ve şöyle dedi: işte bu Bütün bunlar senin suçun . . . içiyor olmam . . . ve şimdi seni öldüreceğim. Lena, Mişanın sesinde kuşkuya yer bırakmayan bir kararlılık ifadesi duydu. Yataktan fırladı ve odanın içinde koşmaya başladı. Mişa, onu önce balkonda sıkıştırdı. Lena onun kendisini yakalayacağını düşündü, ancak sarhoşlar hantal olurlar ve Lena, Mişanın elinden kurtulmayı başardı, sokak kapısına varınca, aceleyle üzerine giyecek bir şeyler aldı ve karda en yakın sığınılacak yere, benim daireme doğru koşmaya başladı. Bu olayın ardından boşandılar. Aşırı duygusal bir doğaya sahip olmamalarına karşın, her ikisi de mutfağıma gelip hıçkıra hıçkıra ağladılar ve bana birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini, ancak bir daha asla birlikte yaşayamayacaklarını anlattılar. Ben Mişayla görüşmeyi sürdürdüm, ancak gittikçe daha seyrek olarak. Ara sıra, daha çok da para istemek için uğruyordu, çünkü içmeye devam ediyordu ve fena halde içiyordu. Geçimini sağlamak için yaptığı tek şey zaman zaman aldığı çeviri işleriydi. Ayık kafayla yaptığı ender ziyaretlerinde bana içkiyi bırakmaya ve yeni bir hayata başlamaya çalıştığını söyledi. Ortodoks Hıristiyanlığa merak salmıştı, dini kitaplar okuyordu , vaftiz olmuştu , günah çıkarmaya ve iletişim kurmaya gittiği, güven duyduğu bir papaz bulmuştu ve bununla teselli buluyordu. Manevi kurtuluşun mümkün olduğuna ikna olmuştu . Buna karşılık, Mişanın dış görünüşü kurtuluş yolunda ilerleyen bir insanınkine benzemiyordu . Kötü durumdaydı, saçları yağlı ve dağınıktı. Üzerinde kendisine çok kısa gelen, yıpranmış ve elden düşme olduğu her halinden belli siyah bir palto vardı ve nerede yaşadığını sorduğumda, hiç kimsenin kendisini anlamadığını ve hiç kimsenin seni anlamazken bir yerde yaşamanın son derece güç oiduğuna dair anlamsız laflar etti. Yeltsin döneminde bu çok olağanüstü ya da şaşırtıcı bir manzara değildi. işini kaybetmiş ve yeni gerçeklik içinde kendisine bir yer bulamayarak kendini içkiye vermiş, cebinde beş kuruş parası olmayan, çok sayıda iyi eğitimli insan, saygıdeğer vatandaş, sokaklarda amaçsızca gezinip duruyorlardı. Yaygın tatminsizlik, işsizlik ve çok sayıda insanın Sovyet döneminde sahip oldukları işlerini kaybetmeleriyle oluşan bu elverişli ortamda Ortodoksluk moda hale geldi; işini, eşini ve varoluş sebebini kaybeden herkes, gerçekten inanan insanlar olmamalarına karşın, kiliselere koştular. Dolayısıyla, Mişa bu yolda ilerleyen çok sayıdaki insandan biri gibi görünüyordu. Bir keresinde beni görmeye geldi, ayıktı ve neşesi yerindeydi; benden kendisini tebrik etmemi istedi. Evvelsi gün bir oğlan babası olmuştu. Ona bu habere ne kadar çok sevindiğimizi söyledik: en azından rüyası gerçek olmuştu. Buna karşılık, bir sebepten dolayı Mişa umduğumuz gibi mutluluktan havalarda uçmuyordu. Çocuğun adını Nikita koymuştu . Çok önceleri, Mişa hala Lenayla evliyken, sık sık derin düşüncelere dalar ve bir oğlu olursa adını Nikita koyacağını söylerdi. İhtiyatlı bir biçimde, Nikitanın annesi kim? diye sordum. Genç bir kız, diye cevap verdi. Onunla birlikte mi yaşıyorsun? Evlendiniz mi yoksa evlenecek misiniz? Hayır. Annesiyle babası beni sevmiyorlar. O halde bir daire kirala ve orada oğlunla birlikte yaşa. Bu çok önemli. Ama hiç param yok. Öyleyse para kazanmaya başla. Canım istemiyor ve yapamam da. Yapamam işte . . . bunu yapamam. Mişa konuşmayı burada kesti. . Aradan bir yıldan fazla süre geçti. Yeltsin iktidarı bıraktı, Putini halefi olarak atadı. Sonra, ikinci Çeçenistan Savaşı başladı. Putin sürekli televizyondaydı. Kah bir askeri uçağın pilotluğunu yaparken, kah Çeçenistanda talimatlar verirken görünüyordu. Sonucu önceden belli olan seçimler yaklaşmaktaydı. Lena bir gece geç vakitte bana telefon etti. Bir şarkıcının konser sonrasındaki sesini andıran, neredeyse onu tanımayacağım kadar boğuk bir sesle, Ne olmuş, biliyor musun? dedi. Az önce telefonda söylediler. Mişa birlikte yaşadığı kadını öldürmüş. Kadının ilk evliliğinden, on dört yaşında bir oğlu varmış. Bu olay olduğu sırada çocuk evdeymiş. Mişa sarhoş olmuş. Görünüşe göre kadın ondan yaşça daha büyükmüş, haline acımış ve kendisini o derece yalnız hissetmemesi için onunla beraber içmiş. Her neyse, dün, Mişanm eline bir bıçak geçirip, kadına, daha önce bana söylemiş olduğu sözleri söylediği, Seni öldüreceğim, dediği sırada, birlikte içki içiyorlarmış. Lena birden ağlamaya başladı. Öldürülen kişi ben de olabilirdim, dedi. Hatırlıyor musun? Hepiniz beni boşanmamam için ikna etmeye çalışıyordunuz. Sen, Mişanın kendisini toplayabileceğini, tedaviye ihtiyacı olduğunu söylemiştin. Fakat o beni de öldürmüş olabilirdi. Mahkeme, özellikle yaşam öyküsü anlatıldıktan sonra, Mişaya yumuşak davrandı. Dört buçuk yıl hapse mahkum edildi. Bir cinayet için bu gerçekten uzun bir süre değil. Mahkeme Mişanın akli dengesinin yerinde olmadığına ya da alkolizmine karşın zihinsel sebeplerle azaltılan sorumluluğun geçerli sayılmadığına karar verdi. Mişa, Mordovyada, ormanın derinliklerindeki bir çalışma kampına gönderildi. Altı ay sonra, kampın komutanı, Lenayı, şimdi yeni eşi ve en sonunda sahip olduğu oğluyla birlikte yaşadığı dairesinde ziyaret etmek üzere Moskovaya geldi. Kamp komutanı dünya üzerindeki en parlak zekaya sahip insanlardan biri değildi muhakkak, fakat belli ki yumuşak yürekli bir insandı. Lenayı ziyaret etmeye kendisi karar vermişti. İşin başında olan kişi olarak, Mişadan boşanmış olmasına karşın Lenayı bulmanın ve ona Mikaelinin (komutan Mişadan bu şekilde söz ederek Lenanın yeni kocasını dehşete düşürmüştü) bugüne kadar gördüğü en iyi, en okur-yazar ve kamptaki en çalışkan mahkum olduğunu söylemenin görevi olduğunu düşünmüştü. Pedagojik bir yaklaşıma sahip olduğu belli olan kamp komutanı, Mişayı mahkumların kütüphanesinin sorumlusu yapmıştı ve Mişa da kütüphaneyi baştan aşağı yeniden düzenlemişti. Mişa çok okuyor, diğer mahkumlarla bir psikolog gibi ilgileniyordu. Mişa, dikenli tellerle çevrili kamp alanının içine, kendi başına ahşap bir kilise inşa etmişti ve keşiş olmaya hazırlanıyordu. Seçmiş olduğu bu yolda kendisine rehberlik etmeleri için bir manastırla yazışıyordu. Kamp komutanı, Lenaya, kampındaki katillere, tecavüzcülere ve eski suçlulara tek iyiliğin keşişlerden geldiğini gördüğünden, Mişanın keşişlikle ilgili eğilimlerine destek verdiğini de söyledi. Mişanın ricası üzerine, Moskova Patrikhanesinin dükkanından bir kilise duvar tabanlığı satın alacak ve bunu kampa geri götürecekti. Komutan sözlerini, örnek davranışlarından dolayı Mişanın cezasının kısaltılmasını isteyeceğine söz vererek sona erdirdi. Lenanın gözyaşları içinde olduğunu görerek, Lena, yoksa bu haber karşısında memnun olmadınız mı? diye sordu. Lena, Korkuyorum, diyerek cevapladı adamı. Korkmanıza gerek yok, diyerek karşılık verdi Mişanın komutanı da. O çok değişti, artık tehlikeli biri değil. Artık içmiyor ve kimseyi de öldürmeyecek. En azından, ben öldürmeyeceğini düşünüyorum. Kamp komutanı saçlarını düzeltti, çayını içti, avuçlarından ateş çıkartmak istermişçesine ellerini ovuşturdu ve şöyle dedi: Gerçeği söylemek gerekirse, kamptan gideceği için üzülüyorum. Bizler kendimizi olabilecek her türlü olaya karşı hazırlamaya başladık. Mişa her an Moskovada yeniden ortaya çıkabilirdi. Nitekim, 2001 yılında yeniden göründü. Birkaç hafta orada burada dolaştı, yine kalacağı bir yeri yoktu , Almancayı unutmuştu ve artık yeni hayata uyum sağlama becerisini bütünüyle yitirmişti. Onun uzun zamandır Moskovada yaşadığını biliyordum, nihayet bir gün rastlantıyla Tverskoy Bulvarında karşılaştık. Birbirimize rastladığımızda, bir zamanlar çok yakından tanıdığım yüz hatlarım zar zor çıkarabildim. Bir banka oturduk ve yaklaşık üç saat boyunca hiç ara vermeden konuştuk. O bana çocuklarımı sormadı, ben de ona oğlunu sormadım. Mişanın sadece biriyle konuşmaya, kendisini dinleyecek birine ihtiyacı vardı. Uzun uzun doğru manastırı seçmekle ilgili olarak konuştu . Karşımda duran adama dikkatle baktım. Eski Mişadan ya da gençliğindeki halinden geriye hemen hiçbir şey kalmamıştı. Gri, yaşlı ve çökmüş görünüyordu . Eskiden sahip olduğu yetenekleri tamamen kaybetmiş gibiydi. Geriye kalan sadece kadere karşı duyduğu hınç ve hapishanede edindiği argoydu. Buna ek olarak, Mişa bana hayatın anlamıyla ilgili olarak, zorlukla okuyabilenler için yazılan broşürlerde bulabileceğiniz türden bayağı saçmalıklar anlatıp durdu. Mordovyadaki kampta ne türden bir kütüphaneleri olduğunu düşünebiliyordum. Bir iş buldun mu ? Nerede? Her yerde ücretler çok düşük ve karşılığında çok fazla şey bekliyorlar. Evet, ama şimdi hepimiz aynı durumdayız. Buna katlanmamız gerekiyor . . . diye söze başladım. Mişa sözümü kesti. Pekala, ben herkese benzemek istemiyorum. Bu konuda kesinlikle kararlıydı. Manastırla ilişkilerin ne durumda? Şu anda beni kabul edebilecek durumda değiller. Sırada bekleyenler var ve bunun için bile araya nüfuzlu tanıdıklar sokmak gerekiyor. Bir çevren olması gerekiyor. Hapishaneye girmiş olmak işleri kolaylaştırmıyor. Sanırım bu anlaşılabilir bir durum. Gerçekten de senin hapisten çıkmandan bu yana çok fazla zaman geçmedi. Mişa, işte ben bunu anlayamıyorum, diyerek saldırganlaştı. Ne yapmayı planlıyorsun? Arkasını işaret ederek, Bu küçük kiliseye gideceğim, dedi; gerçekten de arkasında, uzun yıllar boyunca sapasağlam ayakta kalmış, Moskovanın en eski kiliselerinden biri duruyordu . Beni bekçi olarak işe almalarını isteyeceğim. Bana bir manastıra girebilmem için özgeçmişimin gerekli puanı tutturması gerektiği söylendi. Bu sözlerine ikimiz de güldük. Sadece SSCBde doğmuş ve bilinçli hayatının yeterince uzun bir bölümünü bu ülkede geçirmiş biri, bunun, araya nüfuzlu birilerini sokup iş bulamadığında kullanılan tipik bir Sovyet yaklaşımı olduğunu bilir. Ve işte biz oturmuş, Sovyet tarzı hayatın gündelik gerçekliğinden fazlaca ayrılamayan manastırdan, inançtan, dinden, Kilisenin kurallarından söz ediyorduk. Bu duruma gülüyorduk. Mişa, Yeni Rusyada Ortodoksluğun ve Sovyet hayatının yollarının aniden nasıl birleştiklerini görmek garip, dedi. Böbrek ya da kalp sorunu olduğuna işaret eden su toplamış gözkapaklarının altından, bana aniden o eski, neşeli, uyanık şakacı, centilmen Mişa baktı. Elbette ki yolları birleşti. Katılmaya çalıştığın kilisenin, bir zamanlar kaçtığın Genç Komünistler Birliğinin yerel komitesine dönüşmüş olması yüzünden korku duymuyor musun? Sadece her şey yeni renklere boyandı, en sonunda manastıra girdiğinde hayal kırıklığına uğrayacaksın ve . . . Sustum. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Sorunlarım yüzünden onları suçlayarak yine birilerini öldüreceğimi söyleyecektin, değil mi? Tam da bunu söylemek üzere olmama karşın, Hayır, elbette ki hayır, diyerek kekeledim. Anlaşıldığı kadarıyla ikimiz de aynı şeyleri düşünüyorduk. Tam da bunu söyleyecektin. Buna cevaben, elbette sadece kendi adıma korktuğumu söyleyebilirim, ancak gidecek hiçbir yerim yok. Eğer burada kalırsam sonunda yeniden hapse gireceğim. Hapishane gibi sınırlandırılmış bir yerde kendimi daha iyi hissediyorum; manastır, çalışma kampı gibi bir yer, sadece gardiyanları farklı. Benim gözetim altında olmaya ihtiyacım var. Etrafımızdaki hayat tarzını görüp, kendimi kontrol etmem mümkün değil. Peki, ne tür bir hayat tarzı bu? iyiliğe inanmayan, sinik bir hayat tarzı. Sinizme tahammül edemiyorum. içmeye de bu yüzden başladım. Öyleyse kadın arkadaşını neden öldürdün? O da iyiliğe inanmayan bir insan mıydı? Hayır, çok iyi bir insandı, onu neden öldürdüğümü hatırlayamıyorum. Sarhoştum. Yani, her halükarda bu dünyada durmayacaksın. Hiçbir koşulda. Bu dünyaya katlanamıyorum. Mişayla daha sonra yeniden karşılaşmadım, ancak bir manastıra girmeyi başaramadığını biliyorum. Bürokratik işlemler uzadıkça uzamış. Rusyada Ortodoks bürokrasi büyük ölçüde devlet bürokrasisine benzer, kendisini doğrudan etkilemeyen her şey karşısında kayıtsızdır. Mişa, Patrikhaneye gitti, onlara formları götürdü, bir kilisede bekçilik yaptı, fiilen bir kilisede yaşamaya başladı. Yavaş yavaş yeniden içer oldu. Para istemek için iki kez Lenalara gitti. llk seferinde Lena ona 100 ruble verdi, ikinci seferde para vermeyi reddetti. Lena bu konuda son derece haklıydı. O ve kocası, Mişaya istediği zaman sarhoş olabilmesini sağlamak için çalışmıyorlardı. Haklıydılar elbette. Ne var ki Mişa kendisini bir metro treninin altına attı. Biz bunu çok sonra, o da tesadüf sonucu öğrendik. Sonra da, tanıdığım en yetenekli Ruslardan biri olan Mişanın, evsiz ve sahipsiz biri olarak gömüldüğünü öğrendik. Daha doğrusu, onun küllerini gömmüşlerdi, çünkü bu durumdaki ölüleri yakıyorlar. Mezarının nerede olduğunu hiç kimse bilmiyor.
MlŞA VE LENA
Mişa benim çocukluğumun ilk yıllarından itibaren okul arkadaşım olan Lenayla evlendi. Lena, Mişayla l 970lerin sonlarında, her ikisi de üniversitedeyken dünya evine girdi. O sıralarda Mişa, daha Yabancı Diller Enstitüsünde öğrenciyken Almancadan çeviriler yapan, film seslendiren ve geleceği çok parlak görünen, çok akıllı, yetenekli bir çocuktu . Mezun olduğu zaman çok sayıda çekici iş teklifleri aldı ve bu pek sık görülen bir durum değildi. Mişa, özellikle Sovyet döneminin sonlarına doğru çok prestijli hale gelen Dışişleri Bakanlığında bir işe girdi. Aile bağlantıları olmayan bir gencin bizim dışişleri bakanlığımız gibi kapalı kuruma girmesi olağanüstü bir durumdur. Mişanın bu türden bağlantıları yoktu. Kendi halinde bir temizlik işçisi olan büyükannesi tarafından büyütülmüştü. Annesi, daha henüz on dört yaşındayken, bir beyin tümörü yüzünden aniden ölüvermişti. Babası öksüz kalan aileyi anında terk etti ve başka bir kadınla kaçtı. Mişa böylelikle Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. İkimiz Çok iyi arkadaştık. Birlikte pikniğe gider, ormanda bir kamp ateşi üzerinde ızgara kebap yapar ve çok eğlenirdik. Lenayla ben birbirimize çok yakındık, Mişa da arkadaş olma konusunda çok istekliydi. ilişkimizin temelini oluşturan şey benim iki küçük çocuğumdu . Mişa ziyarete geldiğinde gözlerini onlardan alamazdı. Ne kadar saçma şeyler yaparlarsa yapsınlar onları keyifle seyreder, onlarla konuşur ve saatlerce onlarla oyun oynardı. Bütün arkadaşlarımız Mişanın çocuk sahibi olmayı ne kadar çok istediğini bilirdi. Zihni hep bununla meşguldü, ancak Lena yetenekli bir dilbilimciydi. Tezini yazıyordu ve psikoloji fakültesinden mezun olana kadar çocuk sahibi olmayı düşünmüyordu. Bunun sonucunda Mişa çok sinirli bir insan haline gelmişti. Çocuk sahibi olmamalarıyla ilgili olarak yavaş yavaş bir kompleks geliştirmeye başladı. Kendisine acı çektirmeye ve çevresindekilere, en çok da Lenaya ıstırap vermeye başladı. Buna karşılık Lena sert yapılı bir insandı; bir kez bir konuda karar verdiğinde hiçbir şey onu yolundan döndüremezdi. Tezini yapıp mezun olacak ve ancak ondan sonra hamile kalacaktı. Bu konuda kararı kesindi. Mişa buna, kendisini içkiye vererek tepki gösterdi. Yaşadığı hayal kırıklığına dayanabildiği kadar dayandıysa da bir noktada yörüngesini kaybetti. llk başlarda çok fazla içmiyordu, insanlar bu haline gülüyorlar ve onu kızdırıyorlardı, ancak daha sonralan nöbetleri birkaç güne yayılmaya başladı. Daha sonra her nöbette haftalar boyunca içer oldu . Lena belki de planlarından vazgeçmesi ve tezini tamamlamaması gerektiğini düşündü, ancak sürekli olarak sarhoş gezen bir adamla nasıl çocuk sahibi olabilirsiniz ki? Ardından yeni zamanlar, Gorbaçov, Yeltsin geldi ve Mişanın kronik alkol düşkünlüğü yüzünden işten çıkarılmamasının tek sebebi (komünistlerin iktidarda oldukları dönemde olsaydı derhal işten çıkarılırdı) etrafta yerine konulacak kimsenin olmamasıydı. Dışişleri Bakanlığı personelinden dil bilen ve Demir Perdenin öteki tarafında görev deneyimi olanlar ağırlıklarınca altın değerindeydiler. Bu insanlar, ticari şirketlerde ve sayılan hızla artan yabancı şirketlerin şubelerinde çalışmak üzere, personelinin maaşlarını bile zorlukla ödeyen Dışişleri Bakanlığını terk ettiler. Rus pazarına ilk girenler Almanlar olmasına ve bununla birlikte Almancadan çeviri yapabilen çevirmenlerin en çok aranılan insanlar haline gelmelerine karşın Mişa hiç iş teklifi almadı. Mişanın Dışişleri Bakanlığındaki günleri de sayılıydı ve en sonunda işten çıkarıldı. 1996 yılının sonlarında, Aralık ayında 30 derece civarında buzun olduğu bir sırada , gece geç bir saatte biri evimin kapısını çaldı. Gelen Lenaydı, paltosunun altında sadece geceliği vardı. Bir insan kışın Moskova’da bu şekilde giyinerek dolaşmaz, hele hele bu insan her zaman giyimine dikkat eden Lena gibi bir kadınsa asla böyle davranmaz. Lena sakin yapılı, iyi yetiştirilmiş ve akıllı bir genç kadındı. Ne var ki şu anda karşımda , sanki gidecek yeri olmayan, bütünüyle yoksul bir insan gibi, tek ayağı çıplak bir halde dururken, diğer ayağındaki bağcıkları yarısına kadar bağlanmış botun üst kısmı rüzgarda bir bayrak gibi çırpınıyordu Arkadaşım buz yarılıp çok soğuk suyun içine düşmüş ve az önce dışarı çıkarılmış bir insan gibi titriyordu . Bir şeyler ödünü patlatmıştı ve geçirdiği şok onu mantığına dayanmadan hareket etmesine yol açmıştı. Her zamankinden çok farklı bir haldeydi; anlaşıldığı kadarıyla nerede olduğunun ya da çevresinde kimlerin olduğunun bilincine varmadan, üst üste defalarca, yüksek sesle hıçkıra hıçkıra, Mişa, Mişa, diye tekrarlayıp durdu. Çocuklar uyanmışlar ve sessizce odalarından dışarı çıkmışlardı. Lenanın yanında durmuş, bir anlam veremedikleri bu ıstırap karşısında ona merak içinde bakıyorlardı. Lena en sonunda onları fark etti, kendisini toparladı, bir bardak suyla birlikte bir sakinleştirici aldı ve neler olduğunu anlatmaya koyuldu. Mişa üç gece üst üste eve gelmemişti. Lena onun geri dönmesini gerçekten de beklemiyordu. Mişanın içki nöbetlerine ve eve gelmeyişine alıştığı için yatmaya gitti. Sabah erkenden enstitüye gitmesi gerekiyordu. Aniden Mişa çıkageldi. Bu tuhaf bir durumdu. Bu kez Mişa kapıdan dosdoğru içeri girdi ve sokaktan içeri girdiği şekilde, kışlık paltosu ve kirli ayakkabılarıyla, yıkanmamış ve kokar bir halde yatak odasına ulaştı, tehditkar bir sessizlik içinde Lenanın başında durdu yarı karanlıkta gözlerini üzerine dikti. Siyah gözleri doğal olmayan biçimde ışıldıyordu ve yanaklarından gümüşi bir parlaklık yayılıyordu. Bir zamanlar yakışıklı olan yüzü, buruşuklar içinde anormal bir şekil almıştı. Lena yorganı başına çekip hiçbir şey söylemedi. Yolun başındaki bir alkolikle yaşamanın verdiği acı deneyimden, bir şey söylemenin anlamı olmadığını biliyordu. Bir alkolikle konuşmaya çalıştığınızda, görünüşün aksine, gerçekte duyma yetisini yitirmiş bir insanla konuşuyor olursunuz. Yapmanız gereken tek şey, o uyuyana kadar beklemektir. Ne var ki, Mişa yatağa daha da yaklaştı ve şöyle dedi: işte bu Bütün bunlar senin suçun . . . içiyor olmam . . . ve şimdi seni öldüreceğim. Lena, Mişanın sesinde kuşkuya yer bırakmayan bir kararlılık ifadesi duydu. Yataktan fırladı ve odanın içinde koşmaya başladı. Mişa, onu önce balkonda sıkıştırdı. Lena onun kendisini yakalayacağını düşündü, ancak sarhoşlar hantal olurlar ve Lena, Mişanın elinden kurtulmayı başardı, sokak kapısına varınca, aceleyle üzerine giyecek bir şeyler aldı ve karda en yakın sığınılacak yere, benim daireme doğru koşmaya başladı. Bu olayın ardından boşandılar. Aşırı duygusal bir doğaya sahip olmamalarına karşın, her ikisi de mutfağıma gelip hıçkıra hıçkıra ağladılar ve bana birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini, ancak bir daha asla birlikte yaşayamayacaklarını anlattılar. Ben Mişayla görüşmeyi sürdürdüm, ancak gittikçe daha seyrek olarak. Ara sıra, daha çok da para istemek için uğruyordu, çünkü içmeye devam ediyordu ve fena halde içiyordu. Geçimini sağlamak için yaptığı tek şey zaman zaman aldığı çeviri işleriydi. Ayık kafayla yaptığı ender ziyaretlerinde bana içkiyi bırakmaya ve yeni bir hayata başlamaya çalıştığını söyledi. Ortodoks Hıristiyanlığa merak salmıştı, dini kitaplar okuyordu , vaftiz olmuştu , günah çıkarmaya ve iletişim kurmaya gittiği, güven duyduğu bir papaz bulmuştu ve bununla teselli buluyordu. Manevi kurtuluşun mümkün olduğuna ikna olmuştu . Buna karşılık, Mişanın dış görünüşü kurtuluş yolunda ilerleyen bir insanınkine benzemiyordu . Kötü durumdaydı, saçları yağlı ve dağınıktı. Üzerinde kendisine çok kısa gelen, yıpranmış ve elden düşme olduğu her halinden belli siyah bir palto vardı ve nerede yaşadığını sorduğumda, hiç kimsenin kendisini anlamadığını ve hiç kimsenin seni anlamazken bir yerde yaşamanın son derece güç oiduğuna dair anlamsız laflar etti. Yeltsin döneminde bu çok olağanüstü ya da şaşırtıcı bir manzara değildi. işini kaybetmiş ve yeni gerçeklik içinde kendisine bir yer bulamayarak kendini içkiye vermiş, cebinde beş kuruş parası olmayan, çok sayıda iyi eğitimli insan, saygıdeğer vatandaş, sokaklarda amaçsızca gezinip duruyorlardı. Yaygın tatminsizlik, işsizlik ve çok sayıda insanın Sovyet döneminde sahip oldukları işlerini kaybetmeleriyle oluşan bu elverişli ortamda Ortodoksluk moda hale geldi; işini, eşini ve varoluş sebebini kaybeden herkes, gerçekten inanan insanlar olmamalarına karşın, kiliselere koştular. Dolayısıyla, Mişa bu yolda ilerleyen çok sayıdaki insandan biri gibi görünüyordu. Bir keresinde beni görmeye geldi, ayıktı ve neşesi yerindeydi; benden kendisini tebrik etmemi istedi. Evvelsi gün bir oğlan babası olmuştu. Ona bu habere ne kadar çok sevindiğimizi söyledik: en azından rüyası gerçek olmuştu. Buna karşılık, bir sebepten dolayı Mişa umduğumuz gibi mutluluktan havalarda uçmuyordu. Çocuğun adını Nikita koymuştu . Çok önceleri, Mişa hala Lenayla evliyken, sık sık derin düşüncelere dalar ve bir oğlu olursa adını Nikita koyacağını söylerdi. İhtiyatlı bir biçimde, Nikitanın annesi kim? diye sordum. Genç bir kız, diye cevap verdi. Onunla birlikte mi yaşıyorsun? Evlendiniz mi yoksa evlenecek misiniz? Hayır. Annesiyle babası beni sevmiyorlar. O halde bir daire kirala ve orada oğlunla birlikte yaşa. Bu çok önemli. Ama hiç param yok. Öyleyse para kazanmaya başla. Canım istemiyor ve yapamam da. Yapamam işte . . . bunu yapamam. Mişa konuşmayı burada kesti. . Aradan bir yıldan fazla süre geçti. Yeltsin iktidarı bıraktı, Putini halefi olarak atadı. Sonra, ikinci Çeçenistan Savaşı başladı. Putin sürekli televizyondaydı. Kah bir askeri uçağın pilotluğunu yaparken, kah Çeçenistanda talimatlar verirken görünüyordu. Sonucu önceden belli olan seçimler yaklaşmaktaydı. Lena bir gece geç vakitte bana telefon etti. Bir şarkıcının konser sonrasındaki sesini andıran, neredeyse onu tanımayacağım kadar boğuk bir sesle, Ne olmuş, biliyor musun? dedi. Az önce telefonda söylediler. Mişa birlikte yaşadığı kadını öldürmüş. Kadının ilk evliliğinden, on dört yaşında bir oğlu varmış. Bu olay olduğu sırada çocuk evdeymiş. Mişa sarhoş olmuş. Görünüşe göre kadın ondan yaşça daha büyükmüş, haline acımış ve kendisini o derece yalnız hissetmemesi için onunla beraber içmiş. Her neyse, dün, Mişanm eline bir bıçak geçirip, kadına, daha önce bana söylemiş olduğu sözleri söylediği, Seni öldüreceğim, dediği sırada, birlikte içki içiyorlarmış. Lena birden ağlamaya başladı. Öldürülen kişi ben de olabilirdim, dedi. Hatırlıyor musun? Hepiniz beni boşanmamam için ikna etmeye çalışıyordunuz. Sen, Mişanın kendisini toplayabileceğini, tedaviye ihtiyacı olduğunu söylemiştin. Fakat o beni de öldürmüş olabilirdi. Mahkeme, özellikle yaşam öyküsü anlatıldıktan sonra, Mişaya yumuşak davrandı. Dört buçuk yıl hapse mahkum edildi. Bir cinayet için bu gerçekten uzun bir süre değil. Mahkeme Mişanın akli dengesinin yerinde olmadığına ya da alkolizmine karşın zihinsel sebeplerle azaltılan sorumluluğun geçerli sayılmadığına karar verdi. Mişa, Mordovyada, ormanın derinliklerindeki bir çalışma kampına gönderildi. Altı ay sonra, kampın komutanı, Lenayı, şimdi yeni eşi ve en sonunda sahip olduğu oğluyla birlikte yaşadığı dairesinde ziyaret etmek üzere Moskovaya geldi. Kamp komutanı dünya üzerindeki en parlak zekaya sahip insanlardan biri değildi muhakkak, fakat belli ki yumuşak yürekli bir insandı. Lenayı ziyaret etmeye kendisi karar vermişti. İşin başında olan kişi olarak, Mişadan boşanmış olmasına karşın Lenayı bulmanın ve ona Mikaelinin (komutan Mişadan bu şekilde söz ederek Lenanın yeni kocasını dehşete düşürmüştü) bugüne kadar gördüğü en iyi, en okur-yazar ve kamptaki en çalışkan mahkum olduğunu söylemenin görevi olduğunu düşünmüştü. Pedagojik bir yaklaşıma sahip olduğu belli olan kamp komutanı, Mişayı mahkumların kütüphanesinin sorumlusu yapmıştı ve Mişa da kütüphaneyi baştan aşağı yeniden düzenlemişti. Mişa çok okuyor, diğer mahkumlarla bir psikolog gibi ilgileniyordu. Mişa, dikenli tellerle çevrili kamp alanının içine, kendi başına ahşap bir kilise inşa etmişti ve keşiş olmaya hazırlanıyordu. Seçmiş olduğu bu yolda kendisine rehberlik etmeleri için bir manastırla yazışıyordu. Kamp komutanı, Lenaya, kampındaki katillere, tecavüzcülere ve eski suçlulara tek iyiliğin keşişlerden geldiğini gördüğünden, Mişanın keşişlikle ilgili eğilimlerine destek verdiğini de söyledi. Mişanın ricası üzerine, Moskova Patrikhanesinin dükkanından bir kilise duvar tabanlığı satın alacak ve bunu kampa geri götürecekti. Komutan sözlerini, örnek davranışlarından dolayı Mişanın cezasının kısaltılmasını isteyeceğine söz vererek sona erdirdi. Lenanın gözyaşları içinde olduğunu görerek, Lena, yoksa bu haber karşısında memnun olmadınız mı? diye sordu. Lena, Korkuyorum, diyerek cevapladı adamı. Korkmanıza gerek yok, diyerek karşılık verdi Mişanın komutanı da. O çok değişti, artık tehlikeli biri değil. Artık içmiyor ve kimseyi de öldürmeyecek. En azından, ben öldürmeyeceğini düşünüyorum. Kamp komutanı saçlarını düzeltti, çayını içti, avuçlarından ateş çıkartmak istermişçesine ellerini ovuşturdu ve şöyle dedi: Gerçeği söylemek gerekirse, kamptan gideceği için üzülüyorum. Bizler kendimizi olabilecek her türlü olaya karşı hazırlamaya başladık. Mişa her an Moskovada yeniden ortaya çıkabilirdi. Nitekim, 2001 yılında yeniden göründü. Birkaç hafta orada burada dolaştı, yine kalacağı bir yeri yoktu , Almancayı unutmuştu ve artık yeni hayata uyum sağlama becerisini bütünüyle yitirmişti. Onun uzun zamandır Moskovada yaşadığını biliyordum, nihayet bir gün rastlantıyla Tverskoy Bulvarında karşılaştık. Birbirimize rastladığımızda, bir zamanlar çok yakından tanıdığım yüz hatlarım zar zor çıkarabildim. Bir banka oturduk ve yaklaşık üç saat boyunca hiç ara vermeden konuştuk. O bana çocuklarımı sormadı, ben de ona oğlunu sormadım. Mişanın sadece biriyle konuşmaya, kendisini dinleyecek birine ihtiyacı vardı. Uzun uzun doğru manastırı seçmekle ilgili olarak konuştu . Karşımda duran adama dikkatle baktım. Eski Mişadan ya da gençliğindeki halinden geriye hemen hiçbir şey kalmamıştı. Gri, yaşlı ve çökmüş görünüyordu . Eskiden sahip olduğu yetenekleri tamamen kaybetmiş gibiydi. Geriye kalan sadece kadere karşı duyduğu hınç ve hapishanede edindiği argoydu. Buna ek olarak, Mişa bana hayatın anlamıyla ilgili olarak, zorlukla okuyabilenler için yazılan broşürlerde bulabileceğiniz türden bayağı saçmalıklar anlatıp durdu. Mordovyadaki kampta ne türden bir kütüphaneleri olduğunu düşünebiliyordum. Bir iş buldun mu ? Nerede? Her yerde ücretler çok düşük ve karşılığında çok fazla şey bekliyorlar. Evet, ama şimdi hepimiz aynı durumdayız. Buna katlanmamız gerekiyor . . . diye söze başladım. Mişa sözümü kesti. Pekala, ben herkese benzemek istemiyorum. Bu konuda kesinlikle kararlıydı. Manastırla ilişkilerin ne durumda? Şu anda beni kabul edebilecek durumda değiller. Sırada bekleyenler var ve bunun için bile araya nüfuzlu tanıdıklar sokmak gerekiyor. Bir çevren olması gerekiyor. Hapishaneye girmiş olmak işleri kolaylaştırmıyor. Sanırım bu anlaşılabilir bir durum. Gerçekten de senin hapisten çıkmandan bu yana çok fazla zaman geçmedi. Mişa, işte ben bunu anlayamıyorum, diyerek saldırganlaştı. Ne yapmayı planlıyorsun? Arkasını işaret ederek, Bu küçük kiliseye gideceğim, dedi; gerçekten de arkasında, uzun yıllar boyunca sapasağlam ayakta kalmış, Moskovanın en eski kiliselerinden biri duruyordu . Beni bekçi olarak işe almalarını isteyeceğim. Bana bir manastıra girebilmem için özgeçmişimin gerekli puanı tutturması gerektiği söylendi. Bu sözlerine ikimiz de güldük. Sadece SSCBde doğmuş ve bilinçli hayatının yeterince uzun bir bölümünü bu ülkede geçirmiş biri, bunun, araya nüfuzlu birilerini sokup iş bulamadığında kullanılan tipik bir Sovyet yaklaşımı olduğunu bilir. Ve işte biz oturmuş, Sovyet tarzı hayatın gündelik gerçekliğinden fazlaca ayrılamayan manastırdan, inançtan, dinden, Kilisenin kurallarından söz ediyorduk. Bu duruma gülüyorduk. Mişa, Yeni Rusyada Ortodoksluğun ve Sovyet hayatının yollarının aniden nasıl birleştiklerini görmek garip, dedi. Böbrek ya da kalp sorunu olduğuna işaret eden su toplamış gözkapaklarının altından, bana aniden o eski, neşeli, uyanık şakacı, centilmen Mişa baktı. Elbette ki yolları birleşti. Katılmaya çalıştığın kilisenin, bir zamanlar kaçtığın Genç Komünistler Birliğinin yerel komitesine dönüşmüş olması yüzünden korku duymuyor musun? Sadece her şey yeni renklere boyandı, en sonunda manastıra girdiğinde hayal kırıklığına uğrayacaksın ve . . . Sustum. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Sorunlarım yüzünden onları suçlayarak yine birilerini öldüreceğimi söyleyecektin, değil mi? Tam da bunu söylemek üzere olmama karşın, Hayır, elbette ki hayır, diyerek kekeledim. Anlaşıldığı kadarıyla ikimiz de aynı şeyleri düşünüyorduk. Tam da bunu söyleyecektin. Buna cevaben, elbette sadece kendi adıma korktuğumu söyleyebilirim, ancak gidecek hiçbir yerim yok. Eğer burada kalırsam sonunda yeniden hapse gireceğim. Hapishane gibi sınırlandırılmış bir yerde kendimi daha iyi hissediyorum; manastır, çalışma kampı gibi bir yer, sadece gardiyanları farklı. Benim gözetim altında olmaya ihtiyacım var. Etrafımızdaki hayat tarzını görüp, kendimi kontrol etmem mümkün değil. Peki, ne tür bir hayat tarzı bu? iyiliğe inanmayan, sinik bir hayat tarzı. Sinizme tahammül edemiyorum. içmeye de bu yüzden başladım. Öyleyse kadın arkadaşını neden öldürdün? O da iyiliğe inanmayan bir insan mıydı? Hayır, çok iyi bir insandı, onu neden öldürdüğümü hatırlayamıyorum. Sarhoştum. Yani, her halükarda bu dünyada durmayacaksın. Hiçbir koşulda. Bu dünyaya katlanamıyorum. Mişayla daha sonra yeniden karşılaşmadım, ancak bir manastıra girmeyi başaramadığını biliyorum. Bürokratik işlemler uzadıkça uzamış. Rusyada Ortodoks bürokrasi büyük ölçüde devlet bürokrasisine benzer, kendisini doğrudan etkilemeyen her şey karşısında kayıtsızdır. Mişa, Patrikhaneye gitti, onlara formları götürdü, bir kilisede bekçilik yaptı, fiilen bir kilisede yaşamaya başladı. Yavaş yavaş yeniden içer oldu. Para istemek için iki kez Lenalara gitti. llk seferinde Lena ona 100 ruble verdi, ikinci seferde para vermeyi reddetti. Lena bu konuda son derece haklıydı. O ve kocası, Mişaya istediği zaman sarhoş olabilmesini sağlamak için çalışmıyorlardı. Haklıydılar elbette. Ne var ki Mişa kendisini bir metro treninin altına attı. Biz bunu çok sonra, o da tesadüf sonucu öğrendik. Sonra da, tanıdığım en yetenekli Ruslardan biri olan Mişanın, evsiz ve sahipsiz biri olarak gömüldüğünü öğrendik. Daha doğrusu, onun küllerini gömmüşlerdi, çünkü bu durumdaki ölüleri yakıyorlar. Mezarının nerede olduğunu hiç kimse bilmiyor.
RİNAT
Düşmana karşı ya cepheden bir saldırı başlatırsınız ya da dolambaçlı yoldan arkasına sarkarsınız. Savunma Bakanlığının Özel istihbarat Alayının binalarının bulunduğu yer elbette benim gibi sivillerin içinde gezip dolaşabilecekleri bir yer değil. Ne var ki kimi zaman bunun yapılması gerekiyor. Beni buraya alayın subaylarından biri, Rinat getirdi. Rinat bir binbaşı. Kimse Rinatın annesiyle babasının kimler olduğunu bilmiyor. Bir öksüzler yurdunda büyütülmüş. Yüzü doğulu insanların hatlarına sahip, gözleri yana meyilli ve çok sayıda Orta Asya dilini biliyor. Uzmanlık alanı istihbarat toplamak. Rinat yıllarca Afgan Savaşında gizli görevle savaşmış. Daha sonra dağlardaki ve Afgan-Tacik sınırındaki silahlı Tacik çetelerine sızıp uyuşturucu kaçakçılarını suçüstünde yakalamış. Aynı zamanda Rus hükümeti adına, eski Sovyet cumhuriyetlerinde şimdiki devlet başkanlarının bazılarına , iktidara gelmelerinde gizlice yardımcı olmuş. Doğal olarak hem birinci hem de ikinci Çeçen savaşları sırasında Çeçenistanda epeyce uzun süre bulunmuş. Göğsü madalyalarla dolu . Rinat ve ben duvardaki bir deliği bulmaya çalışıyoruz. Bana bütün o madalyaları karşılığında, subay barakalarında yaşadığı sefaleti göstermek istiyor; bana askeri yerleşim bölgesindeki taşınmayı umduğu, ancak bu konuda şansının olmadığını öğrendiği evi de göstermek istiyor. Bu alay çok iyi eğitilmiş ve çok ünlü bir alay olmasına karşın aradığımız deliği buluyoruz. Kocaman bir delik, ikimizin içine rahatlıkla sığabileceğimiz kadar büyük olmakla kalmıyor, içinden bir tankla geçmek bile mümkün. Beş dakika kadar yürüdük ve işte, casusların yaşadıkları kasabaya geldik. Sabah vakti. Etrafımızda, izindeki subayların gülmeyen yüzlerini görüyoruz. Hava da insanı neşelendirecek bir hava değil doğrusu. Ayağımızın altındaki vıcık vıcık çamura basarken sağa sola sallanıyoruz. Yürümüyoruz, fakat ayak basacak yer bulabilmek için yere bakarak, düşe kalka ilerliyoruz. Ben kafamı kaldırıp bakıyorum ve karşımda, diğer beş katlı kasvetli binaların arasında bir serap gibi duran yeni gri-yeşil renkte çok katlı harika bir apartmanın görüntüsüyle karşılaşıyorum. Rinat, Her şey işte böyle başladı, diyor. Elbette, bir daire sahibi olmak istedim. Dünyanın çeşitli yerlerinde yeterince dolaştım. Oğlum büyüyor ve ben sürekli olarak savaşlara katılmak için evimden uzaklara gidiyorum. Binbaşı cümlesinin ortasında susuyor ve aniden beni hayrete düşüren bir manevra yapmaya başlıyor. Yüzünü saklıyor, sanki vurulmuşuz ve sığınacak bir siper arıyormuşuz gibi eğilip iki kat oluyor. ·Yavaşça fısıldayarak, birbirimizi tanımıyormuş gibi davranmamız gerektiğini söylüyor: aynı zamanda benden ileriye doğru bakmamamı ve kollarımı sallamamamı ya da dikkat çekmememi istiyor. Ne sorun var ki? diye soruyorum. Bu bir pusu mu? Elbette şaka yapıyorum. Rinat alçak sesle, Onu kızdırmamalıyız, diyerek, dikkat dağıtma manevrasını sürdürüyor. iyi eğitilmiş casuslar gibi çabucak, beceriyle, ancak telaşa kapılmadan yönümüzü değiştiriyoruz. Rinat içi rahatlamış bir halde kafasını kaldırarak tehlikenin geçtiğini belli edince soruyorum: Kimi kızdırmamamız gerekiyordu? Komutan yardımcısı Petrovu. Bizim yaptığımız manevranın sebebi, Petrovun arabayla bize doğru geliyor olmasıydı. Arabası yeni güzel apartmanın önünde durdu, çünkü burası onun yaşadığı yer. Rinat ancak onun apartmandan içeriye girip gözden kaybolmasının ardından rahatladı ve biz sitenin içinde dolaşmaya devam ettik. Dönüp dolaşıp Rinatın arzu ve kıskançlıkla baktığı güzel binanın olduğu yere geri geliyorduk. Gerçeği söylemek gerekirse kafam karıştı. Rinatın muharebe sicili, korkusuzluğu hakkında biraz bilgi sahibiydim ve şaşırmıştım. Onun en çok korktuğu şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Ölüm müydü acaba? Hayır, ölümle yaşamayı öğrendim. Gerçi bununla da övünmüyorum. Yakalanmak mı? Evet, elbette bundan korkuyorum, çünkü işkence göreceğimi biliyorum. Başkalarına nasıl yapıldığını gördüm. Ancak yakalanmaktan da o derece korkmuyorum. Peki, ne öyleyse? Muhtemelen barış, sivil hayat. Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum. Buna hazır değilim. Rinat otuz yedi yaşında. Bütün ömrü boyunca yaptığı tek şey savaşmak olmuş. Vücudu yaralarla kaplı. Mide ve onikiparmak bağırsağı ülseri var ve sinirleri harap olmuş durumda. Eklemleri sürekli olarak ağrıyor, başından aldığı birkaç yara yüzünden beyinsel spazmlar yaşıyor. Kısa süre önce binbaşı artık sakin, yerleşik bir hayata başlamaya, savaşlardan sıradan dünyamıza geri dönmeye karar verdi. Ancak bu dünyayla ilgili olarak kesinlikle hiçbir şey bilmediğini fark etti. Örneğin, ona yaşayacak bir yeri kim verecekti? Devletin çıkarlarını savunmak adına bütün yaptıklarının karşılığında bir daireyi kesinlikle hak etmişti. Ya biraz parayı? Rinat, Petrova bu konularda sorular sormaya başlar başlamaz hiçbir şey beklememesi gerektiğini öğrendi. Vardığı sonuç şuydu: dağlarda, çeşitli ülkelerde, kıtalarda özel devlet görevlerini yerine getirirken devletinin ona ihtiyacı vardı, onu madalyalarla ve şeref rütbeleriyle ödüllendirdi. Buna karşılık binbaşının sağlığı bozulur ve sakin bir hayat sürme kararını alır almaz kendisini bekleyen hiçbir şeyin olmadığını, askeri hiyerarşinin onu öylece sokakta kendi kaderiyle baş başa bırakacağını gördü. Hatta onu subay barakalarında kendisinin ve oğlunun halihazırda kaldıkları berbat yerden bile çıkartacaklardı. Rinatın kendi başına büyüttüğü bir oğlu var; adı Edik. Çocuğun annesi birkaç yıl önce ölmüş ve Edik, uzun süre subay barakalarında yalnız başına, babasının sayısız savaşlardan ve önemli muharebe görevlerden dönmesini bekleyerek yaşamış. Rinat bana şunları anlattı: Bir düşmanı ses çıkartmayacak şekilde nasıl öldüreceğimi biliyorum. Bir dağa hızla ve sessizce tırmanabilirim; koca bir dağı, onu elinde tutan güçlerden geri alabilirim. Mükemmel bir kaya tırmanıcısı ve dağcıyım. Dağlan ince dallara ve çalılara bakarak okuyabilirim ve orada kimin olduğunu, nerede saklandıklarını söyleyebilirim. Dağları duyumsayabiliyorum, bunun doğal bir yetenek olduğunu söylüyorlar, ancak bir daire sahibi olma konusunda acizim. Sivil hayatta herhangi bir şey yapma konusunda acizim. Karşımda devlet tarafından eğitilmiş, acz içinde bir profesyonel katil duruyordu. Şimdilerde onun gibi çok sayıda insan var. Devlet hala insanları bir başka savaşa yolluyor, bu insanlar savaşın ortasında yıllarca yaşıyorlar, geri dönüyorlar ve barışçıl hayatın yasa ve düzeninin ne olduğunu bilmiyorlar. Kendilerini içkiye veriyorlar, çetelere katılıyorlar, kiralık katil haline geliyorlar ve yeni efendileri onlara, devletin çıkarları uğruna öldürülmeleri gerektiğini söyledikleri insanları ortadan kaldırmaları için büyük paralar veriyorlar. Peki, ya devlet ne yapıyor? Tüm bunlar devletin umurunda bile değil. Putinin iktidarında devlet, savaşlardan geri dönen subaylarıyla gerçekten hiç ilgilenmez hale geldi. Devlet sanki suç çetelerine aktif biçimde, mümkün olduğu kadar çok sayıda iyi eğitilmiş profesyonel katil sağlamaya çalışıyormuş gibi görünüyor. Rinat, sen de böyle mi yaşamayı düşünüyorsun? Hayır, böyle yapmak istemiyorum, ancak eğer Edik ve ben kendimizi sokakta bulursak, bu ihtimali göz ardı edemem. Ben sadece eğitimini gördüğüm işi yapabilirim. Nihayet Rinat ve ben çamuru aştık, çamurlu ayaklarımızla kasvetli barakalardan birine girdik. Üç katlı bina adı verilen bu yer, subayların barakası. Biz ikinci kata çıktık; kaplaması dökülmüş bir kapı, pis, basit bir odaya açılıyordu. Binbaşının bütün ömrü boyunca kendisine ait olduğunu söyleyebileceği bir evi olmamıştı. İlk olarak Urallardaki öksüzler yurdu vardı. Daha sonra öksüzler yurdundayken kaydolduğu askeri akademinin barakalarıgeldi. Daha sonra da garnizon misafirhaneleri ve aktif görevdeyken bunların yerini alan çadırlar. On altı yıldır aktif olarak orduda hizmet veriyor, ordu yemini altında oradan oraya yuvarlanan bir taşa benziyor. Rinat son on bir yıl boyunca Rinat, sürekli olarak bir muharebe görevinden ötekine gitti. Bu onun mal mülk edinmesine imkan tanıyan bir hayat tarzı değildi. Ancak mutluydum, diyor binbaşı. Hiçbir zaman savaşmaktan vazgeçmeyi istemedim. Bunun sonsuza kadar süreceğini sanıyordum. Rinatin sahip olduğu her şey, şimdi bir paraşüt çantasına sığıyor. Binbaşı, ezilip eğri büğrü olmuş, yan tarafında bir envanter numarası olan standart yapım dolabını açıyor ve bana çantayı gösteriyor. Kendi değerlerini, Çantayı omzuna vur ve yeni görevine git, diyerek veciz biçimde özetliyor. Divanda bir çocuk oturuyor ve kederli gözlerle bize bakıyor: bu Edik. Binbaşının sözünü kesiyorum. Fakat siz evliydiniz, bu durumda böyle bir evinizin olması gerekirdi. Hayır, hiçbir şeyimiz yoktu. Buna vaktimiz olmadı. Rinat, Tacikistanda savaşıp, şimdiki devlet başkanı Rahmonova iktidan alması için yardımcı olurken, kimsenin dikkatini çekmeden ortadan kaybolmuş ve Kırgızistanda evlenmiş. Yeni evli çift Rinatın, kızın yaşadığı yer olan ve Rinatın etnik gruplar arasında kanlı bir çatışma çıktığı için gönderilmiş olduğu bir önceki muharebe görevi sırasında, Oş şehrinde tanışmışlar. Hemen oracıkta evlenmişler; birbirlerine olan tutkulan ve aşkları, katliamın ve acının ortasında alevlenmiş. Daha sonra Rinat, genç eşini komutanına takdim etmiş. Komutanı omzunu silkmiş ve bir sevgilinin bir casusun Aşil topuğu olduğunu söyleyerek ondan karısını Oşta bırakmasını istemiş. Rinat kansını geride bırakmış ve cephede silahlı bir gruba katılmak üzere Tacikistana dönmüş. Komutanı bir gün ona bir oğlunun olduğunu, karısının çocuğa Edik adını koyduğunu söylemiş. Daha sonra, 1995 yılının Haziran ayında Rinatın yerel konservatuarda öğrenci olan genç karısı, onun kiminle evli olduğunu fark eden birileri tarafından öldürülmüş. Rinatm karısı öldürüldüğünde henüz yirmi bir yaşındaymış ve konservatuarda ikinci sınıfı bitirme sınavlarına hazırlanıyormuş. llk başlarda Edik, anneannesiyle Kırgızistanda yaşamış. Çocuk subay misafirhanelerinde yaşayamayacak kadar küçükmüş ve Rinat devletin kendisine sağladığı korkunç, pis odalarda geceleri nadiren kalıyormuş. Hala ve en çok da ülkenin dağlık bölgelerinde gizli operasyonlarda yer alıyormuş. lki kez daha ciddi biçimde yaralanmış ve çeşitli hastanelerde bir süre yatmış. Yine de başka türlü bir hayat istemedim, diyor Rinat, ancak Edik büyüyordu. En nihayetinde Rinat oğlunu yanına almaya karar vermiş ve ve bunun sonrasında Edik, anneannesiyle sadece Rinatın altı ay süreyle askeri görevler için uzaklara gittiği sıralarda kalmış. Onların soğuk, kasvetli küçük odalarında oturuyoruz. Edik, parlak gözleri her şeyi gören sessiz bir çocuk. Çok iyi yetiştirilmiş. Sadece babası dışarı çıktığı zaman ve sadece kendisine soru sorulunca konuşuyor: tek kelimeyle bir casusun oğlu. Babasının şu anda zor bir dönemden geçmekte olduğunu anlıyor ve bu yüzden Rinat, Ediki gelecek yıl Askeri Liseye göndermek istiyor. Ancak oğlan bu düşünceyi beğenmiyor. Sakince ve erkeksi biçimde, hiçbir sızlanma belirtisi göstermeksizin, Ben evde kalmak istiyorum, diyor. Bununla birlikte birkaç kez tekrarlıyor: Ben evde kalmak istiyorum, evde. Burası senin evin mi? Burada kendini evindeymiş gibi hissediyor musun? Edik dürüst bir çocuk. Gerçeği söyleyemediğiniz zaman hiçbir şey söylememenin daha iyi olduğunu biliyor ve o da öyle yapıyor. Aslında muharip subayların kaldığı, ince duvarlarının öteki tarafında yüksek sesle bağıran sarhoş sözleşmeli askerlerin bulunduğu , mobilyaları yönetmeliğe uygun olarak seçilmiş demirbaşlardan oluşan bu ağıla kim ev diyebilir ki? Buna karşılık Edik, babasını buradan bile çıkartmaya çalıştıklarını biliyor, onun için bari burası evleri olsun istiyor. Rinat, komutan yardımcısından saklanırken etrafında dolaştığımız yeni güzel binada bir dairenin kendisine tahsis edilmesini isteyince alayın kumandanları ile binbaşı arasındaki ilişkiler bozulmuş. Binbaşı, yıllardır konut bekleme listesinin en tepesinde yer aldığından bunun hakkı olduğunu düşünüyormuş. Petrovla konuştuğum zaman kızdı: Sen alaya henüz yeterince hizmet vermedin dedi, diye anlatıyor Rinat. Buna inanabiliyor musun, tam olarak böyle söyledi. Çok şaşırmıştım ve ona şöyle dedim, Ben hep savaştım. Kimsenin onları bulamadıkları bir sırada pilotları bir dağdan kurtardım. Devletin bana ihtiyacı var. Gerçekten de binbaşı, bir askeri savaş uçağı 2001 yılının Haziran ayında Çeçenistan dağlarında, hum-Kale köyünün yakınlarında düştüğü zaman, hizmetlerinden dolayı ülkenin en büyük ödülü olan Rusyanın Kahramanı ödülüne aday gösterildi. Birkaç araştırma ve kurtarma ekibi dağlara uçuş ekibini bulmaları için gönderildiler ancak bir sonuç alamadılar. Komutanları Rinatı, eşsiz muharebe deneyimi, dağlar konusundaki bilgisi ve insanları ince dalları, sopaları ve yaprakları okuyarak bulma yeteneğiyle hatırladılar. Rinat ölü pilotları yirmi dört saat içinde buluverdi. Cesetlerden birine Çeçen savaşçılar tarafından bubi tuzağı yerleştirilmişti, Rinat bu bubi tuzağını da etkisiz hale getirdi. Bu şekilde ailelerin bakabilecekleri bir mezarları oldu . Aktif hizmet subaylarının bir deyişine göre, muhaberede ve dağlarda kafalarını kaybeden komutanlar sivil işlerde en iyi olanlardır. Rinat, Petrova şöyle dedi: Senin Çeçenistanda ne tür bir kahraman olduğunu biliyorum; her zaman karargahlarda sinsi sinsi dolaşırdın. Komutan yardımcısı da onu şu şekilde cevapladı: lşte şimdi gerçekten boka battın, binbaşı. Soktuğun bu laf yüzünden senin işini bitireceğim. Seni, sana kalacak bir yer vermeden terhis edeceğim. Oğlunla birlikte sokaklarda sürüneceksin. Petrov intikam duygusu içinde tehdidini uygulamaya koymaya girişti. Önce binbaşıya resmi geçit alanını süsleme ve aynı zamanda alay kulübünü yönetme, askerler için film gösterileri düzenleme görevlerini vererek küçük düşürdü. Petrov daha sonra Rinata, Petrovun karısının işi olan, resmi geçit alanı için afişler tasarlamasını emretti (Rinat aynı zamanda mükemmel bir sanatçı) . Petrovun kansı öylece işe gitmemeye başladı; bütün subaylar, kadın o yeni güzel dairede keyif çatarken onun yerine bütün işi Rinatın yaptığını biliyorlardı. Daha sonra Edik hastalandı ve hastaneye yatmak zorunda kaldı. Doktorlar Rinata oğlunun yatağının yanında refakatçi olarak kalması gerektiğini söylediler. Rinat sürekli olarak izin istiyordu ve Petrov, doktorlar tarafından verilmiş olan raporu göz ardı edip kayıtları geriye doğru değiştirerek onu izinsiz olarak işinin başında bulunmuyormuş gibi gösterdi. Petrov bir subaylar mahkemesi topladı, tutanakları istediği şekilde değiştirdi ve onları binbaşıyı apartman dairesi bekleyenlerin listesinden çıkartmak için kullandı. Kısa süre içinde Rinat ordudan, kendisine hiçbir özel hak tanınmaksızın atıldı. Kısacası, Rinatın başı büyük beladaydı. Rinat, Ben ne yaptım? diyerek boynunu eğdi, rakibi kendisine baskın çıkmıştı. Ülkemizde bundan sonra da, her nerede olursa olsun katılanların kendilerini içlerinde buldukları savaşlar yaşanmaya devam etti. Bu aslında görevlerini tamamladıktan sonra geri dönen bölüklerin içinde de savaşların yaşandığı anlamına geliyor. Personel subayları, saha subaylarına karşı ölümüne bir mücadeleye giriştiler. lkinci grupta yer alanlar, geçmiş sicilleri göz ardı edilerek, arkalarından yağdırılan yoğun hakaret tufanı altında, kendilerini emre itaatsizlik gerekçesiyle ordudan çıkarılmış olarak buldular. Bunları yaşayan bir tek Rinat değildi. Şu anda ordudaki subaylar iki eşit olmayan kategoriye bölünmüş durumdalar. llk gruptakiler gerçekten muharebe operasyonlarında yer almış, hayatlarım tehlikeye atmış, dağlarda sürünerek yol almış, günlerce karın ve toprağın içinde bir oyukta gizlenmiş olanlardan oluşuyor. Bunların birçoğu pek çok kez yaralandılar. lnsan bu subaylar adına umutsuzca üzüntü duyuyor. Onlar için, bize çok normal görünen sivil hayatta kendilerine bir yer bulmak oldukça güç bir iş. Saha subayları, kendileri de Çeçenistanda bulunmuş olan personel subaylarıyla ortak bir dil bulamıyorlar, böylece isyan ediyorlar, sarhoş oluyorlar ve kendilerini berbat hissediyorlar. Bir kural olarak personel subayları her fırsatta onlara karşı üstünlük sağlıyorlar: onlara karşı yalancı tanıklık yapıyorlar, üstlerine koşuyorlar, hikayeler anlatıyorlar, entrikalara başvuruyorlar. Daha sizin haberiniz bile olmadan, bir ekip sizi ordudan çıkarma kararım almak üzere toplanır. Peki ama, bu insanlar ne yaptılar? Elbette kendileri oldular. Saha subayları birliklerinde sadece varlıklarıyla personel subaylarına her gün bu dünyada kimin kim olduğunu hatırlatıyorlar. Peki, ya karargah subayları? Bunlar hiyerarşide, ivme kazanan bir kurşundan daha hızlı yükseliyorlar. Kendilerini çok iyi konumlandırıyorlar, en güzel daireleri ve daçaları alıyorlar. Rinat en sonunda pes etti. O çok sevdiği ordudan ayrıldı ve evsiz, parasız bir saha komutam olarak, Edikle birlikte kim bilir nereye gitti. Onun adına korkuyorum, çünkü nereye gittiğini tahmin edebiliyorum. Hepimiz adına korkuyorum.
SİRAJDİ, YAHA VE ARKADAŞLARı
Şu anda Rusyada yaşayan Çeçenlere ancak bir deli gıpta edebilir. Geçtiğimiz yıllarda Çeçenlerin içinde bulundukları durum katlanılmaz bir hal almıştı, ancak Nord-Ost kuşatmasından bu yana ırk temelinde işlemekte olan devletin cezalandırma aygıtı çok daha hızlı çalışıyor. Polisin gözetiminde düzenlenen ırkçı saldırılar ve tasfiyeler sıradanlaşmış durumda. insanların hayatları bir anda mahvediliyor, oturdukları konutları, işlerini, aldıkları her türden sosyal yardımı kaybediveriyorlar ve bütün bunlar tek bir sebepten dolayı oluyor: Çeçen olduklarından. Moskovada ve diğer pek çok şehirde Çeçenlerin hayatı tahammül edilemeyecek derecede kötü: gizlice ceplerine uyuşturucu atılıyor, ellerine patlayıcılar tutuşturuluyor ve yıllarca hapishanelerde tutularak hayatları bitiriliyor. Çeçenler açıkça paryalara dönüştürülmüş durumdalar. Kaçamayacakları bir çıkmaz sokakta olduklarını görüyorlar. Bu, yaşı ne olursa olsun hiç kimseyi yara almadan bırakmayan bir yaşama şekli. Çeçence konuşmaya başladıklarında ve ikinci perdeyi yarıda kestiklerinde, durumun ciddi olduğunu ve işlerin daha da kötüye gideceğini fark ettim. Bunu o anda, bir şekilde, açıkça görebildim. Kırk üç yaşında bir Moskovalı olan Yaha Neserhayeva, meslekten iktisatçı. Yaha Groznide doğmuş bir Çeçen, ancak çok uzun zaman önce başkente taşınmış. Yaha, 23 Ekimde Nord-Ostu izlemeye gitti. Yıllardır tanıdığı arkadaşı Galya, Rusyanın kuzeyindeki Uhta kasabasından. Galya müzikale 13. sıradan iki bilet almış. Yahanın müzikallere fazlaca düşkün olmamasına karşın, kendisiyle Nord-Osta gelmesi için ona yalvarmış. Onlara Çeçen olduğunu söyledin mi? Hayır. Korkmuştum. Onlara bunu söylemenin mi yoksa söylememenin mi daha iyi olacağını bilemiyordum. Beni müzikale gelmiş bir Çeçen olduğum için vurabilirlerdi. Rehinelerin birçoğu havada beyaz bulutlara benzeyen şeyler görmüş olmalarına karşın, Yaha gazı görmemiş. Yaha sadece oturduğu yerden insanların bağırdıklarını duymuş, Gaz verdiler! ve birkaç saniye sonra şuurunu kaybetmiş. Yaha, vurularak öldürülen Yaroslavın annesi lrina Fadeyevanın da içlerinde yer aldığı, kurbanların birçoğunun götürüldükleri 13. Numaralı Hastaneye yatırıldı. Yaha kendisini çok kötü hissediyordu. Neler olup bittiği konusunda pek bir fikri yoktu. Kısa bir süre sonra ortaya bir dedektif çıktı. Bana adımı, soyadımı, nerede yaşadığımı, doğum yerimi ve NordOstta ne işim olduğunu sordu. Ardından iki kadın geldi, parmak izlerimi aldılar ve adli tıpta incelemek üzere elbiselerimi alıp götürdüler. O dedektif akşamüstü geri döndü ve şöyle dedi, Sana kötü haberlerim var. Aklıma ilk gelen şey, müzikale birlikte gittiğim arkadaşımın ölmüş olduğuydu, ancak dedektif, Teröristlerin işbirlikçisi olma suçundan tutuklusun, dedi. Çok şaşırmıştım ancak yine de ayağa kalktım; ayağımda hastanenin terlikleri ve üzerimde bir sabahlık olduğu halde dedektifin ardı sıra yürüdüm. Önce iki günlüğüne 20 Numaralı Hastaneye [özel amaçlı güvenlikli bir hastane] götürüldüm; orada bana hiç kimse bir şey sormadı ya da beni tedavi etmedi. Aslında hiçbir zaman için tedavi görmedim. lkinci günün sonunda dedektif yeniden geldi. Fotoğrafım çekildi ve bir ses kayıt cihazına sesimden örnek kaydettiler. Birkaç dakika sonra bana bir palto ve bir çift yanın erkek botu getirdiler, beni kelepçelediler ve Senin başka bir hastanede tedavi edilmen gerekiyor, dediler. Beni bir polis arabasına bindirdiler, on dakika kadar bir süreliğine savcılığa ve ardından da Marino Hapishanesine [ Moskovada kadınların tecrit altında tutuldukları bir hapishane] götürdüler. Bu şekilde orada, çıplak ayaklarımda bana üç numara büyük gelen botlar, üzerimde kirli bir erkek paltosuyla, bir haftadır yıkanmamış ve saçlarım darmadağın bir halde oturuyordum. Beni bir hücreye koydular ve başgardiyanın bana bütün söylediği, Ya işte, seni gidi baş belası mikrop . . . oldu. Hücre hapsinde tutulduğun sırada seni sık sık sorguya çektiler mi? Beni hiç sorgulamadılar. Orada öylece oturdum ve gardiyana sorgu görevlisiyle konuşmak istediğimi söyledim. Yaha sakin biçimde, yavaşça, duygusallaşmadan konuşuyor. Sanki o an için orada değilmiş gibi. Yüzü ölü bir insanın yüzüne benziyor; gözleri büyümüş, bakışları sabit, kaslan hareketsiz. Pasaportundaki resmi sanki başka bir insana ait gibi, o resminde yüzü gururlu ve güzel bir kadının yüzü. Yaha bazen gülümsemeye çalışıyor, ancak hapishanede geçirdiği iki hafta sırasında kasları bunun nasıl yapıldığını unutmuş gibi görünüyor. Orada işinin bittiğini ve hiçbir şeyin kendisini kurtaramayacağını düşünmüş. içinde bulunduğu durum bundan daha kötü olamazdı. Yahayı 20 Numaralı Hastaneye aktaran, ona gelecekte neler olacağına ilişkin olarak bir şeyler söyleyen tek insan olan polis, ona diğer bütün teröristler öldürüldüğünden ve kendisi sağ kalan tek terörist olduğundan, sorulara hepsi adına cevap vereceğini söylemiş. Her şeye rağmen, Yahanın öyküsü müzikallerde adet olduğu üzere mutlu sonla bitti. Dostları Yahanın yardımına koştular ve çarçabuk, Yaha Neserhayevayı saran, aşılmaz gibi görünen duvan bir mucizeyle aşabilen bir avukat buldular. Yaha on gün sonra hapishaneden serbest bırakıldı. Savcılık makamının Nord-Ost olayını soruşturan ekibin içinde yer alan sorgu görevlileri, bu ırkçı zamanlarda, şaşırtıcı biçimde gerçekten doğru olanı yaptılar, Yahanın suçlu olduğunu gösteren hiçbir şey bulamadılar. Suçu onun üzerine yıkmak için bir tertip düzenlemediler. Suçu bireye göre şekillendirmediler, gizlice düzmece kanıtlar yerleştirmediler, Yahayı taciz etmediler ya da onunla eğlenmediler. Bir Çeçen kadından sadece Çeçen olduğu için intikam almaya çalışmadılar. Günümüzde bu oldukça önemli bir şey. Hatta daha fazlasını yaptılar. Yahaya serbest bırakıldığım bildirirken ondan özür dilediler ve onu arabayla evine bıraktılar. Yaha bunun için Kıdemli Sorgu Görevlisine ve Birinci Sınıf Avukat V. Prihojihe teşekkür borçlu. Yaha, aynı zamanda Bogorodskoye içişleri Bakanlığı yetkililerine de teşekkür borçlu. Bakanlık görevlileri Yahamn kendini toparlayıp, ayakları üzerinde durabilmesine yardımcı olmak üzere Grozni {Coharkale}den koşa koşa Moskovaya gelen Yahamn büyük kız kardeşi Malikaya, bir akrabasının sürekli olarak bakıma ihtiyaç duyduğunu göz önünde bulundurarak başkentte sürekli olarak kalma izni verdiler. Bu izni, bugün Moskovada elinde bu belge olmaksızın evinin kapısından dışarı çıkan her Çeçenin derhal tutuklanacağını bilerek verdiler. Aelita Şidayeva otuz bir yaşında. O da bir Çeçen. Sürmekte olan savaşın başından bu yana anne babası ve kız kardeşi Hadijatla birlikte Moskovada yaşıyor. Aelita çalıştığı yerde , Mariyno metro istasyonu yakınlarındaki bir küçük lokantada tutuklandı. Aelita başından geçenleri bana sakin ve soğukkanlı bir tavırla , gözyaşı dökmeden ya da sinir krizi geçirmeden, kibarca gülümseyerek anlatıyor. Yedi saat süreyle durmaksızın sorguya çekilmenin ardından en sonunda Mariyno Park polis karakolundan bırakıldığında yere yığılıp kalmış olduğunu bilmeseniz, başına olağanüstü şeyler gelmemiş olduğunu sanabilirsiniz. Her şey oldukça tuhaftı. ilk başta bizim lokantada akşam yemeğini yiyen tek bir polis vardı. Bunda bir anormallik yoktu, polisler genellikle bizle birlikte yemek yerler. Polis karakolu lokantamızın kapısından 100 metre uzaklıkta. Onlardan, savaştan kurtulmak için Grozni {Coharkale}den kaçıp gelmiş bir Çeçen olduğumu hiçbir zaman saklamadım. Her neyse, o polis yemeğini bitirip dışarı çıktı ve birdenbire diğerleri hızla içeri girdiler. Yaklaşık olarak 1 5 kişiydiler; başlarında bizim yerel polisimiz Vasilyev bulunuyordu . O da beni gayet iyi tanır. Bizi duvarın önüne dizdiler, üzerimizi aradılar ve beni aldılar. Sana ne tür sorular sordular? Teröristlerle ne tür ilişkilerim olduğunu sordular. Onlara, Sizler beni bizzat tanıyorsunuz. Her gün, sabah saat llden akşam saat lle kadar, on iki saat süreyle gözünüzün önündeyim ! dedim. Onlar ne karşılık verdiler? Teröristlerden hangisiyle bir lokantaya gittin? diye sordular. Ben Moskovada hiç lokantaya gitmedim. Bu benim yaptığım bir şey değil. Bana teröristlerle olan ilişkilerimi itiraf etmemem halinde üzerime uyuşturucu ya da silah yerleştireceklerini söylediler. Beni nöbetleşe sorguya çektiler. Üniformalı, kimi haydut kılıklı adamlar yanımdan geçiyor ve dikkatle bana bakıyorlardı. Sorgumu yürüten görevli, teröristlerle ilişkilerimi itiraf etmemem durumunda beni bu adamlara vereceğini ve onların da beni çiğ çiğ yiyeceklerini söyledi. Onların sadece benim ellerine verilmemi beklediklerini, onların herkesi konuştura bileceklerini söyledi. Polis karakolunda Aelitaya işinden çıkarıldığı haber verdiler. Savcı, lokantanın sahibine eğer işyerinin kapatılmasını istemiyorsa onu işten çıkarmalarını emrettiklerini söyledi. Aelitayı sadece Rus dili öğretmeni olan annesi Makkanın doğuştan bir sivil haklar savunucusu olması yüzünden bıraktılar. Mariyno Park karakolundaki polislere göre Makka, Bu olayı bütün Moskovaya duyurdu . Makka, Moskovanın Yankısı adlı radyo istasyonuna telefon etti, avukat Abdullah Hamzayev ve diğer birçok insanı harekete geçirdi ve polisin sürekli olarak Aelitanın polis karakolunda olmadığını söylemesine karşın, en sonunda oluşan baskı karşısında polisi Aelitayı serbest bırakmaya zorladı. Aelita artık şokta değil. Durumu tam olarak anlıyor ve bir an önce Moskovadan gitmek istiyor. Çeçenistana mı döneceksin? Hayır, yurtdışına gitmek istiyorum. Makka bu fikre karşı. Kızının torununu başka bir yere götürmesine karşı çıkmıyor: Fakat Movsar Barayev ve taraftarlarının Dubrovka Tiyatrosunda yaptıklarına karşın ve Moskova polisinin genç Çeçen kızlara gösterdiği özel ilgiye rağmen, Hadijatın okula gitmesi gerekiyor. Makka ülkeden ayrılma konusunda istekli değil. Rusyadan başka bir yerde yaşamayı düşünemiyor, ancak aynı şekilde Rusyanın Aelitadan, kendisinden ve Hadijattan ne istediğini de anlayamıyor. Bu insanlardan biri, hayatının büyük bölümünü SSCBde geçirmiş olan bit yetişkin. Diğeri, bir yerde tam anlamıyla yaşayamamış, sadece bir yerden ötekine kaçmayı bilen, bir savaştan ötekine sürüklenen genç bir kadın. Üçüncüsü ise çevresini saran dünyayı dikkatle izleyip dinleyen ve şimdilik hiçbir şey söylemeyen çok küçük bir insan. Az önce Hadijatm öğretmeni Aelitaya telefon ederek, ona utana sıkıla yalnız yaşayan bir anne olduğunu teyit eden bir form getirmesi gerektiğini söyledi. Rusyada bu tür formları kim yayınlıyor? Hadijatın diğer belgeleri tamam, ancak Aelitanın bu belgeyi getirmemesi durumunda o, yani öğretmen, ne yapacağını bilemiyor. Hadijatı okuldan çıkarmak istiyorlar. 26 Ekim 2002 tarihinden sonra Moskovada 931 Numaralı Okulun beşinci sınıfında, buraya ailesi tarafından okuması için getirilmiş olan bir Çeçen kızına yer yok. Aelita, Yalnız yaşayan bir anne olmanın Hadijatın lehine mi yoksa aleyhine mi olduğunu dahi bilmiyorum. Kime güvenebilirsin ki? .diyor Ebubekir Bakriyev bir zamanlar ilk Cumhuriyet Bankası adlı şirkette mütevazı bir teknik pozisyonda çalışıyordu. Ne var ki Ebubekir şimdilerde bu tür bağlardan kurtulmuş durumda. Her şey çok basit ve dramatik olmayan bir biçimde olmuş. Ebubekir, şirketin güvenlikten sorumlu başkan yardımcısı tarafından çağrılmış ve kendisine, Bu söyleyeceklerimi yanlış anlama, ancak senin yüzünden sorunlar yaşayacağız. Kendi isteğinle istifa ettiğini belirten bir mektup yaz, demiş. Ebubekir ilk başta kulaklarına inanamamış, ancak daha sonra başkan yardımcısı sözlerine, onların istifa mektubuna geriye doğru bir tarih atılmasını istediklerini -örneğin, 16 Ekim-, bunun çok daha uygun olacağını ve kimsenin onları işten çıkarmanın Nord-Ost olayından sonra başlayan Çeçen karşıtı ayıklamanın bir parçası olmakla suçlayamayacağını söylediklerini eklemiş. lşte bu noktaya gelmiş bulunuyoruz: cellatlar sizi idam ediyorlar (ve bugün her Çeçen için kovulmak, yolun sonuna gelmek demektir: bu kişinin bir başka iş bulmasına imkan yok) , ancak sizden de onların içinde bulunduğu durumu anlamanızı bekliyorlar. Bir katilin kurbanına yaklaşması ve ona sözünü sakınmadan, Seni birazdan öldüreceğim; bunu kötü bir insan olduğum için değil, fakat böyle yapmak zorunda olduğum için yapacağım. Ancak senden sanki bir başkası tarafından öldürülmemiş gibi görünmeni istiyorum demesi zamanımıza özgü bir şey. . Aynı gün aynı bankadan Dağıstanlı bir eleman da kendi isteğiyle kovuldu, onun da almış olduğu bu kişisel kararın tarihi geriye doğru yürütüldü. O da bankada mütevazı bir pozisyon işgal ediyordu, ancak bankada çalışan Kafkas kökenli insanlarla ilgili daha fazla tatsız soru sorulmasından kurtulmak için etnik olarak temizlendi. Ebubekir, llk Cumhuriyet Bankası temizlendi, diyor. Güvenlik güçleri geceleri rahat uyuyabilirler artık. Ben elli dört yaşındayım. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Polis, üç çocuğumla birlikte nasıl yaşadığımı görmek için üç kez evime geldi. Bizleri düşmanınız haline getiriyorsunuz. Şimdi artık bağımsızlık istemekten başka bir seçeneğimizin kalmadığını anlamanız gerekir, çünkü bir ülkeye, banş içinde yaşayabileceğimiz bir yere ihtiyacımız var. Bize dünya üzerinde sizin seçeceğiniz bir yer verin, biz de gidip orada yaşayalım. lsita Çirgizova ve Nataşa Umatgariyeva, Tver Eyaletinin Serebryaniki köyünde mülteciler için kurulmuş olan geçici bir barınma merkezinde yaşayan iki Çeçen kadın. Onlarla Moskovadaki 14 Numaralı Polis Karakolunda karşılaştım. lsita parmak izi alındıktan sonra parmaklarındaki mürekkebi siliyordu. Nataşa teselli kabul etmez bir şekilde ağlıyordu. Karakoldan az önce serbest bırakılmışlardı; günümüz koşullarında bu bir mucize. Polisler hallerine acımıştı. Bu kadınlar 13 Kasım 2002 gününün sabahında tipik muameleye tabi tutuldular. Sabahın erken saatlerinde sivil haklar örgütlerinin birinden yardım alabilmek için trenle Moskovaya geldiler. İstasyonda, örgütün giriş kapısına birkaç metre kala, Nataşa topallıyor olduğu için tutuklandılar. Nataşanın bacağında, yaralanmış bir savaşçı olduğu şüphesini yaratan, şeker hastalığı sebebiyle oluşmuş bir yara var. lsita, hamileliğinin yedinci ayında; yani ceketinin altında tam da intihar bombacılarının el bombası kemerini taktıkları yerde, çok belirgin bir şişlik göze çarpıyor. En azından 14 Numaralı Polis Karakolunda görevli Binbaşı Lyubejov iki Çeçen kadının neden tutuklandıklarını bu şekilde açıkladı. Rusçada Lyubeznyi cana yakın anlamına gelir, ancak binbaşı cana yakın olmaktan çok uzak bir insan. Aslına bakarsanız binbaşı kendisini, Rusyayı terörist tehditten koruyabilmek için, lsitanın Çeçen şişliğini, bunun gerçekten hamilelikten kaynaklanıp kaynaklanmadığından emin olabilmek için bizzat elleriyle yoklamakla yükümlü hissetti. lsita ve Nataşanm öyküsü iyi bir şekilde bitti. Polisler bu iki kadını, Eğer siz bizi öldürürseniz, biz de sizi öldürürüz, diyerek tehdit ettiler. Binbaşı Lyubeznov kendisini daha fazla rezil etmek istemiyor ve aynca bu olay bu tür durumlarda çok önemli kimi şeylerin yapılabileceğini ortaya koydu. llk olarak bu kadınların hücrelere konup tecrit edilmelerine ve sorgu birimine teslim edilmelerine engel oldum. İkincisi, 14 Numaralı Polis Karakolunun amiri Vladimir Maşkini bazı insanların sadece yoksul oldukları, bir iş bulma şansları ve evleri olmadığı için insani yardım almak üzere Moskovaya geldiklerine ikna etmeyi başardım (ve kendisi ikna edilmeye çok açık bir insandı) . Zara hayatını Nehir Metro İstasyonu yakınlarında sebze satarak kazanıyordu. Küçük pazaryerinin sahibi Zarayı görmeye geldi ve şöyle dedi: Yarın çalışmak için buraya gelme, çünkü sen bir Çeçensin. Zara, üç çocuğundan ve tüberküloz olan kocasından oluşan ailesinin geçimini tek başına sağlıyor. Polis bu durumdaki bir insanın hayatına böyle bir müdahalede bulunmaya neden gerek duyuyor? Aslan Kurbanov, Birinci Çeçen Savaşını İnguşetyada çadırlardan oluşan bir mülteci kampında geçirdi. Yaz gelince kampı Saratovdaki bir üniversiteye girmek için terk etti, ardından Moskova Havacılık Teknik Enstitüsünde lisansüstü öğrenim görmekte olan teyzesi Zura Movsarrovanın yanında kalmak üzere Moskovaya taşındı. Bir iş buldu ve başkentte yaşamasına izin veren resmi kaydı yaptırdı. 28 Ekim 2002de 172 Numaralı Polis Mıntıkasından (Brateyevo) CID görevlileri Aslanın evine geldiler. Evvelsi gün yerel polisin talebi üzerine Zuranın parmak izi alınmış olduğundan, CID parmak izini almak için sadece Aslanın kendileriyle birlikte gelmesini istediklerini söylediklerinde , hiç kimse hiçbir şeyden şüphelenmedi. Aslan paltosunu giydi ve polis arabasına binip oradan uzaklaştı. Aradan üç saat geçtikten sonra Zura endişelenmeye başladı. Yeğeni hala geri dönmemişti, o da bizzat polis karakoluna gitti. Orada kendisine Aslanın uyuşturucu bulundurmak suçundan tutuklandığı söylendi. Bu ne biçim bir hikayeydi böyle? Aslan ayağa kalkmış, paltosunu giymiş, cebine bir miktar uyuşturucu koymuş ve bu şekilde polise teslim mi olmuştu yani? Aslan bağırarak Zuraya bir odaya götürüldüğünü , kendisine el altından üretilmiş bir miktar uyuşturucu gösterildiğini ve şöyle dendiğini iletmeyi başardı: Bu senin olmalı. Çeçenlere bir karış toprak bile vermeyeceğiz. Hepinizin canına bu şekilde okuyacağız. Aslan sigara bile içmeyen bir insan. 30 Ekimde 22. yaş gününü Matrosskaya Tişina Hapishanesinde geçirdi.
Polis 25 Ekim 2002 sabahında Moskovada yaşayan Çeçen Gelagoyev ailesinin yaşadığı daireye baskın düzenledi. Dairenin sahibi olan Alihan kelepçelendi ve götürüldü. Karısı, Marek, kocasına destek olabilmek için hızla Rostokino polis karakoluna gitti, ancak orada kendisine bu karakoldan hiç kimsenin onların evine gönderilmediği söylendi. Marek, Alihan Gelagoyevin kaçırılmasını haber yapan Radyo Özgürlükü aradı ve Alihan akşamüstü serbest bırakıldı. Marek doğru düğmeye basmıştı. Alihan bana arabada polisin başına bir torba geçirdiğini ve Moskova Polis Merkezinin bulunduğu Petrovkaya giderken yol boyunca kendisini dövdüklerini anlattı. Şöyle bağırmışlar: Siz bizden nefret ediyorsunuz biz de sizden nefret ediyoruz. Siz bizi öldürüyorsunuz biz de seni öldüreceğiz. Ne var ki Petrovkaya geldiklerinde Alihanı dövmeyi kestiler ve onu saatlerce Nord-Osta yapılan terörist saldırının arkasındaki ideolojik beyin olduğunu söyleyen bir itirafnameyi imzalamaya zorladılar. Bu , Stalinin iktidarda olduğu yıllarda yapılanlarla tamamen aynı. Bu dönemde uygulama itirafnamenin önceden yazılıp hazırlanması şeklindeydi. Alihanın bütün yapması gereken metnin altına imzasını atmaktı. Alihan itirafnameyi imzalamayı reddetti, ancak özgürlüğüne kavuşabilmesi için Polis Merkezine gönüllü olarak geldiğini ve görevlilerle ilgili hiçbir şikayetinin olmadığını söyleyen bir metni imzalamaktan başka bir seçeneği yoktu. Irkçılık mı? Evet. Tiksinti uyandıran davranışlar mı? Elbette ki. Ne var ki bu aynı zamanda, terörizme karşı verilen bir savaşın insanda derin endişeler uyandıran gülünç bir taklidi. Polis tarafından, kendi anti-terörist Kasırga Operasyonunda sağlanan ilerlemeyle ilgili olarak yayınlanan, dünyaya ne kadar çok terörist işbirlikçisi yakaladıklarını anlatan istatistiklerin tekine bile inanmıyorum. Bu rakamların hepsi uydurma. Sahte polis, sahte soruşturmalara dayanarak, sahte raporlar üretiyor. Bu arada teröristler neredeler? Şu anda ne yapıyorlar? Bu soruların cevaplarını kim biliyor? Polisin bütün bunları düşünmeye zamanı yok. Putin, gerçek çalışmanın yerine sahte faaliyetleri koyan Sovyet yöntemlerine geri dönüşe öncülük ediyor. Otuz altı yaşındaki Selimhan Nasayev, bana polisteki sorgu görevlilerinin çok ikna edici olduklarını anlatıyor. Ona, Endişe etme, demişler, üç ya da dört yıl yer, sonra da serbest kalırsın. Aynca, cezanı tecil de edebilirler. Sadece şurayı imzala. Kendi işini kolaylaştır. Selimhan uzun yıllardır Moskovada yaşıyor. Ailesi buraya, Selimhanın ablası lnnanın ardından, ikinci Çeçen Savaşından kaçmak amacıyla taşınmış. Polis karakolunda seni dövdüler mi? Tabii ki. Beni sabah saat 3te kaldırdılar ve baskın zamanı dediler. Bana bir itirafname imzalatabilmek için, sert yüzeyli bir cisimle [belli ki vücudun dış yüzeyinde yara izi oluşmaması için kullanılan bir teknik) böbreklerime ve karaciğerime vurarak dövdüler, ancak ben istedikleri ifadeyi imzalamadım. Madem öyle, yapın baskınızı. Beni vursanız bile üzerime suç yüklemenize izin vermeyeceğim, dedim. Onlar sürekli olarak, Senin gibi bir Çeçenin burada ne işi var? Senin ülken Çeçenistan. Oraya geri dön ve savaşınla uğraş, dediler. Onlara, Benim ülkem Rusya ve ben ülkemin başkentinde yaşıyorum , dedim. Buna sinirlendiler. Kontrolümü yitirmem için polislerden biri, Bak, ben. şu anda ananı sikmekten geliyorum, dedi Nijegorodskiy polis karakolundaki polis memuru, az önce tecavüz ettiğini iddia ettiği kadının kimin annesi olduğunu, kimi dövdüğünü ve Nord-Ost sonrasında başlatılan, Moskovada Çeçen suçluları ezme harekatında polisin derecelendirme notunu arttırmak için kimi hiçbir şekilde işlemediği bir suçu üstlenmeye zorladığını bir bilseydi! Fakat belki de bunu bilmemesi daha iyi. Roza Nasayeva, imparator II. Nikolanın, Çarlık Ordusunda Yahu adlı bir Çeçen subaya tutkuyla aşık olmuş bir akrabasının, Romanov ailesinden Rus güzeli Maria-Mariamın torunu; dolayısıyla Selimhan da Maria-Mariamın torununun oğlu oluyor. Maria, Vahuyla gizlice Kafkaslara kaçtı, Müslüman oldu , Mariam adını aldı, Vahuya beş çocuk doğurdu, onunla birlikte Kazakistana sürüldü ve Vahunun orada ölmesinin ardından Çeçenistana geri döndü. 1960lı yıllarda Çeçenistanda öldüğünde ona neredeyse bir azize gözüyle bakılıyordu. Ne var ki, Rus-Çeçen dostluğu ve aşkıyla ilgili, bütün Kafkaslarda bilinen bu güzel hikaye şu anda pek işe yaramıyor, çünkü hiçbir şey Selimhanı günümüzün Moskova polisinin elinden kurtaramaz. Polis, damarlarında on imparatorun kanı dolaşıyor olsaydı bile Selimhana tıpkı diğer bütün Çeçenlere davrandığı gibi davranırdı.
Moskovada gerçekten gitmek istemeyeceğiniz kimi yerler var. Bunlar fabrikaların arkasında, sanayi bölgelerinde ya da yüksek gerilim hatlarının altında bulunan iç karartıcı yerler ve başkentimizde bu tür yerlerde hala hayatta kalma mücadelesi veren Çeçenleri bulabilirsiniz. Ryazon Prospektten başlayıp, büyük şehrin hayhuyundan çok uzakta, içinde insanların güç bela hayatlarını sürdürdükleri beş katlı tuğla evlerden yoksul sanayi mahallelerine uzanan asık suratlı bir asfalt şeridi olan Frezer Yolu böyle bir yerdir. Aslında buraları insanların yaşamasına uygun yerler değil. Artık var olmayan, perestroykanın kurbanı olan bu binalar, kağıt üstünde resmi olarak hala bir haddehane fabrikasının atölyeleri olarak görünüyorlar. Fabrikada çalışan işçiler gitmişler; bugün fabrika patronları terk edilmiş atölyeleri ve fabrikanın diğer tesislerini kiraya vererek para kazanıyorlar. Çeçen mülteciler bu pis, yağmalanmış eski fabrika binalarının birine, ilk olarak 1997 yılında yerleştiler. Bu insanlar Birinci ve ikinci Çeçen Savaşları arasında hüküm süren korkunç anarşi ortamından kaçmışlardı ve esas olarak o dönemde Çeçenlerin önderleri konumundaki Maşadov ve Basayeve muhalif ailelerin üyeleriydiler. Haddehane fabrikasının yöneticileri mültecilerin atölyeleri dayayıp döşemelerine, yaşanacak yerler haline getirmelerine ve karşılığında da patronlara haraç ödemelerine göz yumdular. Çeçenler bu fabrikanın atölyelerinde o günden bugüne dek yaşamaya devam ettiler ve Nasayevler de burada yaşamakta olan 26 aileden biri. Yerel polis onları çok yakından tanıyor. Bu insanlardan hiçbiri polisten kaçmaya çalışmıyor ya da saklanmıyor, çünkü hiç birinin böyle bir şey yapmaya niyeti yok, aslına bakarsanız kaçabilecekleri bir yerleri de yok. Nord-Ost müzikalinde rehin alma eylemi yaşanınca, Nijegorodskiy karakolundan polisler doğrudan buraya geldiler, kendilerine, her yerleşim bölgesinden 15 Çeçeni tutuklama emrinin verildiğini söylediler. 26 ailenin bütün erkekleri tutuklandı ve bu insanlar parmak izleri alınmak üzere otobüsle götürüldüler. Selimhan Nazayeb-Romanovun şanssızlığı, o sırada evde olmamasıydı. Selimhan, ailesinin evde monte ettiği bir parti tükenmez kalemi teslim etmeye ve daha sonra da yeni kalem montajı için parça almaya gitmişti. Polis kısa süre sonra imparatorluk ailesinin soyundan gelenlerin sanayi bölgesinde yaşadıkları kulübeye geri geldi. Selimhanın parmak izini alacaklarını söylediler ve bunun üzerine Roza, sorun çıkarmadan onun gitmesine izin verdi. Aile, oğullarının polisle birlikte gitmesinin üzerinden birkaç. saat geçtiği halde geri dönmemesi üzerine endişeye kapıldı. En sonunda Selimhanın annesiyle babası polis karakolunun yolunu tuttular ve karakola ulaştıklarında kendilerine o bildik, budalaca tavırla, Oğlunuzun cebinde bir el bombası ve bir patlayıcı fitili vardı. Onu tutukladık, dendi. Roza bana olanları şu şekilde anlattı: Ben, Bunu yapmaya hakkınız yok. Onu siz alıp götürdünüz. Evi sizinle birlikte terk etti ve o sırada ceplerinde hiçbir şey yoktu. Bunu gören çok sayıda tanık var, diye bağırdım. Polis, Burada Çeçenler tanık olarak kabul edilmiyor, diye karşılık verdi. Bu beni çok kırdı. Ne yani, artık bizler bu ülkenin vatandaşları değil miyiz? Selimhanın annesi ertesi sabah yeniden polis karakoluna gittiğinde ona şöyle dediler: Senin oğlun aynı zamanda esrar işiyle uğraşıyormuş. Ona yardım edemezsin. Selimhan bana başından geçenleri şöyle anlattı: Oraya vardık ve beni bir büroya soktular. Şöyle dediler, Sen eroin işiyle uğraşıyormuşsun. Daha kıdemli olan polis, elinde küçük bir paket tutuyordu ve bana şöyle dedi: Şimdi artık bu sana ait. Beni kelepçelediler. Paketi cebime koydular. Ben bu yapılanları protesto etmeye başladım. Bunun üzerine şöyle dediler: Pekala o zaman cebinden çıkanlara bir de patlayıcı fitili ekleyeceğiz. Kıdemli polisin bir patlayıcı fitilini, diğer insanların parmak izlerini ortadan kaldırmak için bezle sildiğini gördüm. Fitili elime tutuşturdular ve üzerinde parmak izlerimin oluşmasını sağladılar. Ben yeniden bağırmaya başladım, Bunu yapmaya hakkınız yok ! Onlar da, Bize emir verildi. Her şeye hakkımız var ve eğer iyi bir çocuk olmazsan, suçu üstlenerek bize yardımcı olmayı kabul etmezsen, aynı şeyler akrabalarının başına da gelecek. Şimdi senin evinde arama yapmaya gidip, orada aynı et bombasının bir başka parçasını bulacağız. Şu itirafnameyi imzala, karşılığını verdiler. Selimhan herhangi bir şey imzalamayı reddetti. Onu dövdüler ve bir avukatla görüşmesine izin vermeyerek dövmeye devam edeceklerini söylediler. Selimhanı yalnızca araya kimi gazeteciler ve bir milletvekili olan Aslambek Aslahanov girdiği için bıraktılar. Şu an- da Selimhan, kulübesinde derin bir depresyon içinde oturuyor. Depresyon, aramızda yaşayan Çeçenlerin karakteristik ruh hali. Ne gençler ne de yaşlılar arasında tek bir iyimser insan bulmak mümkün değil. En azından ben böyle birine rastlamadım. Herkes göçerek kozmopolit bir ortamda erimeyi ve asla milliyetlerini açıklamak zorunda kalmayacakları bir yerde yaşamayı hayal ediyor. Mültecilere ve Göçmenlere Yardım için Yurttaş İnisiyatifi Halk Komitesinin başkanı Svetlana Gannuşkina, Rusyada Çeçenlere yönelik sistematik bir polis tacizi kampanyasının yürütülmekte olduğunu öne sürüyor. Bu, başı dertte olan insanların -akrabaları tutuklanan, parmak izleri alınan ve üzerlerine uyuşturucular ve patlayıcı yerleştirilen Çeçenlerin; işlerinden çıkartılan ya da sürgünle tehdit edilen Çeçenlerin- başvurdukları komite. (Allah aşkına, Rus vatandaşlarını Rusyanın başkentinden nereye sürgüne gönderebilirsiniz ki?) Bu insanlar Svetlana Gannuşkinaya geliyorlar, çünkü gidecek başka yerleri yok. Svetlana sözlerini şöyle sürdürüyor: Devlet eliyle yürütülen, resmi adı Kasırga Anti-terör Operasyonu olan, bu yeni çıldırmış ırkçılık dalgasının sinyali, Dubrovka tiyatro kompleksine yapılan baskının hemen sonrasında verildi. Çeçenler her yerden kovuldular. Asıl sorun, işlerinden ya da yaşadıkları yerlerden çıkartılıyor olmaları. Bu yapılan, belirli insanların yaptıklarının acısını bütün bir halktan çıkartmaktır. Çeçenleri bir ulus olarak karalamak için kullanılan başlıca yöntem, üzerlerine uyuşturucu ve patlayıcı yerleştirmek, ardından da haklarında düzmece davalar açmak. Polisler kurbanlarına, onlarla alay ederek, Hangisini tercih edersin: uyuşturucu mu , yoksa silah mı? diye sorduklarında kendilerinin dışarıdan çok zekiymiş gibi göründüklerini düşünüyorlar. Kurtulabilenler sadece Maka Şidayeva gibi annesi olan insanlar oluyor. Peki ama, ya geriye kalan diğer insanlara ne olacak? Ve bizler, Rus halkı, ne tür bir ulusuz böyle? Bir Çeçen ailesinin üç kızı var. Bunlardan biri giriş sınavını kazandı ve müzik okuluna girdi; buna karşılık, diğer iki kız sınavda başarılı olamadılar. Kızların annesiyle babası, sınavda başarılı olan kızlarının öğretmeninden diğer iki kızlarına özel piyano dersi vermesini istediler. Öğretmen bu iki kıza ders verme teklifini reddetti. Herkesin bir diğerinin ne yapıp ettiğini bildiği müzik okulunun müdürü, Kültür Bakanlığından bu yönde emir geldiğini söyleyerek müzik öğretmeninin ders vermeye devam etmesine engel oldu . Çeçenlere ders vermeye devam etmesi durumunda polis onunla da ilgilenmeye başlayacaktı. Bu, bizlerin, Rus halkının içinde aktif olarak yer aldığımız bir durum. Çoğumuz devletin güttüğü yabancı düşmanlığını paylaşıyor ve bu durumu protesto etmeyi gerekli görmüyor. Neden? Resmi propaganda çok etkili ve çoğunluk, Putinin birkaç kişinin işlemiş olduğu suçlardan dolayı bütün bir halkın toplu olarak cezalandırılması gerektiğine dair inancını paylaşıyor. Bununla birlikte, yıllardır sürmekte olan bir savaşa karşın, terör eylemlerine, yaşanan yıkımlara ve mülteci akınına karşın hiç kimse, yetkililerin sonuç olarak Çeçenlerden gerçekte ne istediğini bilmiyor. Onlann Rus Federasyonu içinde yaşamasını istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Son olarak, Rusyada yaşayan ve devlet destekli histeri sebebiyle ıstırap çeken sıradan insanların durumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir başka hikaye. Okulda sık sık azar işitiyor musun? Sirajdi iç çekiyor: Evet. Peki. bunun haklı bir sebebi oluyor mu? Yeniden iç çekiyor: Evet. Ne tür yaramazlıklar yapıyorsun? Koridorda koşarken birileri bana sert bir yumruk atıyor ve ben de bana diş geçirebileceklerini düşünmemeleri için onlara karşılık veriyorum, ardından öğretmenler bana Onlara vurdun mu? diye soruyorlar. Ben her seferinde doğruyu söyleyip, Evet diyorum, ancak diğerleri öyle yapmıyorlar ve sonunda azarı işiten ben oluyorum. Belki senin de doğruyu söylememen gerekiyor. O zaman başın derde girmeyebilir. Çok derin iç çekiyor: Bunu yapamam. Ben kız değilim. Eğer bir şey yaptıysam, Onu ben yaptım, derim. Bilirsiniz, düşüp kafalarım çarpsınlar diye çocuklarımıza çelme takmaya çalışıyorlar. Ve bunu ölsünler diye yapıyorlar . . . Hey ulu Tanrım ! Bu sözler kendisinden söz eden Sirajdiye değil, onun hakkında konuşan büyüklere ait. Sözünü ettikleri kişi teröristleri yok etmek için eğitim görmüş bir özel operasyonlar ajanı değil, yedi yaşındaki bir Çeçen çocuk: Sirajdi Digayev. Bu, Sirajdinin gittiği, Moskovadaki 155 Numaralı Okulun 2B Sınıfı veli komitesinden bir kadının alenen dile getirdiği bir düşünce. Sahi, biliyor musunuz, benim çocuğum şöyle yakınıyor: Sirajdinin hiçbir zaman hiçbir şeyi olmuyor, benimse her şeyim yanımda oluyor ve ben bunları ona ödünç vermek zorunda kalıyorum. Bu sözler de aynı komitede yer alan bir başka anneye ait. Bu çocuk neden yakınıyor? Eğer yanı başındaki insan senin sahip olduğun bir şeye sahip değilse, bu lanet şeyi elbette ki ona ödünç verirsin Bir başka anne şu düşüncede: O herkesin başına dert. Bunu anlamalısınız. Oğlum bana, Sirajdi çok gürültü yaptığından öğretmenini duyamadığı için sınıfta ödevini yazamadığını söyledi. Sirajdi zapt edilemiyor. Tıpkı bütün Çeçenler gibi. Bunu anlamalısınız. Boş bir sınıfta otururken konuşmayı sürdürüyoruz. lkinci sınıfta okuyan öğrenciler evlerine gittiler ve şu anda veli komitesi üyeleri, çocuklarımızın, geleceğin muhtemel bir teröristinden kötü şeyler öğrenmemesi için okulu bir küçük Çeçenden nasıl temizleyebileceklerini tartışıyorlar. Belki benim için bütün bunları uyduruyor olmalı diye düşünüyorsunuz. Ne yazık ki hayır. Bizi yanlış anlamayın. O bir Çeçen olsa da, biz milliyetler arasında ayrımcılık yapmayız. Hayır. Bizler sadece çocuklarımızı korumak istiyoruz . . . Neye karşı? 2B Sınıfı veli komitesi, Kasım ayında, Sirajdinin annesiyle babasını, yeni yılda çocuklarını sıkı düzene almazlarsa ve çocukları bir Çeçen olmasına karşın veli komitesinin iyi davranış anlayışına uygun biçimde terbiyeli davranmaya başlamazsa, 155 Numaralı Okulun müdüründen onu okuldan atmasını isteyecekleri konusunda uyarmak üzere bir toplantı düzenledi. Bütün bunların ardında yatan gerçek mantık bir ya da iki hafta sonra, veli komitesinin bir üyesi bu karan neden aldıklarını açıklarken kendisini ortaya koyuyor: Pekala, bana sadece hepsinin neden Moskovaya akın ettiklerini söyleyin? Olur şey değil, onlar Moskovaya neden gelmeyeceklermiş? Acaba bu şehrin sakinleri, Rusyanın diğer yurttaşlarıyla yan yana gelmeleri duyarlılıkları üzerinde olumsuz bir etki yaratacak kadar özel insanlardan mı oluşuyor? Bir başka veli neredeyse feryat ediyor: Neden onların zor zamanlar yaşadıklarını söylüyorsun? Bizim zor günler yaşayıp yaşamadığımızı sormak kimin aklına geliyor? Bizim çocuklarımızın ondan daha rahat durumda olduklarını düşünmene yol açan nedir? Neden mi? Pekala, Sirajdi 1995 yılında Çeçenistanda doğdu. Annesi Zülay ona hamileyken etrafı top ateşi ve bombardımanlarla çevriliydi. Birinci Çeçen Savaşı başladığı sırada oradan kaçtı, çünkü başka seçeneği yoktu . Bugün Zülay, Moskovaya 1996da taşınmış olmalarına ve en küçük oğlu neredeyse ömrünün tamamına yakınını hu şehirde geçirmiş olmasına karşın, onun havai fişekler atıldığı ve şimşek çaktığı zaman hala çok büyük korkuya kapılıyor olduğunu görünce karmaşık duygulara kapılıyor. Çocuk bir yerlere saklanıyor ve ağlıyor, ancak neden böyle davrandığını bilmiyor. Bir başka veli komitesinde kızgınlık dolu bir ses havada dalgalanıyor: Aha, öyle oluyor, çünkü burada henüz kendilerini evlerinde hissetmiyorlar. Peki, bu yüzden eski köye yeni adet getirmeleri gerektiğini mi düşünüyorlar? Hayır, teşekkür ederim ! Yaşanan kızgınlığa Sirajdinin babası Alvinin toplantıya gelmiş ve kendisiyle ilgili söylenen her şeyi dinliyor olması yol açmıştı. Daha sonra Alvi söz aldı ve yaşadığı sorunları açıklamaya cüret etti, odasına zorla giren bir polis tarafından kendisine küfredildiğini ve bir baba olarak bunun karşısında hiçbir şey yapamadığını anlattı. Çocuklar her şeyi görmüşlerdi. Alvi aynı zamanda onlara ailesinin Çeçenistanda değil de Moskovada olmasının esas sebebinin, burada koşulların çok kötü olmasına rağmen, çocuklarının savaşın sürüp gitmediği bir ortamda okula gitmelerini sağlamak olduğunu söyledi. Zülay matematik öğretmeniydi, ancak Moskovada pazarcılık yapıyordu ve bu işte pek de başarılı değildi. Akşamları, sabah satmak üzere tavuk kotletlerini rulo hale getiriyorlardı. Alvinin ve Zülayın yaptığı her şey çocukları uğrunaydı. lyi yani, buna ne buyrulur! Kurnazca Moskovanın merkezine sızıyorlar! Sonra da kendilerine 500 dolarlık bir daire verilmesini bekliyorlar! Veli komitesinin, Alvinin açıklamalarına tepkisi bu oldu . Alvi ve Zülaya bu toplantıda açıklanan karar şuydu: Oğlumun/kızımın böyle biriyle aynı sınıfta eğitim görmesini istemiyorum. Veli komitesi üyeleri soruyorlar: Bu konuda haksız olduğumuzu kim söyleyebilir? Ah, elbette hiç kimse . Geçtiğimiz yüzyılda aynı şekilde yaşanmaya başlamış, ancak çok farklı bir biçimde sona ermiş olan bir şeyi hatırlamakta fayda var. Faşistler Danimarkaya girdiklerinde, kolayca tespit edilebilmeleri için bütün Yahudilerin elbiselerine sarı yıldızlar dikmelerini emretmişler. Bütün Danimarkalılar hem Yahudileri kurtarmak hem de kendilerini birer faşiste dönüşmekten kurtarmak için derhal elbiselerine sarı yıldızlar dikmişler. Kralları da aynı şekilde davranmış. Bugün Moskovadaki durum bununla taban tabana zıt. Yetkililer, komşularımız olan Çeçenlere saldırdığında onlarla dayanışma içine girmek için elbiselerimize sarı yıldızlar dikmiyoruz. Ne yazık ki tam tersini yapıyoruz. Sirajdinin bir parya olduğunu aklından çıkarmamasını sağlamak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Benim isteğim üzerine Sirajdi bana Rusça dersinde kullandığı alıştırma kitabını gösteriyor. Aldığı notlar zayıf, 2 ile orta 3 arasında değişiyor. Sirajdinin el yazısı, Yelena Dimitriyevnanın ona hemen her sayfada hatırlattığı gibi bozuk. Yelena Dimitriyevna, Sirajdinin öğretmeni ve uyarı sözcüklerini eğitimli, kaligrafik bir el yazısıyla yazıyor. Otuz beş yıldır ilkokul öğretmenliği yapıyor. Yelena Dimitriyevna, veli komitesinin Çeçen çocuktan kurtulmaya yönelik kampanyasını desteklemiyor ama, elbisesine de bir sarı yıldız dikmiyor. Bu kampanyada yer almayı -öyle yapabileceği halde- kesin bir dille reddetmiyor, bu şekilde Rus kamuoyunun Diyagev ailesine zulmetmesinde rol almış oluyor. Sirajdi bir topaç gibi ortalıkta fır dönüyor. Gerçekte bana Rusça alıştırma kitabını göstermeye hiç mi hiç istekli değil. Dikkatimi durumun çok daha iyi olduğu matematik kitabına çekebilmek için her türlü kurnazlığı yapıyor. Sirajdi yerinde duramayan, alelade bir çocuk. Asıl mesele şu ki, o da iyi görünmeyi çok fazla istiyor. Neden olduğundan başka bir haline gelmesi, neden onu daha az Çeçen yapabilmek, veli komitesinin istediği gibi başı önünde halimselim bir küçük çocuk olması gerekiyor? Matematik kitabı bile kısa zamanda canının sıkılmasına yol açıyor. Kılıç ve bir adam resmi çizme sözü vererek büyük bir telaşla içeriye koşuyor. Sirajdi her şeyi büyük telaş içinde yapıyor. Kısa süre sonra elinde , üzerine Yüzüklerin Efendisinden güçlü pazıları olan kuvvetli bir adamın hatlarıyla ve sarı renkli bir mum boya lekesiyle temsil edilen hafif bir kılıcın çizilmiş olduğu bir kağıt demetiyle geldi. Nord-Ost histerisinin hemen sonrasında, küçük bir Çeçen çocuğa karşı başlattıkları kampanyanın öyküsünün gazeteciler tarafından ele alındığını fark eden 2B Sınıfı velileri, şimdi, Biliyorsunuz, bizler sadece onun adına en iyi olanı istedik, diyorlar. Sadece en iyi olanı . . . Sirajdi, onlann kendisi adına en iyisi olduğunu düşündükleri şeye inanacak mı? Sirajdi gerçekten de teneffüslerde diğer çocuklarla kavga ediyor. Resim derslerinde duvara boya fırlatıyor. Aynca, sınıf arkadaşlarına çelme atıyor ve o bunlan daha sık yaptıkça, diğerleri de onu daha fazla 2B Sınıfının sivri tipi olarak görüyorlar. Nord-Ost sonrasında Rusyada hayat böyle işte. Üzerinden aylar geçti ve yavaş yavaş bu dehşet verici trajedinin cidden kullanışlı yanlarının olduğu görülmeye başlandı. Aslına bakarsanız, bu trajedi pek çok insan açısından ve pek çok farklı sebeplerden dolayı gayet kullanışlı. En üstte, doğuştan gelen bildik kinizmiyle devlet başkanı yer alıyor. Devlet başkanı bu dehşet verici olayı ve kanlı sonunu açıkça kullanarak uluslararası alanda kara tahvil ediyor. Başka insanların kanını Rusya içinde kendi tanıtım çalışmaları için duraksamadan kullanmaktan da vazgeçmiyor. Bu yığının en altında, küçük bir okulda yaşanan önemsiz ağız kavgaları ve yeni yıl gelmeden önce ikramiye almaya hak kazanabilmek umuduyla kendi anti-terörist puanlarının yükselmesi sayesinde son derece mutlu olan alt kademedeki sıradan polisler yer alıyor. Nord-Ostun hemen ardından başlayan çıldırmış Çeçen-karşıtı şovenizm ve ırkçı saldırılar, pragmatik, kesintisiz ırkçılığa dönüşmüş durumda. Kimi Çeçen erkekleri soruyorlar: O halde elimize silah mı almamız gerekiyor? Acz içinde dişlerini gıcırdattıklarını duyabilirsiniz. Başkaları, Buna daha fazla katlanamayacağım, diyerek inliyor. Elbette bu, onlara, özellikle de çocukları onlan seyrederken hiç yakışmayan bir zayıflık belirtisi. Peki, ne yapmaları gerekiyor?
SON SÖZ
Paul Klebnikov Amerikalı bir gazeteci ve Rusya tarihçisiydi. Forbes dergisinde 10 yıldan fazla çalıştı ve ölümü sırasında Forbes’un Rusça baskısının baş editörü oldu. 2004’te Moskova’daki cinayeti, Rusya’daki soruşturma gazeteciliğine bir darbe olarak görüldü. Cinayete katılmakla suçlanan üç Çeçen beraat etti. 10 Temmuz, Rus takviminde yer alan sıradan günlerden biri. Benim açımdansa bu gün, elinizde tuttuğunuz kitabım üzerinde yapılacak değişikleri tamamlamak için belirlenmiş olan son gün. Forbes Magazinein Rusça baskısının baş editörü Paul Hlebnikov, dün akşam geç vakitte derginin bürosundan çıkarken katledildi. Hlebnikov, oligaklarımız, Rusyanın gangster kapitalizminin yapısı ve kimi vatandaşlarımızın bir anda hiç zahmet çekmeksizin çok büyük paralar kazanmaları konularında yazdığı yazılarla tanınıyordu. Yine, dün akşam Viktor Çerepkov da Vladivostokta bir bombayla havaya uçuruldu. Çerepkov, Devlet Dumasında milletvekili olarak görev yapıyor, bu topraklarda yaşayan insanların en zayıf ve yoksul olanlarını savunmasıyla tanınıyordu. Viktor İvanoviç Çerepkov, üçüncü ve dördüncü toplantıda Devlet Dumasının Yardımcısı olan bir Rus deniz subayı ve politikacıydı. Vladivostok belediye başkanı adayıyken öldürüldü. Çerepkov, doğup büyüdüğü, Rusyanın Uzak Doğusundaki en önemli şehir olan Vladivostokta belediye başkanlığına adaylığını koymuştu. Çerepkov, seçimin ikinci turuna kalmayı başarmıştı ve seçimi gerçekten de kazanma şansı vardı. Seçim kampanyası merkez bürosunu terk ettiği sırada, bir tökezleme teli tarafından harekete geçen bir anti-personel mayını tarafından havaya uçuruldu. Evet, Rusyaya istikrar geldi. Ama bu hiç kimsenin mahkemelerde adalet aramadığı, partizanlığı açıkça görülebilen ve herkesin belirli çevrelere boyun eğdiği, ucube bir istikrar. Ahlaken tamamen çürümüş olduklarından, hiç kimse yasa ve düzen sağlamakla görevli bu kurumların kendisini korumasını beklemiyor. Linç yasası insanların hem kafalarında hem de davranışlarında günümüzün düzeni haline gelmiş durumda. Göze göz, dişe diş. Devlet başkanı, Yukosun yönetim kurulu başkanı Mihail Hodorkovskiyi hapse attırdıktan sonra, en büyük petrol şirketimizi yok ederek linç yasasının egemenliğine bizzat örnek oldu. Putin, Hodorkovskiyin kendisini kişisel olarak adam yerine koymadığını düşünüyordu, bu yüzden ondan intikam aldı. Putin, sadece Hodorkovskiyden intikam almakla kalmadı, aynı zamanda altın yumurtlayan bir tavuğu da kesmeye girişti. Hodorkovskiy ve ortakları şirketin yok edilmemesi için yalvardılar, Yukostaki hisselerini devlete vermeyi önerdiler. Hükümet buna şu şekilde cevap verdi: Olmaz. Biz aslan payını isteriz. Putin, 9 Temmuzda demir yumruğu, sadık taraftarı Muhammed Tsikanovu Yukosun ana şirketi olan Yukos-Moscowun başkan yardımcılığına getirdi. Hiç kimse ekonomik kalkınma bakanlığının eski bakan vekilinin, tepeden atamayla bu göreve getirilmesinin tek bir sebebi bulunduğundan şüphe etmiyordu: Yukosun Putini destekleyenlerin ellerine teslim edilmesini koordine etmek. Bu gelişme üzerine piyasa altüst oldu; yatırımcılar artık sığınacak liman arıyorlar ve tanıdığım başarılı işadamlarının tamamı bu yılın Mayıs ve Haziran aylarını sermayelerini Batıya aktarmanın yollarını arayarak geçirdiler. Muhammed Muadin Zikanow (Mukhamed Mukhadinovich Tsikanov) Doğrusu, çok akıllıca işler yaptılar. 8, 9 ve 10 Temmuz günlerinde ATMlerin önünde çok uzun kuyruklar oluştu. lnsanların, en sağlam bankalardan biri olan, yetmiş iki saat içinde mudilerince çekilen 200 milyon dolar mevduatı karşılayabilen Alpha Banka bir anda böyle hücum etmeleri için, yetkililerin kimi bankaların üzerine gidileceğini ve bunun kimi bankaların kapısına kilit vurulmasıyla sonuçlanabileceğini ima etmeleri yeterli oldu. Evet, bir ima bunun için yeterli oldu. Çünkü herkes devletin belden aşağıya vurmasını bekliyor. Yetmiş iki saatte çekilen 200 milyon dolar, bize Rusyada hüküm sürmekte olan istikrarla ilgili bilmemiz gereken her şeyi anlatıyor. Devlet başkanlığı makamıyla olan sözleşmelerinin iptal edilmesini hiçbir biçimde istemeyen kamuoyu araştırma şirketlerince yapılan anketlere inanacak olursak, Putinin popülaritesi bundan daha iyi bir noktada olamaz. Putin, Rus halkının büyük çoğunluğunca destekleniyor. Herkes ona güveniyor. Herkes onun yaptıklarım onaylıyor. EK: BESLANDAN SONRA 1 Eylül 2004te Rusyada eşi görülmemiş korkunçlukta bir terör eylemi gerçekleştirildi. Kuzey Osetyadaki küçük Beslan kasabasının adı, bundan böyle insanların aklına Hollywoodun hayal gücünü bile zorlayacak derecede tüyler ürpertici bir kabusu getirecek. 1 Eylül gününün sabahında çok uluslu bir cani çetesi, lkinci Çeçen Savaşına derhal son verilmesi talebiyle Beslandaki 1 Numaralı Okulu ele geçirdi. Rehin alma eylemini gerçekleştirenler, saldırıyı bütün Rusyada okul yılının başında düzenlenen ve lineyka adı verilen bir kutlama sırasında gerçekleştirdiler. Bu, geleneksel olarak bütün aile bireyleri, büyükanneleri, büyükbabalan, teyzeleri, halaları, amcaları, dayıları ve özellikle de okula yeni başlayan en küçük çocuklann ailelerinin katıldıkları bir kutlamadır. lşte bu yüzden eylem sırasında l ,500e yakın insan -öğrenciler, anneleri ve babaları, kardeşleri, öğretmenleri ve öğretmenlerin çocukları- rehin alındı. 1 -3 Eylül tarihlerinde Beslanda ve ardından bütün Rusyada yaşanan her şey, Putin rejiminin tek bir kişinin iktidarını, sağduyu ve kişisel inisiyatif pahasına, sistematik biçimde zor kullanarak kabul ettirme çabasının bütünüyle öngörülebilir bir sonucuydu. 1 Eylülde istihbarat örgütleri ve onların ardından da yetkililer, okulda o kadar da çok fazla insan olmadığını, sayının sadece 354 olduğunu açıkladılar. Bunun üzerine deliye dönen teröristler, rehinelere şöyle dediler: Sizinle işimiz bittiğinde sayınız gerçekten de sadece 354 olacak. Rehinelerin okulun etrafında toplanan akrabaları, yetkililerin yalan bilgi verdiğini söylediler: içeride 1000den fazla insan vardı. Hiç kimse rehinelerin akrabalarının ne dediğini duymadı, çünkü kimse onları dinlemiyordu. Rehinelerin akrabaları yetkililere seslerini Beslana doluşmuş olan muhabirler aracılığıyla duyurmaya çalıştılarsa da, gazeteciler sadece resmi rakamların açıklamalarını tekrarlamayı sürdürdüler. lşte bu noktada kimi rehine akrabaları gazetecileri dövmeye başladılar. Yetkililer 1 Eylül günüyle 2 Eylül gününün ilk yansını affedilmez bir şaşkınlık ve karışıklık içinde geçirdiler. Kremlin onay vermediği için hiçbir görüşme girişiminde bulunulmadı. Görüşmeler için gerekli ön hazırlıkların yapılmasına teşebbüs eden herkes tehdit edilirken, eşkıyaların ortaya çıkmalarını ve kendileriyle görüşmelerini istediği kişiler (lnguşetya Devlet Başkanı Zyazikov, Kuzey Osetya Devlet Başkanı jasohov, Putinin Çeçenistan konusundaki danışmanı Aslanbek Aslahanov ve -daha önce yaşanmış· bu tür işgal ve kuşatma eylemlerinde arabuluculuk yapmış olan- Dr. Leonid Roshal) , tam da cesarete çok ihtiyaç duyulan bir zamanda korkakça davranarak ya başlarını öne eğdiler ya da ülkeden kaçtılar. Gerçi daha sonra hepsi kendi mazeretini sıraladı, ancak bütün bu mazeretler sonuçta bu kişilerden hiçbirinin binadan içeri girmemiş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu resmi korkaklığın karşısında rehinelerin akrabalarının en büyük korkusu, hükümetin 2002 yılında Moskovada bir tiyatroda yaşanan Nord-Ost işgalini sona erdirmek için kullandığı, muazzam sayıda masum insanın ölümüne yol açmış olan saldırı taktiğine yeniden başvurmasıydı. 2 Eylül günü lnguşetyanın eski Devlet Başkanı Ruslan Auşev kuşatma altındaki okula girdi. Çeçen krizinin sona erdirilmesi için sürekli olarak barış görüşmeleri yapılması ve soruna siyasal çözüm bulunması çağrısı yaptığı için Kremlin tarafından lanetlenmiş olan Auşev, Kremlinin desteklediği aday olan FGB Generali Zyazikov lehine kendi isteğiyle görevinden istifa etmeye zorlanmıştı. Auşev, Beslana ulaştığında, daha sonra anlattığı şekilde, içler acısı bir durumla karşılaştı; okulun işgal edilmesinin üzerinden bir buçuk gün sonra, Rehineleri Kurtarma Operasyonu merkezinde görev alan hiç kimsenin görüşmelere kimlerin katılması gerektiği konusunda karar verme yetkisinin bulunmadığını fark etti. Merkezde görev yapan insanlar Kremlinden gelecek talimatları bekliyorlardı ve Putinin hoşnutsuzluğu siyasal kariyerlerinin sona ermesi anlamına geleceği için devlet başkanının gözünden düşmemek için parmaklarını dahi kımıldatmıyorlardı. Besbelli ki bu endişe, yüzlerce rehinenin içinde bulundukları zor durumdan kurtarılmaları konusunda duyulan endişeye ağır basmaktaydı. Rehinelerin ölümünden teröristler suçlanabilirdi, oysa Putinle çatışmaya girmek siyasal bakımdan intihar etmekten farksızdı. Yeri gelmişken, o sırada Rus devletinin Beslandaki temsilcilerinin okuldaki korkunç durumu sona erdirecek bir çözüm bulmaktan ziyade, Putinin ne istediğini anlamakla daha fazla ilgilendiklerini açıkça belirtmek gerekiyor. Putin konuştuğu zaman kimse onunla ters düşmeyi göze alamaz. Örneğin, Jasohov, Auşeve, Putinin kendisini bizzat telefonla aradığını ve onun okula girmesini yasakladığını, bunun aksi bir şekilde davranması durumunda hakkında derhal suç duyurusunda bulunulacağını söyledi. jasohov hiçbir şey yapmadı. Dr. Roshal da aynı şekilde davrandı. Kendisi bir çocuk doktoru olmasına rağmen bu olayda, ismini vermeyen birinin teröristlerin kendisini onu sadece öldürmek için arabulucu olarak çağırdıklarını söylemesi üzerine, kendisinden başka hiç kimseyi kurtaramadı. Operasyonun merkezinde çalışan görevlilerin hepsi kariyerlerini kurtardılar, ancak çocukları kurtarmayı başaramadılar. Putinin korku ve tek bir bireye, yani kendisine körü körüne itaate dayalı, dikey otorite sisteminin işlemediği, çatışmanın sonucunu belirleyecek olan 3 Eylül günü öncesinde bile apaçık görülebiliyordu. Bu sistem, insanların hayatlarının kurtarılmasını gerektiren durumlarda aciz kalıyor. Bunun üzerine Auşev, eşkıyalann adına hareket ettiklerini söyledikleri Çeçen direnişinin önderi Aslan Maşadovun intemette yayınlanmış bir demecinin çıktısını aldı. Maşadov bu demecinde, kesin bir dille, çocukların rehine olarak alınmalanna karşı olduğunu söylüyordu. Eline bu demeci alıp, teröristlerle konuşmak üzere okuldan içeri giren Auşev, Beslan felaketi sırasında teröristlerle görüşme yapma konusunda çaba göstermiş tek kişiydi. Fakat, göze aldığı sıkıntılar karşılığında Kremlinden ağız dolusu sövgüye maruz kaldı ve teröristlerle işbirliği yapmakla suçlandı. Auşev olayın sonrasında şunları anlattı: Çeçen ve lnguş olmalanna karşın benimle Vaynah dilinde konuşmayı reddettiler. Sadece Rusça konuştular. Kendileriyle görüşmek üzere en azından bir bakanın, örneğin Eğitim Bakanı Fursenkonun gönderilmesini istediler, ancak hiç kimse Kremlinin onayı olmadan oraya gitmek istemiyordu. Auşev yaklaşık bir saat süreyle okulda kaldı ve bizzat üç bebeği kollannda dışanya çıkardı. Bu üç çocuğun yanı sıra yirmi altı küçük çocuğun onunla birlikte gitmesine izin verildi. 3 Eylül günü, öğleden sonra saat 2de bir saldın başlatıldı ve kasabada silahlı çatışma gece geç vakitlere kadar sürdü. Teröristlerin birçoğu öldürüldü, ancak önemli bir kısmı da bütün kordonlan yararak olay yerinden kaçtı. Bürokrasi kaç rehinenin hayatını kaybetmiş olduğunu saymaya başladı, bu sayım işlemi bugün de hala sürüyor. Beslanın eteklerinde geniş bir alan kazılarak, burası, içinde yüzlerce yeni mezar bulunan devasa bir mezarlık haline getirildi. Bu satırlann yazıldığı sırada yüzden fazla rehine öylece ortadan kaybolmuştu: bu insanlar kayıtlara hiçbir iz bırakmadan kaybolan rehineler olarak geçtiler. Bazılan bu insanların kaçan teröristler tarafından alınıp götürüldüklerine, diğer bazıları ise Özel Operasyonlar Biriminin kullandığı Bumblebee [Yabanansı] alevatarlann termobarik savaş başlıklan tarafından yakılıp kül edildiklerine inanıyor. Beslanın hemen sonrasında siyasal vidalar daha da sıkıldı. Putin, olayın uluslararası bir terör eylemi olduğunu ilan ederek, Çeçen bağlantısını reddetti ve bütün suçu El-Kaidenin üzerine yıkmak istedi. Auşevin cesurca girişimine kara çalındı ve Kremlinden gelen talimatlar doğrultusunda bütün medya araçları onu, o zor anların tek kahramanı olarak göstermek yerine, teröristlerin başlıca işbirlikçisi olarak resmettiler. Kitleler hayran olunacak kahramanlara ihtiyaç duyduklarından, kahramanlık rolü Dr. Roshal’e ·ayrıldı
Beslan, Kremlinin siyasal alanda kendi yanlışlarını tahlil etme ve düzeltme yönünde bir çaba göstermesine yol açmadı. Tam tersine, Kremlinin siyasal alanda gemiyi azıya aldığı besbelliydi. Beslandan sonra Putinin en gözde sloganı, Savaş savaştır, oldu. Onun yukarıdan aşağıya otoriterizmi daha da güçlendirilmeliydi. Neyin arkasında kimin olduğunu herkesten iyi o bilmekteydi ve Rusya, gelecekte terörist eylemlerden ancak dizginlerin onun elinde olması sayesinde kurtulabilirdi. Kremlin, Dumaya eyalet valilerinin, göreve doğrudan seçilerek gelmelerini kaldıran -bu sadece onların sorumsuzca hareket etmelerine yol açıyordu- bir yasa taslağı sundu. Beslanda yaşanan rehine alma eylemi süresince korkakça davranan ve yalan söyleyenin, fiilen Putinin adamları olan devlet başkanları Zyazikov ve jasohov olduğundan tek kelimeyle olsun söz edilmedi. Bu insanlar, yaşanan kriz ortamında, bir erkek keçi ne kadar süt verebilirse o kadar önderlik yaptılar. Eyalet valilerinin seçim sistemine yönelik reform önerisine, Beslan felaketi sırasında yetkililerin görevlerini kusursuz biçimde yerine getirdiklerini öne süren bir ideolojik beyin yıkama kampanyası eşlik etti. Hiçbir şey başka türlü ve daha etkili bir biçimde yapılamazdı. Bir sis perdesi oluşturmak amacıyla, Rus Federal Konseyi (Rus meclisinin üst bölümü) bünyesinde rehine alma eylemine yönelik soruşturmayı izlemek üzere bir tahkikat komisyonu kuruldu. Komisyonun başkanı Aleksander Torşin, Putin tarafından Kremlinde kabul edildi ve kendisine devlet başkanlığı makamınca kimi tavsiyeler verilerek uğurlandı. Daha sonrasında komisyon hiç çizgi dışına çıkmadı. Beslan halkı, kendilerinin hiçe sayıldığı duygusuna kapılmaya başladılar. Televizyonlar, yayınlarında iyi haberlere yoğunlaştılar; rehinelere verilen yardımları, onlara gönderilen şeker ve oyuncak dağlarını gösterdiler. Hiçbir iz bırakmadan ortadan yok olanların başına ne geldiği sorusu hiç gündeme getirilmedi. Geleneksel kırk günlük yas süresi geçti ve resmi anma törenleri düzenlendi. Fakat yas tutan yürekleri yaralı ailelere hiçbir söz hakkı tanınmadı. Ardından 26 Ekim, Moskovada bir terörist çetesinin bir müzikalin gösterimi sırasında basarak izleyicileri ve oyuncuları rehin aldıkları Nord-Ost eyleminin ikinci yıldönümü geldi. lki buçuk gün süren kuşatmanın ardından güvenlik güçleri, bilinmeyen bir kimyasal gaz kullanarak 130 rehinenin ölümüne yol açan bir saldırı düzenlemişlerdi. Nord-Ost sonrasında yetkililerin yaptıkları tek şey, kendi yaptıklarını aklamak, kendilerine madalyalar vermek ve kendileriyle övünmek oldu. lkinci Çeçen Savaşına bir çözüm bulmak için hiçbir girişimde bulunulmadığı gibi, çember daha da daraltıldı. Soruna barışçıl çözümü gündeme getirebilecek ya da Çeçen krizinin bölgede yeniden terörizmin yayılmasına engel olabilecek herkesin ortadan kaldırılmasına ya da etkisiz hale getirilmesine yönelik bir kampanya başlatıldı. Çeçenistan ve lnguşetya halklarına karşı anti-terör operasyonu adı altında devlet terörü uygulayan Rus devletinin bu tür bir tepki vermesi öngörülebilir bir durumdu. Anti-terör terörü, Nord-Ost ile Beslan canavarlığı arasındaki dönemde Rusyada hayatın belirleyici özelliğiydi. Bizler terör ile anti-terör arasındaki ayrım çizgilerini bütünüyle silip ortadan kaldırdık. Nefret uyandıran terörist eylemler arttıkça, Nord-Osttan Beslana uzanan yolun kaçınılmazlığı kolaylıkla görülebilir. Nord-Ost olayları sırasında sevdiklerini kaybetmiş ya da bizzat kendi hayatları mahvolmuş olan rehineler, ölenlerin akrabaları ve arkadaşları, 26 Ekim 2004 günün sabahında, saat llde Dubrovkadaki tiyatronun merdivenlerinde toplandılar. O sabah tiyatronun önünde bir araya gelmeden önce Rusyada gelenek olduğu üzere sevdiklerinin mezarlarını ziyaret ettiklerinden, tiyatrodaki anma ayini saat 11e programlanmıştı. Trajediden etkilenenlerce kurulmuş olan Nord-Ost Yardım Derneği, anma toplantısının duyurusunu olağan kanallar aracılığıyla yaptı. Ayinle ilgili düzenlemeler yerel radyoda yayınlandı. Moskova Belediye Başkanlığı ve Devlet Başkanlığı makamlarına davetiyeler gönderildi, bu makamlar anma ayinine temsilciler gönderme sözü verdiler. Ancak ayin zamanı geldiğinde papaz, belediye başkanlığı ve devlet başkanlığı makamlarından gelecek temsilcileri bekliyor ve zaman da akıp gidiyordu: 11:20, 11:30,11:50. Artık gerçekten de ayine başlama zamanı gelmişti. İnsanlar söylenmeye başladılar: Artık gelmeyecekleri kesin, değil mi? Ardından öğlen oldu. Kalabalık gittikçe daha sinirli hale geldi. Birçok insan beraberinde, olayda hayatını kaybetmiş olanların öksüz kalmış çocukları getirmişti. Yetkililerle konuşmak istiyoruz, buraya onlarla yüz yüze gelip sorular sormak için geldik, dediler. En sonunda öfkeyle, Acilen yardıma ihtiyacımız var, bizler unutulduk, çocuklarımız artık hastanelerde ücretsiz olarak tedavi göremiyorlar, diye feveran ettiler. Resmi yetkililerden hala eser yoktu . Artık daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu bu kadar zaman geçtikten sonra hiç kimsenin gelmesi söz konusu değildi. Acaba yetkililer, kurbanlarla yüz yüze gelmekten neden korkuyorlardı? Nord-Ost soruşturması hiçbir sonuca ulaşmadı. Felaketle ve yetkililerin kullandıkları gazla ilgili gerçek, çok gizli bilgi olarak kaldı. Yoksa burada başka bir şeyler mi olup bitiyordu?
Tiyatroyu çevreleyen meydan, polis -oraya her türlü öfkeli çıkışın kontrol altında tutulmasını sağlamak üzere gönderilmiş sıradan gencecik delikanlılar- tarafından kapatılmıştı. Polisler insanların neler söylediklerini duyabiliyorlardı ve duyduklarından hoşnut görünmüyorlardı. Sonuçta, Nord-Ost kurbanlarına yetkililerin oradan çok önce ayrıldıklarını açıklamak polise düşmüştü. Yetkililer, aileler dışarıda mezarlıktayken, yaptıkları yüzünden kurbanlara açıklama yapmak durumunda kalmamak için, kendi rahat, resmi anma törenlerine katılmaya gelmişlerdi. Moskova Belediye Başkanının ve Devlet Başkanlığı makamının temsilcileri, bütün büyük televizyon kanallarının kameralarına poz vermek üzere saat l0da Dubrovkaya geldiler. Resmi çelenkler yerlerine kondu, şeref kıtası tıkır tıkır işleyen bir saat gibi görevini yaptı, daha yüksek makamları işgal eden yetkililer tarafından önceden planlanmış ve onaylanmış, uygun içerikli konuşmalar yapıldı. Her şey son derece saygındı: kimse gözyaşı dökmedi, kimse aşırı keder sergilemedi ve bütün bu akıldışı saçmalık 26 Ekim akşamı bütün televizyon kanallarında sürekli olarak gösterildi. Böylelikle Rusya, yetkililerin bu trajik olaya gerekli önemi verdiğinden emin olabilirdi ve herkes onların doğru olanı yapmakta olduğu konusunda hemfikirdi. Bu yapılan, Rusyanın bu olaylarla ilgili anılarının beş dakikalık bir filme sıkıştırılarak, resmi düzeyde millileştirilmesiydi. Elbette hiçbir şey, ölenlerin arkadaşlarıyla akrabalarından, eski rehinelerden ve çok say yabancı gazeteciden oluşan 1 ,000 kişilik kalabalığı, hayatım kaybetmiş olanları anmaktan alıkoyamadı. Gazdan etkilenen pek çok insanın sağken üzerine yatmldıklan ve orada birçoklarının tıbbi yardım gelmeden önce öldükleri merdivenlerin üzerine mumlar dikildi. Hayatım kaybetmiş olan 130 insanın portresini, sevgiyle dikilmiş olan mumların titreyen ışıklan aydınlattı. Tıpkı iki yıl önce olduğu gibi, yağmur yağıyordu ve tıpkı o sırada olduğu gibi yağmurla gözyaşlarımız birbirine karıştı. Ne var ki, yağmur bu ideolojik kinizmin yol açtığı kötü duygulan yıkayıp temizleyemez. Devlet, kendi beceriksizliği yüzünden ıstırap çekenlerin duyduğu derin acıya, tam da kurbanların hayatlarım yitirdikleri yerde, içler acısı bir karşılık verdi. Yetkililerin kendi vatandaşlarına karşı sergiledikleri bu bariz horgörü, bizden duydukları korkudan kaynaklanıyor. Bizlerin yaşamakta olduğu büyük üzüntüyle yüzleşemiyorlar, kendi eksikliklerini ya da üstesinden gelebilmek için etkili herhangi bir stratejiye sahip olmadıkları çok sayıdaki terörist eylemde, çok sayıda insanın hayatım kaybetmesinden sorumlu olduklarım kabul edemiyorlar. Ne yazık ki, Beslanda ıstırap çekmekte olanları da tam olarak aynı gelecek bekliyor. Trajedinin, resini olmayan versiyonundan çok farklı bir resmi versiyonu üretilecek. Belirli sınırlar içinde yas tutulmasına izin verilecek, ancak gerçekler dile getirilmeyecek. Hiç kimse orada olanların söylediklerini dinlemek istemeyecek. Konuyla ilgili olarak neyin yayınlanacağına yukarıdakiler karar verecek. Bugünlerde kendiliğinden yükselen duygulara, Sovyetler Birliği zamanında olduğundan daha sıcak bakılmıyor. 1 Eylül trajedisinden bu yana yetkililerin benimsediği ideolojik tutum, yetkililerin beceriksizliğini gösteren (ki kesinlikle öyleler) hiçbir şeye izin vermemek yönünde. Gözyaşları hoş görülebilir ancak aşırıya kaçmamak koşuluyla, ne de olsa her şey başarıyla denetim altında tutuluyor. Trajedinin unutulmaması gerekiyorsa da, umutsuzluk içinde bulunulduğu izlenimini yaratabilecek olan aşırı duygu gösterilerinden de uzak durulmalı. Sovyet vatanında buna yer yok, çünkü Putin yukarıdan bizleri izliyor ve işlerin nasıl yürütülmesi gerektiğini o bizden daha iyi biliyor. Tünelin ucunda ışık görünmüş durumda; bizler, hepimiz, uluslararası terörizme karşı bir savaş veriyoruz ve üstelik bizler, daha önce hiç olmadığımız kadar bütünleşmiş durumdayız. Duma, 29 Ekimde Putinin yeni yasasını, eyalet vali adaylarını kendisinin belirleyebileceği ve bu şekilde yerel parlamentoların Putinin önlerine koyacağı tek ismi mühürleyip onaylayabilecekleri yasa taslağını büyük bir çoğunlukla kabul etti. Yasaya göre, bir bölge parlamentosunun vekillerinin Putinin adaylarını iki kez üst üste reddedecek kadar münasebetsiz çıkmaları durumunda bu dik başlı parlamento bir güvensizlik önergesi kabul etmiş sayılacak ve bir yönergeyle, ah evet, yine Putin tarafından, feshedilecek. Elbette bu , anayasayla alay etmek demek ve bu yasa Rus halkının bütünüyle hor görüldüğünü açıkça gözler önüne seriyor; ne var ki Rus halkı bu yasayı gayet sakin biçimde kabullendi. Kuşkusuz muhalefet bir-iki toplantı düzenledi, ancak bunlar ses getirmeyen, yerel faaliyetlerdi ve hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Beslan sonrasında Sovyet Rusyada yapılan eylemlerin durumu bu. Peki, Beslandan sonra genel durum nasıl? Eski Sovyet sloganı, Parti ve Halk Tek Bir Bütündür yeniden gündemde. Televizyonlardaki görüntüler tam tersini gösterse de parti ile halk arasındaki çatlak büyüyor. Sovyet tarzı bürokrasi geri geliyor ve güçleniyor, beraberinde eski tarz siyasal donukluğu da getiriyor. Burada küresel ısınmanın herhangi bir belirtisini görmek mümkün değil. Rusya , NordOst trajedisinin nasıl sona erdirildiğiyle ilgili yalanlan içine sindirdi; şimdi de Beslanda yaşanan canavarlığa yönelik olarak adalet istemiyor ve nesnel bir soruşturma yapılmasını talep etmiyor. Nord-Osttan iki yıl sonra halkın çoğu yataklarında huzur içinde uyudu ya da dışarıya çıkıp diskoteklere dans etmeye gitti, zaman zaman kendilerinde yataklarından çıkartacak enerjiyi de buldukları oldu ve o zaman da gidip Putine oy verdiler. Beslanda yaşananların bu şekilde yaşanmasına izin veren kesinlikle biz kendimiziz. Nord-Ost Olayları sonrasındaki kayıtsızlığımız, kurbanların yaşadıkları çok büyük sıkıntılara karşı ilgisizliğimiz bunda belirleyici rol oynadı. Yetkililer bizim her şeyi kuzu kuzu kabullendiğimizi gördüler ve Beslanın yaşanmasına yol açan o pervasızlıklarına geri döndüler. Biz hiçbir şey yapmadan, öylece oturup Rusyanın üzerine yeniden, on yıllarca sürecek bir siyasal karanlığın çöküşünü seyredemeyiz. Bizler özgürce yaşamaya devam etmek istiyoruz. Bizler çocuklarımızın özgür olmasını, torunlarımızın özgür insanlar olarak doğmasını istiyoruz. Bizler, buzların yakın gelecekte erimesini bu yüzden çok arzu ediyoruz , Rusyanın siyasal iklimini yalnızca bizler değiştirebiliriz. Gorbaçovun iktidarı sırasında olduğu gibi, buzların erimesini sağlayacak bir başka değişim dalgasının yeniden Kremlinden gelmesini beklemek aptalca ve hayali olur; kaldı ki bu konuda Batı da bize yardımcı olmayacaktır. Batı, Putinin anti-terör politikalarına pek az tepki gösteriyor ve bugünün Rusyasını kendi damak tadına uygun buluyor: votka, havyar, gaz, petrol , dans eden ayılar, o malum meslekle uğraşan kadınlar. Egzotik Rus pazarı Batının umduğu şekilde işliyor; Avrupa ve dünyanın geri kalanı, dünyanın altıda birini oluşturan ülkemizde işlerin yürüyüş şeklinden çok memnunlar. Dışımızdaki dünyadan bütün duyduğumuz, El-Kaide, El-Kaide bağırışları: bu, bundan sonra yaşanacak olan bütün kanlı trajedilerin sorumluluğunu başka bir yere kaydıran alçakça bir slogan, ninnilerle yeniden uyutulmaktan başka bir şey istemeyen bir toplumu uyuşturmak için kullanılan ilkel bir nakarat.
KAMÇATKA: HAYATTA KALMA MÜCADELESİ
Kamçatka, Rusyanın en ücra köşesinde yer alır ve Moskovadan uçakla on saatten fazla çeker. Petropsvlovsk-Kamçatskiy hattında çalışan uçaklar oldukça ilkeldir; bu uçaklar sizi anavatanımızın uçsuz bucaksızlığı ve halkımızın s?dece çok küçük bir kesiminin Moskovada yaşadığı, burada kendi siyasal oyunlarını oynadıkları, kendi putlarını yarattıkları ve onları devirip bu devasa ülkeyi yönettiklerine inandıkları gerçeği konusunda derin düşüncelere dalmaya iter. Kamçatka, Rusyada taşra yerleşim birimlerinin başkentten ne kadar çok uzak olduklarını fark etmek açısından iyi bir yerdir. Aslında mesafenin bununla bir ilgisi yoktur. Taşra eyaletleri farklı bir hayat tarzına sahiptir, farklı bir hava solurlar ve gerçek Rusyanın havası buralarda koklanabilir. Kamçatkada yaşayan balıkçılar kadar çok, aslında onlardan da çok sayıda denizci asker yaşıyor. Orduda yapılan büyük çaplı asker indirimine karşın buradaki deniz kuvvetleri üssü değişmeden kaldı: Pasifik Donanması Kamçatka Filosu kime oy verirse seçimleri o kazanır. Bir sahil şehrinde görmeyi bekleyeceğiniz gibi, her yerde siyah ve donanma mavisi egemen: kruvaze kalın ceketler, denizci yelekleri, siperliksiz kepler. Eksik olan tek şey, donanmanın efsanevi şıklığı. Ceketler yıpranmış durumda, yeleklerin çok fazla yıkandığı her hallerinden belli oluyor, keplerin rengi solmuş. Aleksey Dikiy bir nükleer avcı-vurucu denizaltının, Vilyuçinskin komutanı. Aleksey Dikiy donanmanın seçkin askerlerinden biri ve onun için komuta ettiği, Kamçatka Filosunun bir parçası olan denizaltı da aynı kategoride yer alıyor. Dikiy, Leningradda -bugünkü adıyla St. Petersburgda- çok iyi bir eğitim aldı ve kariyer basamaklannda son derece yetenekli bir subay olarak hızla yükseldi. Otuz dört yaşına geldiğinde son derece kalifiye bir denizaltıcı olmuştu. Orduya hizmet verdiği her ay onun uluslararası askeri emek piyasasındaki değerini binlerce dolar artırıyordu. Ne var ki Birinci Sınıf Kaptan Aleksey Dikiy bugün kıt kanaat ve sefalet içinde yaşıyor; onun içinde bulunduğu durumu başka şekilde ifade etmek mümkün değil. Yaşadığı ev merdiven ve sahanlıklan dökülen, yan metruk ve insanın içine ürküntü veren berbat durumdaki subay misafirhanelerinden biri. Yapabilen herkes askeri kariyerinden vazgeçerek anakaraya dönmek üzere buradan aynldı. Şimdilerde çoğu boş olan dairelerin pencerelerinde ışık yok. Burası soğuk, açlık çekilen, yaşanması zor bir yer. İnsanlar burayı esas olarak yoksulluk yüzünden terk ettiler. Kaptan Dikiy bana havanın iyi olduğu zamanlarda kendisiyle diğer kıdemli donanma subaylarının masalanna düzgün bir yemek koyabilmek için balık avlamaya gittiklerini söylüyor. Dikiy, mutfaktaki masanın üzerine, verdiği kusursuz , sadık hizmet karşılığında anavatanının kendisine verdiklerini koydu. Dikiy az önce kendi denizaltından evine, donanmanın yatak çarşaflarından birinin içinde, bir kaptana verilen aylık istihkakı getirdi. İstihkak iki paket soyulmamış bezelyeden, ikişer kilogram ağırlığında, kesekağıdına konulmuş karabuğday ve pirinçten, en ucuzundan iki kutu bezelye konservesinden, iki kutu Pasifik ringa balığından ve bir şişe sıvı yağdan oluşuyordu. Hepsi bu mu? Evet, hepsi bu. Dikiy bunu söylerken şikayet etmiyor, sadece bir gerçeği onaylıyordu. O güçlü ve samimi bir insan. Daha doğrusu, o tam bir Rus. Mahrumiyete alışık biri. Onun sadakati, o sırada ülkeyi her kim yönetiyorsa ona değil, anavatana duyulan bir sadakat. Eğer kendisinin başka türlü düşünmesine izin verecek olsaydı, buraları çok uzun zaman önce terk ederdi. Kaptan, tam da aldığı istihkakın çağrıştırdığı biçimde, açlık dahil olmak üzere her şeyin olabileceğini kabul ediyor. Bu kesekağıtlarının ve konserve kutularının içinde Kaptan Dikiyin üç kişilik ailesinin aylık azığı y?r alıyor. Dikiyin bir karısı var; bir radyo-kimyager olan Larisa. Larisa, mezunlarının daha dershane sıralarında otururken Kalifomiyadaki Silikon Vadisinde faaliyet gösteren bilgisayar şirketlerinden doğrudan iş teklifleri aldıkları, saygın Moskova Mühendislik ve Fizik Enstitüsünden mezun olmuş. Buna karşılık, kocasıyla birlikte Pasifik Filosunun kapalı bir askeri şehrinde yaşayan Larisa işsiz. Bu donanma karargahının ya da çok uzaklardaki Savunma Bakanlığının önemsemediği bir ayrıntı. Karargahın personel politikaları, dik kafalı bir biçimde ellerinin altında duran değerleri görmeyi reddetmeleri anlamına geliyor. Larisa denizaltı personelinin çocuklarının gittikleri okulda bir öğretmenlik işi bile bulamıyor. Bütün kadrolar dolu ve bir bekleme listesi var. Burada askeri personel dışındaki insanlar arasında işsizlik oranı yüzde 90lar düzeyinde seyrediyor. Kaptan Dikiyin ailesinin üçüncü üyesi, bir ilkokul ikinci sınıf öğrencisi olan, kızı Alisa. Alisa açısından da durum hiç iç açıcı değil. Bu askeri şehirde Alisanın ve diğer çocukların yeteneklerini ortaya çıkartacak hiçbir imkan yok. Ne bir spor merkezi, ne bir dans salonu , ne de bilgisayarlar. Bütün garnizonda çocuklara tanınan imkanlar kasvetli, pis bir avlu ve içinde bir video kayıt cihazı ve birkaç çizgi film bulunan bir binadan ibaret. Gerçekten de, Kamçatka ülkemizin elinin uzanmadığı bir yerde ve devletin taş kalpliliğinin uç noktasında yer alıyor. Burada, bir yanda insanları öldürmek amacıyla geliştirilmiş olan en ileri teknolojiyi, diğer yandaysa bu teknolojiye gözetip denetleyerek idare edenlerin sürdükleri sefil hayatı görüyoruz. Her şey tamamen personelin duyduğu şevke ve yurtseverliğe bağlı. Para, şan ve şeref ve gelecek söz konusu değil. Dikiyin yaşadığı yerin adı Rybaçie. Burası, Kamçatka yarımadasının baş şehri Petropavlovsk-Kamçatskiyden arabayla bir saat uzaklıkta. Rybaçie, 20 bin kişilik nüfusuyla dünyanın en ünlü kapalı askeri bucak merkezi. Rus nükleer filosunun sembolü ve öncüsü. Bucak merkezi en modem silahlarla dolu. Burası Rusyamn doğu kanadı nükleer kalkanının konuşlandırıldığı, onu ayakta ve işler durumda tutanların yaşadığı yer. Kaptan Dikiyin denizatlısı bu nükleer kalkanın en nadide parçalarından birini oluşturuyor; dolayısıyla, Dikiy de bu unsurun hayati öneme sahip bir bileşeni. Dikiyin kaptanlığını yaptığı denizaltı, dünyada bir eşi benzeri olmayan, teknolojik açıdan mükemmel bir silah. ABD de dahil olmak üzere, dünyadaki büyük güçlerin sahip oldukları bütün filoları ve en iyi denizaltıları yok edebilecek kapasiteye sahip. Dikiyin komutası altındaki denizaltı, nükleer füzelerle ve etkileyici görkemli torpidolarla donatılmış çok özel bir silah. Bu tür bir savunma gücümüz olduğu sürece Rusya, en azından Pasifik Okyanusu yönünden gelebilecek bir saldın karşısında, zayıf bir konumda olmayacaktır. Buna karşılık Kaptan Dikiyin kendisi, hizmet ettiği devletten gelen darbeler karşısında çok zayıf bir konumda. Ancak o nadiren bu şekilde düşünüyor. Diğer birçok subay gibi Dikiy de hiç parasız hayatta kalabilme konusunda özel bir yetenek geliştirmiş. Aldığı maaş düşük ve düzensiz olarak -genellikle altı aylık gecikmelerle- ödeniyor. Dikiy parası olmadıği zamanlarda kendi denizaltısının güvertesinde yemek yemiyor (subayların orada yemek yemeye haklan olmasına karşın) . Kendi payına düşen yemeği paket ettirip eve götürüyor ve ailesiyle paylaşıyor. Onların kamım doyurmak için yapabileceği başka bir şey yok çünkü . Sonuç olarak Dikiy, soluk bir gölgeye dönüşmüş durumda. Bir deri bir kemik kalmış. Yüzü sağlıksız biçimde san renkte ve bunun sebebi gayet açık: Rusyanın nükleer kalkanının ana direğinin komutam yetersiz besleniyor. Elbette sürekli olarak bir radyasyon bölgesinde yaşamak da Dikiyin sağlığını olumsuz etkiliyor. Geçmişte bunu telafi eden şeyler vardı, çünkü denizaltıcılar son derece gözde bekarlardı, ancak her şey değişti. Bugünlerde kızlar, yanlarından bir donanma subayı geçtiğinde başlarım öteki tarafa çeviriyorlar. Dikiy şöyle diyor: Aslına bakarsan gerçek sorun yoksulluk değil. O, dünya nimetlerine önem vermeyen biri; meteliksiz bir romantik, tepeden tırnağa bir subay, bütün değerlerin doların sinik diliyle ölçüldüğü bir devirde neredeyse bir tür aziz. Berrak bir amacınız ve anlaşılabilir operasyona! görevleriniz olduğu sürece yoksullukla birlikte yaşa- yabilirsiniz. Bizlerin gerçek şanssızlığı, ülkenin nükleer donanmasının içinde bulunduğu korkunç durumdur, umutsuzluk duygusudur. Görünüşe göre Moskovada bu silahlann ciddiye alınması gerektiğini anlamıyorlar. Eğer bugünkü finansman düzeyinde kalınırsa on yıllık bir süre içinde burada Rybaçiede ya geriye hiçbir şey kalmayacak ya da NATO yakıt doldurma işini bizim iskelelerimizde yapıyor olacak. Dikiy gözlerinin önünde olup bitenlerin verdiği umutsuzluktan kurtulabilmek için Genelkurmay Akademisindeki çalışmalannı sürdürmeye karar verdi. Yirminci yüzyılın sonunda ve yirmi birinci yüzyılın başında Rusyanın ulusal güvenliğinin durumuyla ilgili bir çalışma kaleme almak istiyor. Araştırmasını bitirdiğinde bunun kendisini çok rahatsız eden şu soruya akademik temelli bir cevap sağlayacağını umuyor: Rusyanın ulusal güvenliğinin içini boşaltmak kimin çıkannadır? Ulaşmış olduğu geçici sonuçlar Moskovanın lehine değil, ancak kaptan olup bitenlere düşmanca yaklaşmıyor ya da içinde bir güceniklik hissetmiyor. Moskovanın bu şekilde davranmasının korkunç bir şey olduğunu düşünse de , bununla ilgili olarak hiçbir şey yapılamayacağına inanıyor. Dişini sıkıp dayanmaktan başka, çünkü bizler üstlerimizden daha güçlüyüz ve daha akıllıyız. Dikiyin işi kendi hayatının kendisine ait olmaması anlamına geliyor. O başka herkesin yapabildiği şeyleri yapamaz. Denizaltısında beş dakika süreyle nöbet görevinde bulunabilmek için, asla hiçbir yere gidemez. Her zaman ulaşılabilir durumda olmak zorundadır. Kırlara çıkıp sadece böğürtlen, mantar toplamak ya da arkadaşlanyla yürüyüş yapmak üzere gidemez. Bu zorlu zamanlarda demoralize olmamalan için subaylanyla bir arada olması gerekiyor. Erlerin ne yapıp ettiklerine babacan bir biçimde göz kulak olabilmek için kışlayı ziyaret etmeye zaman ayırması gerekiyor. O meşgul bir insan. Çok sayıda subay Kaptan Dikiye benzer şekilde dilenciler gibi yaşasa da, en azından iş gününün sonunda, ailelerinin kamını doyurmak, onlara yeni elbiseler alabilmek ve hatta kendilerine yeni bir üniforma alabilmek üzere (gerçekte subaylann birçoğu bunu yapmak durumunda) ek bir iş yapabiliyorlar. Kaptan Dikiyin bunu yapmaya ne zamanı ne de fırsatı var. İşten sonra geriye kalan kısa sürelerde, uyku açığını kapatabilmesi, kendini toparlayabilmesi için gerçekten dinlenmesi gerekiyor. Denizaltısına bindiğinde dinlenmiş olması zorunlu. Bu, yaptığı işin bir gereği. Sinir zayıflığı felaketli sonuçlara yol açabilir. Dikiy bu durumu şöyle özetliyor: iş başında, sanki bir tatilden yeni dönmüşçesine, her şeye çözüm bulunmuşçasına dingin ve dengeli olmak zorundayım, yann kanını . ve kızımı nasıl besleyeceğim konusunda endişe duymamalıyım. Buna mecbur olduğunu söylüyorsun. Oysa b u bana meseleyi yanlış biçimde ortaya koymakmış gibi geliyor. Sen devlete hizmet ediyorsun ve bu yüzden senin işe rahat bir kafayla gelmeni sağlayacak uygun koşullan yaratmak kesinlikle devletin yükümlülüğü. Dikiy gülümsüyor, bu daha çok müstehzi bir gülümseme ve ben bu tuhaf, sert, özel adamın kime daha çok tepeden baktığından emin değilim: bu tür sorular sorduğum için bana mı veya kendisine en iyi biçimde hizmet edenlere sırtını dönen devlete mi? Daha sonra bunun bana yönelik olduğu ortaya çıkıyor. Kaptan sonunda şunları söyledi: Devletin şu anda bunu yapabilecek durumu yok. Bu durumda değil ve bu sorunun bir sonu var. Yapılamayacak bir şeyi talep etmenin ne anlamı olabilir ki? Ben gerçekçi bir insanım, kolay kolay öfkeye kapılmam. Bütün duygusal ve huysuz insanlar burayı uzun zaman önce terk ettiler. Donanmadan istifa ettiler. Yine de ben hala anlamıyorum, neden sen de istifa etmedin? Sen mühendislik eğitimi görmüş bir nükleer enerji uzmanısın. Kendine insan onuruna yakışan bir iş bulabileceğinden kesinlikle eminim. istifa edemem, çünkü gemimi terk edemem. Ben bir komutanım, erlerden biri değilim. Benim yerimi alabilecek hiç kimse yok. Eğer bırakıp gidersem kendimi bir hain gibi hissederim. Kime ihanet eden bir hain? Devletin sana ihanet etmiş olduğu kesin. .Zaman içinde devlet aklım başına toplayacaktır. Şu a n için bizlerin sadece sabırlı olmamız ve kendi nükleer filomuzu korumamız gerekiyor. Ben bunu yapıyorum. Savunma Bakanlığı bir ihanet politikası izliyor olsa bile, benim görevim Rusyaya karşı. Ben Rus halkım savunuyorum, devlet bürokrasisini değil: Zamanımızın bir Rus denizaltı subayının portresini gördünüz. Ülke topraklarını en ücra köşesine gönderilmiş ve askerlik yeminine bağlı kalarak kale duvarında oluşmuş olan deliği, elde başka bir şey olmadığından her gün vücuduyla kapatıyor. Silahlı kuvvetlerin yaşadığı büyük mali sıkıntının ortasında yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için bu komutandan tam bir adanmışlık talep ediliyor. Sabahları evinden tam saat 7: 20de çıkıyor ve her gün gece saat 10:40ta geri dönüyor. On saat ya da daha uzun süreyle komutası altındaki denizaltında bulunuyor. Başka türlü olması mümkün değil. Donanma gözlerimizin önünde dağılıyor; teknoloji gerekli hizmeti ve düzgün bakımı görmediğinden, her an için, büyük boyutlu bir felaket dahil olmak üzere çeşitli kazalar meydana gelebilir. Değişmeyen tek şey, bayrağın göndere çekilişi. ister kasırga kopsun, ister tipi, ister bir kaza yaşansın ya da hükümet değişsin, bu ritüel her gün sabah saat 8de yerine getiriliyor. Bu arada aklıma gelmişken, Dikiy evinden Vilyuçinskin demirli olduğu yere yürüyor. Bu yürüyüş tam kırk dakika sürüyor. Dikiyin yürümesinin sebebi, egzersiz yapmanın sağlığına iyi geliyor olması değil; Dikiyin kendisine bir araba almaya yetecek kadar parası yok ve donanma herhangi bir ulaşım imkanı sağlamıyor. Aslında daha önceleri var olan servis kaldırılmış durumda. Vilyuçinskin ait olduğu ikinci Filo, bütün Kamçatka gibi bir yakıt krizinin yol açtığı sarsıntıları yaşıyor. Mendireğe hiçbir araba ya da otobüs gitmiyor. Donanmanın yeterli miktarda benzini yok. Petrol ve her türlü türevi ürünleri satan bir ülkede benzin yok ! Fakat bu daha bir şey değil. Peki, ya ekmeksiz kalırlarsa ne olacak? Garnizon gemilere veresiye ekmek sağlayan yerel ekmek fabrikasına sürekli olarak borçlu durumda. Buna inanabiliyor musunuz? Bir uluslararası süper güce nükleer koruma sağlayan personel sadakayla besleniyor! Devlet başkanının G-8 zirve toplantılarına katıldığı zaman kendisini nasıl hissettiğini merak ediyorum doğrusu. Tamam, pekala . Rybaçiede bütün subaylar sabahları işe yürüyerek gidiyorlar. Yolda subaylar genellikle kızgın bir arı kovanı gibi vızıldayıp duruyorlar: Bu duruma daha ne kadar katlanabilirler? Bizler ne tür bir uçuruma doğru koşar adım gidiyoruz? Gördükleri manzara, yaptıkları bu ateşli tartışmaları daha da körüklüyor. Örneğin, Vi lyuçins kin demirli olduğu 5 numaralı iskeleye doğru yürürken, üzerinde terk edilmiş bir tersanenin bulunduğu Hlebalkin Adasını görebilirsiniz. iki ya da üç yıl önce Hlebalkin tersanesinde bakım gören 15 ya da 16 denizaltı olurdu . Bugün suyun yüzeyi sakin, ayna gibi pırıl pırıl ve bakım görmeyi bekleyen tek bir gemi dahi görülmüyor. Subaylara, denizaltılara verilen bakım hizmetlerinin bile şimdi artık sıkı tasarruf önlemlerine konu olduğu söylenmiş. Dikiy şöyle diyor: Bu korkunç bir manzara. Bizler bunun tam olarak ne anlama geldiğini biliyoruz. Her an mucize olmasını bekleyemezsiniz. Denizaltılar hiç doktora gitmeden durumu idare edebilen açıkgöz ihtiyarlara benzemezler. Kazaların yaşanması kaçınılmaz. Donanmada meydana gelen b u dağılma Rybaçiedeki subayların bazılarını bütünüyle demoralize etmiş. Diğerleriniyse sefahate itmiş. Son zamanlarda garnizonda bütün bunları görmek mümkün: bütünüyle tuhaf davranışlar ve intihadar. Dikiy bana, Mevcut durum subayları sıkıntıya sokuyor, diyor. Bu yüzden saat Sde bayrak töreni sırasında herkesin orada bulunması gerektiği konusunda ısrarcıyım. Askerlerin komutalarının gözüne bakabilmesi ve orada her şeyin yolunda olduğunu , her şeyin düzeninde gittiğini, bizlerin görevimizi ne olursa olsun yapmaya devam edeceğimizi görmeleri gerekir. Her şeye karşın. Subaylar boktan heriflerdir! Bunlar aptallar için söylenmiş güzel sözler! Birçokları Dikiyin söylediklerini bu sözlerle reddedilebilir. Böyle tepki vermekte de bir ölçüde haklıdırlar. Bunlar gerçekten de ulvi düşünceler, ancak dağılmakta olan Pasifik Filosundan henüz istifa etmemiş olan bu subaylar, büyük çaba gerektiren görevlerini sadece bu güzel sözcükler kendilerinin direnme noktası olduğu için sürdürebiliyorlar. Ülküleri ve ilkeleri olduğu için donanmada görev yapıyorlar. Bu insanlar sağladığı prestij ve yüksek maaş sağlayacak parlak bir askeri kariyer beklentisiyle denizaltıcı olmak istediler. Koşulların daha farklı olduğu dönemleri biliyorlar ve bu günlerin geri geleceğini umuyorlar. Gerçek hayat bir filmin ya da bir romanın tutarlılığına sahip olmadığından, Rybaçiede ulvi olanla saçmalık ve rutin bir mutluluk içinde var olabiliyorlar. Senin kocanın yaşadığı şekilde yaşamak imkansız bir şey ! Bazen insan en azından kendisine zaman ayırmak ister! Larisa Dikiy, Ukrayna, Jitomir doğumlu, açlık sınırında yaşayarak hayatını, kocasının görevini yerine getirebilmesi adına kurban etmiş, hayat dolu, güzel bir kadın. Cevap olarak muzipçe gülümsüyor: Ya, aslında ben işlerin bu şekilde yürümesini tercih ediyorum. En azından, her zaman için kocamın nerede olduğunu biliyorum ! Benden saklanabileceği bir yer yok, bu sayede kıskançlığın ıstıraplarından korunuyorum ! Dikiy yanı başımızda ayakta duruyor. Az önce sınıfındaki en güzel kız kendisine ilan-ı aşk etmiş bir okul çocuğu gibi acemi bir gülümsemeye bürünüyor. Yüzbaşınm mahcup mizaçlı bir insan olduğunu fark ediyorum. Utanıyor. Dokunsalar ağlayacağım. Bu nükleer denizaltı komutanının sırtlamış olduğu devasa sorumluluk yükünün, sadece hayat standartlarıyla değil, aynı zamanda yaşı ve görünüşüyle de uyumlu olmadığını açıkça görebiliyorum. Birinci sınıf yüzbaşı Aleksey Dikiy, evde, üzerinde üniforması yokken, okuldan eve gelmiş, zayıf ve melankolik bir çocuğa benziyor. Gençlerin daha geç yaşlarda olgunlaştıkları Moskovanın kıstaslarına göre gerçekten de hala genç sayılır. Unutmayın ki Dikiy sadece otuz dört yaşında. Larisa, Fakat senin donanmada otuz iki yıllık hizmetin var. Emekli olmanın zamanı geldi, diyor. Yüzbaşı, yine utanarak, Aslında, emekli olabilirim, diyor. Ne demek istiyorsun? Donanm1tya iki yaşındayken mi katıldın? Soylu bir ailenin doğar doğmaz bir alaya kaydettirilen ve gerçekten askerlik yapacak yaşa geldiğinde çoktan iyi bir hizmet sicili ve apoletleri olan çocuğu gibi mi, yani? Ona _cevap vermesi için baskı yapıyorum. Yüzbaşı gülümsüyor. Bana söylemek üzere olduğu şeyleri söyleyebilmek için can attığını görebiliyorum. Babası gerçekten de bir donanma subayıymış ve şimdi elbette ki emekliymiş. Dikiy, Sivastapolda, Karadenizdeki donanma üssünde büyümüş. Otuz dört yaşımda otuz iki yıllık hizmetimin olmasına gelince . . . diye söze başlıyor, ancak hayat dolu karısı tam o sırada sözünü kesiyor. Bu, onun bütün hizmet süresini donanmanın en zorlu bölümde, denizaltı filosunda, reaktörlerin ve nükleer silahların yanı başında geçirdiği anlamına geliyor. Orada bir yıllıkhizmet üç yıl sayılıyor. Sırf bu yüzden devletin seni çok daha önceleri altına boğması gerektiğini düşünmüyor musun? _ diye ısrar ediyorum. Sanki bir öğrenciymişsin gibi akşam yemeğini üç kişiyle paylaşmak zorunda kaldığın için kendini aşağılanmış hissetmiyor musun? Dikiy sakin bir ses tonuyla ve güvenle, Hayır. Kendimi aşağılanmış hissetmiyorum, diye cevap veriyor. Biz denizaltıcıların greve gitmesi son derece akılsızca bir iş olur. Bizim bu kapalı şehrimizde herkes tıpkı bizim yaşadığımız gibi yaşıyor. Ayakta durabiliyoruz, çünkü birbirimize ayakta durabilmek için yardım ediyoruz. Bizler birbirimizden sürekli olarak, yeniden ve yeniden yiyecek ve para borç alıyoruz. Larisa, Eğer birinin akrabaları bir yiyecek paketi gönderirse bu aile derhal bir ziyafet hazırlar, diye anlatıyor. Bir misafirlik döngümüz var. Bu şekilde birbirimizi besliyoruz. Hayatımızı böyle bir düzene oturttuk. Sizin anne babalarınız da Ukraynadan paketler gönderiyorlar mı? Elbette. O zaman biz de üzerimize düşeni yapıp aç arkadaşlarımızı besliyoruz. Larisa yüksek sesle gülüyor. Yazarlarımızdan birinin söylediği gibi bu insanlara gerçekten de güvenebilir, onlara arkanızı dönebilirsiniz. Tuhaf bir biçimde yıllar geçiyor -Komünist Partinin düşüşünün üzerinden epeyce uzun bir zaman geçti- ama yine de geçmişin bazı alışkanlıkları olduğu gibi sürüyor. Bunların en başında da insanlara, özellikle de hizmet ettikleri amacı gerçekten seven, her şeye karşın adanmış ve fedakarca çalışan insanlara karşı gösterilen patolojik saygısızlık geliyor. Hükümet, kendisini ülkemize hizmet etmeye adamış olan insanlara nasıl teşekkür edebileceğini hiçbir zaman öğrenemedi. Çok mu çalışıyorsun? Pekala, bu harika, mum gibi eriyinceye ya da biz senin kalbini kırıncaya dek bu şekilde çalışmaya devam et. Yetkililer gün geçtikçe daha da utanmazlaşarak, en iyi vatandaşlarımızın iradesini kırıyorlar. Bir manyağın fikri sabitliğiyle paralarını en kötü olanın üzerine yatırıyorlar. Komünizmin Rusyaya çok şey kaybettirdiği tartışma götürmez, ancak bugünkü durum daha da kötü. Yüzbaşı Dikiyle bu önemli konularda yaptığım tartışmayı Vilyuçinskin ana kontrol bölümünde sürdürüyorum. Rybaçie, dışarıdan gelenlere ve bilgi toplamak isteyenlere bütünüyle kapalı bir yer ve hatta, subayların eşleri dahi bazı iskelelere giremiyorlar. Bana gelince, her nasıl olduysa? Askeri lstihbar?t beklenmedik bir istisna uyguladı. Vi lyuçins kun sahip olduğu yırtıcı, savaşkan değer ve inançlar sistemi daha kıyıdan bakıldığında görülebiliyor. Denizaltının pruvasında, siyah bir zemin üzerinde korkutucu bir sanat eseri yer alıyor: bir katil balinanın sırıtmakta olan kafasının resmi. Donanma ressamı canavarı elinden geldiğince korkunçlaştırabilmek için balinaya doğada olduğundan çok daha fazla diş yapmış. Denizaltına, yapıldığı gün Kasatka, Katil Balina adı verilmiş, ancak kısa süre önce adı değiştirilmiş. Subaylar bu isim değişikliğinin neden yapıldığını anlayamamışlar, ancak bunu sorun da etmiyorlar. Yaptığım bu tanıtım turu durumun içyüzünü kavrama konusunda bana çok yardımcı oldu; muhtem,elen denizaltını gezmeme izin verilmesinin başlıca sebebi de buydu. Çok korkutucu bir volkanın ağzının yanından geçtim -Tanrı korusun, bunun hiçbir zaman yanlış şekilde kullanılmaması gerekir. Bir atomik reaktör, artı, nükleer füzeler, patlayıcı bir karışımdır. Denizaltı nükleer silahlarla dolu, ekonomi krizde ve silahlı kuvvetler karışıklık içinde. Bundan daha korkutucu ne olabilir? Bizler turumuza devam ederken, Dikiy düşüncelerini bana kabul ettirmeye çalışıyor ve ideolojik konularda gerçekten de son derece kuralcı bir insan. Toplumda ne türden değişiklikler yaşanırsa yaşansın, silahlı kuvvetlerde disiplinden ödün verilmesi söz konusu olamaz. Dikiy, 1 99 1 yılından bu yana Ordu birimleri içinde ısrarla teşvik edilmekte olan suç oluşturan bir emre itaat etmeme fikrini kesin biçimde reddediyor. Dikiye göre, bu konuda bir santim olsun geri çekilmek, bir astın, tek bir talimatı ya da emri aptalca ya da uygunsuz bulduğu için yerine getirmemesine izin vermek, bütün sistemin domino etkisiyle çökmesine yol açacaktır. Ordu piramitsel bir yapıdır ve bu, göze alınmaması gereken bir risktir. Hem Kaptan Dikiynin, hem de sohbetimize katılan, aylarca süren kahramanca denizaltı harekatları sebebiyle üniformaları şeritlerle donanmış, aktif görev subayı olan diğerlerinin, iki kavramı birbirinden ayırt ettiklerini görüyorum. Bir yanda, hizmet ettikleri anavatan; diğer yandaysa, Çelişkide oldukları Moskova var. Bize iki ayrı devlet olduğunu söylüyorlar: Rusya ve onun başkenti. Subaylar samimi insanlar. Kamçatkadan bakıldığında, Savunma Bakanlığınm Silahlı Kuvvetler Bölümünde olup bitenler hiç de mantıklı görünmüyor. Savunma Bakanlığı, yerel düzeyde birliklerin kendi kaynaklarını kullanarak nükleer denizaltı filosunun bakımını yapmalarının sadece imkansız değil, aynı zamanda kesin olarak yasak olduğunu gayet iyi bildiği halde neden bu iş için gerekli parayı ayırmıyordu? Önlerinde daha uzun yıllar bulunan, on ile on dört yaş arasındaki bu gemileri neden böyle acımasızca gözden çıkarıyorlardı? Bütün ülkenin çabalarıyla yaratılmış olan nükleer kalkanı neden sistematik bir biçimde kalbura çeviriyorlardı? Ve bunu neden gerçek bir tehdidin var olduğu, Çinin nükleer denizaltılarının Rus topraklarının yakınlarında sinsi sinsi dolandığı bir zamanda yapıyorlardı? Vilyuçinskte yaptığım keşif gezisinde, bölgedeki en önemli kişi olan, Kamçatkanın Amiral Yardımcısı ve Kuzey-Doğu Ordu ve Kuvvetler komutanı Valeriy Dorogin de bulunuyordu. Bu görüşmemizin hemen sonrasında askeri kariyeri sona eren Dorogin, Devlet Dumasında milletvekili oldu. Subaylar Doroginin yanında, onun orada bulunmasından dolayı kendilerine ket vurmadan, açıkça konuştular. lnsan, burada, orduda olağan olan hiyerarşik baskıyı ya da rütbe farklılıklarının yarattığı engellemeleri hissetmiyor. Bu büyük ölçüde Doroginin Rybaçienin canı kanı olmasından kaynaklanıyor. Subayların ve komutanın birbirlerinden saklayacak hiçbir şeyleri yok. Dorogin burada, bu kapalı donanma şehrinde, yaklaşık olarak yirmi yıl süreyle hizmet vermiş. Tıpkı Dikiy gibi Dorogin de uzun yıllar boyunca bir nükleer denizaltının komutanlığını yapmış. Şimdi, büyük oğlu Denis Dorogin, Rybaçiede görev yapıyor. Diğer herkes gibi komutan da sabahlan iskeleye yürüyerek gidiyor. Herkes gibi o da yaşanmakta olan dağılmayı görüyor. Herkes gibi o da kıt kanaat geçiniyor, arkadaşlarının kendisini beslemelerini bekliyor. Yapılan devasa kesintilerin bir sonucu olarak Kamçatkanın, Çukotka ve Magadanla birlikte bağlı bulunduğu Kuzey-Doğu Grubu yeniden oluşturuldu. Benzer bir gruplandırma 1 9 1 7 Devrimi öncesinde ve l 930larda Bolşeviklerin yönetiminde de vardı. Ne tür bir gruplandırma yapılırsa yapılsın, ordunun bir bölümü diğerleri üzerinde egemenlik kurar. Nükleer kalkanın üssü olan Kamçatkada , tahmin edilebileceği üzere egemen olanlar, denizaltıcılar. Bu yüzden orada bir amiral yardımcısı bulunuyor. Bundan dolayı, amiral yardımcısının emrinde piyadeler ve sahil güvenlik güçleri, havacılar ve uçaksavar savunma güçleri var. llk başta bu yeni yapılandırma konusunda bazı tartışmalar ve görüş ayrılıkları yaşanmış, ancak daha sonra her şey yerli yerine oturmuş. Bu , büyük öl?de Doroginin etkisiyle olmuş. Dorogin, Kamçatkada bir efsane. Amiral yardımcısı otuz üç yılını donanmada geçirmiş. Denizaltılarda da çalışmış olduğundan, toplam hizmet süresi kırk sekiz yıl. Ne var ki, Dorogin efsanesi onun askeri geçmişinden değil, bugününden kaynaklanıyor. Dorogin, Petropavlovsk-Kamçatskiyde yaşıyor. Kısa süre öncesine kadar, devasa bir bölgeden sorumlu olan ve Rusyanın en büyük üç eyaletinden birinde rütbe olarak ikinci sırada bulunan bir ordu mensubu olarak aldığı maaş 3,600 ruble, yani 100 dolardan biraz fazlaydı. Uzun zaman önce hak etmiş olduğu emekli maaşıyla birlikte , eline ayda 5 ,000 rubleden biraz daha az, gerçekten de bizim Rusyada söylediğimiz gibi kuş kadar bir para geçiyor. Bir karşılaştırma yapabilmek için, Petropavlovsk-Kamçatskiyde bir otobüs şoförünün ayda 6,000 ruble kazandığını belirtelim. Dorogin, Morskaya Caddesinde, orduya ait bir dairede, diğer subaylarla aynı koşullarda yaşıyor. Dairede sıcak su yok ve daire soğuk, cereyanlı ve konforsuz. Neden basit bir kombi almıyorsunuz? Paramız yok. Biraz paramız olursa bir tane alacağız. Doroginin e n çok değer verdiği şey, itibarı. Onunki bir çilekeş hayatı. Oturduğu daire çıplak değil, ancak kesinlikle bir amirale yaraşır bir yer de değil. Sahip olduğu en değerli mallar, işiyle ilgili eşyalar. Bu eşyalar bir zamanlar Rusyanın uzak doğusunda hizmet etmiş olan, aktif hizmetten çekilmiş gemilere ait biblo ve süs eşyalarından oluşuyor. Denizcilik tarihi onun en büyük sevdası. Taşradaki eviniz ne durumda? Bir daçanızın olması gerekir. Rusyada her amiralin bir daçası vardır. Dorogin, Elbette var, diye cevap veriyor. Ama ne daça ! Ah, Tanrım ! Yarın gidip bir bakarız, gözünüzle görmeden inanmazsınız. Ertesi gün geldi ve ben Petropavlovsk-Kamçatskiyin eteklerinde, üzerine patates ve salatalık ekilmiş olan küçük bir toprak parçasına bakıyorum. Bu sebzeler kış süresince amiral yardımcısının ailesini besleyecek. Sebze bahçesinin orta yerinde, tuğlaların üzerinde, ıskartaya çıkartılmış bir tren vagonu duruyor: bu bir çalışma odası. Bir ordu komutanın hayat standartları açısından Moskovada geçerli olan ölçütlerle kıyaslandığında bu tam anlamıyla bir rezalet. Gördüğümüz gibi Kamçatka, Moskova değil. Burada herkes çok daha doğru sözlü ve çok daha iyi kalpli. Birkaç balıkçı bana az önce yakalamış oldukları bir torba dolusu kırmızı balık -gümüş balığı-* verdiler. Balıkları amiral yardımcısının karısı Galinaya verdim ve bunu yaparken de kendimi biraz tuhaf hissettim, çünkü Kamçatkadaki başkomutanın karısının kapısına bu türden tonlarla balık getirildiğinden emindim, ne var ki bana verilmiş olan bu balıklan kendi başıma pişirmem de mümkün değildi. Galina, beni büyük bir şaşkınlığa düşürerek, heyecan içinde teşekkür etti ve gözyaşlarına boğuldu. İçinde yaşadığı yoksulluk ortamında bu balıklar ona bir servet gibi görünüyordu. Bunlarla akşam yemeğini hazırlayabilir, yemeğe misafir çağırabilir ve hatta daha ileride yemek üzere bir bölümünü salamura yapabilirdi. Şans bu ya, bütün bunları taçlandırmak üzere balıkların bazılarının içinden altın çıktı: kırmızı havyar. Galina Dorogina bana kıdemli subayların eşlerinin bütün hayatlarını yarımadada geçirmiş olmalarına karşın egzotik Kamçatkayı çok az görebildiklerini anlattı. Hepimizin hayatı eğitim kurslarında ve harekatlarda, kısa süreli beraberliklerle ve uzun süreli ayrılıklarla geçti. Galina bütün bunlardan ve hatta aslında boşa harcanmış olan bütün bu yıllardan dolayı pişmanlık duymuyor. Gerçek şu ki, subayların karılan açısından değişen hiçbir şey olmadı. Yirmi yıl önce yine soğukta donuyorduk ve açtık, bir düzine yumurta için bütün gün kuyrukta beklememiz gerekiyordu ve sıra numaramı kuyrukta beklerken elimin üzerine yazarlardı; şimdilerde tek fark, hiç paramızın olmaması. Dükkanlarda yumurta var, ancak subayların bunları alacak parası yok. Amiral Yardımcısı Doroginin düşünüş tarzı bir ideolojik çorba; komünist ve kapitalist düşüncelerin bir karışımı. Bu , bütün hayatını Sovyet rejiminde geçirmiş, Genç Komünistler Birliğinin ve Komünist Partisinin üyesi olmuş, artık serbest piyasanın gerçekleriyle yaşamak zorunda olan bir insandan beklenmesi gereken şey olsa gerek. Bana göre, Doroginin düşünceleri modası geçmiş fikirler, SSCBnin ortadan kalkmasıyla geçerliliğini yitirmiş bayat bir ideolojiyi temsil ediyorlar. Buna karşılık, amiral demokratik özlemleri ve bunlara neden ihtiyaç duyulduğunu anlıyor. Dorogin, Kamçatkada denizaltılardan, askeri müzenin durumuna kadar her şeyden sorumlu. lşte size onun hayatından tek bir kesit. Kuzey-Doğu Grubuna bağlı birimlerden biri, 22. Çapayev Motorize. Tümenidir. Tümen Çapayevin adını taşıyor, çünkü 1 9 1 8 yılında, Volga bölgesinde, lç Savaşın efsanevi kahramanı Vasiliy Çapayev tarafından kurulmuş. Çapayevin sevgilisi, yüzlerce tartışmalı Sovyet fıkrasına konu olan Bolşevik Anka, bu tümende bir savaşçıydı. lkinci Dünya Savaşından sonra Çapayev Tümeni yeniden uzak doğuda konuşlandırıldı ve tümen bugün Kamçatkada, birinci bölüğünün yatakhanesinde, dünya proletaryasının önderi Vladimir llyiç Lenin için bir asker yatağı bulundurmasıyla tanınıyor. 1922 yılında Lenin tümenin onursal Kızıl Ordu askeri ilan edildi ve buna uygun olarak Lenine bir yatak tahsis edildi. 1 922 yılından bu yana tümen nereye gönderilirse, Leninin yatağını diğer ekipmanla birlikte taşımak da bir gelenek halini aldı. Bugün bile bu yatak kışlada ayrıcalıklı bir yere sahip. Yatak düzenli biçimde yapılmış ve durduğu köşenin duvarlarının üzerinde, Volodya iyi bir öğrenciydi! temasını işleyen resimlerden oluşan bir Lenin köşesi var. Bütün bu parçalar, tümende gizli bir yerde tutulan bir demirbaş defterine kaydedilmiş durumda. Birinci Lenin Bölüğünün komutanı, yirmi altı yaşındaki yüzbaşı lgor Şapoval, Leninin ruhunun askerlerini diri tuttuğu kanısında. Bu konuda ciddi misiniz? Evet. Düzgün biçimde yapılmış olan bu yatağı görüyor v e kendi yataklarını ona benzetmeye çalışıyorlar. Ben bunu gülünç buldum, ancak daha sonra Amiral Yardımcısı Doroginin de Leninin yatağının oynadığı yüksek ideolojik role en az Yüzbaşı Şapoval kadar inandığını fark ettim. Dorogin, Yeni gelen askerlerin bunu ilk başta biraz tuhaf bulduklarını, ancak zaman içinde saygı duyduklarını, söylüyor. Moskovada demokrasi zafere ulaşınca, Kamçatkadaki Leninin yatağından kurtulmak için çeşitli girişimler yapıldı, ancak bizler yatağı korumayı başardık. Bu yatak, sizin Lubyankadaki jerjinskiy heykeliyle aynı kategoride yer alan bir şey değil. Dorogin, değişim için değişime inanmıyor. Tarih neyse odur ve Bolşeviklerin gizli polisinin kurucusunun heykelini yıkmak için o kadar zeki olmanıza gerek yoktur. Dorogin, aynı zamanda Çapayev tümenindeki Lenin Köşesinin, Halk Komiserleri Konseyinin özel bir kararıyla oluşturulduğunu , yatağın kaldırılıp ıskartaya çıkarılabilmesi için en azından Rus hükümetince, başbakan tarafından imzalanmış oir kararname çıkarılması gerektiğini düşünüyor. Kamçatkada askerlere kendilerine örnek olarak kimi almalarını tavsiye etmek gerektiğini tartışıyoruz. Tümenin şimdiki komutanı Yarbay Valeriy Oleynikov hiç tereddüt etmeden, Çeçenistanda ve Afganistanda savaşmış alanlan örnek almalılar, diyor. Birinci Lenin Bölüğünün bir önceki komutanı gerçekten de Çeçenistanda savaşmış. Teğmen Yuriy Buçnev, Groznide savaştığı için Rusyanın Kahramanı madalyasını almış. Askerlerin kimi örnek almaları gerektiği konusundaki tartışmayı sürdürüyoruz ve ben askerleri Çeçenistanda yaşananlar üzerinden eğitmenin hiç de iyi bir fikir olmadığını söylüyorum. Dorogin tartışmanın dışında kalıyor; yüksek rütbeli bir subay olarak bu şekilde davranması gerekiyor. Dorogin, ülkesine hizmet ediyor ve ilkesel olarak sahip olduğu siyasal görüşler hiç kimseyi ilgilendirmemeli. Fakat Dorogin, gelecekle ilgili olarak tartışma konusunda çok istekli. ideolojik inançlarla, orduya ayrılan kaynaklarda yapılan kesintiler birbirinden bütünüyle ayn şeyler. Subaylar kendilerini bir barut fıçısının üzerinde oturuyormuş duygusuna sahipler. Tümenin personel şefi Aleksander Şevçenko, Hepimiz zaman zaman devletin kendisine sadakatle hizmet etmekte olanlara çok haksız bir muamele yapabileceğini düşünüyoruz, diyor. Dorogin dahil olmak üzere diğer bütün subaylar bu yoruma katılıyorlar. Bu subaylardan hiçbiri ordudaki rütbe ve statülerine denk düşecek sivil niteliklere sahip değiller ve elbette başka bir ortamda hayatlarını sürdüremezler. Silahlı kuvvetleri bırakacak olsalar evlerini kaybederler, çünkü şu anda hepsi ordu lojmanlarında kalıyorlar. lgor Şapoval, askeri araçların tamir-bakım işlerini yapan bir mühendis. Soğuk metal işleme konusunda uzmanlaşmış biri, bu yüzden subaylık görevini bıraktığında traktör tamiriyle uğraşabilir, ya da bir anahtarcı dükkanı açıp sivil halka hizmet verebilir. Şevçenko daha şimdiden sivil istihdam deneyimine sahip. Moskovada Topçu Akademisinde iki ya da üç yıl süreyle eğitim görmüş, ikinci bir iş olarak bir çiçekçinin bodrum katında diğer üç askeri öğrenciyle birlikte yirmi dört saati kapsayacak şekilde koruma görevlisi olarak çalışarak para kazanmış. Kamçatkadakiler Savunma Bakanlığınm ilkesel olarak bir subayın kendisini sadece askerlik görevine adaması ve zamanının bir bölümünü ikinci bir işte çalışarak harcamaması gerektiğine inanmadığını düşünüyorlar. Amiral yardımcısı, Bu koşullarda bir adamın yasadışı işlere bulaşması işten bile değil, diyor. Bir keresinde bana bir zarf içinde 2 bin dolar teklif edildi. Bu kişiyi bana bir arkadaşım yönlendirmişti ve rüşvet teklifini çok usturuplu bir dille yaptı: Karınızın tedavisi için paraya ihtiyacınız var. O anda bu konuda kesinlikle haklıydı. Benim bu para karşılığında, ordunun zararına olacak şekilde, ton başına 700 dolar yerine 450 dolar üzerinden bir hurda satış ihalesinin altına imza atmam gerekiyordu. Aslına bakılırsa, benim imzam bir dizi kıdemli askeri şahsın imzasını tamamlayacak olan son imzaydı. O adamı elindeki zarfla birlikte odadan kovabilirdim, ancak bunun yerine savcıyı çağırdım. Bunun diğerleri için bir örnek oluşturabileceğini düşündüm. Elbette, Dorogin birçok yönden aziz gibi bir adam. Diğer birçok subay gibi o da ülkesine para uğruna değil, bir görev duygusuyla hizmet ediyor. Bu türden manevi olarak sağlıklı insanlar, sadece burada, ülkemizin en ücra köşesinde bulunabiliyor. Dikiyin, Doroginin ve diğerlerinin bu duruma daha ne kadar sabredebileceklerini hiç kimse -kendileri dahi- bilmiyor. Bugün donanma, yaşlı ve orta kuşak subaylara dayanıyor. Hemen hiç genç subaya rastlanmıyor. Genç subaylar buralara gelmiyorlar. Az sayıdaki genç subay, bütün güçlerini donanma için harcama ve bunun karşılığında da hiçbir şey elde edememe düşüncesini kabullenmek istemiyor. Birkaç yıl sonra donanma ne türden subayların eline kalacak? Yurtseverlik mi? Rybaçieden genç bir ikinci kaptan ağzını çarpıtarak gülümsüyor. Omsh adlı denizaltının subaylarından biri. Yurtseverlik, bedelini ödemeniz gereken bir şeydir. Artık bu saçmalığa, bu sefilleri oynama haline bir son vermenin zamanı geldi. Kendi ayaklarımızın üzerinde durmalıyız, Dikiy gibi hayatın külfetleri ve haksızlıkları karşısında boyun eğmemeliyiz. O bir komutan, ama yine de ayaklarında en kötü lastik ayakkabılar var ve ucuz brendi içiyor. Deniz filosuna yapılan muamele çok yanlış; buna karşılık vermenin tek yolu kendi kurallarımızı oluşturmaktan geçiyor. Bununla ne demek istiyorsun? Genç subay kendi kurallarımızı oluşturmak derken, dürüst ya da kirli yollardan geçimini sağlamayı kastediyor. Kendi yaşındaki subayların tezgah altında ellerine geçirdikleri her şeyin ticaretini yaptıklarını söylüyor. Gururla, Şimdi evime balık ve havyar getiriyorlar, diyor. lki yıl önce gemiden çaldığım alkolü çeşitli eşyalarla takas ediyordum ve o zaman insanlar bana hiç saygı duymuyorlardı. Amiral Yardımcısı Dorogin, Genç subaylar için donanmada görev yapmanın başlıca sebebi iyi bir hayat standardı yakalamak haline gelmeye başladı, diyerek yakınıyor. Ona göre devletin donanmayı ihmal etmesine kendi kurallarımızı oluşturarak tepki vermek, orduda görevli herhangi birinin bir komutanın emirlerini sorgulaması kadar tehlikeli. YAŞLI KADINLAR VE YENİ RUSLAR lki yaşlı kadın, eskiden sütçülük alanında şampiyonlukları olan Maria Savina ve aynı şekilde eskiden inek yetiştirme alanında şampiyonlukları olan Zinaida Fenoşina, ormanın ortasında durmuş, ellerinde tuttukları sopaları havaya kaldırmış, bir buldozere doğru sal- 1 88 lıyorlar. Buldozer uzaktan bütün gücüyle kükrüyor ve onlar da herkes duyabilsin diye var güçleriyle bağırıyorlar: Çek git ! Defol buradan ! Buna daha ne kadar katlanmak zorundayız? Asırlık ağaçların arkasından, sinirli v e kavgacı güvenlik görevlileri çıkıyor ve kadınlara, şimdi gidebilecekken hemen çekip gidin buradan, yoksa sizi vururuz dercesine etraflarım sarıyorlar. Bir emekli gazi, köyün en yaşlısı ve gösteriyi örgütleyen kişi olan Nikolay Abramov kollarım iki yana açıyor. Bizi kendi topraklarımızdan çıkartmak istiyorlar. Topraklarımızı canımız pahasına savunacağız. Geriye başka ne kaldı ki? Bu olaylar Moskova eyaletinin Narofomin bölgesindeki Pervomaiskoye köyünün eteklerinde yaşanıyor. Anlaşmazlığın sebebi, eskiden Berg ailesine ait olan eski bir malikiinenin topraklan. Bu malikane 1904 yılından kalma; bugün devlet tarafından doğal ve kültü? rel miras alam olarak l lt;.orunuyor. Bir parça sakinleştikten sonra bu yaşlı insanlar başlarını üzüntüyle sallıyorlar. İşte bu yaşlı başlı halimizle Yeşillere katıldık. Başka ne yapabilirdik ki? Bu pislik karşısında parkımızı savunan bir tek bizler varız. Başka kimsenin bu meseleye el atacağı yok. Söz konusu pislik, yüzyıllık Berg Parkımn tam orta yerine 34 adet ev inşa etmek üzere duygusuz barbar müteahhitleri tutmuş olan Yeni Ruslar. Maria ve Zinayda, çevreyi talan edenlere karşı doğrudan eylem düzenlemek üzere Pervomaiskoye köy meclisi tarafından oluşturulmuş olan çevreyle ilgili özel bir gruba üyeler. O değerli asırlık ağaçların arasında, Yeşilci eylemcilere pek az aldırış ederek kamyonlar dolanmaya ve traktörler gümbürdemeye devam ediyorlar. Bir saatlik çalışmanın sonunda ağaçlık alandan şerit halinde uzanan bir bölüm kestiler. Burası gelecekteki sayfiye evi yerleşiminin ana caddesi olacak. Her yerde borular, dikenli teller ve beton plaklar var. İnşaat çalışması bütün hızıyla ilerliyor ve her şey gerçekten de sanki doğal çevre üzerinde azami tahribatı yaratmak istercesine yapılıyor. Daha şimdiden nadir bulunan ağaç türlerinin kesilmesiyle 1 30 metre küp kereste elde edilmiş durumda. Nereye baksanız sedir ve köknar ağaçlarının üzerlerine katledileceklerini gösteren çentiklerin atılmış olduğunu görüyorsunuz. Makineler toprağın derinliklerinden çamur tabakalarını çıkartarak ve uzun yıllar süresince oluşmuş olan orman tabanının ekosistemini acımasızca derinlere gömerek çevreyi büyük bir utanmazlıkla harap ediyor. Tatyana Dudenus, Weymouth çamını hiç duydunuz mu? diye soruyor. Dudenus, ekolojik grubun başkanlığını yapıyor ve bölgedeki tıp enstitülerinin birinde araştırma uzmanı olarak çalışıyor. Ata yadigarı parkımızda bu ağaçtan beş adet örnek var. Bu ağaç bütün Moskova eyaletinde bir tek burada yetişiyor. Ender bulunan ağaç türlerini yetiştirmek Bergler için bir hobi olmuştu. Bu Weymouth çamlarından üçü, sırf müteahhitler yeni yapılacak binalar için bir cadde açmak istedikleri ve bu ağaçlar bu yol üzerinde yer aldıkları için kesildi. Diğer değerli türler de tehdit altında: gümüşi Sibirya köknarı ve melezçam, beyaz kavak ve Moskova eyaletindeki tek örnek olan bir beyaz sedir, Thuja occidentalis. Sadece son üç gün içinde 60tan fazla ağaç kaybettik. Eğer daha az seçkin ya da sağlıksız ağaçlan kesiyor olsalardı durum bu derece kötü olmazdı, ancak onlar bütünüyle farklı bir yaklaşıma sahipler. Bir yolu nereye inşa etmek istediklerine karar veriyorlar ve önlerine çıkan her şeyi kesiyorlar. Bir sayfiye evini nereye kondurmak istediklerine karar veriyorlar ve yok ettikleri ağaçların nadideliğini hiç önemsemeden o bölgeyi olduğu gibi temizliyorlar. Buradaki orman yasal olarak birinci dereceden SlT alanı olarak sınıflandırılıyor, yani bu ağaçlara dokunmak yasalara aykırı. Bu ağaçlan kesebilmek için olağanüstü koşulların söz konusu olduğunu kanıtlamanız ve başvurunuzu Devlet Çevre Müfettişliğinin vereceği bir tavsiyeyle desteklemeniz gerekir. Berg Parkının kaderi belirlenirken bunlardan hiçbiri yapılmadı. Pervomaiskoenin Yeşilleri, ar damarı çatlamış yeni zenginleri yola getirmek için Narofomin mahkemesinde dava açtılar. Bütün ağaçlar kesildikten sonra kendi lehlerine veril?cek bir karar pek bir işe yaramayacağından, davaya atanan Yargıç Yelena Golubevaya, duruşmalar sonuçlanıncaya kadar inşaatın durdurulması için bir mahkeme emri çıkarmasını talep eden bir dilekçe verdiler. Ne var ki, gördüğümüz üzere, Rusyada gün oligarklann günü. Devletin bütün organları bir tek onların hışırdayan banknotlarının dilinden anlıyor. Yargıç Golubeva inşaatı durdurma talebini göz önüne bile almadı ve inşaat çalışmaları ilerlerken duruşmanın yapılması kasıtlı olarak ertelendi. O benzersiz ağaçların tamamına yakını kesildi. Koruma görevlileri güruhunun arasından Valeriy Kulakovskiy arz-ı endam ediyor. Kulakovskiy, kendini bir konut yapı kooperatifi olarak adlandıran Promzhilstroy Şirketinin müdür yardımcısı. Kulakovskiy, bana bu işin dışında kalmamı tavsiye ediyor. Moskovadaki bir kısım son derece etkili insanın bu konut inşaatıyla yakından ilgilendiklerini söylüyor. Bu insanlar buraya yerleşecekler. Bu kooperatifin, yasaya göre ulusun malı olan Berg topraklarının mülkiyet hakkını ele geçirmiş olduğunu keşfediyorum. Bu tamamen yasadışı. Kulakovskiy omzunu şöyle bir ?ilkiyor ve kendi düşüncesini açıklamaya çalışıyor. Köylüler tarafından yapılan bu sonu gelmeyen gösterilerden fazlasıyla bıkmış durumdayız. Şimdi benim, bu işe bu kadar para yatırmışken, araziyi satın almışken, inşaata başlamışken ne yapmamı bekliyorsunuz? Bana bütün bunları kim geri verecek? Kulakovskiy aynı zamanda geri adım atmayı düşünmediğini de söylüyor. Nitekim geri adım atmadılar. Berg Parkı artık yok. En güzel ormanlarımızın, oligarklar ve onların şirketlerinin çıkarları uğruna kesilip yok edilmesine ülkenin her tarafında devam ediliyor. Pervonaiskoyeli, Yeşil hareket üyesi yaşlı kadınların tarihi parklarını umutsuzca savunma mücadelesini başlatmalarından uzun olmayan bir süre önce, Rus Yargıtayı bu sorunu, aynı sorun bir bütün olarak Rusyada yaşandığından, ilke sorunu olarak ele aldı. Bu dava halk arasında Orman Davası diye biliniyordu. Mal sahiplerinin çıkarlarını unutmamalısınız. Araziyi satın aldılar, evler inşa ettiler ve şimdi siz her şeyi geriye döndürmeye çalışıyorsunuz. Avukat Yargıtayda Kulakovskiyin sözlerini neredeyse kelimesi kelimesine tekrar etti. Yeni Rusların kaprislerine karşı toplumun çıkarlarını bir bütün olarak savunmakta olan çevreci avukatlar, Olga Alekseyeva ve Vera Mişçenko sorunu başka şekilde ele alıyorlar: Bu ülkede yaşayan her yurttaş ulusal mirası yaşama ve bundan haz alma hakkına sahiptir. Eğer bizler gerçekten Rusyanın yurttaşlarıysak, o zaman gelecek kuşakların bugünkü kuşakların faydalandıklarından daha az ulusal miras kalmamasını sağlamak görevimizdir. Her halukilrda yasadışı yollarla elde edilmiş olan mülkiyet haklarını nasıl ciddiye alabiliriz ki? Orman Davasının esasını, davayı Yargıtaya götüren Yasal Ekolojik Sorunlar Enstitüsü , Eco-juris önderliğindeki Rus çevrecilerinin, Bakanlar Kurulunun birinci dereceden orman kategorisinde yer alan ormanları, bu niteliğini yitirmiş toprak kategorisine aktaran yirmi iki kararnamesinin yürürlükten kaldırılmasını talep etmeleri oluşturuyordu. Bu kararnameler Rusyada 34 bin hektar birinci kalite ormanın kesilmesine izin vermekteydi. Rusyada ormanlar üç kategoriye ayrılır. Birinci derecede yer alanlar, ya toplum için ya da doğal çewe için özellikle önemli sayılan ormanlardır. Bunlar çok değerli ağaç türlerini, ender bulunan kuşların ve diğer hayvanların doğal yaşama ortamlarım, koruma alanlan ve parkları ve kentlerin ve banliyölerin yeşil kuşaklarını içeren orman alanlarıdır. Bundan dolayı Rus Federasyonunun Orman Yasası, birinci sınıf ormanları ulusal mirasın bir parçası olarak kabul ediyor. Berg Parkı bu kategoride yer alıyor. işin tuhaf yam şu ki, bu kategori değişikliğinin yapılması ve ardından da ağaçların kesilmesine izin verilmesi için resmi başvuruyu yapan taraf Rus Federasyonu Ormancılık Komisyonu , Rosleshozdu. Rosleshoz , başbakana imzalaması için ormanların hukuki statüleriyle ilgili belgeler sunma hakkına sahip olan organdır. Çevreciler tarafından karşı çıkılan 22 kararname, devlet tarafından, yasanın öngördüğü biçimde gerekli çevrebilimsel denetimler yapılmadan çıkarıldı ve ulusal miras kısa erimli çıkarlara kurban edildi. Ormanların kesilip yok edildiği yerlere benzin istasyonları, otoparklar, sanayi tesisleri, yerel toptan satış pazarları, çöp boşaltım merkezleri ve elbette konutlar inşa edildi. Çevreciler bu son seçeneği, yeni ev sahiplerinin evlerini saran görkemli ormanlara sorumlu biçimde davranmaları ve kanalizasyon sistemlerini döşerken ağaçların köklerine zarar vermemeleri koşuluyla , en az karşı çıkılabilir seçenek olarak görüyorlar. Orman Davası görülmekteyken ve yargıçlar işi ağırdan alırlarken, başbakan tarafından imzalanan yeni kararnamelerle 950 hektara yakın ilave üst düzeyde kaliteli orman yok edilmeye mahkO.m edildi. En büyük tahribat, ağaçların petrol ve gaz şirketlerinin çıkarları uğruna yok edildikleri Hantiy-Mansiyisk ve Yamalo-Nenetsk özerk bölgelerinde meydana geldi. Aynı zamanda Moskova eyaleti de kayba uğradı: Berg Parkının başına gelenler mahkemenin işlemleri kasıtlı olarak sürüncemede bırakmasının bir sonucuydu. Bürokratik işlemler sürerken ve hiç kimse en ufak bir ayrıntının bile üzerinde durma cesaretini gösteremezken, Pervomaiskoyede ormanı korumak için verilen mücadele şiddet olayına dönüştü. Çevreci grup, savcılık makamının talebi üzerine, inşaatçıların faaliyetlerinin yol açtığı barbarca sonuçlan bir video kamerayla kaydetmeye gittikleri zaman, takviye polis gücü çağrıldı. Bunun üzerine kavga çıktı, kamera kırıldı ve tamamı yaşlı insanlardan oluşan çevrecilere dayak atıldı. Köyün en yaşlısı olan Nikolay Abramov durumu şöyle açıklıyor: Elbette , bizler bir savaşa girmek istemiyoruz\ ancak bize başka bir seçenek bırakmadılar. Malikane ?öyde yürüyüş yapabileceğimiz tek yerdi. Buraya genellikle yaşlı insanlar ve çocuk arabalarıyla anneler gelirdi. Burada 300 öğrencinin okuduğu bir okul ve bir de anaokulu var. Geriye kalan her yer Yeni Ruslar için inşa edilen sayfiye evleriyle dolduruldu. Bu emektar çevreciler aslında, hayadan boyunca hiç görmedikleri kadar çok tutarda paraya hükmeden süper zengin insanlarla savaştıklarının farkındalar. Buna karşılık, bu paranın tutarıyla ilgili olarak bir şeyler duymuşlar. Bir köy meclisi toplantısında, Pervomaiskoye Mahalli Köy Konseyi başkanı Aleksander Zaharov, bu işin parasal boyutunun durumun tersine çevrilmesine hiçbir biçimde imkan vermeyecek kadar büyük olduğunu açıkladı. işte, Moskova Vilayeti Ekolojik Birliğinin başkanı Igor Kulikovun eyalet savcısı Mihail A vdyukova yazdıkları: Konseyin başkanı, meclisin seçtiği çevreci grubun üyelerine herkesin önünde protestolarına son vermemeleri durumunda, isimlerini ve ev adreslerini kendileriyle ilgilenecek olan mafyaya verdiğini söyledi. Aleksander Zaharovun b u can sıkıcı öyküde yer alan başlıca karakterlerden biri olduğuna şüphe yok. Eğer Zaharov sağlam durabilmiş olsaydı, Berg Parkına tek bir daça bile tecavüzde bulunamazdı. Yasayı çiğneyerek ve köy meclisinin aldığı karara aykırı biçimde Pervomaiskoyedeki ağaçların kesilmesine izin veren belgelerin altında Zaharovun imzası yer alıyordu. Bu senaryo iyi bildiğimiz bir senaryo. Birinci sınıf ormanların orman niteliğini yitirmiş topraklar kategorisine aktarılması için ilk başvuru Moskovadaki üst düzey yetkililere yapıldı. Kısa süre sonra başbakan tarafından imzalanması için bir kararname hazırlandı. Bunu, başbakanın kararnamesinin uygulamaya konması sırasında, yerel ormancılık yetkililerinin ve mahalle konseyi başkanının çalışmalara başlanması onayı vermelerinin ardından ormanın kesilerek yok edilmesi izledi. Rusyada bizim yasalarımızda çok fazla yanlışlık yok. Sorun sadece onlara çok fazla sayıda insanın uymamasından kaynaklanıyor.
EYALETLERDEN BAŞKA HİKAYELER İRKUTSKTAKİ YAŞLI ADAM

Putinin iktidarının üçüncü yılında, 2002-2003 kış mevsimi çok soğuk geçti. Biz bir kuzey ülkesiyiz: Sibirya, ayılar, kürkler, bilirsiniz işte bunun gibi şeyler. Bundan dolayı bizim bu duruma hazırlıklı olmamızı beklersiniz. Ne yazık ki her şey bizi her zaman, bir damdan başınıza düşüveren buz sarkıtları gibi, tamamen hazırlıksız olarak yakalar. Buna, aşağıda anlatacağım korkunç olayların meydana gelmesine yol açan, ülkemizin ayazları da dahildir. Sibiryamn derinliklerinde, lrkutskta yaşlı bir adam evinde, yerde donmuş olarak bulundu. Yaşı sekseni geçkin olan bu adam sıradan bir emekliydi; çok yaşlı olduğundan acil durum hizmetlerinin kendilerine 1 69 yardım etmeyi reddettikleri insanlardan biriydi. Acil durum görevlilerinin kendilerine edilen telefona verdikleri cevap apaçık ve düşüncesizceydi: İyi ama, ne olmasını bekliyordunuz ki? Zaten kötü durumdaydı. Yaşı gereği. Bu, yalnız başına yaşayan yaşlı adam bir İkinci Dünya Savaşı gazisi, dünyayı Nazilerden kurtarmış, madalyalar almış ve kendisine devlet tarafından emeklilik maaşı bağlanmış biriydi. Putinin 9 Mayıs Zafer Gününde selamlarını yollayarak kendilerine mutluluk ve sağlık dilediği insanlardan biri, yani. Devletten pek ilgi görmeyen bizim yaşlılarımız, gazilerimiz, tıpkıbasım imzalı bu mektuplara bakıp gözyaşı dökerler. İşte bu yaşlı adam da 2003 yılının Ocak ayında hipotermiden, yani vücut ısısı normalin altına düştüğü için öldü, Düştüğü yerde soğuktan can verdi. Yaşlı adamın adı İvanovdu; bu Rusyadaki en yaygın soyadıdır. Rusyada yüz binlerce İvanov vardır. Savaş gazisi İvanov yerde donarak öldü, çünkü yaşadığı dairede ısıtma yoktu. Kuşkusuz İvanovun yaşadığı apartmandaki bütün daireler gibi bu dairenin de ısıtılması gerekiyordu; tıpkı Putinin vekilharçlığınm üçüncü yılında İrkutsktaki bütün apartmanların ısıtılıyor olması gerektiği gibi. Bu olay neden yaşandı? Açıklaması gayet basit. Isıtma boruları Sovyetler Birliği zamanından bu yana kullanımda olduklarından ve bunun üzerind?n on yıldan fazla bir süre geçtiğinden -bunun için Tanrıya şükürler olsun- bütün Rusyadaki ısıtma boruları yıpranmış durumda. Uzun yıllar boyunca bu borular gittikçe daha fazla sızıntı yapar hale geldi ve ısıtma sisteminden sorumlu olan Sosyal Hizmetler bu konuda hiçbir şey yapmadı. Sosyal Hizmetler, merkezi, kamu tarafından işletilen bir tekel. Bizler bu kuruluşa her ay, vermedikleri teknik destek karşılığında hatın sayılır tutarda para ödemek zorundayız, ancak onlar bizi tam anlamıyla göz ardı ediyorlar; işlerini yapmamayı sürdürüyor ve gönderdikleri faturaların bedelini düzenli biçimde artırıyorlar. Hükümet bu fiyat artışlarına yol veriyor, ancak Sosyal Hizmetlerde çalışanlar hiçbir şey yapmamaya o kadar alışmışlar ki, aynı şekilde hiçbir şey yapmamayı sürdürüyorlar. Çok uzun zamandan beri sızıntı yapan ve tamir görmeyen tekel konumundaki ısıtma sistemi boruları en sonunda patladı. Şu anda, kışın ortasında, keskin ayazda bu boruların yenilenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmış durumda. Sosyal Hizmetlerin kasasında bu boruları yenileyebilmek için hiç para yok. Kimse toplanan paraların nereye gittiğini bilmiyor. Sovyetler Birliği döneminden bu yana kullanılmakta olan altyapı hizmetleri en sonunda baştan aşağıya çökmüş durumda. Elimizde bunların yerine koyacak bir şey olmadığını düşünmek mümkün değil, çünkü bizler her yıl, her türden, binlerce kilometre boru üretiyoruz. Putin hükümetinin temsilcileri omuzlarım silkip, Ülkenin bu iş için yeterli miktarda kaynağı yok, diyorlar; sanki bu kaynak yetersizliği kendi sorumluluk alanlarına girmiyormuş gibi. Muhalif politikacılar, dostlar alışverişte görsün kabilinden, halkın haklarım korumak adına alışılmış şovlarım yapıp, Hiç para yokla ne demek istiyorsunuz? diye soruyorlar. Devlet başkam, başbakanı kamuoyu önünde azarladı. Başkaca da bir şey olmadı. Siyasetçiler birbirleriyle anlaşamadıkları konusunda anlaştılar. Herhangi bir skandal yaşanmadı. Hükümet istifa etmedi. Hatta ilgili bakan bile istifa etmedi. İnsanlar evlerinde kendilerini sıcak tutabilmek için kışlık paltolarıyla uyuyor ve yemek yiyorlarsa, ayaklarından çizmelerini çıkaramıyorlarsa ne olmuş yani? Borular önümüzdeki yaz onarılacak. Soğuktan ölen yaşlı adam, oturduğu toplu konutta yaşayan diğer insanlarca buz tutmuş döşemeden küsküyle sıyrılıp alındı ve sessizce buz tutmuş Sibirya toprağına gömüldü. Yas ilan edilmedi. Devlet başkam bu olay sanki kendi ülkesinde olmamış ya da seçmenlerinden birinin başına gelmemiş gibi davrandı. Cenaze töreni sırasında bu ölüme tamamen ilgisiz kaldı ve ülke onun sessiz kalışım sineye çekti. Putin, konumunu güçlendirmek için aniden dümen bile kırdı. Rusyada kötü giden her şeyden teröristlerin sorumlu olduğunu anlatan sert bir konuşma yaptı ve devletin başlıca önceliğinin Çeçenistandaki uluslararası terörizmi ortadan kaldırmak olduğunu söyledi. Bunun dışında ülkede hayat olağan seyrinde akmaya devam etti. Halkın, göz göre göre yaşanmakta olan olumsuz gelişmeler karşısında düşünüp, kafa yormasına izin verilemezdi. Kısa süre sonra ilkbahar geldi. Putin, 2004te yapılacak olan seçimlerde yeniden seçilebilmek amacıyla gerekli hazırlıkları yapmaya soyundu. Yaşanan yenilgiler karşısında yerinmeye yer yoktu, sadece elde edilen zaferler kutlanmalıydı. Buna paralel olarak birçok yeni tatil günü ilan edildi; gerçekte daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda tatil günü. Buna paskalyadan önce gelen büyük perhiz de dahildi. Yaz yaklaştıkça insanlar bir önceki kış Rusyamn ısıtma altyapısının tamamen çökmüş olduğu konusunda daha az konuşmaya başladılar. Vatandaşlar St. Petershurgun kuruluşunun üçyüzüncü yıldönümünü kutlama hazırlıklarına geniş kitleler halinde katılıp eğlenmeye ve ihtişamıyla dünya seçkinlerinin gözlerini kamaştıracak olan debdebeli bir şekilde yeniden tefriş edilmiş Çarlık mekanlarıyla gurur duymaya davet edildiler. Ve her şey planlandığı şekilde yürüdü . Putin, dünyanın bütün liderlerini St. Petersburga davet etti v e şehirde yoğun bir göz boyama faaliyeti yürütüldü. lrkutsktaki yaşlı adam ve aslında St. Petersburgdaki bütün yaşlı insanlar, Putin dahil herkes tarafından unutuldular. Metropoliten allameler lafa, Doğrusunu istersen bu kişi eğer Moskovada ölmüş olsaydı. . . diye başlayıp, bu durumda bir buçuk skandal yaşanacağını ve yetkililerin boruları gelecek kıştan önce yenileyeceklerini söylediler. Schröder, Bush, Chirac, Blair ve daha birçok başka lider, ülkemizin kuzey başkentine geldiler ve Putine fiilen eşitleri olarak taç giydirdiler. Debdebe ve merasimle karşılandılar. Onlar Putine saygı duyuyormuş gibi davranırlarken, yaşlı lvanov ve geçimleri kıt kanaat sağlayabilen Rus emekliler kimsenin aklının ucuna bile gelmedi. Putinin saltanatı en üst noktasına ulaştı ve hemen hiç kimse bunun farkına varmadı. Putin iktidarını bütünüyle oligarkların, Rusyanın petrol ve gaz rezervlerini elinde tutan trilyonerlerin üzerine oturtmaya karar verdi. Putin kimi oligarklarla dost, kimileriyle savaş halinde ve bunun adına devlet işi deniyor. Bu tabloda halka ayrılmış bir yer yok. Moskova güneş gibi ısı ve ışık yayarken, eyaletler sanki ayda yaşıyorlarmış gibi bu ışığı soluk bir biçimde yansıtıyorlar.

MODERN RUS MAHKEMELERlNlN lZLEDlKLERl PROSEDÜRLERLE lLGlLl ÖNEMLi BlR DETAY
Eğer modern bir Rus mahkemesi açıkça önyargılı bir tutum alıyor, bir anlaşmazlıkla ilgili olarak açıkça bir tarafı tutuyorsa, bunu tam da Rusyada mahkemelerin bağımsız olduğunun varsayılması sebebiyle yapabilmektedir. Önemli olan tek şey, bir yargıcın üstlerinin desteğine sahip olup olmadığıdır. Astlarının yürüttükleri hukuki işlemleri izleyen üst düzey yargıçlarla, onlara bağlı olarak çalışan astları aynı şeyi istiyorlarsa, bu durumda daha aşağı düzeyde yer alan mahkeme kendisini. kolaylıkla memnun edebilir. Uralhimmaşta kopan yaygaranın ardından bölge mahkemesinin başkanı ve Balaşovun üstü olan Valeriy Baydukov, kendisine durumu açıklaması için Balaşovu makamına çağırdı. Balaşov, Baydukova bu kararı almasını kendisinden eyalet mahkemesinin istediğini söyledi; her şey Ovçarukla birlikte ayarlanmıştı. Dolayısıyla, başka bir soruya gerek yoktu . Öte yandan, kafa karışıklığı içindeki halk ne alemdeydi? Uralhimmaşa utanmazca el konuşu, Yekaterinburg halkının çok sayıda soru sormasına yol açtı. Baydukov her şeyi büyük bir açık sözlülükle açıkladı. Baydukov, halka, mahkemelerin şirket varlıklarının kimsenin bilmediği bir yerlere hortumlandığı bir durumda, her dakikanın önemli olduğunun bilincinde hareket edildiği konusunda teminat verdi. Mahkeme de bu konuda zaten aynı gerekçeyle, hem vatandaşların hem de şirket sahiplerinin çıkarlarım korumak adına bu derece hızlı karar almıştı. Bu arada aklıma gelmişken, bütün bu açıklamaları yapan Baydukovun, adaletin kurumsal vicdanı olan eyalet yargıçlar kurulunun başkanı olduğunu belirteyim. Doğal olarak Olga Vasilyevanın dosyası Baydukovun elinden defalarca geçti ve Baydukov her defasında Ovçarukun istediği gibi hareket etti. Yargıçlar kurulu , Adalet Akademisi gibi yargıçlar camiasının bir diğer kurumudur. İnsanlar bu kurullara ancak Ovçarukun rızasıyla üye olabilirler ve Ovçaruk arzuladığı sonuçlara ulaşabilmek için onlara her istediğini yaptırabilir. Valeriy Baydukov aynca Yekaterinburg Kirov Bölge Mahkemesinin başkanı konumundadır. Fakat hiç kimse onun öne çıkıp herhangi birini savunduğunu görmemiştir. Kendisine ait bir düşüncesi olsa bile, bu düşünce bütünüyle farazi olarak kalır. Bölge mahkemesi konusunda, Rus adli sisteminin temel halkası olduğunu söyleyerek teorik olarak ahkam kesebilir, ancak gerçekleri tartışması istendiğinde sesi çıkmaz. Rusyada ceza davalarının ve sivil davaların yüzde doksan beşi bölge mahkemelerinde görülür; bu anlamda bölge mahkemeleri gerçekten de ülkenin adli sisteminin temel halkasını oluştururlar. Gerçekteyse bu bir masaldan ibarettir. Bölge mahkemeleri olağanüstü derecede bağımlıdır ve kötüye kullanılmaya açıktırlar. Bunun başlıca sebebi, eyalet ve cumhuriyet mahkemelerinde görev yapan üst düzeydeki yargıçların yargı reformunu uygulamaya koymaya hiçbir biçimde niyetli olmaması ve bölge mahkemelerinde kendi altlarında çalışan yargıçlar üzerinde sahip oldukları denetim gücünden vazgeçmek istememeleridir. Bölge mahkemesinde çalışan yargıçlar anayasaya göre bağımsız olsalar da , Rusya anayasasının hukuki üstünlüğe sahip olması bu konuda hiçbir şeyi değiştirmiyor. Uygulamada bölge mahkemeleri hukuki işlemleri yürütürken herhangi bir bağımsızlığa sahip değillerdir. Yasa, eyalet mahkemelerine bölge ve şehir mahkemelerinin yürüttükleri hukuki işlemleri denetleme, yani bu mahkemelerin hukuki uygulamalarını izleme sorumluluğunu veriyor. Hukuki işlemlerin yürütülmesinin bu şekilde yönetilmesi, bölge ve şehir mahkemelerinin vermiş oldukları kararların, bu kararların doğru mu ya da kusurlu mu olduğuna karar verecek olan eyalet mahkemeleri tarafından gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi gerektiği anlamına geliyor. Hukuki işlemler konusundaki bağımlılık, beraberinde örgütsel ve kişisel kariyer bağımlılığını getiriyor. istenen şekilde hareket etmeyen ast konumundaki yargıç, bir bebek kadar savunmasızdır. Bu yargıcın üzerinde yer alan bir yargıç, herhangi bir sorumluluk yükü üstlenmeden astı olan yargıcı eleştirme ve almış olduğu kararları uygun bulduğu şekilde bozma hakkına sahiptir. Eyalet mahkemesi, bir bölge mahkemesinin almış olduğu kararı, bu kararla ilgili olarak neyin yanlış olduğunu ya da nasıl düzeltilebileceğini açıklama zahmetine bile girmeden bozabilir. Eyalet mahkemesi nihai hüküm konusunda herhangi bir sorumluluk üstlenmez ancak kaç davada yanlış yapıldığının ve bu yanlışı yapan yargıcın kim olduğunun kaydını tutar. Bu istatistikler yargıçların ikramiyelerinin hesaplanmasında, yargıçlara çeşitli ayrıcalıkların tanınması ya da geri alınmasında, yazın ve kışın yapacakları tatilin uzunluğunun, konut bekleme listesinde (yargıçlara tahsis edilen konutlar eyalet mahkemesince verilen bir hediyedir ve yargıçların maaşları kendilerine bir daire almaya yetmediğinden, konut tahsisatı bir yargıç açısından büyük önem taşıyan bir konudur) yukarıya doğru ne kadar yükseleceklerinin belirlenmesinde, iş sözleşmelerinin yenilenme kararının verilmesinde ve bunun gibi konularda kullanılır. Bu mekanizma sebebiyle, anayasa uyarınca sistemin temelini oluşturan bölge mahkemesi savcıları kendilerini üstlerine, Sovyetler döneminde olduğundan daha fazla bağımlı bir halde buldular. Anayasa bütün yargıçların eşit ve bağımsız olduklarını, teker teker devlet başkanının talimatıyla atandıklarını belirttiğinden, sanki bu tür hiyerarşik ilişkilerin ortaya çıkmasına imkan bırakmıyormuş gibi görünüyor. Oysa fiili durum bundan çok farklı. Yargıçlar atandıkları sırada eşit olabilirler, ancak görevlerinden uzaklaştırılırken eşit değillerdir. Bir eyalet mahkemesinin başkanı, bir bölge yargıcından intikam almak istediğinde bütün kozların kendi elinde olduğunu bilir; ancak bölge yargıçlarının eyalet mahkemesi başkanına yönelik bir itirazları varsa bu sadece onların şanssızlığı olur. Bölge yargıçları, eyalet mahkemesi başkanını görevden uzaklaştıramazlar. lvan Ovçarukun bugün gelmiş olduğu noktaya ulaşmasını, yani Urallar adli sistemini beklenmedik kararlar verebilecek olan yargıçlardan sakınan yetkili kişi konumuna gelmesini sağlayan şey, SSCBnin sona ermesinden sonra kurulmuş yargıçlar kurulunu düzenleyen yasalar ve kuralların kendisidir. Hukuk sistemi, hiyerarşinin en üst kademesinde yer alıp da yoldan çıkabilecek olanların kötü yollara sapmalarının önünü kesebilecek güvencelere sahip değildir. Mevcut sınırlamalar tamamen ahlaki niteliktedir. Sistemin düzgün biçimde işlemesi ancak Ovçarukun yerinde yer alan kişinin farklı ahlaki ve etik niteliklere sahip olmasıyla mümkün olabilir. Bu nasıl bir sistemdir böyle? Biz bölge yargıcı Balaşova geri dönelim. Balaşov, Fedulev davasında farklı hareket edebilir miydi ve eğer edebilecek durumdaysa ne yapmalıydı? Balaşovun tek yapması gereken karan daha sonraya bırakmaktı ve bunu yapmaya yetkisi vardı. Fedulev ve yardakçıları Uralhimmaşı ele geçirme işini tezgahladıkları sırada, oyunu onların istediği gibi oynayıp oynamayacaklarını görmek üzere çok sayıda bölge mahkemesini gözden geçirdiler. Bölge mahkemeleri içinde bir tanesi -Çkalov Mahkemesi- hariç, mahkemelerin hepsi Balaşovun davrandığı gibi davranmayı kabul etti. lvan Ovçaruk bu mahkemenin başkanı Sergey Kiyaykini ülkenin kuzey doğusunun en uç kesiminde yer alan Magadana tayin ettirdi. Geleneksel olarak Magadana tayin edilmek oraya sürgüne gönderilmek anlamına gelir, ancak Yekaterinburgda büyüyüp yetişmiş inatçı bir yargıç ve prestijli bir kuruluş olan Uralhimmaşta bizzat çalışmış ve oradan kimya mühendisi olarak mezun olmuş, kökleri ve onuruyla şehre ve Urallar bölgesine bağlı bir adam olan Kiyaykin, doğup büyüdüğü yerden olabildiğince uzağa gönderilmesinden ancak mutluluk duyabilirdi. Öldürülmeyi ya da ailesinin bir saldırıya uğramasını istemiyordu çünkü. Balaşov, Fedulevin çıkarlarının sadık bekçisidir. Balaşovun, Fedulevin çıkarlarını korumak adına verdiği kararlar gayet sanatkara nedir. lşte, bunun bir örneği olarak Balaşovun 28 Şubat 2000de almış olduğu karar. Fedulev, Uralelektromaşı -bu bir fabrika değil, Fedulevin hisse alım satım işlerini yürüten bir şirketti- satmaya karar verdi. Bu şirket aynı zamanda Kaçkanar MCZKnin ve Uralhimmaşın bazı hisselerine de sahipti. Fedulev, şirketi belli bir miktar para karşılığında satmaya karar verdi ve buna her açıdan hakkı vardı. Uralelektromaşın yeni sahipleri bir süre sonra parayı ödemiş oldukları halde şirketin belgelerini hala almamış olduklarını fark ettiler. Fedulev, Uralelektromaşı kendi mezhebince satmış, ancak şirketin bütün hisselerini kendisine saklamıştı. Alıcılar dolandırıldıklarını fark ettiler ve doğal olarak kendisinden mantıklı bir açıklama yapmasını istediler. Fedulev alıcılara satış konusunda fikrini değiştirdiğini söyledi. Onlar da şöyle karşılık verdiler: O zaman paramızı geri ver, bu durumda şirketi kendi mülkiyetinde elinde tutmaya devam edebilirsin. Fedulev cevapladı: Paranızı geri vermeyeceğim. Elinizde hiçbir belge yok. Siz bir hiçsiniz. Defolup gidin. Fedulevin Uralhimmaştaki hisseleri de aynı durumdaydı. Moskovada hapishaneden çıktıktan sonra ve daha önce birkaç milyon dolara satmış olduğu fabrikayı elinde tutmak arzusuyla Fedulev şöyle demişti: Bu satışla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Bμ satışla ilgili ticaret sicile düşülmüş yasal bir kayıt yoktur. Anlaşma geçerli değildir. Fedulev, anlaşmazlığı kendisini haklı bulacak olan yargıç Balaşova götürdü. Fedulevin ne yaptığını tam olarak anlayabilmeniz için Rusyada yasaların hala çok sayıda boşluklar içerdiklerini kavramanız gerekir. Bu olayla ilgili hukuki yetersizlik, her şirketin yeni hisse senedi çıkardığı zaman bunun ticaret sicil kaydını yaptırmak zorunda olmasından doğuyordu. llk yıllarda Rusyada hiç kimse bunun yapılmasının gerekli olduğunu bilmiyordu. SSCBde borsa ve dolayısıyla hisse senedi diye bir şey yoktu. SSCBnin çöküşünün ardından konuyla ilgili idari kurumların yönlerini bulmaları çok uzun zaman aldı. Bu kurumlar hisse senetlerinin ticaret sicil kaydının nasıl yapılacağını ne açıklayabiliyor ne de gerçekleştirebiliyorlardı. Sonuç olarak, birçok şirketin hisse senetleri kayıt edilmeden kaldı. Bu hisseler alınıp satıldılar ve hala da alınıp satılıyorlar. Borsa yoluna bu şekilde devam etti. Bu koşullar altında ne yapılması gerekiyordu? Doğal olarak süreç iş yaptığınız insanların dürüstçe davranacakları varsayımıyla yürütüldü. Ne var ki Fedulev işlerini bu şekilde yürüten biri değildi. Fırsatın farkına varan Fedulev, önce Uralelektromaş’ın hisselerini satan bir sözleşme yaptı ve ancak bundan sonra bu hisse senetlerinin uygun biçimde ilgili devlet dairesinde, Menkul Kıymetler Federal Komisyonu’nda kaydını yaptırdı. Hisse senetlerinin sicil kayıt işlemleri, her şey bir eşgüdümsüzlük bataklığında dibe vurmuş olduğundan, en sonunda aradan oldukça uzun bir süre geçtikten sonra tamamlandığında, Fedulev alıcılara Uralekektromaşın satış sözleşmesinin süresinin şirketin hisse senetlerinin sicil kaydının yapılmasından önce dolduğunu bildirdi. Fedulev alıcıların gözünün içine baka baka şunları söylüyordu : Para da bana ait. Bu sizin hatanızdı ve bu hatanın bedelini ödemeniz gerekiyor. Mahkeme bir kez daha gözü kapalı biçimde Fedulevin lehinde karar verdi. Fedulev tüm bu ayrıntıları diğer insanlardan çok daha akıllı olduğundan dolayı mı biliyor ve bunları kullanıyor? Elbette ki hayır. O bütün bunları sadece yasal boşlukları saptayabilen en canavar ruhlu avukatları tutabilecek kadar zengin olduğu için yapabiliyor. Fedulev, ne tür bir işlev üstlenmiş olursa olsun, içinde yer alan herkesin tek bir zincirin halkasını oluşturdukları bir oligarşik piramit yaratmayı başardı. Bu zincirde hiç kimse başkaları olmadan yapamaz. Bu yüzden yargıç Balaşov, Uralelektromaş davasında Fedulevin lehine karar verdi. Hukuki işlemler Uralhimmaşla ilgili olarak yapılanlarla aynı yolu izledi: içinde içerdiği incelikler ancak Rus borsasından bilirkişilerin çağırılmasıyla anlaşılabilecek ciltler dolusu kanıt içeren, son derece karmaşık bir dava, Balaşov tarafından göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir sürede incelendi. Diğer gelişmeler bu mahkeme kararını bir çorap söküğü gibi izledi. Bir yargıcın Magadana sürülmesi bu olaylar içinde en önemsiz olanıydı. Anlaşmazlık konusu olan Uralelektromaş hisseleriyle ilgili ilam, Uralhimmaştaki kanlı olayların devamıydı. Kaçkanar Şehir Mahkemesinde yetişmekte olan bir başka Balaşov, yardıma her zaman için hazır ve nazır yargıç Ryazantsev, görev yapıyordu. Daha önce gördüğümüz gibi, kompleks 28 Ocak 2000de Fedulevin silahlı adamlarınca, tam bir fütursuzlukla ele geçirildi. Mahkemeler buna nasıl tepki gösterdiler dersiniz? Yargıç Ryazantsev, 1 Şubat 2000de saldırı silahlarının namluları altında bir yönetim kurulu toplantısı yapmanın yasalara aykırı bir yönü bulunmadığına hükmetti. Duruşma Balaşov tarzında, son sürat, herhangi bir ön duruşmada tarafların görüşleri dinlenmeden ya da haklan ayaklar altında çiğnenmiş olanlara hiçbir şey sorulmadan görüldü. Ve elbette ilam hemen ertesi gün açıklandı. Bundan sadece iki hafta sonra, 15 Şubatta, Sverdlovsk Eyalet Mahkemesi Sivil Davalar Hukuk Akademisi (yani, Ovçarukun kendi çöplüğü) Ryazantsevin karanm, yine herhangi bir duruşma yapmadan, onayladı. Normalde altı ay süren bu işlemin iki haftada tamamlanmış olması, Rus temyiz aygıtı açısından inanılmaz bir hızı ifade ediyordu. Rezalet burada bitmiyordu. Aynı gün, eyalet mahkemesinin daha önce almış olduğu kararı bozmayacağı ortaya çıktığında, yargıç Ryazantsev, başka bir talihsiz kazanın yaşanması ihtimalini ortadan kaldırabilmek için, Kaçkanar MCZK ortaklarının bundan böyle genel hissedarlar toplantılan düzenlemelerini yasakladı. Bir şehir mahkemesinin bu türden bir karar almaya hiçbir şekilde yetkisi yoktur. Bunun da ötesinde Sivil Yasal işlemler Uygulama ve Davranış Kurallarının hiçbir yerinde, bir anlaşmazlıkta taraf olmayan kişilerin eylemlerini yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Fakat Sverdlovsk eyaletinin yasa koruyucuları arasında bu kimin umurundaydı ki? Ryazantsev, yasadışı bir harekette bulundu diye görevinden uzaklaştırıldı mı? Hiçbir şekilde. Mahkemeler kararlarım, Fedulevin kompleksin yasal sahibi olup olmadığını kontrol etme zahmetine bile girmeden aldılar. Aslına bakılırsa, Fedulevin sahip olduğunu iddia ettiği Kaçkanarın yüzde 19luk hissesi gerçekte ona ait değildi. Bu hisselere uzun bir süre önce, Fedulevin Moskovadaki skandallarıyla ilgili olarak yürütülen bir soruşturma sırasında içişleri Bakanlığımn soruşturma komitesince el konmuştu . Fedulevin dolandırıcılık suçuyla hapsedilmiş olmasının sebebi, aynı yüzde 19luk hisseyi farklı şirketlere iki kez satmış olmasıydı ! 2000 yılının Şubat ayından sonra insanlar neler olup bittiğini dikkatle izlemeye başladılar. Moskovadaki Yargıtay, Sverdlovsk Eyalet Mahkemesinin gemiyi azıya alışına birkaç kez karşı çıktıysa da, gerçekte hiçbir şey değişmedi. Fedulev, Kaçkanar MCZKyı kontrolü altında tutmaya devam etti, dolandırdığı insanlar yurtdışına kaçıp saklandılar, Kaçkanar Belediyesi ve Sverdslovsk Eyalet mahkemeleri Kaçkanar kompleksinin iflas ettiğini tescil etmeye yardımcı olan çok sayıda davanın kendilerine sağladığı maddi avantajlardan faydalandılar. Sverdlovsk eyalet mahkemeleri bu şekilde kompleksin kasıtlı olarak, hukuken bütünüyle acz haline düşmesine yol açan bir dizi anlaşmanın yapılmasına yardımcı oldular . Elbette böyle yaparak suç işlemiş oluyorlardı, ancak bu durumu ele alıp, soruşturmak kimsenin umurunda değildi. Gördüğümüz gibi, Putin iktidara geldiğinde Fedulev ve Rossel gibilere sadık kalacağını açıkça ortaya koydu. Devlet başkanlığına ilk kez seçilmesinden kısa süre sonra, 14 Temmuz 2000de Putin, Yekaterinburga uçtu . Dünya üzerinde kendi türünün en büyüğü olan Nijny Tagil Metalürjik Kompleksi bünyesinde inşa edilecek olacak Fabrika SOOOin resmi temel atma törenine katıldı. Bu komplekse yatının yapanlar, Kaçkanar üzerinde oyun oynayanlarla aynı kişilerdi. Fedulev kompleksin başına geçmişti ve Fabrika 5000, Eduard Rosselin büyük yatının projelerinden biriydi. Fabrikanın temelinin ülkenin devlet başkam tarafından atılmasının yarattığı imaj , Fedulevin suç imparatorluğunun sınırlarım genişletmesi açısından mükemmel bir reklamdı. Aslında yeni para Putini izledi Bu yardımseverliğine karşılık olarak Fedulev ve Rossel, şimdilerde Putinin aktif taraftarları haline gelmiş durumdalar ve Putinin Birleşik Rusya partisinin Urallar örgütünün finansmanım sağlıyorlar. 2004te yapılan seçimlerde de ikinci kez devlet başkam olarak seçilebilmesi için Putinin kampanyasını desteklediler. Son olarak şunu belirtmek gerekir ki, Rusyada her şey görünüşte kuralına uygundur ve son derece demokratik biçimde yürütülür. Yargının tamamen bağımsız olduğu ilan edilmiştir ve yargıya yapılan her türlü müdahale suç sayılmaktadır. Yargıçların yasal konumunu düzenleyen federal yasa ilerici bir yasa görünümündedir ve kağıt üzerinde yargıçların bağımsızlığını korumaya yönelik güvenceler içerir. Buna karşılık, gerçekte bütün bu anayasal ve demokratik ilkeler büyük bir siniklikle ihlal edilmektedir. Yasa tanımazlık yasadan bariz bir biçimde çok daha güçlüdür. Ne tür bir adalet elde edeceğiniz hangi sınıf tan olduğunuza bağlıdır ve toplumun üst kesimleri, VIP (Çok Önemli Kişi) seviyesi, mafyaya ve oligarklara ayrılmış durumdadır. Peki, VIP seviyesinde olmayanlar ne durumdadırlar? Eh malum, hiçbir zaman sahip olmadığınız bir şeye özlem de duymazsınız. Bizler şu anda kapitalizmi inşa ettiğimizden, günümüzde esas olan özel mülkiyet. Eğer bir yerde mülkiyet söz konusuysa, bu durumda her zaman için bunu ele geçirmek isteyenler ve onlara karşı bunu elinden bırakmak istemeyenler olacaktır. Sorun bu ihtilafları çözmek için hangi yöntemlerin kullanılacağıdır, bir ülkede insanların oyunu hangi kurallarla oynayacaklandır. Bizim ahlaken bütünüyle çürümüş olan devletimizde, şimdilik oyunu Paşka Fedulevin kurallarıyla oynuyoruz. Bu bölüme son noktayı koymadan önce size bir olay daha anlatmak istiyorum. Yekaterinburgda 2003 yılının Mart ayıdır. Eyalette hayat genellikle uyuşuk bir tempoda akar, ancak 25 ile 28 Mart tarihleri arasında her gün sürekli olarak protesto gösterileri düzenlendi. Protestocular, Sverdlovsk eyaleti sivil haklar aktivistleriydi: lnsan Haklan Uluslararası Merkezinin, Mahkum Haklan Savunma Sosyal Komitesinin ve Birliğimiz Halk lktidannın Ülkesidir adı altında çeşitli örgütleri bir araya getiren bir çatı örgütün taraftarlarıydı bunlar. lvan Ovçarukun derhal istifa etmesi talebiyle imza topluyorlardı. Yüksek sesle bağırarak Urallardaki suç dünyasının patronlarıyla uzun yıllardır işbirliği yapmakta olan Ovçarukun Urallarda yargı alanında yaşanan keyfiliğin başlıca dayanağı ve yargı reformunun önündeki en büyük engel olduğunu dile getirdiler. Kendilerine kulak veren herkese, Ovçarukun her türlü demokratik gelişimi budamaya devam edeceğini ve jüri ile yargılamanın uygulamaya konmasına, bunun Sverdlovsk eyaleti sakinlerinin çıkarlarına aykırı olduğunu söyleyerek karşı çıkacağını anlattılar. Ovçarukun tek kaygısı, Uralların yeraltı dünyasının çıkarlarına hizmet etmesi için yaratmış olduğu kokuşmuş yargı sisteminin tekerine çomak sokabilecek her şeyi uzakta tutmaktı. Tarih 2003 yılının Mart ayı, ancak bu kez yer Moskova Devlet başkam Putin, lvan Ovçaruku Sverdlovsk Eyalet Mahkemesinin başkanlığına atadı.
YENİ DÜZEN
Fedulevin hapishaneden bırakılması Uralların modern tarihinde kritik bir dönüm noktasıydı. Daha Fedulev Yekaterinburga geri dönmeden önce, insanlar onun serbest bırakıldığını öğrenir öğrenmez, Rossel onu defalarca kucaklamadan önce, yeni gelişen olayların öyle basit bir durumu yansıtmadığını fark ettiler. Yeni bir mülkiyet paylaşımı yapılacak ve Fedulev bu oyunda koçbaşı olarak kullanılacaktı. Fedulev iyi bir sebep için, daha önemli bir şeyler yapmak adına bırakılmıştı. Bu şekilde Fedulev, eskiden denetimi altında olan şirketlerin yeniden başına geçebilirdi; böylece, onun adına çalışanlar (ve muhtemelen onun kendisi adına çalıştığı kişi) yeniden kendi paylarına düşen parayı almaya başlayabilirlerdi. Fedulev onları hayal kırıklığına uğratmadı. Serbest bırakılır bırakılmaz ilk önceliği Lobva Hidrolitik Fabrikasına ele koymak oldu. Bunu nasıl gerçekleştirdiğinin hikayesi şöyle. Vasiliy Levin FGBye verdiği bir ifadede belirttiği gibi: Fedulev bana eskiden işlerin mahkemeler -özelleştirme, hisse satın alma- aracılığıyla çözüldüğünü söyledi. Ne var ki şimdi işler güç kullanılarak hallediliyor, dedi. Levin ifadesi Şubat 2000 tarihini taşıyor. Lev o tarihte FGBye mafyaya karşı koyabilmek için yardım isteyen yazılı bir talepte bulundu. Bir örgütlü suç grubu tarafından yapılacak şantaja karşı koruma istedi. Leve ilk olarak Lobva fabrikasını Fedulev lehine bırakması için baskı yapmakta olan eyalet UBOPsi üyelerince şantaj yapıldı. ikinci olaraksa bizzat hapishaneden serbest bırakılmasının ardından Levden sadece fabrikayı terk etmesini değil, aynı zamanda kendisine tazminat olarak 300 bin dolar ödemesini isteyen Fedulev tarafından şantaj yapıldı. Levin koruma talebi cevapsız kaldı. Devlet hukukun üstünlüğünden feragat etti ve fabrikayı mafyanın yağmasına bıraktı. Fedulev 14 Şubat 2000de, Lobva fabrikası kreditörlerini bir araya getiren bir komite oluşturmaya karar verdi. Hiçbir yasal yetkisi olmamasına karşın bunu kişisel davet yoluyla gerçekleştirdi. Amacı fabrikanın mevcut yönetimini görevden uzaklaştırmak ve yerine kendi denetimi altında bir yönetim getirmekti. Fedulev beş büyük kreditörden sadece ikisine kendi isteklerini kabul ettirebildi. Daha sonra üçüncü bir kreditörden edinilmiş gibi görünen sahte bir vekaletname ortaya çıktı, bu şekilde yeter sayıya ulaşılmış oldu. Bu komite Fedulevin ihtiyaç duyduğu karar önergesini kabul etti; buna göre kreditörler toplantısı Lobvada değil, Yekaterinburgda yapılmalıydı. Hiç kimse toplantının neden orada yapılması gerektiğini sormadı. Gerçek kreditörlerin bazılarının çıkagelmeleri halinde durdurulmaları gerekiyordu ve bu da büronun etrafı kordon altına alınarak kolaylıkla yapılabilirdi. Toplantı günü yaklaşırken Rudenko, uçakla Moskovadan geldi. Rudenkonun ve Fedulevin toplantıdan önce çözmeleri gereken esas sorun, Lev konusunda nasıl davranmaları gerektiğiydi. 17 Şubatta, toplantının başlamasından yirmi dört saat önce Fedulev iki adamım UBOPye gönderdi. Bu kişiler, uzun yıllar boyunca Fedulevin ortaklarından birinin öldürülmesiyle ilgili, dostlar alışverişte görsün babında yürütülen bir soruşturmada kiralık katil zanlıları olarak sorgulanmak üzere UBOPye pek çok kez gitmiş olan Pilşçikov ve Naymuşindi. Ne var ki bu kez Pilşçikov ve Naymuşin, UBOPye Levin kendilerini 10 bin dolar dolandırdığını iddia eden yazılı bir ihbarda bulundular. Lev aleyhine , Rus hukuk sisteminde hiç görülmemiş bir hızla, bir saat içinde, doğal olarak hiçbir ön soruşturma, tutanaklı görüşme yapılmadan ya da bilgilerin doğruluğu kontrol edilmeden ceza davası açıldı. Aynı sırada bir polis arabası Lobvanın cadde ve sokaklarını dolanıyor, Müdür Levin tutuklanmamak için kaçtığını ve bundan böyle kendisinin fabrikanın müdürü olarak sayılamayacağını belirten el ilanları dağıtıyordu. Derken, Fedulevin bürosunda düzenlenecek olan kreditörler toplantısının yapılacağı gün geldi. Her şey kuralına uygun biçimde, kayıt işlemleriyle başladı. Giriş, koridorlar ve bürolar, üniformalı, ellerinde makineli tüfekler bulunan polislerin, UBOPten çocukların kontrolü altındaydı. Görünüşe göre hiçbir şey Fedulevin stratejisini raydan çıkaramayacaktı. Fakat daha sonra beklenmedik bir şey oldu. Fabrikanın çalışanları adına toplantıda bulunma hakkına sahip olan, fabrika sendika komitesi temsilcisi Galina lvanova, birdenbire çantasından bir avukat vekaletnamesi çıkarıverdi. Bu, ana kreditörden gelen çok önemli bir vekaletnameydi; Lev kaçak konumundayken bunu organize etmeye zaman bulmuştu. Vekaletname oyların yüzde 34ünü temsil ediyordu, böylelikle lvanovanın oyu sonucu belirleyecekti. Fedulev emir verdi ve lvanova UBOPye götürüldü. Bu işlem, sivil kıyafetli, salonun içinde kalabalığa karışmış olan UBOP görevlileri tarafından gerçekleştirildi. İvanova, UBOPde tam olarak üç saat yirmi dakika süreyle, Fedulev telefon edip de kayıt işlemlerinin tamamlandığını söyleyinceye kadar tutuldu. Aleksander Naudjus, Vasiliy Levin yardımcısıydı. Naudjus, FGBye verdiği resmi ifadede, toplantıyı izleyen gecede yaşanan olayları şöyle anlattı: Fabrikaya saat 22:30 sularında geldim. Saat 1:30 gibi uykuya daldım. Saat 4:30da uyandırıldım . Fabrika idare bürolarının kapısıyla pencerelerdeki ızgaralar kırılmıştı . Etrafta çok sayıda silahlı insan ve 30 kadar otomobille otobüs vardı. Bizim, fabrikanın güvenlik görevlilerinin ellerini havaya kaldırmış olarak durdukları idare bürolarına girmemize izin verildi. Ellerinde makineli tüfekler olan ve polis üniformalı insanlar tarafından gözetim altında tutuluyorlardı. Bir UBOP teğmeni olan Oleşkeviç masada oturuyordu . Ben Ticaret Müdürünün bürosuna gittim. Orada da Fedulev oturuyordu . Ona, Bu işgali neye dayanarak yapıyorsunuz? diye sordum. Bana kreditörler toplantısının tutanakları ile yeni müdürle yapılmış olan iş sözleşmesi gösterildi. lş sözleşmesi sahteydi. Bu şekilde, Fedulevin ve eyalet UBOPsinin Lobva Hidrolitik Fabrikasını yasadışı bir yolla ele geçirmeye yönelik olarak yürüttükleri ortak operasyon başarıyla sonuçlanmıştı. Yasalar bariz biçimde çiğnendi ve kamu görevlileri tarafından ultra vires [yetkileri dışında yer alan ] işlemler yapıldı. 2004 yılında geriye doğru bakalım ve şu soruyu soralım: Putinin hukukun diktatörlüğünün kurulduğunu ilan edişinin dördüncü yılında bugüne kadar kimden yaptıklarının hesabı soruldu? Hiç kimseden. En azından şu ana kadar. Bugün Lobva fabrikası içler acısı bir halde. Fedulev fabrikanın posasını çıkardı ve yoluna devam etti. Böyle olacağı belliydi. 2000 yılında Lobvayı yeniden ele geçirdiğinde ve bunu izleyen aylarda kucak kucak nakit para kazandığında onu durduracak kimse yoktu . Bu sırada Fedulev maden piyasasına yönelmişti bile. Mönüsünde yer alan ilk parça Kaçkanardı. KAÇKANAR Uluslararası üne sahip olan Kaçkanar Maden Cevheri Zenginleştirme Kompleksi, Rusyanın ulusal varlıklarından biridir. Bu kompleks dünya üzerindeki ferro-vanadyum maden cevheri çıkaran çok az sayıdaki işletmeden biridir. Kompleks, yaptığı üretimle maden eritme ocaklarında ergitme işlemi için temel bir girdi sağlamaktadır. Bu olmadan, en azından bizim ülkemizde, demiryolu ağı için tek bir ray bile üretmek mümkün olmazdı. l990ların ortalarında, birçok önemli Rus işletmesi gibi Kaçkanar MCZK de, kuruluşu mali açıdan sıkıntı içine düşüren bir dizi özelleştirme önlemine maruz kaldı. Durum özellikle 1997- 1998 yıllarında çok kötüleşti. İşte bu noktada Fedulev şirketin yönetim kurulunun başkanı oldu ve her zaman yaptığı gibi şirketin içini boşaltmak amacıyla kendi küçük pazarlama şirketleriyle kuşattı. Fedulev 1998 yılının sonlarına doğru, Kaçkanarı iflas etme noktasına gelmişken satın aldı; şirketin yeniden canlanması ancak Yılın Urallar Girişimcisinin tutuklanmasıyla -çünkü bu durumda diğer ortaklar aktif rol oynayabilirlerdi- mümkün olabildi. Diğer ortaklar Calal Haydarovun yönetiminde bilgili bir yöneticiler ekibini işe aldılar ve çok sayıda yatırımcı sahneye çıktı. 1999 yılında şirket tepeden tırnağa bir dönüşüm geçirmişti. Üretim kapasite düzeyine çıkmış, net varlık değeri yükselmiş, işçilere ücretleri yeniden ödenmeye başlanmıştı. Kaçkanarın durumu Lobvanınkiyle aynıydı. Kasaba fabrikanın etrafında büyümüştü ve 10 bin insan, neredeyse çalışan nüfusun neredeyse tamamı orada istihdam ediliyordu. Yaşanan toparlanmanın sonuçlan gözle görülebiliyordu: şirketin hisseleri borsada gözde kağıtlardan biri haline gelmişti. Yeltsin ve Putinin olduğu gibi Rusyadaki hemen her eyalet valisinin de maiyetinde aynı türden kişiler bulunuyor: bir halef, kurnaz ve sadık birileri, şefin siyasal arenadan emekli olmasının ardından mali refahının ve bireysel güvenliğinin güvence altına alınabilmesi için arkasını koruyacak birilerine ihtiyaç duyulduğundan patronunun bariz mirasçısı olduğu ilan edilmiş biri. Yekaterinburg Valisi Eduard Rossel için bu kişi, Urallar Bakır Kralı, Sverdlovsk Eyaleti bakır ergitme fabrikalarını yöneten Andrey Kozitsyindi. Bir sonraki valilik seçimleri yaklaşırken, Yekaterinburg Bakırcı Kozitsyinin demir sektörüne doğru genişlemeye başladığını gördü -Rosselın himayesi altında kuşkusuz. Rossel sonsuza kadar vali olarak kalmayacağından, yeni seçim yaklaşırken, Urallar sanayisinin en yağlı parçalarını tek bir elde -Kozitsyinin ellerindetoplamak amacıyla gerekli adımları atmaya başladı. Hatırlayacağınız üzere, Fedulev hapisten bırakıldıktan sonra Yekaterinburgda ilk ziyaretlerinden birini vali Rossele yaptı. Ne konuştuklarını tam olarak bilemiyoruz, ancak görüşmenin hemen ardından Fedulev, iki şirketteki, Kaçkanar MCZK ve Nizhiıiy Tagil Metalürji Kompleksindeki bütün hisselerini Kozitsyin tarafından yönetilen bir vakfa devretti. Eldeki tüm bulgular bunun Fedulevle vali arasında doğrudan bir anlaşma yapıldığını gösteriyor. Fedulev kendisine eyalette istediğini yapma hakkını satın aldı ve Kozitsyin de Kaçkanara yerleşti. Şunu belirtmek gerekir ki, o sırada Fedulev, Kaçkanar Kompleksinin hisselerinin sadece yüzde 19una sahipti ve göreceğimiz gibi bu bile biraz şüpheliydi. Kozitsyine transfer edilen hisseler şirketin denetimini ele geçirmeye yeterli değildi; bu, şirketin başına kendi seçtikleri bir müdürü tepeden atamalarının kolay olmayacağı anlamına gelmekteydi. Her şartta Haydarovun başında bulunduğu yöneticiler yeni bir Fedulev-Kozitsyin işgaline karşı çıktılar. Hisselerin yüzde 70ini elinde tutan ortaklar da onların arkasındaydılar. Ne yapılmalıydı? Gaspçılar amaçlarına ulaşabilmek için zor kullandılar. 29 Ocak 2000 tarihinde Kaçkanar Kompleksine silahlı adamlarca el kondu. Silahlar atıldı, sahte belgeler kullanıldı ve polis güçleri bu kargaşada aktif olarak yer aldılar. Aslında olanlar Lobva Hidrolitik Fabrikasında kullanılan senaryonun bir tekrarıydı. Aynı zamanda, tıpkı Lobvada olduğu gibi, vali Rossel aktif karışmama tavrı aldı. 29 Ocak gününün şafağında komplekse yeni bir müdür -Andrey Kozitsyin- atandı ve Pavel Fedulev şirket yönetiminin boş bürolarında yeni mal sahibi olarak dolaştı. Plus la change. {Bir Fransız atasözü, Değişim ne kadar görünür haldeyse aslında her şey o kadar aynı kalır anlamında} Yine de bu guguk kuşlarının iktidarının sadece, onları kolayca devirebilecek olan ilk hissedarlar toplantısına kadar süreceği açıktı. llkin bir hissedarlar toplantısının yapılmasına izin vermemeye ve ikinci olarak da, hissedarları sahip oldukları güçten mahrum etmek için şirketi en kısa zamanda iflas ettirmeye karar verdiler. Rusyada geçerli yasalara göre , bir şirketin ödeme güçlüğüne düştüğü ilan edilirse ortaklar oy kullanma hakkı olmayan mal sahipleri haline geliyorlardı. Fedulev ve Kozitsyin, toplantının yapılmasını devletimiz tarafından Çeçenistanda başarıyla uygulanmış olan bir yöntemle engellediler. Kasabaya bütün giriş ve çıkışları engellediler. Görevinden alınmış olan yöneticilerin eşliğinde komplekse doğru giden hissedarlar polis kontrol noktalarında durduruldular. Bu nasıl mümkün olabildi? Çok basit! Kaçkanar Belediye Başkan Suhomlin , Kaçkanara başka şehirlerden yurttaşların girmesini yasaklayan 14 sayılı Acil Durum Yönergesini yayınladı. Bütün hissedarlar ve yöneticiler komplekse Kaçkanar dışındaki şehirlerden geliyorlardı. Elbette bu gülünç bir durum, bir fars, ancak gerçek hayatta yaşanan bir fars. Dolayısıyla, hissedarlar toplantısı yapılmadı ve suç ortakları planlarının ikinci bölümünü uygulamaya koydular: Buna göre Kaçkanar MCZKsi suni olarak iflasa sürüklenecekti. Kompleks faaliyetini başarılı biçimde sürdürürken bu nasıl ayarlanabilirdi? Kozitsyin, Moskova lş Dünyası Bankasından kompleksin varlıklarını teminat göstererek 15 milyon dolar kredi aldı. Krediyi alma konusunda bir sıkıntı yaşamadı, çünkü Kaçkanar fabrikasını ele geçirmeyi kim istemezdi? Krediyi temin eden Kozitsyin şirket adına bono çıkarmaya başladı. Bu yolla elde edilen para komplekse değil, Kozitsyinin diğer işlerine, o da Sverdlovsk eyaletinde bulunan Svyatogora, güya ortak bir işletme yaratmak amacıyla yatırıldı. Kozitsyin için bir sonraki adım, görünüşte Kaçkanar bonolarını Svyatogora transfer etmekti. Neden güya ve neden görünüşte? Pekala, çünkü gerçekte bu işlemlerin hiçbiri yapılmadı. Yapılan bütün transferler sanaldı ve kompleksin çıkardığı bonoların hepsi küçük paravan bir şirketin elinde toplandı. Bu şirket Yekaterinburgdaki, daha sonrasında gösterilen bütün çabalara karşın izi sürülemeyen bir kadına aitmiş gibi görünen mütevazı bir apartman dairesi adresinde kayıtlıydı ve bu sanal kadın anında dünyadaki en güçlü ferro-vanadyum üreticisinin ana kreditörü haline geldi. Peki, bu nasıl oldu? Bu göstermelik şirket, kompleksin bonolarını nominal değerinin yüzde 40ına satın aldı ve hemen ardından bunları yüzde 100 değeri üzerinden geri ödenmeleri için kuruluşa sundu. Ardından, kendi bonolarını nominal değerinin yüzde 100ü üzerinden geri satın alamadığı için kuruluşun iflasını istedi. Bu yolla hayalet kadın kreditörler toplantısında oyların yüzde 90nına sahip oldu . Bu sahtekarlık tam bir yüzsüzlükle, eyalet hükümetinin gözleri önünde gerçekleştirildi. Tam bir yüzsüzlükle, sahte bir kreditör yaratıldı. Tam bir yüzsüzlükle , kuruluş suni olarak borca sokuldu. Tam bir yüzsüzlükle, kendilerini sahip oldukları varlıklar üzerinde hiçbir hakları olmayan bir halde veya yatırımlarına yeniden para sağlayamaz durumda bulan kuruluşun gerçek sahiplerinden milyonlarca dolar çalındı. Tüm bunlar olurken, sendika komitesi başkanı Galina lvanovanın yol açtığı türden sıkıntı veren yeni bir müdahaleden kaçınabilmek için, eyalet UBOPsince Kaçkanara yirmi dört saat süreyle görev yapan nöbetçiler yerleştirildi. Bu nöbetçiler Lobva fabrikasının gasp edilmesinde de görev almış olan aynı kişilerdi. Bir hırsızı hiç kimse durdurmazsa, hırsız gittikçe arsızlaşır. Bu bizi yeniden Uralhimmaşa geri götürüyor. Tıpkı Lobvayı Kaçkanarın izlemiş olması gibi Kaçkanarı da Uralhimmaş izledi. 2000 yılının Eylül ayında bu kuruluş da, aynı senaryonun sahneye konmasının ardından silah zoruyla gasp edildi. 2001 yılında kuruluşun ortakları, yine yetkililerin tam manasıyla göz yummasıyla ve suç ortaklığıyla, suni iflasa başvurularak saf dışı edildiler. Putinin ilan etmiş olduğu yönetilen demokrasi yürüyüşünü sürdürüyordu. Belki de bu, sadece, polisi, ahlaken çürümüş bir bürokrasiyi ve ahlaken çürümüş bir yargıyı cebine koymuş olan mafya birliklerinin yönetimindeki bir kovboy kapitalizmidir. URALLARDAKİ YARGI, DÜNYA ÜZERİNDEKİ EN KOKUŞMUŞ YARGIDIR Uralhimmaşın gasp edilmesini izleyen gecede hem Fedulevin hem de azledilmiş olan müdürün taraftarlarının birbirlerine, ellerindeki birbiriyle taban tabana zıt bir dizi mahkeme kararını saldıklarını hatırlayalım. Bu belgeler sahte değillerdi. Uralhimmaş, Kaçkanar OEC ve Lobva fabrikasıyla ilgili belgelere bakmaya başlar başlamaz, tüm bu silahlı istilaların Sverdlovsk eyaleti mahkemelerince onaylandığını görüyoruz. Belirli yargıçlar hep bir tarafı tutarken, diğer yargıçların hep diğerlerinin tarafında yer aldıklarını fark ediyoruz. Sanki yasalar hiç yokmuş gibi, sanki ortada anayasa yokmuş gibi. Urallardaki mafya örgütleri egemenlik alanlarını genişletmek amacıyla birbirlerini yerlerken, yargı içinde de bir iç savaş yaşanıyordu. Mahkemeler bir tarafın ya da ötekinin lehine verilmiş kararların gözü kapalı onaylanıp mühürlenmesi için kullanıldılar ve aynı şekilde kullanılmaya devam ediliyorlar. lşte, Rusya Yargıtayı başkanı Vyaçelav Lebedeve, Yekaterinburg Ekim Bölge Mahkemesinin eski başkanı, Rusya Federasyonu Onur Ödülü sahibi 1. Kadnikov ve Yekaterinburg Lenin Bölge Mahkemesi eski başkanı V. Nikitin tarafından gönderilmiş bir mektuptan bir pasaj : Yıllardır Urallarda yargıçlar kurulunun oluşturulması ve eğitilmesinde doğrudan rol oynayan kişi olan Ovçaruk [ lvan Ovçaruk, Sovyetler zamanından bugüne kadar Sverdlovsk Eyalet Mahkemesi başkanlığı görevini yürütüyor] yargıçlan kişisel olarak belirliyor ve her atama için yapılan seçimi kontrolü altında tutuyor. Onun kişisel onayı olmadan tek bir aday bile yargıçlar kuruluna atanamaz ve hiçbirimiz bu yargıcın görev süresini uzatamayız. Onun şahsen beğenmediği her yargıcın posası çıkanlır ve kendisine rahat verilmez. İşlerini bırakmak zorunda bırakılırlar ve insanlar, yargıçlar kuruluna genellikle nitelikleri ve deneyimleri sayesinde değil, bir ölçüde zayıf ve bu yüzden manipüle edilebilir olduklan için seçilirler. Şu anda, uzun yıllar boyunca görev yapmış ve çok geniş deneyime sahip, yüksek ahlaki ilkeler, bağımsızlık ve cesaret gibi önemli niteliklere sahip çok sayıda yüksek nitelikli yargıç, yargıçlık görevinin dışına itilmiş durumdadır. Bunun tek sebebi şudur; eğer ahlaken çürümemiş biriyseniz, normal olarak Ovçaruk yönetimi altında çalışmanız mümkün değildir. Ovçarukun düşüncesine göre iyi bir yargıcın özellikleri nelerdir? Kısa süre öncesine kadar Yekaterinburg Verh-lsetsk Bölge Mahkemesi başkanlığı yapmakta olan Anatoliy Krizskiy, Ovçaruka göre sadece iyi değil, ayrıca mesleğinin en iyisi olan bir yargıçtı. Uzun yıllar boyunca lvan Ovçarukun çıkarlarına sadakatle bekçilik etmiş olan kişi Krizskiyden başkası değildi. Bu bekçilik işi neleri içeriyordu? Verh-lsetsk mahkemesi Yekaterinburgdaki en tuhaf mahkemedir. Yekaterinburg hapishanesi mahkemeyle aynı yerdedir ve bu , yasaya göre, bu hapishanede kalmakta olan mahkumların yasal kısıtlılık koşullarında yapılacak değişikliklerle ilgili tüm davalara bu mahkemenin baktığı anlamına gelir. Yekaterinburgda herkes yasal kısıtlılık koşullarını değiştiren mahkeme kararlarını etkileyen ana etkenin suçun doğası, bir insanın gerçekten ne yapmış olduğu , dolayısıyla toplum açısından bir tehlike oluşturmaya devam edip etmediği değil, son derece basit biçimde para olduğunu bilir. Güçlü bir. suç örgütünde yer alan bir dolandırıcı, hapishanede diğer suçlulara kıyasla genellikle daha kısa bir süre kalacaktır. Meslektaşları çok geçmeden parayı bastırıp onu hapishaneden kurtarırlar. Bu sistem, bazı bölge mahkemelerinin refah içinde olmaları sonucunu doğurdu. Genel olarak Rusya bölge mahkemeleri bir kilise faresi kadar yoksuldurlar. Bu mahkemeler kronik kaynak, hatta kağıt sıkıntısı içindedirler; avukatlar kullanacakları kağıdı yanlarında getirirler. Yargıçların maaşları geçimlerini güç bela karşılamaya yetecek düzeydedir. Ne var ki Verh-Isetsk mahkemesindeki tablo bundan bütünüyle farklıdır. Mahkeme binasının etrafı binlerce dolar değerindeki cipler, Mercedesler ve Fordlarla çevrilidir. Sabahlan bu arabalardan inenler, maaşları birkaç bin rubleden ibaret olan dar gelirli bölge yargıçlarıdır. En göz alıcı otomobillerden biri, her zaman için Anatoly Krizskiye aittir. Krizskiy, Pavel Fedulevle yakın ilişki içinde olan biri. Krizskiy, uzun yıllar boyunca Fedulevin şu ya da bu sıfatla boy göstermiş olduğu davalara bizzat başkanlık etti. Krizskiy hiçbir zaman kaçamak yollara başvurmadı ya da kırtasiyeciliğin ağlarına takılmadı. Fedulevin karıştığı davaları her zaman hızlandırılmış işleme sistemiyle ele aldı; hiçbir şeyin, ne mahkemeye tanık çağırmanın gerekli oluşunun ne de verdiği kararın yasalara uygun olup olmadığı sorusunun hızını kesmesine izin verdi. Örneğin, eğer Fedulev, Krizskiyden belirli hisselerin kendisine ait olduğunu hukuki olarak onaylanmasını istemişse, Krizskiy bu tür davalarda gerekli delilin bulunması zahmetine girmezdi. Sadece, Bu hisseler Feduleve aittir, diye ilan etmekle yetinirdi: Koltuğunun altına bu türden mahkeme kararlarını koyan Fedulev, silahlı işgalin ardından Uralhimmaşda boy göstermişti. Başka bir ilginç ayrıntı, Krizskiyin mahkeme kararlarını, bazen hizmeti ayağa götürerek, rahat bir ortamda, müşterinin işyerinde almasıydı. Krizskiy kararlarını Fedulevin verdiği emirler doğrultusunda, yasanın özellikle gerektirdiği şekilde mahkeme salonunda değil, Fedulevin bürosunda kayda geçerdi. Kimi zaman kararı veren kişi Krizskiy dahi olmazdı; Fedulevin avukatı kendi el yazısıyla kararı yazar ve Krizskiye sadece kararın altına imzasını atmak kalırdı. Fedulev, 1998 yılının sonbaharında genel savcılık makamıyla Moskovada bulunan bir şirketi dolandırmakla ilgili olarak sorunlar yaşayınca, Fedulevin avukatına eşlik ederek, ona karşı yürütülmekte olan cezai işlemlerin düşürülmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışmak üzere genel savcı Yuriy Skuratovu görmek amacıyla Moskovaya uçan kişi Krizskiydi. Krizskiyyle gençlik yıllarından itibaren dostane bir ilişkisi olan Skuratov onu bizzat karşıladı ve hiç kimsenin nasıl olduğunu bilmemesine karşın dava kapatıldı. Fedulevin kansı, Yekaterinburga geri dönünce Krizskiyle buluştu. Kadın, Krizskiye girdiği zahmet için müteşekkir olduğunu saklamadı; tabii hemen ardından Krizskiy de durumdan ne kadar memnun olduğunu saklamayacaktı; birkaç gün sonra kendisine yeni bir Ford Explorer satın aldı. Batılı okuyucuya bu nokta o kadar önemli görünmeyebilir. Bir mahkemenin başkanı bir dilenci değildir, dolayısıyla bu kişinin bu türden bir otomobil satın almasında şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır. Rusya da bir bölge mahkemesinin başkanının böyle bir otomobil satın alabilmesi şu iki şeyden biri anlamına gelir: ya kendisine çok kısa süre önce (bizim standartlarımızla) büyük bir miras kalmıştır, ya da bu kişi rüşvet yemektedir. Üçüncü bir açıklama söz konusu dahi olamaz. Rusyada bir Ford Explorer ancak başarılı bir işadamının satın alabileceği bir şeydir ve Rus yasaları bir mahkemenin başkanına ticaret yapmayı yasaklamaktadır. Bir Ford Explorerın fiyatı, bir hakimin 20 yıllık maaşına eşittir. Bu , Krizskiyin mucizevi talihinin sonu da değildi. Ford Explorerın ortaya çıkmasının üzerinden ancak bir ay kadar geçmişti ki, Fedulevin başı genel savcılık makamıyla yeniden derde girdi. Krizskiy, Skuratovla görüşmek üzere yola çıktı. Ancak bu kez Moskovaya değil, genel savcının tatilde olduğu Karadeniz kıyısındaki Soçiye uçtu . Fedulevin başının üzerinde toplanan kara bulutlar bir kez daha dağıtıldı. Krizskiy, Yekaterinburg halkı arasında zaten şok dalgaları yaratmış olan Ford Explorerını değiştirerek, yerine Yeni Rusyanın en önemli statü sembolü olan bir Mercedes 600 aldı. Krizskiynin yaş günü partileri Yekaterinburgda dillere destandı; bu çılgınca tüketim bayramları devrim öncesinde tüccarların tıka basa yiyip içtikleri isim-günü* kutlamalarıyla aşık atacak düzeydeydi. Bu zamanlarda mahkeme tatil edilir ve başkanın talimatıyla kapılar kilitlenirdi. Krizskiy şehrin merkezinde bir restoranı kapatır, sağa sola para saçardı ve votka su gibi akardı. Yekaterinburgdaki her bürokrat, neredeyse tamamı yoksulluğun pençesine düşmüş olan Yekaterinburg halkının şaşkın bakışları altında dizginlerini kopardı. Orada içip dans edenler bir yargıcın sadece yazılı olmayan genel ahlak kurallarına göre değil, fakat aynı zamanda yazılı hukuka göre de bu biçimde davranmayacağı konusunda acaba ne düşünüyorlardı? Rusya Federasyonunda Yargıçların Konumu üzerine yasa, yargıçların sadece mesai saatlerinde değil, görevleri dışında da ölçülü davranmalarını gerektirir. Yargıçların itibarlarını olumsuz şekilde etkileyecek her türlü kişisel ilişkiden kaçınmaları ve yargı erkinin en yüksek düzeyde saygınlığını korumak adına her zaman en büyük dikkati göstermeleri zorunludur. Bu durumda, eyalet mahkemesi başkam lvan Ovçarukun gözdesi olan Krizskiyin, Fedulev ve onun gibilerle ilişkiler kurmuş olmasına nasıl bir anlam vereceğiz? Neler olup bitiyor? Her toplantıda Ovçaruk, Krizskiyin Urallardaki en iyi savcılardan biri olduğunu niye vurgulayıp duruyor? Gerçek şudur ki, bugün Rusyada yaşamakta olan bizlerin tamamına yakınımız Sovyetler ülkesinde dünyaya geldik ve az ya da çok Sovyet davranış kurallarına uygun olarak yaşadık. Ovçaruk, eski Sovyet düşünüş tarzı sahip biri ve ona uygun olarak davranıyor. Başka bir deyişle, o tipik bir inatla tutuculuğunu sürdüren, adalet dünyasının Sovyet patronudur. O ömrü boyunca, hiçbir koşulda üstleriyle tartışmamak üzere eğitildi. Sadece kendisine söyleneni yaptı, üstlerinin emirlerini yerine getirdi, hatta üstlerinin hangi yöne doğru hareket ettiğine bakarak onların ruh halini kestirmeye çalıştı. Bu bir gazetecinin abartması değildir. Bu , Sovyet kul köleliğinin olduğu haliyle tanımlanmasıdır. Ovçaruk bizim geçmişimizden miras aldığımız bir figürdür; hayatı boyunca üstlerinin, ne kadar kanunsuz ya da aptalca olursa olsun, hiçbir düşüncesine karşı çıkmadığı için kariyer basamaklarında bu derece yükselebilmiş bir adam. Yeni zamanlar ve onlarla birlikte demokrasi ve kapitalizm gelince, görgü tanıklarının anlattıklarına göre, Ovçaruk bir süreliğine paniğe kapıldı. Şimdi kime hizmet edecekti? Yaşadığı kafa karışıklığı kısa sürede ortadan kalktı. Kendini kime tabi kılmanın en karlısı olduğunun, kimin yeni güçleri temsil ettiğinin kokusunu almaya alışkın özel Sovyet içgüdüsü, kısa sürede Ovçarukun imdadına yetişti. Ovarçuk kendisine iki yeni çar seçti. Bunlardan ilki, yeni oluşmakta olan iş dünyasıydı, sermaye birikimi yapanlardı. ikincisi, insanlar ne kadar yakınırlarsa yakınsınlar, her zamanki kadar monolitik ve granit kaya gibi sağlam kalan devlet memurları bürokrasisiydi. Ovçarukun gözünde devlet memurları bürokrasisini Vali Rossel temsil ediyordu. Yekaterinburgda bu ikiz çarlar sıkı bir dostlukla birleşince ve eski Uralmaşın yanı sıra ortaya yeni bir mafya çıkınca, Ovçaruk daha fazla tereddüt etmedi: Rossel ve Feduleve hizmet etmeye başladı. Yekaterinburg, Verh-lsetsk Bölge Mahkemesinin başkanı olarak Krizskiyden ancak 2001 yılının sonunda kurtulabildi. Bu epeyce pis bir işti ve sonuç pek de tatmin edici olmadı. Eyalet FGB müdürlüğü Krizskiyin Urallarda Fedulevin yasadışı işlerine yardımcı olduğunu uzun yıllardır biliyordu, ancak Krizskiyi suçüstü yakalamayı başaramamışlardı. En sonunda gizli (ve yasadışı) biçimde, yirmi dört saat süreyle işleyen bir izleme sistemi kuruldu ve Verh-lsetsk mahkemesi başkanı çocuklarla cinsel ilişki kurarken yakalandı. FGB, elindeki kanıtı Krizskiyin kendisine, patronu Ovçaruka ve Rossele gösterdi. Sonuçta ne mi oldu? Krizskiy onurlu biçimde istifa etti. Bir skandal yaşanmadı. Krizskiyin adli statüsü elinden alınmadı. Daha sonrasında da Krizskiy, Yekaterinburg Belediye Başkanının hukuk danışmanı olarak yeniden işe alındı. lşte hepsi o kadar. Bu arada, bağımsız bir yargının bütünüyle yasadışı yeraltı dünyasının uşağı haline getirilişinin parçası olmak istemeyen yargıçların başına neler geldi dersiniz? . Son yıllarda Yekaterinburgda yargıçların birçoğu denetlenmesi zor kişiler olarak adlandırılır oldular. Ortaya çıkan suç örgütlerine hizmet etmeyi kabullenmeyen onlarca yargıç, yargıçlar kurulundan çıkarılmakla kalmadılar, hakarete ve taciz yağmuruna tutuldular. Olga Vasilyeva on bir yıl boyunca adil kararlar alan bir yargıç olarak görev yaptı. Dışardan bakıldığında sakin, sade bir insan, ilkeleri gereği Fedulevin oynadığı oyunlar için ihtiyaç duyduğu mahkeme talimatları ve kararlarını onaylamayı reddeden türde bir yargıçtı. Vasilyeva bu tür şeyler yapmayı açıkça reddetti. Üstelik Vasilyeva, doğrudan üstü olan Krizskiyyle aynı Verh-lsetsk Bölge Mahkemesinde görev yapıyordu; bazen hayatını ve ailesini hedef alan tehditler dahil olmak üzere muazzam bir baskıya maruz kalmaktaydı. Fakat Vasilyeva bu baskılara boyun eğmedi, bir kez bile olsun teslim olmadı ve sadece Fedulevi değil, kendisinden bir yargı zaptı üzerinde değişiklik yaparak şu ya da bu suçlunun serbest bırakılmasını sağlayacak talimatlar vermesini istediği zamanlarda Krizskiyi bile geri çevirdi. Vasilyeva, eyalet mahkemesi başkanı aleyhine bir ilamı kabul edince bir kaşık suda fırtına kopartıldı. Krizskiy, bir teamül oluşturması için Vasilyevanın ilamı reddetmesi gerektiği konusunda ısrar etti. Davacılar, Ovçarukun makul olmayan biçimde adli işlemler konusunda oyaladığı, Vali Rosselin idaresinde çalışan yüksek düzeyli görevlilerin çıkarlarına karşı olduğu için mahkemeye yaptikları başvuruyu kasıtlı olarak ele almadığı Yekaterinburglu kişilerdi. Mafyanın ökçeleri altında kalmış bir şehir olan Yekaterinburgda herkes bu tür konularda çizgi dışına çıkmanın sadece bir kavgayla değil, silahlı saldırıya uğramakla da sonuçlanacağı bilir, bu yüzden bu türden bir ilamı kabul etmek devrimci bir gelişmedir. Bu gerçekten de inanılmaz bir durumdu. Diğer bölge mahkemeleri, başlarına büyük bir dert almamak için, yasa onlara böyle bir hak vermese de bu türden ilamları kayıt defterine geçirmeyi bile reddederlerdi. Sistem, Olga Vasilyevadan yasalara uygun olarak davrandığı için zalimce intikam aldı. Vasilyeva sadece işinden atılmakla kalmadı, sonu gelmeyen bir karalama kampanyasına maruz bırakıldı. Kendisini yargıçlar kurulundan ihraç etmek için bir dilekçe arz edilir edilmez sicil dosyasına çeşitli şikayetler eklendi. Bu şikayetler Vasilyevanm hapishaneden salıvermeyi reddettiği Krizskiyin suç dünyasından hamilerince yapılmıştı. Şikayet dilekçeleri hapishanedeki bu kişilerce, ancak Krizskiyin hapishaneye şahsen getirmesi durumunda elde edebilecekleri resmi mahkeme formları üzerine yazılmışlardı. Vasilyeva, bunların hepsinin sahte suçlamalar olduğunu, kendisinin bir emir eri değil yargıç olduğunu kanıtlamak üzere resmi kurumlar arasında mekik dokumaya başladı. Rusya Yargıtayının Vasilyevayı görevine iade etmesi bir yılı aldı, ancak o zaman bile açmış olduğu davalar henüz sonuçlanmamıştı. Yargıtay Moskovadaydı, ancak Vasilyeva, tamamen yalnız başına olduğu Yekaterinburgda çalışıyordu. Vasilyeva geri döner dönmez Yargıtay kararını Krizskiye elden teslim ettiyse de Krizskiy onun görevinin başına dönmesine izin vermeyi reddetti ve Vasilyevanm aleyhine Rus Yargıçlar Kuruluna bağlı bir kurum olan Eyalet Yargıçları Adalet Akademisine hitaben resmi bir takrir kaleme aldı. Krizskiy, bu takrirde, geleneksel olarak mahkumlar için kullanılan bir ifadeye başvurarak, Vasilyevanm görevine iade edilmiş olmasına karşın yola gelmez biri olduğunu belirtiyordu. Rusyada yargıçların mevkiinin belirli aralıklarla yeniden onaylanması, fiilen yeniden atanmaları gerekir ve bu nedenle yargıçlar kendi cumhuriyetleri ya da eyaletlerindeki Adalet Akademisinin vereceği tavsiyeye ihtiyaç duyarlar. Bu da uygulamada Akademi rektörünün emriyle yargıçların otomatikman yeniden atanmalarına yol açmaktadır. Ne var ki bu kez Ovçaruk, Krizskiyin suçlamalarına arka çıktı ve Adalet Akademisi, Vasilyevanm yargıç olarak yeniden atanmasını bundan böyle tavsiye etmemeye kesin olarak karar verdi. Söylemeye gerek yok ki, bu Miki Fare Adalet Akademisinde yer alan hiç kimse gerçeklerden yana tavır koymaya kalkışmadı. Bu suçlamalar Yargıtayın temelsiz oldukları gerekçesiyle reddettiği mahkum ifadelerinin tamamen aynısıydı. Olga Vasilyeva cesur ve ilkeli bir kadındı. Doğal olarak bir kez daha Yargıtaya başvurup, adalet aramayı sürdürdü. Vasilyevanm hayatının birkaç yılı bu yorucu, tüketici kampanyayı yürütmekle geçti ve bu sırada devlet adına çalışmaktan alıkonmuş oldu. Çoğunluğun Olga Vasilyevanın gittiği yoldan gitmesini bekleyebilir miyiz? Bana hiçbir koşulda isimlerini yayınlamamam konusunda yalvaran çok sayıda Yekaterinburg yargıcı şunları söylediler: Bizim açımızdan Vasilievanm yaptığını yapmaktansa, Ovçarukun istediği kararları gözü kapalı onaylamak çok daha kolay. Sonra da meslektaşlarının başına neler geldiğiyle ilgili çok sayıda üzücü öykü anlattılar. Başka bir Yekaterinburg yargıcı olan Alexander Dovgiyinin öyküsü bunlardan biriydi. Dovgiyinin suçu Vasilyevanınkiyle aynıydı. Dovgiyi bir seferinde Krizskiyin hamilerinden birinin hapishaneden salıvermesi talebini yerine getirmedi. Yargıç birkaç gün sonra sokakta demir çubuklarla vahşice dövüldü. Polis genellikle yargıçlara yapılan saldırıları çok detaylı biçimde soruşturmasına karşın, bu defa saldırganları aramayı bile reddetti. Dovgiyi uzun süre hastanede kaldı, sakat bir halde hastaneden çıktı ve şimdi görevinin başına dönmüş olmasına karşın sadece boşanma davalarına bakıyor. Kendisine başka türden bir dava verilmemesini istiyor. lşlerin bu şekilde yürüdüğü bir ortamda profesyonellik, kendi hükümlerini verebilme yeteneği olarak görülmüyor. Bolşevik yöntemlerden vazgeçemeyen insanlar, devlet adına adaleti yönetmek üzere atanıyorlar. Tembih veren bir edayla parmaklarını sallıyor ve belirli bir kararın alınmasının istenmesinde bir kötülük görmüyorlar. Yargıçlardan, günümüzün Komünist Partisi aktivistlerinin eşdeğeri olan Adalet Akademisine hesap vermelerini istiyorlar. Bizim adımıza ve bizim ellerimizi kullanarak insanları mahkum etmekte ya da affetmekte bir yanlışlık görmüyorlar . . . Bu satırlar, yine benden ismini unutmamı isteyen, Ovçaruk ve Krizskiy tarafından Vasilyevaya yapılana benzer baskılara maruz kalan, geleceği parlak genç bir yargıçca kaleme alındı. Bu yargıç da yapılan baskılara dayanamadı ve öylece işini bırakıp gitti. Bu satırları Krizskiye gönderdiği istifa mektubunda yazdı, Konunun yokluğumda karara bağlanmasını rica ediyorum, diye ekledi ve Yekaterinburgu temelli olarak terk etti. Aslında bu genç yargıcın görevinden istifa etmek gibi pir düşüncesi yoktu , ancak güzel bir günde olması beklenen şey oldu . Önüne kimi mafya gruplarının çevirdikleri son entrikaları içeren bir dava dosyası geldi ve Krizskiy ondan davayı derhal kapatmasını talep etti. Genç yargıç bu konuda düşünmek için zaman istedi. Sonra kimliği belirsiz kişilerden tehditler aldı, evine isimsiz telefonlar edildi, bulabileceği yerlere notlar bırakıldı. Hatta, çok ağır biçimde olmasa da, bir uyarı olarak evinin girişinde tesadüfen dövüldü ve kendisine saldıranlar asla bulunamadı. Genç yargıç, kendisine istifa etmesine izin verilmesini talep eden bir mektup yazınca mafya davası hemen başka bir yargıca aktarıldı. Duruşmanın öncesinde de yeni yargıç eyalet mahkemesinden bizzat Ovçaruk imzalı, kendisine bütün hukuki işlemleri durdurması talimatı veren bir telgraf aldı. Ertesi gün dosya kapatıldı. Yekaterinburgdaki Kirov Bölge Mahkemesinde yargıçlık yapmakta olan Sergey Kazantsev, soygun ve ağır yaralamayla suçlanan Uporov adlı bir adamın, toplum adına tehlike oluşturduğunu göz önünde bulundurarak, davası tamamen sonuçlanıncaya dek hapishanede tutulmasına karar verdi. Bunun ardından yargıç Kazantsev bir başka davayı ele almaya başladı. Toplantı salonunda oturmuş, mahkeme kararını yazıyordu: bu, Rus yasaları uyarınca bir hakimi hiç kimsenin rahatsız etmesine göz yumulmayan bir andır. Bu şekilde yasa, mahkeme kararının daha yüksek bir mahkeme tarafından bozulabilmesini güvence altına almış olur. Bununla birlikte Ovçaruk, Kazantseve telefon ederek ondan tutuklama emrini değiştirmesini ve Uporovu hapisten salıvermesini istedi. Kazantsev bu talebi reddetti ve Ovçamuk tarafından kendisine görevinden uzaklaştırılacağı söylendi. Kazantsev kovuldu . Yekaterinburgda bu türden, birbirine benzeyen çok sayıda olay yaşandı. Bu olayların sonucunda Yekaterinburgda görevli savcılar da birbirlerine çok benzeyen insanlar haline geldiler. Bu savcılar her şeyden önce kolaylıkla yönlendirilebilen, üstleriyle aralarında bir tatsızlık yaşanmasını önleyeceği sürece herhangi bir karan gözü kapalı imzalayıp, mühürlemeye hazır olan insanlardı. Dolayısıyla, direniş ezilmiş oldu. Bu sonuç, hukukun diktatörlüğünün aldatıcı dış görünüşü altında hüküm sürmekte olan ikiyüzlülüğün değişmez kuralıdır. Yukarıda anlattığımız tablo, Uralhimmaş müsadere edildiğinde her iki tarafın da elinde nasıl olup da aynı konuda birbiriyle çelişen mahkeme kararlarının bulunabildiğini açıklıyor. Yıllar boyunca yargı bağımsızlığı acımasızca bastırıldı ve yargıçlar köleleştirildi. Kıdemli yargıçlar uzun yıllar boyunca prangaya vurulmuş Sovyet mahkemelerinde çalışmış olma deneyimine sahiptiler. Bu koşullar altında cesurca ve adil kararlar veren yargıçlar nereden geliyorlar? Bütün bunlara karşı ayağa kalkan ve kendinden yapması istenileni cesurca reddedenler uzun zaman önce görevden uzaklaştırıldılar. Kanunsuzluğun davasına hizmet etmeleri gerektiğinde buna derhal şapka çıkarabilenler ise ayaklarını sağlam basıyor ve emin adımlarla kariyer basamaklarını tırmanıyorlar. Fedulevin gerçekleştirdiği her darbenin ardında Uralların yargıçlar kuruluyla olan özel samimiyeti yer alıyordu. Fedulev yargıçlarla dostluk ediyordu, yargıçlar da onunla. Alan da memnundu, satan da. Bu ilişki çerçevesinde adları en sık duyulan yargıçlar Ryazantsev ve Balaşovdu. Ryazantsev, Kaçkanar Şehir Mahkemesinde görev yapan, Ovçarukun emri altında çalışan kendi halinde bir yargıçtı. Kaçkanar MCZK davasında Fedulevin ihtiyaç duyduğu kararlan gözü kapalı imzalayan, kuruluşun bonolarını ucuza alan ve ardından bu bonoları nominal değerleri üzerinden tahsil eden, bu şekilde uluslararası düzeyde öneme sahip bir kuruluşun kaderini önceden belirleyen göstermelik şirketi onaylayan yargıç Ryazantsevdi. Yekaterinburg şehri Kirov Bölge Mahkemesinde çalışan ikinci yargıcımız Balaşov da çok halim selim bir adamcağızdı. Balaşov, Uralhimmaşla ilgili olarak ve Fedulevin iş kariyerindeki diğer önemli anlarda onun lehine kararlar verdi. İşte, bunu nasıl yaptığının hikayesi. Uralhimmaş anlaşmazlığında fiilen ilk kurşunu atan kişi yargıç Balaşov olmuştu. Cuma akşamüstü Fedulevin fabrikadaki çıkarlarını destekleyen bir ilamı kabul etti ve Pazartesi sabahı, Rusya hukuk tarihinde duyulmamış bir çabuklukla Fedulevin ihtiyaç duyduğu kararı aldı. Balaşov bunu herhangi bir görgü tanığı çağırmadan, ilave bilgiler toplamadan ya da üçüncü kişilere sorular sormadan yapmayı başardı. Sezarın hakkını Sezara vermek gerekirse, Balaşov bunları yaparken aslında yasal çerçeve içinde hareket etti. Kendisi, yasadaki boşluklardan faydalanma konusunda çok başarılıydı. Başvurduğu hızlandırılmış prosedür her yönüyle yasaldı. Balaşovun davacının talepleri doğrultusunda çıkardığı resmi emir, davalının mülkü zimmetine geçirmeye yönelik idari kararlar ve önlemler almaya başladığı durumlarda kullanılması uygun olan bir önlemdi. Bu tür bir resmi emrin esas amacı, durumu olduğu şekilde dondurmaktır. Mahkeme, sahip olduğu yetkiler çerçevesinde anlaşmazlık esastan çözülünceye kadar herhangi bir idari fiili yasaklamak için müdahalede bulunabilir. Ne var ki, Balaşovun Uralhimmaşla ilgili aldığı yıldırım kararının mülkiyet konusunda yaşanan anlaşmazlığın çözülmesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Yargıç, sadece birilerini fabrikayı yönetmekten ya da varlıklarını kullanmaktan alıkoyuyordu. llk bakışta her şey insanın gözüne masumane, güzel ve aydınlık görünmekteydi. Buna karşılık, ortaya çıkan sonuç kesinlikle iç karartıcıydı. Rus yasalarına göre, bir anlaşmazlıkla ilgili bir karar verilmesi durumunda, bir başka mahkemenin bu anlaşmazlığı yeniden ele alması mümkün değildir. Ne var ki, Balaşov ihtiyaç duyulan resmi emri verirken, bir arabuluculuk mahkemesinin Uralhimmaş anlaşmazlığı konusunda daha önceden başka bir karar almış olduğuna dair can alıcı detayı bilmiyordu. Balaşovun bu durumla ilgili olarak bütünüyle geçerli bir açıklaması vardı eyalette bu konuyu kapsayan ve birleştirilmiş bir bilgi işlem sistemi yoktu (ki bu söylediği doğruydu) ve bunun sonucunda bölge mahkemelerinde insanların davalarını görmeye çalışmalarının hiçbir anlamı yoktu . . . Balaşovun resmi emri çıkarmasından birkaç saat sonra, imzasının mürekkebi bile kurumamışken, Fedulev elinde bu resmi emri sallayarak, silahlı adamlarıyla birlikte Uralhimmaşta sökün etti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İÇKİ SAVAŞLARI
Fedulev’in l990ların sonlarında denetimini ele geçirmiş olduğu Urallardaki fabrikalardan söz etmek kuşkusuz önemli, ancak o , bunlardan daha önemli olan bir şey daha elde etmişti. Bu ganimet, Yekaterinburgun temelini oluşturan, Uralların en büyük kuruluşu olan Uralmaştı. Devasa makine-teçhizat fabrikası Uralmaştan değil, örgütlü suç birliği Uralmaştan, Rusyadaki en büyük mafya grubundan, devletin her kademesinde temsilcileri olan ve sıkı bir hiyerarşiye sahip olan binlerce kişilik bir müfrezeden söz ediyorum burada. Resmi görevlilere rüşvet vermek ve ortaklarınızı ekarte etmek bir şeydir, Uralmaşın patronlarıyla anlaşmaya varmak tamamen başka bir şey. Fedulev 1997 yılında bunu da becerdi. Tavda Hidrolitik Fabrikasının hisselerini satın almak amacıyla Uralmaşla güçlerini birleştirdi. Bu o sırada Fedulev açısından çok mantıklı bir girişimdi. Lüks bir hayat sürüyordu ve kendisini bir kez daha borsada kumar oynayacak paradan yoksun bir konumda bulmuştu. Uralmaşın parası vardı, arpalığı vardı. Şaşırtıcı olan tek şey, bu şirketlerin, nasıl başına buyruk biri olduğunu bilmelerine karşın Fedulevle iş yapmaya karar vermiş olmalarıydı. Fedulev ve Uralmaşın patronlarının hidrolitik fabrikalarıyla bu derece çok ilgilenmelerinin sebebi, bu fabrikaların Palenka votkasının üretiminde kullanılan ispirtoyu üretiyor olmalarıydı. Rusyada ispirto talebi muazzam boyutlardadır ve üretim maliyeti son derece düşüktür. Bu küçük bir yatırım karşılığında inanılmayacak kadar büyük miktarda kar elde etmenin mükemmel bir yoludur; üstelik bu karlar nakit para halindedir, kredi söz konusu değildir, banka sisteminden geçmezler ve vergi müfettişileri bunları takip edemez. Bundan dolayı Fedμlev ve Uralmaşın patronları, Tavda Hidrolitik Fabrikasının hisselerinin yüzde 97sini satın aldılar. Bunun ardından şirketin aktiflerinin ayrılması oldukça standart bir yolla gerçekleştirildi: ortaklar kendi şirketlerini kurdular, şirketin aktifleri fabrikadan alınıp bu şirketlere devredildi , hisseler bölündü ve bu şirketler ya tasfiye edildiler ya da üretim faaliyetini ele geçirdiler. Bir süre sonra görüldü ki hidrolitik fabrikasından geriye bir şey kalmamış. Anlaşmanın tamamlanmasından hemen sonra, Fedulev işin başında kimin ne kadar paya sahip olacağını belirleyen anlaşmayı bozdu ve yeni yönetim kurulunu kendi adamlarıyla doldurarak Uralmaşa burada temsil edilme şansını bile tanımadı. Neden? Çünkü Fedulev patronların da en başında olmak istiyor ve her türlü ortaktan, son derece nüfuzlu bir şirket olan Uralmaştan bile kurtulmayı planlıyordu . İnanılmaz biçimde bu yaptığı yanına kar kaldı. Uralmaşın patronları, normalde beklenmesi gerekenin aksine Fedulevi vurmadılar ve sessizce kenara çekildiler. Bu müsamahakarlığın sebebi basitti. Tavda fabrikası ele geçirildiğinde Fedulev sadece polisle ilişki içinde değildi. Esas itibariyle bütün eyalet polis gücünü kendisine bağlamıştı. Vali Rosselle mükemmel kişisel ilişkiler kurmuştu. Polis örgütünün en üst düzeydeki makamlarına atanacak kişileri, örneğin görevi Fedulevin kendisiyle ve genel olarak örgütlü suçla mücadele etmek olan UBOPnin eyalet idaresinin başına atanacak kişiyi bizzat Paşka belirliyordu. Ayrıca Paşka, Nikolay Ovçinnikovu Yekaterinburgun polis şefi olarak seçmişti. Bununla birlikte, Uralmaş patronları da aynı hamurdan yoğrulmuşlardı ve Fedulevinkilere karşı duracak kendi bağlantılarına sahiptiler. Bir Uralmaş ekibi Tavda fabrikasına gelerek burayı silah zoruyla ele geçirdiğinde, nihayet onların da bayrak açma zamanı geldi. Fedulev buna bütün gücünü kullanarak karşılık verdi. UBOPnin bir özel acil-tepki birimi fabrikalara yerleştirildi ve devlet polisinin paramiliter güçleri silah kullanmaya hazırlandılar. Fakat kime karşı? Kısa süre içinde bunun diğer polis paramiliter güçlerine karşı olacağı ortaya çıktı. Tavda fabrikasında karşı karşıya gelmiş olanlar, Fedulev ve Uralmaş çetelerinin silahlı adamları değil, onların arkasında yer alan güçlerdi. Fedulevin tarafında Rudenko ve bir bölük silahlı polisle Ovçinnikov yer alıyordu. Karşı taraftaysa bütün eyalet polis gücünün başı General Krayev ve onun emrindeki polislerce desteklenen Uralmaş vardı. Diğer bir deyişle, eyalet malının yasadışı paylaşımı konusunda verilen silahlı mücadelenin iki tarafında da, görevleri hukukun üstünlüğünü sağlamak olan polis güçleri yer almaktaydı. Moskovadaki İçişleri Bakanlığı bu duruma nasıl tepki gösterdi? Bakanlık, sorunu Yekaterinburg polis gücü içindeki bir anlaşmazlık, bir tarafta Krayevin, diğer tarafta Rudenkonun ve Ovçinnikovun yer aldığı bir kişilik çatışması olarak gösterdi. Krayev ve Rudenko görevlerinden alındılar. Rudenko , Urallardaki en ciddi suç örgütüne karşı verilen mücadelede uzlaşmaz iktidar mücadelesinin kurbanı yapılırken, Krayev kamuoyu önünde Uralmaş suç örgütüyle yakın ilişkilere sahip olmakla suçlandı. Rudenko mağdur taraf olarak, İçişleri Bakanı Vladimir Ruşailo tarafından, bir süre sonra UBOP Moskova Bölge müdürlüğü görevine atanacağı Moskovaya tayin edildi ! O zamandan beri UBOP Moskova Bölge İdaresi , Rudenkonun yönetimi altında ve bu başkentte alarm zillerinin çalmasına yol açıyor. Bu arada Yekaterinburgda, Rudenkonun tayiniyle birlikte doldurulması gereken boşluklar oluşmuştu . Urallar UBOPsinin personel işleri bizzat Fedulev tarafından düzenlenmekteydi. Müdür olarak Rudenkonun yerine getirilen Yuriy Skvortsov, sadece Rudenkonun sağ kolu değil, aynı zamanda yıllardır Fedulevin işleriyle ilgilenen biriydi. Fedulev, Skvortsovun baş yardımcılığına Andrey Taranovu atadı. Bu kişinin, bölgenin önde gelen şarap ve ispirto imalatçısı Oleg Fleganovun, Urallardaki polis gücü içindeki koruyucusu (ya da çatısı) olduğuna inanılıyordu. Fleganov, kaçak votka kendi perakende ağı yoluyla satıldığından, kaçak votkanın pazarlanması konusunda kilit bir role sahipti. Fedulevin, Skvortsov için seçtiği diğer yardımcı Vladimir Putyaykindi. Onun görevi bütün eyalet çapında polis örgütünün saflarında temizlik yapmaktı. Putyaykin işe hala mafyaya karşı tavır alan ve Fedulevin hamiliğinde çalışmayı reddeden herkesi kovmakla başladı. Uşak Putyaykin, üstüne düşen görevi yerine getirmekte çok kararlıydı. Bu konuda neler yaptığına ilişkin olarak tek bir örnek vermekle yetineceğiz. Bir keresinde Skvortsov, Putyaykinden, polis içinde Feduleve karşı çalışanların kim olduklarını belgeleyen kanıtlar getirmesini istedi. Putyaykinin elinde bu türden belgeler yoktu . Putyaykin o gece UBOP ekibinden genç birini eve götürdü, onu içirip sarhoş etti ve ondan derhal Feduleve ve onun polis içindeki adamlarına karşı çıkan iş arkadaşlarını ihbar etmesini istedi. Genç polis ispiyoncu olmayı reddetti, bunun üzerine Putyaykin genç polise öyle bir işkence yaptı ki, genç polis en sonunda kendisini kendi beylik silahıyla vurdu. Okurumun, Olmaz böyle bir şey! diye bağırdığını duyabiliyorum. inanın bana, bu anlattıklarımın hepsi gerçek. Rusyada, Yeltsin yılları sırasında örgütlü suç çeteleri tam olarak bu şekilde doğdu ve gelişti. Şimdilerde, Putinin iktidarında, devlet katında kimin ne olacağını artık onlar belirliyorlar. Devlet başkanı, mülkiyetin yeniden dağıtılmasının imkansız olduğunu ve her şeyin olduğu gibi kalması gerektiğini söylediğinde, tam tamına onlardan -güçlü, etkili ve süper- zenginlerden- söz ediyor. Putin, Çeçenistanda hem cezalandıran hem de bağışlayan Tanrı ve Çar olabilir, ancak bu mafya üyelerine dokunmaktan korkuyor. Para, burada çoğumuzun hayal edemeyeceği kadar büyük rol oynuyor ve karlar milyonlarla sayılırken insan hayatı ya da onuru çok az para ediyor. DOKUNULMAZLAR Rusyada kendisine bu derece verimli bir toprak bulmuş olan, hatta devlet başkanının bile konuşmalarında kullandığı suç dünyasının jargonuna başvurarak şöyle diyebiliriz: Fedulevin grubunun gelişiyle birlikte Urallarda belirli kurallar çerçevesinde yaşamak denen şey sona erdi. Yekaterinburg sokaklarında insanlara en çok kime saygı duyduklarını sordum: Vali Rossele mi? Feduleve mi? Şehrin belediye başkanı Çernetskiye mi? Aldığım cevap şu oldu: Uralmaşa. Şaşkınlık içinde dolandırıcılara nasıl saygı duyabilecekleri sorusunu yönelttim. Cevapları basitti: Onlar hırsızların yasalarına uygun olarak yaşıyorlar, ancak en azından bazı yasaları var. Yeni dolandırıcılar bu yasalara bile uymuyorlar. Biz işte bu noktaya gelmiş durumdayız: Rus halkı bir mafyayı diğerine göre tercih edip, ona saygı duyuyor, çünkü diğer mafya ötekinden çok daha kötü . Biz 1997 yılına geri dönelim. Fedulev, Yekaterinburg polisini avcunun içine aldı ve yasadışı votka pazarlanması işini bütünüyle ele geçirdi. Borsada oynamaya devam etti ve bir Moskova şirketini dolandırdı. Bu sadece herhangi bir eski şirket değil, Yeltsini ve ailesini maddi bakımdan destekleyen, çok tanınmış bir metropol oligarkına ait bir konsorsiyumdu. Bu kişiyi dolandırmak o sıralarda intihar etmekle eş anlamlıydı. Şirket iki kez Sverdlovsk UBOPsine dolandırıcılıkla ilgili şikayette bulunduysa da, Fedulevi zor durumda bırakacak her türlü bilginin önü kesildi ve CID bir ceza davası açmayı reddetti. Ancak genel savcılık makamının müdahalesinin ardından 142113 dosya sayılı dava, Yekaterinburgda değil de Moskovada açılabildi. Fedulev kaçak durumuna düştü. Hakkında bütün Rusyayı kapsayan bir arama emri çıkarıldı. Fedulevin koruyucusu haline gelmiş olan eski casus Yuriy Altşulu hatırlıyor musunuz? Peki, onu tanıyan herkesin kendisinden tamamen dürüst bir insan, sözünün eri ve çok korkusuz biri olarak söz ettiğini de hatırlıyor musunuz? Altşul kendi dedektiflik ajansını ve güvenlik şirketini kurduktan sonra Rus güvenlik güçlerine istihbarat sağlamayı sürdürdü . Onun tarafından genel savcılık makamına ve FGBye aktarılan bilgiler, Urallardaki birkaç büyük dolandırıcının demir parmaklıklar arkasına konmasını sağladı. Bununla birlikte, Altşulun özel bir saplantısı vardı: Uralmaş suç örgütüne karşı mücadele etmek. Kulağa tuhaf gelse de , Altşulu Feduleve yakınlaştıran da bu oldu . Hakkında bütün Rusyada arama emri çıkarılması üzerine, Altşulun Uralmaşla ilgili sabit fikirliliğini bilen Fedulev onu görüşmeye çağırdı. Fedulev, ortadan kaybolmak zorunda bırakılmasının ardından, Uralmaşın, Sverdlovsk eyaletindeki, kendisinin göz koymuş olduğu diğer iki hidrolitik fabrikasının denetimini ele geçirmesinden korkuyordu. Fedulev, Altşuldan sahip olduğu bütün güçle kendi çıkarlarını Uralmaşa karşı korumasını istedi. Bunun karşılığında, Altşula ele geçirmek üzere olduğu Lobva Hidrolitik Fabrikasının karının yüzde 5Osini vermeyi vadetti. Altşul tamamen hidrolitik fabrikasına bağımlı olan Lobva kasabasına gitti. Orada fabrikanın üretken kapasitesinin kasıtlı olarak tahrip edildiğini gördü. Altşul, kendi kendisine, Fedulevin bu durumdaki bir fabrikanın neden bu kadar büyük miktarda hissesini satın almak istediğini sormadan edemedi. Fedulevin burnunu sokmasından önce Lobva fabrikası oldukça başarılı biçimde işliyordu. Fedulev bir kez fabrikanın hisselerini kendi küçük şirketlerine başlayınca, bu şirketler ispirtoyu yasadışı olarak satmaya ve işlemeye başladılar. Bu satışlardan elde edilen gelir doğal olarak fabrikaya bu şirketlerin kayıtları üzerinden geliyordu, hatta bu da hiçbir zaman tam tutara eşit olmuyordu. Aylar geçtikte Fedulev fabrikayı emip kuruttu . Altşul, Lobvaya ulaştığında işçilere ücretleri yedi aydır ödenmemiş durumdaydı. Fabrika iflasın eşiğine gelmişti. Bütün kasaba fabrikanın etrafında büyüdüğünden, fabrikanın ayakta kalmaması durumunda kasaba da ölecekti. · İşte bu noktada Altşul, Fedulevin adına değil, kendi inisiyatifiyle hareket etmeye karar verdi. İşçilere düzeni tekrar sağlayacağı sözünü verdi ve ilk iş olarak işçilerin fabrikada iki kişiyi bir daha görmeyeceklerini, çünkü onların fabrika kapısından içeri girmesine izin vermeyeceğini söyledi. Bu iki kişi, Fedulevin adamları Sergey Çupahin ile Sergey Leşukovdu. Çupahin ve Leşukov eskiden eyaletin İçişleri Dairesinin Ağır Dolandırıcılık Bürosunda çalışmışlardı. Aynı zamanda Vasiliy Rudenkonun ve Nikolay Ovçinnikovun, iş arkadaşlarının kişisel dostlarıydılar ve polis örgütünden, Fedulevin iş hayatında Ovçinnikovun mali çıkarlarını korumak amacıyla ayrılmışlardı. Fedulevin en sonunda tutuklanmasından önce biraz daha zaman geçti. Doğal olarak Moskovada tutuklanan Fedulev, hücredeyken bile Yekaterinburgdaki olayların gelişimini etkileyebilmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Denetimi altındaki polisler (ne de olsa Rudenko şimdi Moskovadaydı) Fedulevin daveti üzerine Altşulun gelip onu hapishanede görmesini sağladılar. Bu görüşme sırasında Fedulev, ısrarla Altşulun fabrika yönetimini Çupahin ve Leşukova devretmesi gerektiğini söyledi. Rudenko bunu, Fedulevden sahip olduğu hisseyi kaybetmek istemediği için talep etmişti. Buna karşılık Altşul, fabrikanın yönetimini devretmeyi reddetti ve peşi sıra Rudenko geldiği halde Yekaterinburga geri döndü. Altşul, görüşme talebiyle UBOPye çağrıldı ve burada Rudenko , Altşula Lobva fabrikasını bırakması için baskı yaptı. Altşul bu isteği bir kez daha kesin bir dille reddetti. Eski ordu casusu birkaç gün sonra, 30 Mart l 999da, eski ordu casusu arabasında vurulmuş olarak bulundu. Ölümüyle ilgili bir ceza davası açıldı, bu kez 528006 dosya sayısıyla. Bir kez daha baş şüpheli Fedulevdi. Bu onun karıştığı üçüncü şüpheli cinayetti, fakat sonuçta ne olduğunu sanırım artık tahmin edebiliyorsunuzdur. Yine hiçbir şey. 528006 dosya sayılı dava, diğerleri gibi rafa kaldırıldı. Fedulevin hesabı son derece basitti: Altşulun temizlenmesiyle birlikte fabrika kendisinin olmuştu. Ne var ki Altşul, Lobvada bir arkadaş ve vekil bırakmıştı: başka bir eski casus ve özel operasyonlar gazisi olan Vasiliy Lev. Lev, Fedulevin adamlarını fabrikadan çıkartması doğrultusundaki bütün taleplerini kesin olarak geri çevirdi. Rudenko-Çupahin-Leşukov üçlüsü Leve bir uzlaşma yolu ya da daha çok bir paylaşım anlaşması önerdiler. Lev fabrikanın müdürü olarak kalabilirdi, ancak Çupahin ve Leşukov, gerçekte en önemli iş olan, fabrikanın toptan likör satışını yürütmek üzere fabrikaya geri dönmeliydiler. Levden sadece bu öneriyi kabul etmesini istemekle kalmadılar, ona gözdağı vermek için de ellerinden geleni yaptılar. Lev, toplantıya açıkça, Fedulevin UBOPdeki şefi ve Levin boyun eğmesini sağlamak için elinden geleni ardına koymamış olan Skvortsov tarafından bizzat çağrılmıştı., Bu sırada Rudenko daha da yükselmiş ve içişleri Bakanlığı CIDe tayin olmuştu . Leve baskı yapmakta olan üçüncü kişi, Rudenkonun dostu ve Sverdlovsk eyaleti polis örgütünde yüksek rütbeli bir görevli olan Leonid Feskoydu. Fesko, Sverdlovsk Eyaleti UBOP Üyeleri Savunma ve Yardım Fonu adı verilen fonu yönetmek için Moskovaya gitmek üzereydi. Bu fon yasadışı ödemeleri, rüşvetleri ve ikramiyeleri yasal olarak transfer etmeye yarayan bir kurumdu. Bu savunma ve yardım fonları 1990ların ortalarında Fedulev gibi centilmenlerce tasarlanmıştı. Bu fonların birçoğu bugün de faaliyetlerini sürdürüyor. Fesko daha sonra Fedulevin, mafyanın denetimindeki şirketlerinde güvenlik ve disiplinden sorumlu vekili oldu. Acil durumlarda, eğer rakipler durumu kızıştırıyorlarsa, direnişi ezmek için özel operasyonlar birimini harekete geçirmek Feskonun işiydi. Aslında 2000 yılının Eylül ayında Uralhimmaşın ele geçirilmesini planlayan da Feskoydu. Buna rağmen, Vasiliy Lev 1999 yılında bu güçlerin hepsine birden meydan okudu. Ancak daha sonra, aynı yılın Aralık ayında, Skvortsovun maiyetindekilerden biri, bir UBOP ajanı, Yevgeniy Antonov, Levin Lobva fabrikasında likörün toptan pazarlanmasını yürüten kişi olan baş yardımcısını vurdu. Levin, cinayetin hemen ardından FGBye verdiği resmi yazılı ifadeye göre, iş arkadaşının silahlı saldırıya uğramasına yol açanlar şunlardı: Ocak ayının [ 2000] ortasında UBOP bölüm başkanı Sergey Vasilyevle konuştum. Sert bir ifadeyle benim Lobva fabrikasındaki varlığımın UBOPyi mali kaynaklarından yoksun bıraktığından yakındı. Daha sonra şöyle dedi: Sen FGBnin, UBOPnin ve eyaletteki diğer güvenlik kuruluşlarının arpalığını çaldın . Vasilyev kesin olarak onlarla çalışmamı istedi. Bunun nasıl bir iş olduğunu sorunca da Vasilyev şöyle cevap verdi, Parayı buraya getireceksin ! Levin ifadesinin her satırı bir ceza davasının açılmasını gerektirecek niteliktedir. Ne var ki, bir kez daha hiç kimseye dokunulmadı. Levin genel savcılık makamına, İçişleri Bakanlığına ve Devlet Başkanı Putinin kendisine yaptığı başvurular en ufak bir karşılık dahi bulmadı. Buna karşılık, Fedulevin kaderine gösterilen ilgi büyüktü. 2000 yılının Ocak ayında, Rusya Genel Savcı Vekili Vasiliy Kolmogorovun kişisel talimatıyla Fedulev hapishaneden serbest bırakıldı. Aynen böyle oldu. Yekaterinburga dönüşünde yetkililer Fedulevi bir fatih gibi karşıladılar. Vali Rossel ona iltimaslar yağdırdı. Rosselın girişimiyle Fedulev, Yılın Urallar Girişimcisi ilan edildi. Hapiste yatmasının, Altşulun vurulmasının, Leve gözdağı verilmesinin ve iş arkadaşının öldürülmesinin ardından Fedulev, Yekatrinburgun önde gelen sanayicisi katına çıkarıldı. Bunun ardından Urallarda faaliyet gösteren bütün medya organları, onun hakkında bir şeyler yazdıklarında hep bu formülü kullandılar. Kısa bir süre sonra Fedulev Eyalet Yasama Meclisine seçildi, bu şekilde milletvekili dokunulmazlığını kazandı. Eğer biraz geri çekilirsek ve resmin tamamına bakarsak ne göreceğiz dersiniz? Fedulev, bir Urallar oligarkı, bir eyalet meclisi üyesi, bir gayrimenkul kralı. Yine de asıl önemli olan, onun Rus Ceza Kanununun yasadışı suç örgütü olarak tanımladığı bir grubun kurucusu olması. Bu bölümün başında anlattığımız gibi 2000 yılının sonbaharında Uralhimmaş müsadere edildiğinde, Fedulevin grubu dört başı mamur bir mafya örgütünün bütün özelliklerine sahipti. Tek sorun Babanın hapiste olmasıydı ve o oradayken fabrikaları ve sanayi kompleksleri denetiminden çıkmaya başlamıştı. Bunun üzerine örgüt, Bizim paralarımıza ne olacak? diyerek paniğe kapıldı. işte bu noktada Fedulev serbest bırakıldı.
HÜKUMETİN SUÇ ORTAKLIĞIYLA ZİMMETE MÜLK GEÇİRMEK
2003 yılının Şubat ayı, Moskova. Hiç beklenmeyen bir açıklama: Devlet Başkanı Putin, Örgütlü Suçla Mücadele Merkezi idaresine (ÖSMM) yeni bir başkan ve yeni bir içişleri Bakan Yardımcısı atıyor. Bu kişi, kendi halinde, meclis oturumlarında asla söz alıp konuşmayan, düşük profilli Devlet Duması milletvekili, yasama çalışmalarında bilinen hiçbir katkısı olmayan ve siyasal açıdan tamamen iddiasız bir adam: Nikolay Ovçinnikov. Ovçinnikov, Putinin St. Petersburgdaki eski yakın arkadaşlarından biri bile sayılmıyor ve mevcut atama politikası bağlamında bu olağan bir durum değil. Açıklamanın ardından Ovçinnikov kendisiyle yapılan röportajda, devlet başkanının güvenine layık olmak için elinden geleni yapacağını, görevinin rüşveti asgari düzeye indirmek ve toplumun sağlıklı kesiminin daha fazla azınlıktaki suçlulann merhametinde kalmamasını sağlamak olduğunu söylüyor. Tüm bunlar fevkalade düşünceler, peki bu durumda yeni Bakan Yardımcısımn resmi açıklaması neden Urallarda büyük bir mutluluk dalgasının oluşmasına yol açıyor? Gelin, Ovçinnikovın yeni görevine yakından bakalım. Bu görev Rus bürokrasisi içinde hangi düzeyde yer alıyor? Rusyada ÖSMMlnin yöneticisi sıradan bir konuma sahip değildir. Bu görev iktidar yapısı içinde kilit öneme sahip bir makamdır. Çünkü birincisi, örgütlü suçun -mafyanın- kökleri gündelik hayata nüfuz etmiş olan devasa ahlaki çürümeye uzanır. ikincisi, bu idare, kendi tarihinden dolayı oldukça ağırlıklı bir siyasal etki gücüne sahiptir. Ülkemizin üst düzey bürokratlanndan ve iktidar komisyonculanndan biri, Yeltsinin iktidan altında mevkiini korumuş olan, şimdi de Putinin iktidan altında aynı konumda yer alan Vladimir Ruşailodur. Eskiden içişleri Bakam olan Ruşailo, şimdilerde Rus Ulusal Güvenlik Konseyine başkanlık ediyor. Ruşailo kariyerine ÖSMMI başkanlığıyla başladı. içişleri Bakam olarak atandığında eski işiyle ilgilenmeyi sürdürdü ve idareyi güçlendirmek amacıyla elinden geleni yaptı. idarenin personel sayısını diğer idarelerin düzeyine çıkardı ve yetkililerine, polis örgütünün diğer bölümlerinden farklı olarak, önceden izin almadan güç kullanımım içeren operasyonlar düzenlemelerine imkan sağlayan çok geniş yetkiler tamdı. Aynı zamanda idare dışında da, devletin en yüksek makamlarına kendi adamlanm yerleştirdi; bunun sonucunda Ruşailocular bugünlerde polis örgütü içinde hesaba katılması gereken bir güç haline gelmiş durumdalar. Bunlann sayısı sadece, Putinle St. Petersburgda birlikte çalışmış ve onu Moskovada çeşitli bakanlıklann bürokrasilerinde izlemiş olan Petersburgluların ve Putinin eski uğrak yeri olan KGBnin ürünleri Çekacıların sayısıyla kıyaslanabilir. insan olarak Nikolay Ovçinnikova baktığımızda, onun ÖSMMlye atanmasıyla ilgili her şey pürüzsüz biçimde ayarlanmış görüntüsü veriyor. O bu makama getirilmeyi hak etti. Dumaya girmeden önce otuz yıl boyunca bir taşra polisi olarak görev yaptı. Meclise milletvekili olarak seçildiği sırada Yekaterinburgda polis şefiydi. Yekaterinburg, geçmiş görkemine özlem içindeki sakin bir taşra merkezi değildir. Yekaterinburg, Uralların başkenti, Sverdlovsk eyaletinin ana üssüdür ve bundan dolayı Urallar’ın ana sanayi bölgesidir. Yeltsin, Rusya’nın bölgelerini ‘istedikleri ölçüde özerk hale gelmeye davet ettiği zaman, başkenti Yekaterinburg olan bir Urallar Cumhuriyeti yaratma konusunda bütünüyle ciddi, büyük planlar yapılmaktaydı. Şehrin polis şefi Rusya’da herkesçe tanınan bir şöhretti. Urallar herhangi bir ülkenin ayakta kalmasını sağlayacak büyük maden zenginliğine, doğal ve sanayi kaynaklarına sahip bir bölgedir. Buna ek olarak, Yekaterinburg, mafyanın geleneksel olarak -eskiden Sovyetler Birliği’nde, şimdiyse Rusya’da- en güçlü olduğu, çetelerin cirit attığı bölgelerden biridir. Bu mafya çetelerinin resmi adları Uralmaş Suç Örgütü’dür. Bu yüzden Yekaterinburg’daki en üst düzeydeki polis, ister beğensin ister beğenmesin, kendisini Uralmaş mafyasıyla mücadele ederken bulur. Ovçinnikovun resmi hizmet sicilinde çok fazla bilgi bulunmadığını söylemeye gerek yok. Belki de sicilinde gerçekten önemli olan konuların hiçbiriyle ilgili bilgi yok. Ovçinnikov ne tür bir polis şefiydi? Hangi öncelikleri belirlemişti? Mafyanın hangi kesimlerini mahkeme önüne çıkarmıştı? Elde ettiği başarılar nelerdi? Ve en sonunda hangi sonuca ulaşmıştı: Ovçinnikovun zamanında Yekaterinburg nasıl bir yerdi ve şimdi nasıl bir yer? Benim niyetim Urallarda görev yapan bir polisin Moskovanın baş döndüren zirvelerine nasıl yükseldiğini göstermek değil. Ben burada daha çok, Rus hayatında ahlaki çürüme diye bilinen olguyla ilgilenmek istiyorum. Gerçekte ahlaki çürüme nedir? Mafyayı ne oluşturuyor -Yeltsinin iktidarda olduğu zamandaki gibi değil fakat Putin döneminde olduğu şekilde? Putin neden Ovçinnikovun kariyerini yükseltti? Eğer Ovçinnikovun mafyayla mücadele etme konusunda Rusyanın birinci ismi olarak nasıl atandığını tahlil edebilirsek, o zaman Putinin ve yönetiminin yaptığı atamaların temel ilkelerini de saptayabiliriz. Bu hikaye çok eskilere uzanıyor. FEDULEV 13 Eylül 200lde bir haber Rusyayı derinden sarstı. O sırada ikinci Çeçen Savaşı devam etmekteydi ve Putin, diğer adaylardan farklı olarak savaşı başlatmak istediği için başbakan olarak atanmıştı. Yekaterinburgda Rusyanın en büyük metal fabrikalarından biri olan, ürünleri bütün Rusyada kimya sanayiinde kullanılan Uralhimmaş şirketini mafya ele geçirmişti. Beyzbol sopalarıyla silahlanmış ve Yekaterinburg OMON Özel Polis Birimi tarafından desteklenen bir grup fabrikanın idare bürolarına zorla girdiler, orada büyük karışıklık çıkardılar ve müdürlük görevini yürütmekte olan Sergey Glotovun yerine kendi müdürlerini göreve getirmeye kalkıştılar. Urallar televizyonu , hiç zaman kaybetmeksizin bölgede yaşayan komünistleri bağırırken gösterdi, Yaşasın ! Halk iktidarı eline alıyor! Kahrolsun kapitalistler! Bölgedeki sendika önderleri de aynı sloganları tekrarlayarak, Uralhimmaşa el konulmasını bir işçi devrimi olarak ilan ettiler ve benzer devrimci yeniden kamusallaştırmaların çok yakın gelecekte bütün ülkeye yayılacağına dair ant içtiler. Devlet başkanı Yeltsin bu konuda herhangi bir demeç vermedi, ancak bu durum şaşırtıcı da değildi. Yeltsinin hasta olduğu herkesçe biliniyordu. Ne var ki, başbakanlığa yeni atanmış olan başbakan Putin de suskun kalmıştı. Aslında bütün Moskova sessizdi. O sırada içişleri Bakanı olan Vladimir Ruşailonun da yönetimi altındaki polis yetkililerinin, yaşanan bir anlaşmazlıkta taraflardan birinin yanında yer alarak bir şirkete saldırmaları konusunda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Moskovanın bir yorum yapmayışının çok şey anlattığını söylemeye gerek yok. Bu türden şeyler sadece Rusyada olmuyor. 13 Eylül akşamı işçi devrimi bir ölçüde sakinleşti; istifa etmeye yanaşmayan Uralhimmaş yönetimi, müdürün bürosunda barikat kurmuştu . Tam bu esnada, gerçek silahlarla silahlanmış bir grup, gösterişli siyah ciplerden oluşan bir armada, fabrika sahasına girdi. Özel polis bu gelenlere saygıyla yol verdi. · Ciplerin birinden kim olduğu . bilinmeyen, şık takım elbiseli, pahalı gözlükler ve birkaç altın zincir takan, oldukça kısa boylu biri indi. Bu bir Yeni Rus prototipiydi, yüzü kısa süre önce katıldığı bir içki alemi yüzünden berbat görünüyordu. Müdürün bürosuna doğru yürürken, Yekaterinburg polisinden güçlü kuvvetli bir koruma görevlisi kendisine eşlik etmekteydi. Özel polis, güç kullanarak onlara yolu açtı; işçiler gönülsüzce geri çekildiler. Uralhimmaş çalışanları, Paşka yine hır çıkarmaya çalışıyor. Buraya anlaşmazlığı çözmeye geldi, diyerek mırıldandılar. Yekateringburg televizyonu , önce önde gelen sanayicinin endişeli yüz ifadesini, ardından fabrikayı savunanların kan içindeki suratlarını gösterirken şu yorumu yapıyordu: Bölgemizin önde gelen sanayicisi Pavel Fedulev ve Yekaterinburg Yasama Meclisi, mahkeme kararları doğrultusun da adaleti sağlamaya çalışıyorlar. Beyzbol sopalarının arasında demir çubuklar da göze çarpıyordu. Havalı gözlükleri olan yurttaş binadan içeri girdi ve Uralhimmaşın kuşatma altındaki yönetimine bir yığın belge sundu. Bu belgeler kendisinin, onların şirketinin hamili, ortak maliki olduğunu gösteren mahkeme kararlarıydı; amacı, kendi seçeceği birini şirkete müdür olarak atamaktı. Bu yüzden, yetkisi olmayan herkes binayı terk etmeliydi. Bu yurttaş hiç kimsenin daveti olmadan müdürün koltuğuna oturdu; yüzsüzce davranışları onun mülk sahibi olduğunu gösteriyordu. Yerinden uzaklaştırılmış olan şirket yönetimi kendisine verilmiş olan belgeleri inceledikten sonra, bu yurttaş (kendisini hiç etkilemeyen) bir sövgü seline maruz kaldı ve kendisine halihazırdaki müdürün gerçek müdür olduğunu gösteren başka bir dizi belge ve mahkeme kararı gösterildi. Burada resmedilen tabloyu anlayabilmek için Yekaterinburgun yakın tarihinde bir gezintiye çıkmamız gerekiyor. Bir toplum nasıl Uralhimmaş gibi büyük bir şirkete el konmasını mümkün kılacak şekilde değişebilir? Pavel Anatolyeviç Fedulev kimdir? Ve neden, Yekaterinburgdaki her türden insana ne olup bittiğini sorduğumda herkesten tek ve aynı cevabı aldım: Bütün bunlar Fedulevin başının altından çıkıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Batı, Putinin anti-terör politikalarına pek az tepki gösteriyor ve bugünün Rusyasını kendi damak tadına uygun buluyor: votka, havyar, gaz, petrol , dans eden ayılar, o malum meslekle uğraşan kadınlar. Egzotik Rus pazarı Batının umduğu şekilde işliyor; Avrupa ve dünyanın geri kalanı, dünyanın altıda birini oluşturan ülkemizde işlerin yürüyüş şeklinden çok memnunlar.
[Rus Ordusu] Şamil Basayev’i yakalamaya çalıştığını ilan etti: Silahlı oluşumların üyelerini yok etmek üzere büyük çaplı bir askeri operasyon yürütülmekteydi. Ordu birlikleri Basayevi yakalayamadılar, ancak 8 Nisanda öğleden sonra saat 2:00 sularında, askeri operasyonun bir parçası olarak, Rigahtaki çiftliğe füze saldırısı düzenlendi. Saldırı çiftlikteki herkesi öldürdü: bir anne ve beş çocuğu hayatını kaybetti. Ailenin babası olan İmar-Ali Damayev’in karşılaştığı manzara, en katı kalpli militanın bile ya hayatı boyunca bir pasifiste dönüşmesine ya da bir intihar bombacısı olmasına yol açacak türdendi. Yirmi dokuz yaşındaki kansı Maidat, yerde, çocukları dört yaşındaki Canatiye, üç yaşındaki Caradata, iki yaşındaki Umar-Hacıya ve en küçük dokuz aylık Zuraya sarılmış, cansız olarak yatıyordu. Annelerinin onlara gövdesini siper etmiş olması hayatta kalmalarını sağlamamıştı. Diğer taraftaysa Zaranın iki kardeşi Zuranın küçük vücudu uzanmaktaydı. Maidatın, beşinci çocuğunu kendi vücuduyla koruma altına almaya, besbelli ki bunu nasıl yapacağını düşünmeye fırsat bulamamıştı ve Zura bebeğin de kendi kendine iki metrelik mesafeyi emeklemeye zamanı olmamıştı. İmar-Ali, anti-personel parçalarını bir araya getirdi ve katil füzenin numarasını belirledi: 350 F 8-90. Bunu yapmak zor değildi, numara kolaylıkla okunabiliyordu. Sonra cesetleri gömmeye başladılar ve komşu köyden bir molla, füze saldırısında öldürülenlerin tamamının şehit olduğunu ilan etti. Kurbanların hepsi aynı akşamüstü cesetleri yıkanmadan, kefene sarılmadan, ölümün kendilerine bulduğu zamanki giysileriyle gömüldüler. Putinden neden mi bu kadar çok nefret ediyorum? Çocuk katilleri ait oldukları yere, sanık sandalyesine asla oturtulmadılar; bütün çocukların büyük dostu Putin hiçbir zaman onların sanık sandalyesine oturtulmalarını istemedi! Masum insanların bu şekilde katledilmiş olmaları Rusyada bir fırtınanın esmesine yol açmadı. Televizyon kanallarından hiçbiri, katledilen beş küçük Çeçenin görüntülerini yayınlamadı. Savunma Bakanı istifa etmedi. Bakan, Putinin kişisel dostu ve hatta 2008 yılında onun halefi olması söz konusu. Hava Kuvvetleri komutanı görevinden alınmadı. Başkomutan, taziyede bulunan herhangi bir konuşma yapmadı. Aslına bakarsanız, etrafımızda, dünyanın geri kalanında da her şey eski hamam eski tastı. Ben Putinden nefret ediyorum, çünkü o insanları sevmiyor. Bizleri hor görüyor. O bizleri, kendi amaçlarına ulaşmakta kullanacağı araçlar olarak, kişisel iktidarını sağlamak ve korumak için sırtına basılacak araçlar olarak görüyor, başka bir şey olarak değil. Bundan dolayı bize istediğini yapabileceğine inanıyor; gerekli gördüğünde bizimle oynuyor, gerekli gördüğünde bizi yok ediyor. O, şans eseri en tepeye tırmanıp bugün Çar ve Tanrı olmuşken, onun gözünde bizlerin hiçbir değeri yok. Rusyada bizler daha önce de bu bakış açısına sahip yöneticiler gördük. Bu insanlar trajedilere, büyük kan göllerinin oluşmasına, iç savaşlar yaşanmasına yol açtılar. Ben bunların hiçbirinin yaşanmasını istemiyorum. işte bu yüzden, Kremlinde kırmızı halı üzerinde Rusyanın tahtına doğru kasıla kasıla yürümekte olan bu tipik Sovyet Çekacısından ölesiye nefret ediyorum.
Rusya, işlerin çoğunun perde arkasından yürütüldüğü ve çoğu insanın hafızasının son derece zayıf olduğu bir ülkedir
Brejnev sevimsiz, Andropov ise zalim biriydi, ama en azından sahte de olsa demokratik biri gibi görünmeye çalışırdı. Çernenko sersemin tekiydi ve Ruslar, Gorbaçov’dan nefret ettiler. Yeltsin, ara sıra bu adamın yaptıkları bizi nereye götürecek düşüncesine kapila­rak haç çıkarmamıza sebep oluyordu. lşte, şimdi bunların üzerine Putin ekleniyor.
II. Putin döneminin başlaması­na tanık olacağız. Putin’in aldığı oyların 20 puanlık kısmını ‘göz boyama payı’ (yani, hileli oylar) olarak hesaptan düşmemiz duru­munda bile, kendisi devlet başkanlığını kazanmaya yetecek mik­tarda oy alıyor. Tipik bir Sovyet KGB yarbayı olan, Gogol’ün Palto öyküsünün haksızlığa uğramış kahramanı Akakiy Akakiyeviç kılıklı Putin, bir­kaç saat içinde bir kez daha Rusya tahtına çıkacak. Onun seviyesin­de birinden bekleyeceğiniz şekilde dar görüşlü, taşralı biri; hiçbir za­man albaylığa yükselememiş olan bir yarbayın sevimsiz kişiliğine, meslektaşlarını gizlice gözetlemeyi adet haline getirmiş bir Sovyet gizli polisinin tavırlarına sahip. Ve kinci bir insan: resmen göreve başlama törenine tek bir siyasal muhalifini, kendisiyle uyum içinde olmayan tek bir siyasal partiyi davet ettirmedi. Brejnev sevimsiz, Andropov ise zalim biriydi, ama en azından sahte de olsa demokratik biri gibi görünmeye çalışırdı. Çernenko sersemin tekiydi ve Ruslar, Gorbaçov’dan nefret ettiler. Yeltsin, ara sıra bu adamın yaptıkları bizi nereye götürecek düşüncesine kapila­rak haç çıkarmamıza sebep oluyordu. lşte, şimdi bunların üzerine Putin ekleniyor. Yarın, bu liderlerin eskiden Kademe 25’ten · -VIP araba konvoyları geçerken güvenlik kordonunu oluşturan kişiler- koruma görevlisi olan Akakiy Akaki­yeviç Putin, Kremlin’in taht odasında, sanki oranın gerçekten patro­nuymuş gibi kırmızı halıda kasıla kasıla yürüyecek. Etrafında Çarlık altınları parıldayacak, uşaklar ona itaatkarca gülümseyecek, KGB’nin en düşük kademelerine seçilmiş, önemli görevlere ancak Putin’in iktidarında yükselebilecek olan, kendilerini fasulye gibi ni­metten sayan silah arkadaşları şişinecekler. lnsan Lenin’i, 1918 yılında Devrim’den sonra Kremlin’e geldi­ğinde, etrafta kasıla kasıla bir sömürge valisi gibi dolaşırken hayal edebiliyor. Resmi komünist tarih -biz başka türlüsünü görmedik­bizi Lenin’in o sırada etraf ta alçakgönüllü bir tavırla dolaştığı konu­sunda temin ediyor, ancak onun alçakgönüllülüğünün küstahça ol­duğuna iddiaya girebilirsiniz. Bakın bana, ne kadar da alçakgönül­lüyüm ! Siz benim önemsiz birini olduğumu düşünüyorsunuz, an­cak şimdi zafere ulaşan ben oldum. Rusya’yı tam da istediğim şekil­de parçaladım. Rusya’yı, bana sadık kalacağı konusunda ant içme­ye zorladım.
Son olarak, Rusya’da yaşayan ve devlet destekli histeri sebebiyle ıstırap çeken sıradan insanların durumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir başka hikaye.
Okulda sık sık azar işitiyor musun?
Sirajdi iç çekiyor: Evet.
Peki. bunun haklı bir sebebi oluyor mu?
Yeniden iç çekiyor: Evet.
Ne tür yaramazlıklar yapıyorsun?
Koridorda koşarken birileri bana sert bir yumruk atıyor ve ben de bana diş geçirebileceklerini düşünmemeleri için onlara karşılık veriyorum, ardından öğretmenler bana ‘Onlara vurdun mu?’ diye so­ruyorlar. Ben her seferinde doğruyu söyleyip, ‘Evet’ diyorum, ancak diğerleri öyle yapmıyorlar ve sonunda azan işiten ben oluyorum.
Belki senin de doğruyu söylememen gerekiyor.
O zaman başın derde girmeyebilir.
Çok derin iç çekiyor: Bunu yapamam. Ben kız değilim. Eğer bir şey yaptıysam, ‘Onu ben yaptım,’ derim.
Dep­resyon, aramızda yaşayan Çeçenlerin karakteristik ruh hali. Ne gençler ne de yaşlılar arasında tek bir iyimser insan bulmak müm­kün değil. En azından ben böyle birine rastlamadım. Herkes göçerek kozmopolit bir ortamda erimeyi ve asla milliyetlerini açıklamak zo­runda kalmayacakları bir yerde yaşamayı hayal ediyor.
Putin, Çeçenistan’da hem cezalandı­ran hem de bağışlayan Tanrı ve Çar olabilir, ancak bu mafya üyele­rine dokunmaktan korkuyor. Para, burada çoğumuzun hayal ede­meyeceği kadar büyük rol oynuyor ve karlar milyonlarla sayılırken insan hayatı ya da onuru çok az para ediyor.
Putin, gerçek çalışmanın yerine sahte faaliyetleri koyan Sovyet yöntemlerine geri dönüşe öncülük ediyor.
Polis 25 Ekim 2002 sabahında Moskovada yaşayan Çeçen Gelagoyev ailesinin yaşadığı daireye baskın düzenledi. Dairenin sahibi olan Alihan kelepçelendi ve götürüldü. Karısı, Marek, kocasına destek olabilmek için hızla Rostokino polis karakoluna gitti, ancak orada kendisine bu karakoldan hiç kimsenin onların evine gönderilmediği söylendi. Marek, Alihan Gelagoyevin kaçırılmasını haber yapan Radyo Özgürlükü aradı ve Alihan akşamüstü serbest bırakıldı. Marek doğru düğmeye basmıştı. Alihan bana arabada polisin başına bir torba geçirdiğini ve Moskova Polis Merkezinin bulunduğu Petrovkaya giderken yol boyunca kendisini dövdüklerini anlattı. Şöyle bağırmışlar: Siz bizden nefret ediyorsunuz , biz de sizden nefret ediyoruz. Siz bizi öldürüyorsunuz biz de seni öldüreceğiz. Ne var ki Petrovkaya geldiklerinde Alihanı dövmeyi kestiler ve onu saatlerce Nord-Osta yapılan terörist saldırının arkasındaki ideolojik beyin olduğunu söyleyen bir itirafnameyi imzalamaya zorladılar. Bu , Stalinin iktidarda olduğu yıllarda yapılanlarla tamamen aynı.
Aslan Kurbanov, Birinci Çeçen Savaşını İnguşetyada çadırlardan oluşan bir mülteci kampında geçirdi. Yaz gelince kampı Saratovdaki bir üniversiteye girmek için terk etti, ardından Moskova Havacılık Teknik Enstitüsünde lisansüstü öğrenim görmekte olan teyzesi Zura Movsarrovanın yanında kalmak üzere Moskovaya taşındı. Bir iş buldu ve başkentte yaşamasına izin veren resmi kaydı yaptırdı. 28 Ekim 2002de 172 Numaralı Polis Mıntıkasından (Brateyevo) CID görevlileri Aslanın evine geldiler. Evvelsi gün yerel polisin talebi üzerine Zuranın parmak izi alınmış olduğundan, CID parmak izini almak için sadece Aslanın kendileriyle birlikte gelmesini istediklerini söylediklerinde , hiç kimse hiçbir şeyden şüphelenmedi. Aslan paltosunu giydi ve polis arabasına binip oradan uzaklaştı. Aradan üç saat geçtikten sonra Zura endişelenmeye başladı. Yeğeni hala geri dönmemişti, o da bizzat polis karakoluna gitti. Orada kendisine Aslanın uyuşturucu bulundurmak suçundan tutuklandığı söylendi. Bu ne biçim bir hikayeydi böyle? Aslan ayağa kalkmış, paltosunu giymiş, cebine bir miktar uyuşturucu koymuş ve bu şekilde polise teslim mi olmuştu yani? Aslan bağırarak Zuraya bir odaya götürüldüğünü , kendisine el altından üretilmiş bir miktar uyuşturucu gösterildiğini ve şöyle dendiğini iletmeyi başardı: Bu senin olmalı. Çeçenlere bir karış toprak bile vermeyeceğiz. Hepinizin canına bu şekilde okuyacağız. Aslan sigara bile içmeyen bir insan. 30 Ekimde 22. yaş gününü Matrosskaya Tişina Hapishanesinde geçirdi.
Zara hayatını Nehir Metro İstasyonu yakınlarında sebze satarak kazanıyordu. Küçük pazaryerinin sahibi Zarayı görmeye geldi ve şöyle dedi: Yarın çalışmak için buraya gelme, çünkü sen bir Çeçensin. Zara, üç çocuğundan ve tüberküloz olan kocasından oluşan ailesinin geçimini tek başına sağlıyor. Polis bu durumdaki bir insanın hayatına böyle bir müdahalede bulunmaya neden gerek duyuyor?
lsita Çirgizova ve Nataşa Umatgariyeva, Tver Eyaletinin Serebryaniki köyünde mülteciler için kurulmuş olan geçici bir barınma merkezinde yaşayan iki Çeçen kadın. Onlarla Moskovadaki 14 Numaralı Polis Karakolunda karşılaştım. lsita parmak izi alındıktan sonra parmaklarındaki mürekkebi siliyordu. Nataşa teselli kabul etmez bir şekilde ağlıyordu. Karakoldan az önce serbest bırakılmışlardı; günümüz koşullarında bu bir mucize. Polisler hallerine acımıştı. Bu kadınlar 13 Kasım 2002 gününün sabahında tipik muameleye tabi tutuldular. Sabahın erken saatlerinde sivil haklar örgütlerinin birinden yardım alabilmek için trenle Moskovaya geldiler. İstasyonda, örgütün giriş kapısına birkaç metre kala, Nataşa topallıyor olduğu için tutuklandılar. Nataşanın bacağında, yaralanmış bir savaşçı olduğu şüphesini yaratan, şeker hastalığı sebebiyle oluşmuş bir yara var. lsita, hamileliğinin yedinci ayında; yani ceketinin altında tam da intihar bombacılarının el bombası kemerini taktıkları yerde, çok belirgin bir şişlik göze çarpıyor. En azından 14 Numaralı Polis Karakolunda görevli Binbaşı Lyubejov iki Çeçen kadının neden tutuklandıklarını bu şekilde açıkladı. Rusçada Lyubeznyi cana yakın anlamına gelir, ancak binbaşı cana yakın olmaktan çok uzak bir insan. Aslına bakarsanız binbaşı kendisini, Rusyayı terörist tehditten koruyabilmek için, lsitanın Çeçen şişliğini, bunun gerçekten hamilelikten kaynaklanıp kaynaklanmadığından emin olabilmek için bizzat elleriyle yoklamakla yükümlü hissetti.
Ebubekir, llk Cumhuriyet Bankası temizlendi, diyor. Güvenlik güçleri geceleri rahat uyuyabilirler artık. Ben elli dört yaşındayım. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Polis, üç çocuğumla birlikte nasıl yaşadığımı görmek için üç kez evime geldi. Bizleri düşmanınız haline getiriyorsunuz. Şimdi artık bağımsızlık istemekten başka bir seçeneğimizin kalmadığını anlamanız gerekir, çünkü bir ülkeye, banş içinde yaşayabileceğimiz bir yere ihtiyacımız var. Bize dünya üzerinde sizin seçeceğiniz bir yer verin, biz de gidip orada yaşayalım.
Kendisi şikayette bulununca Moskova savcılığı tarafından Aelita Şidayevanın tutuklanmasıyla ilgili bir soruşturma başlatıldı. Olaya karışmış olan polislerden hiçbiri cezalandırılmadı.
Çeçence konuşmaya başladıklarında ve ikinci perdeyi yarıda kestiklerinde, durumun ciddi olduğunu ve işlerin daha da kötüye gideceğini fark ettim. Bunu o anda, bir şekilde, açıkça görebildim. Kırk üç yaşında bir Moskovalı olan Yaha Neserhayeva, meslekten iktisatçı. Yaha Groznide doğmuş bir Çeçen, ancak çok uzun zaman önce başkente taşınmış. Yaha, 23 Ekimde Nord-Ostu izlemeye gitti. Yıllardır tanıdığı arkadaşı Galya, Rusyanın kuzeyindeki Uhta kasabasından. Galya müzikale 13. sıradan iki bilet almış. Yahanın müzikallere fazlaca düşkün olmamasına karşın, kendisiyle Nord-Osta gelmesi için ona yalvarmış. Onlara Çeçen olduğunu söyledin mi? Hayır. Korkmuştum. Onlara bunu söylemenin mi yoksa söylememenin mi daha iyi olacağını bilemiyordum. Beni müzikale gelmiş bir Çeçen olduğum için vurabilirlerdi.
Moskovada ve diğer pek çok şehirde Çeçenlerin hayatı tahammül edilemeyecek derecede kötü: gizlice ceplerine uyuşturucu atılıyor, ellerine patlayıcılar tutuşturuluyor ve yıllarca hapishanelerde tutularak hayatları bitiriliyor. Çeçenler açıkça paryalara dönüştürülmüş durumdalar. Kaçamayacakları bir çıkmaz sokakta olduklarını görüyorlar. Bu, yaşı ne olursa olsun hiç kimseyi yara almadan bırakmayan bir yaşama şekli.
Polisin gözetiminde düzenlenen ırkçı saldırılar ve tasfiyeler sıradanlaşmış durumda. insanların hayatları bir anda mahvediliyor, oturdukları konutları, işlerini, aldıkları her türden sosyal yardımı kaybediveriyorlar ve bütün bunlar tek bir sebepten dolayı oluyor: Çeçen olduklarından
Şu anda Rusyada yaşayan Çeçenlere ancak bir deli gıpta edebilir.
Kısa süre önce devlet başkanlığı makamı, yurtdışında ülkenin ve devlet başkanının doğru bir biçimde algılanmasını planlayıp, düzenlemek üzere özel bir bölüm kurdu. Amaç, yabancıların gözünde Rusyanın daha iyi görünmesini sağlamak için, olumsuz bilgilerin yayılışını azaltmak. Hükümet kendi yurttaşlarının gözünde ülkenin ve devlet başkanının imajını iyileştirmek için bir başka özel bölüm daha kursa elbette çok daha iyi olur.
Kendi ülkemizde hiçbir hakka sahip değiliz. Bizler sadece insan artıklarıyız.
Nina, gözyaşlarını silerken, Pekala , o seçimini yaptı ve kendi kaderinin peşinden gitti, diyor. Yargıç Bolonina, ne düşündüğünü belli etmeyen bir yüz ifadesiyle, hızlı adımlarla yanından geçiyor. Fakat Allah aşkına, bunlar birer insan !
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir