Sigmund Freud kitaplarından Psikanalize Yeni Giriş Dersleri kitap alıntıları sizlerle…
Psikanalize Yeni Giriş Dersleri Kitap Alıntıları
Kişi, psikanalizi kendi başına ve kendini gözlemleyerek öğrenir.
Önceki düşüncelerin kalıntıları yeni algıları bozar.
Kaldı ki ben şahsen, devrimci çocukların hiçbir açıdan arzu edilir olmadığı kanısını taşıyorum.
Büyük isimlerden birisiyle hızlıca gelişen bir sohbetim olmuştu.Kim olduğunu kolayca tahmin edersiniz. (Georg Brandes’den bahsediyor) Psikanaliz konusunu gündeme getiren ben de değildim. Kendini çok alçakgönüllü tavırla benimle karşılaştırarak bunu kendisi yapmıştı. “Ben sadece bir edebiyatçıyım,” demişti, “ama siz bir doğal bilimci ve buluş sahibisiniz. Yine de size söylemem gereken bir şey var: anneme karşı asla cinsel duygular beslemedim.”
Bugün kitlelerin Bolşevik inancını izlerken duyduğu heyecan, yeni düzen eksik olduğu ve dış tehdit altında bulunduğu sürece, gelecekte tam ve tehlikesiz bir düzen kuracağını garantileyemiyor. Tıpkı din gibi. Bolşevizm de bütün ihtiyaçların giderileceği daha iyi bir gelecek vaadiyle, bugünkü acıları ve yoksunlukları için inananlarını teselli etmek durumundadır. Ama bu Cennet, yaşamda olacak ve şimdiden görülen bir gelecekte bu dünya üzerinde kurulacaktır.
(Marksizm) bilime dayanmasına ve bilim ve teknoloji temelinde uygulanmasına rağmen, geçmişte dinin uyguladığı kadar acımasız bir düşünce yasağı yaratmıştır.
Din; biyolojik ve ruhsal ihtiyaçların sonucu olarak içimizde geliştirdiğimiz arzu giderici dünya yoluyla içinde bulunduğumuz algılar dünyasına egemen olma girişimidir.
Kadınlar konusunda daha çok şey öğrenmek istiyorsanız, kendi yaşam deneyimlerinizi inceleyin, şairleri dinleyin ya da bilim daha derin ve daha tutarlı bilgiler verene kadar bekleyin.
Bakmasını bilirseniz, yeterince şey görürsünüz.
Insan bahane aramaya başlayınca, bunun kaçınılmaz bir kader olduğu anlaşılıyor.
Mantık, birçok haz olasılığından bizi mahrum eden bir düşmandır.
Kendimizi akademik dar kafalılığa bağlı hissetmemiz gerekmiyor; inancı hak ettiğini gördüğümüz her şeye inanmaya hazırız.
Cezasını peşinen kabul edersem, yasak olan şeyi yapma hakkı kazanırım
Bir gecede görülen bütün düşler, tek bir bağlama aittir.
Abraham’a göre, rüyalardaki örümcek fallik anne korkusudur. Anne ensestini ve kadın cinsel organları karşısında duyulan korkuyu dile getirir.
Daha basit anlatamam, çünkü daha basit değil.
Bilim üzerine kurulan bir dünya görüşü, gerçek dış dünyayı vurgulamasının dışında, gerçeğe boyun eğmek ve yanılsamaları reddetmek gibi temelde negatif özelliklere sahiptir. Bu durumdan hoşnut olmayan, anlık teselli için bundan daha fazlasına ihtiyaç duyan arkadaşlarımız, bunu nerede bulabileceğini biliyor. Ona küsemeyiz, yardım edemeyiz; ama onun için farklı da düşünemeyiz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kültürel gelişme, içgüdüsel amaçları değiştirir ve insanların, daha önce hoş gördükleri şeylere düşmanca olmasına yol açar.
Din, biyolojik ve ruhsal ihtiyaçların sonucu olarak içimizde geliştirdiğimiz arzu giderici dünya yoluyla içinde bulunduğumuz algılar dünyasına egemen olma girişimidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanın kaderini bulanık, duygusuz, sevgisiz güçler belirler; dinin, evrenin idaresine yüklediği ödül ve ceza sistemi gerçek dünyada yok gibidir.
Depremler, su baskınları ve yangınlar, erdemli, dindar, dolandırıcı ya da inançsız ayrımı yapmaz.
Animizme kıyasla dinin temel başarısı, şeytan korkusunun ruhsal bağlayıcılığında yatmaktadır.
Her nevrotik olgunun iyileştirilebileceği beklentisinin, amatörün, nevrozun varoluş hakkı olmayan gereksiz bir şey olduğu yönündeki inancından kaynaklandığını sanıyorum.
Çocukluktaki zorluğun, çocuğun, binlerce yıla yayılan bir kültürel evrimin sonuçlarını (ki buna içgüdülerini kontrol etme ve topluma uyarlanma yeteneğinin kazanılması, ya da en azından kazanılmaya başlanması da dahildir) kısa bir zaman dilimi içinde kazanmak zorunda olduğu gerçeğinde yattığını kavradık.
Psikanalizin bize öğrettiği ilk şeylerden birisi, psikanaliz uyguladığımız için çağdaşlarımızın bize yönelttiği muhalefeti anlamaktır.
[Akıllının aklını karıştırmayan bir fikir bence aptal bir fikirdir.
Schiller Die Piccolomini, Perde II, Sahne 7.]
Schiller Die Piccolomini, Perde II, Sahne 7.]
Yaşamlarında, zararlı da olsa aynı tepkileri düzeltmeksizin sürekli tekrarlayıp duran, ya da yakalarını acımasız bir kaderden kurtaramıyor gibi gözüken insanlar vardır; yakın bir inceleme bu insanların bu kaderi istemeden de olsa kendilerinin yarattığını gösterir.
Ne yazık ki, tarihin bize söylediği ve bizim yaşadıklarımız böyle konuşmuyor; bunun yerine, insan doğasının “iyiliği” inancının, yaşamı güzelleştirip kolaylaştırması beklenen, ama gerçekte sadece yaşama zarar veren yanılsamalardan birisi olduğu yargısını haklı çıkarıyor.
“Amacı engellenen” içgüdüleri ayırt ederiz: açık bir amacı olduğunu çok iyi bildiğimiz, ancak doyum yolunda engellenen ve böylece kalıcı bir nesne yüklemesi yaratan içgüdüsel dürtüler vardır. Örneğin kesinlikle cinsel ihtiyaçtan kaynaklanan ve değişmez olarak doyumundan vazgeçen sevecenlik ilişkisi buna bir örnektir.
Birçok insan, sevgiyi kaybetme korkusunu yenemez; başkalarının sevgisinden hiçbir zaman yeterince bağımsız olamaz ve bu açıdan çocuksu davranışlarını sürdürür.
Libidinal heyecan alevlenir, ama doyurulmaz, kullanılmaz; bu durumda kullanılmayan libido yerine tedirginlik ortaya çıkar.
Sonradan kaygının tipik özelliği olarak gözlediğimiz kalp atışlarındaki ve soluklanmadaki artış, doğum anında yararlı bir olgudur. Dolayısıyla ilk kaygı toksik bir süreçtir.
Ama bu aşık olma ona sadece, dış bir tehlike yaratması nedeniyle, bu nesneden vazgeçerek kaçınabileceği içsel bir tehlike olarak gözükmüştür içsel, içgüdüsel bir tehlikenin, dışsal, gerçek bir tehlike ortamının belirleyicisi ve hazırlığı olduğunu görmeyi beklemediğimizi itiraf etmem gerek.
Fobide bir yerdeğiştirme yapar ve böylece dış bir ortamdan korkar. Bununla kazandığı şeyin, bu yolla kendini daha iyi koruyacağı düşüncesi olduğu açıktır. Kişi dış tehlikeden kaçarak kendini koruyabilir; bir iç tehlikeden kaçmak ise zordur.
Kaygı nevrozunun en genel nedeni, gerçekleşmeyen (doyurulmayan) heyecandır.
Böylece id tarafından zorlanan, süperego tarafından kısıtlanan, gerçeklik tarafından itilen ego, kendi içinde ve üzerinde işleyen güçler ve etkiler arasında bir uyum yaratmak gibi ekonomik bir görevi yerine getirmek için çırpınır; işte bu nedenle sık sık şöyle haykırmaktan kendimizi alamayız: “Hayat çok zor!”
Aynı anda iki efendiye birden hizmet edemeyeceğimiz yolunda bir atasözü vardır. Zavallı egonun durumu daha da kötüdür: aynı anda üç acımasız efendiye birden hizmet eder ve efendilerinin istek ve beklentilerini birbiriyle uyumlu kılmak için canla başla çalışır.
Kişi bir nesneyi kaybettiği veya bırakmak zorunda kaldığı zaman, kendini onunla özdeşleştirerek ve kendi egosuna yerleştirerek eksikliği telafi eder; böylece deyiş yerindeyse burada nesne seçimi özdeşime geriler.
Bir kristali yere attığımız zaman kırılır; ama rastgele parçalara bölünmez. Görünmez de olsa, sınırları kristal yapısının önceden belirlenen ayrılma çizgileri yoluyla belli parçalara ayrılır. Ruh hastaları da bu türden bölünmüş ve kırılmış yapılardır.
Eski insanların delilere karşı duyduğu saygılı korkuyu da çok göremeyiz. Dış gerçeklikten uzaklaşmışlardır, ama tam da bu nedenle iç ruhsal gerçeklik konusunda daha fazla şey bilirler ve bizim için başka türlü erişilemez olan epeyce şeyi ortaya çıkarabilirler.
Ego kendini bir nesne olarak alabilir, kendine de diğer nesneler gibi davranabilir, kendini gözleyebilir, eleştirebilir ve kim bilir kendine daha neler yapabilir.
Semptomlar bastırılan şeylerin türevleridir, deyiş yerindeyse bunların ego nezdindeki temsilcileridir; ama bastırılan şeyler, ego için yabancı bir ülkedir (içsel yabancı bir ülkedir).
Çocukların, anlatmadıkları halde bütün düşüncelerinin yetişkinler tarafından bilindiği inancıyla sık sık kaygıya kapıldıklarını biliyoruz; bu, Tanrının her şeyi bildiği yolundaki erişkin inancına kaynaklık eden şeyin tam karşılığıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.