İçeriğe geç

Psikanaliz ve Din Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Psikanaliz ve Din kitap alıntıları sizlerle…

Psikanaliz ve Din Kitap Alıntıları

Güzel şeyler yarattık ama kendimizi bu görkemli çabaya değecek varlıklar olarak anlamlandırmayı başaramadık.
Asıl mesele inananlar ile inanmayanlar arasındaki fark değil, umursayanlar ile umursamayanlar arasındaki farktır(Abbe Pire).
Hayatımıza giren herkes değerlidir; ama herkes özel değildir. Saygı hepsine, sevgi layık olana verilir.
İnsan eğer sevgisizse tüm yeteneğine, zenginliğine ve zekâsına karşın içi boş bir kabuktur.
İnsanın kendine yabancılaşması, yetkeye boyun eğmesi, her ne kadar Tanrı’ya tapma maskesi altında olsa bile kendine düşman kesilmesi gerçek düşüşü olmuştur.
Paraya, başarıya ve piyasanın iktidarına tapma, modern putperestliğin ortak ve etkili bir biçimi olarak karşımıza çıkar…
İnsan, enerjisini kendi üst benliğinin hedefleri doğrultusunda toplayamazsa daha düşük hedeflere yöneltir; eğer kafasında dünyanın ve kendisinin dünyadaki konumunun gerçeğe yaklaşan bir resmi yoksa göz boyayıcı bir resim yaratır ve bu resme dogmalarına inanan bir dindarın inatçılığıyla sıkıca sarılır.
İnsan babacan Tanrı yanılsamasını bırakıp evrendeki yalnızlığı ve önemsizliğiyle yüzleşirse baba evini terk etmiş bir çocuk gibi olur. Ne var ki insan gelişiminin başlıca gayesi bu çocuksu düşkünlüğün üstesinden gelmektir. İnsan gerçekle yüzleşmek için kendini eğitmelidir. İnsan kendi doğal duyuları dışında güveneceği bir şey olmadığını bilirse bu duyuları gereği gibi kullanmayı öğrenir. Yalnızca kendini -tehdit eden ve koruyan- yetkeden kurtarıp bağımsız kılan özgür insan, yanılsamaya düşmeksizin içinde var olan yeteneklerini geliştirip kullanarak aklının gücünden yararlanabilir, böylelikle de dünyayı ve dünyadaki rolünü nesnel bir biçimde kavrayabilir.
Psikanalist, Tanrıbilimci ya da filozof değildir ve bu alanlarda yeterlilik iddiasında bulunmaz ama felsefeyle ve Tanrıbilimle tam olarak aynı konuyu ele alır: İnsanın ruhu ve ruhun tedavisi.
Yanıtı bilmiyoruz çünkü soru sormayı bile unuttuk. Hayatlarımız sağlam bir temele dayanıyormuş gibi yapıyoruz ve bizi asla terk etmeyen huzursuzluğun, kaygının, karmaşanın üzerimizdeki gölgesini görmezlikten geliyoruz.
Güzel şeyler yarattık ama kendimizi bu görkemli çabaya değecek varlıklar olarak anlamlandırmayı başaramadık.
Dinsel öğretiler neyi yaymak isterse istesin, insanın içgülerinin hapsolmasına, mutsuzluğuna ve yaratıcılığın körelmesine neden oluyorlarsa sevgiden kaynaklanamazlar.
𓁹︎𓁹︎𓁹︎
“İnsan gerçeği kavramak için savaşım vermeli,
ancak bu görevini başardığı ölçüde tam bir insan olabilir.
İnsan bağımsız ve özgür olmalı;
insan başlı başına bir amaçtır,
başka insanların amaçlarının bir aracı değil.
İnsan hemcinsleriyle sevgiyle ilişki kurmalı.
İnsan eğer sevgisizse tüm yeteneğine,
zenginliğine ve zekâsına karşın bile içi boş bir kabuktur.
İnsan iyi ve kötü arasındaki farkı bilmeli,
vicdanının sesini dinlemeyi ve izlemeyi öğrenmeli.”

☽︎𑁍︎☾︎

İnsan kendi ahlaksal ve zihinsel bütünlüğünü Bozarsa tüm kişiliğini zayıflatır, hatta felce uğratır. Mutsuzlaşır ve acı çeker.
İnsana ait iki önemli güç vardır
-Sevgi
-Akıl

İnsan bunları geliştirerek optimum özgürlüğe ve içsel güce kavuşabilir.

Bizler hâlâ putperestlik sorunuyla ilgileniyor muyuz? Yoksa yalnızca taştan ve tahtadan yapılmış ilkel tapınma nesneleri gördüğümüzde mi böyle bir ilgi taşıyoruz? Kendimizi putperestliğin bu geleneksel simgelerinin herhangi birine taparken bulmadığımız için bu tür tapınmayı aşmış ve putperestlik sorununu çözmüş olarak görürüz. Putperestliğin özünde, kendine has şu ya da bu puta tapmak değil, açık seçik bir biçimde bir insan tutumu yatar. İnsan hayatının hayatın en yüce ilkelerinin -sevginin ve aklın- kavranmasına, insanın kendi gizil güçlerini gerçekleştirmesine ve kendinden Tanrı’ya benzer bir varlık yaratmasına adandığı bir tutuma karşılık buradaki tutum nesnelerin ve evrenle ilgili bazı şeylerin tanrılaştırılması ve insanın kendini bu tür şeylere teslim etmesidir. Bu şeyler yalnızca taştan resimler ve tahtadan putlar değildir. Sözcükler putlaşabilir, makineler putlaşabilir; liderler, devlet, yetke ve siyasal gruplar da bu işi görebilir. Bilim ve bir komşunun düşünceleri de putlaşabilir ve Tanrı zaten pek çokları için putlaşmıştır.
Sözcükler putlaşabilir; liderler, devlet, yetke ve siyasal gruplar da bu işi görebilir. Bilim ve bir komşunun düşünceleri de putlaşabilir ve Tanrı zaten pek çokları için putlaşmıştır.
Şarlatanlar, Bilgelerle karıştırılabilir.
İnsanların duyguları ve düşünceleri kişiliklerine kök salmıştır, kişilikleri de yaşam pratiğinin tam bir düzenlenişinin -daha net bir biçimde söylersek toplumun sosyoekonomik ve siyasal yapısının- bir kalıba dökülmesiyle oluşur.
İnsanın kendi güçleri sevgi ve akıldır. İnsan bunları geliştirerek en uygun özgürlüğe ve içsel güce kavuşabilir.
İnsan bedenden ayrılmış bir akıldan ibaret olsaydı hedefine kapsamlı bir düşünce sistemiyle ulaşabilirdi.
İnsan canı sıkılabilen, tatmin olmayan ve kendini cennetten kovulmuş hissedebilen tek hayvandır.
İnsan canı sıkılabilen, tatmin olmayan ve kendini cennetten kovulmuş gibi hissedebilen tek hayvandır.
İnsan eğer sevgisizse tüm yeteneğine, zenginliğine ve zekâsına karşın bile içi boş bir kabuktur.
Sözcükler putlaşabilir, makineler putlaşabilir, liderler, devlet, yetke ve siyasal gruplar da bu işi görebilir. Bilim ve bir komşumun düşünceleri de putlaşabilir ve Tanrı zaten pek çokları için putlaşmıştır.
İnsan ne düşünürse onun tarafından tüm ruhuyla ele geçirilir.
Günah her şeyden önce Tanrı’ya karşı değil, kendine karşı işlenir.
İnsanlar asıl sorunun sevilmenin değil de sevmenin zorluğu olduğunu; insanın ancak sevebilirse, sevme yeterliliği başka bir insan da sevgi uyandırırsa sevileceğini; sevme yeterliliğinin ama sahte olmayan bir sevme yeterliliğinin çok güç elde edilen bir kazanç olduğunu bilmiyorlar.
İnsan eğer sevgisizse tüm yeteneğine, zenginliğine ve zekasına karşın içi boş bir kabuktur.
Paul’ün Peter hakkında söyledikleri, bize Peter’den daha çok Paul hakkında bilgi verir.
Erdem kendini gerçekleştirmektir, boyun eğmek değil.
Asıl mesele insanın dine dönmüş ve Tanrı’ya inanmış olup olmadığı değil, sevgiyi yaşayıp yaşamadığı ve gerçeği düşünüp düşünmediğidir.
Asıl mesele insanın dine dönmüş ve Tanrıya inanmış olup olmadığı değil sevgiyi yaşayıp yaşamadığı ve gerçeği düşünüp düşünmediğidir. İnsan eğer böyle yaşıyorsa kullandığı simgeler sistemi ikincil derecede önemlidir. Ama eğer böyle yaşamıyorsa bunların hiçbir önemi yoktur.
Yanıtı bilmiyoruz çünkü soru sormayı bile unuttuk.
Tanrı insanın üzerindeki bir gücün simgesi değildir, insanın kendi gücünün simgesidir.
Din kendi kurbanı değil ama daima kendi yaratıcısı olan insan öznesini ele geçirir ve denetim altına alır.
Sözcükler putlaşabilir, makineler putlaşabilir; liderler, devlet, yetke ve siyasal gruplar da bu işi görebilir. Bilim ve bir komşunun düşünceleri de putlaşabilir ve Tanrı zaten pek çokları için putlaşmıştır.
İnsanlar sevmenin kolay,sevilmeninse çok zor olduğuna inanıyor
Ne bilinçaltına bir tanrıymış gibi tapmalıyız, ne de onu bir ejderhaymış gibi kılıçtan geçirmeliyiz; kendimizin o parçasını olduğu gibi görmeliyiz; ona alçakgönüllülükle, derin bir mizah anlayışıyla yaklaşmalıyız, ne yılgıyla ne de korkuyla.
Hayatın anlamı, insanın kendini gerçekleştirmesi ve hayatın bize verdiği görevi yerine getirme üzerine nihai bir kaygıdır
Bir öğreti akıldışı da olsa bir kez toplumda güç kazandı mı milyonlarca insan, o öğretiye inanmayı toplum dışına itilmek ve yapayalnız kalmak duygusuna yeğler.
Bir öğreti akıldışı da olsa bir kez toplumda güç kazandı mı milyonlarca insan, o öğretiye inanmayı toplum dışına itilmek ve yapayalnız kalmak duygusuna yeğler
İnsanlar inandıkları ideallerin türü açısından birbirinden ayrılır. İnsan aklına ait en iyi, ama aynı zamanda da en şeytanca emareler onun bedeninin değil; idealizm’inin, ruhunun yansımalarıdır
Bir kimsenin Tanrı dediği şey Tanrı değildir; Tanrı’dan söz etmeyen kimse Tanrı’dan söz eden kimseden daha doğrudur.
İnsanın tarımla ve meta üretimiyle ilgili olarak oluşturmak zorunda olduğu üretici güçler henüz gelişmemiş olduğunda insan yardım için Tanrılara dua etmek zorundaydı.
İnsan yıldızların hareketini, ağaçların büyümesini, sellerin, gök gürültülerinin, depremlerin nasıl ortaya çıktığını merak ettiğinde bu olayları kendi insana özgü deneyimiyle karşılaştırarak açıklayan varsayımlar üretebildi.
İnsan canı sıkılabilen, tatmin olmayan ve kendini cennetten kovulmuş gibi hissedebilen tek hayvandır. Varlığı kendi için kaçamayacağı ve çözülmesi gereken bir sorun olan tek hayvan insandır.
Abraham, Tanrı’yı kendi ilkelerini çiğnediği için eleştirir. Bu şekilde davranmak sana düşer mi, kötülerin yanında iyileri de katletmek: İyiye de kötüymüş gibi davranmak sana düşer mi? Tüm dünyanın yargıcı adil olmak zorunda değil mi?
Güzel şeyler yarattık ama kendimizi bu görkemli çabaya değecek varlıklar olarak anlamlandırmayı başaramadık.
Kızılderililer Hristiyanlaştırılmıştır ama Hristiyanlık öncesi eski dinleri kesinlikle kökünden sökülüp atılmamıştır. Hristiyanlık bu eski dinin üzerine çekilmiş bir cila olmuştur.
İnsan canı sıkılabilen, tatmin olmayan ve kendini cennetten kovulmuş gibi hissedebilen tek hayvandır. Varlığı kendi için kaçamayacağı ve çözülmesi gereken bir sorun olan tek hayvan insandır.
İnsan doğanın bir parçası olmasına karşın bir kenara atılmıştır, evsizdir, ama tüm yaratıklarla paylaştığı eve zincirlenmiştir de.
İnsan babacan Tanrı yanılsamasını bırakıp evrendeki yalnızlığı ve önemsizliğiyle yüzleşirse baba evini terk etmiş bir çocuk gibi olur. Ne var ki insan gelişiminin başlıca gayesi bu çocuksu düşkünlüğün üstesinden gelmektir.
Freud, dinin bir yanılsama olduğunu kanıtlama çabasının ötesine geçer. O, dinin bir tehlike olduğunu çünkü tarih boyunca işbirliği yaptığı çürümüş insani kurumları kutsama eğiliminde olduğunu söyler; daha da ileri giderek dinin insanlara bir yanılsamaya inanmayı öğrettiği ve eleştirel düşünceyi yasakladığı için zekanın gerilemesinden de sorumlu olduğunu belirtir.
Freud’a göre din, bir çocukluk deneyiminin yinelenmesidir. Dini çocuklarda gördüğümüz saplantılı nevrozla karşılaştırır. Ona göre din, bir çocukluk nevrozuna yol açan benzer durumlardan kaynaklanan toplumsal bir nevrozdur.
hayatlarımız sağlam bir temele dayanıyormuş gibi yapıyoruz ve bizi asla terk etmeyen huzursuzluğun, kaygının, karmaşanın üzerimizdeki gölgesini görmezlikten geliyoruz.
Yalnızca büyüyüp yetkeye bağımlı olan ve yetkeden korkan çocuklar olmaya bir son verirsek kendimiz üzerine düşünmeye cesaret edebiliriz ; keza bunun tersi de doğrudur. Yalnızca düşünmeye cesaret edersek kendimizi yetkenin egemenliğinden kurtarabiliriz.
İnsan kendine kendini ve varlığının anlamını
açıklamak zorundadır. O,
‘eksiksizlik’ için; insanı doğadan,
soydaşlarından, kendinden ayrı düşüren laneti kaldırabilecek
başka bir tür uyum için duyduğu şiddetli arzudan azap duyar
ve bu içsel ayrılığı alt etmeye iteklenir.
Güzel şeyler yarattık ama kendimizi bu görkemli çabaya değecek varlıklar olarak anlamlandırmayı başaramadık.
İnsanın acıları nasıl hafifletilir?
varoluş bir yanıt değil, bir sorudur
Yalnızca büyüyüp yetkeye bağımlı olan ve yetkeden korkan çocuklar olmaya bir son verirsek kendimiz üzerine düşünmeye cesaret edebiliriz; keza bunun tersi de doğrudur.
Yalnızca düşünmeye cesaret edersek kendimizi yetkenin
egemenliğinden kurtarabiliriz.
Günah her şeyden önce Tanrıya karşı değil kendimize karşı işlenir.
Bir düşünce, insanın ahlak yapısına dayanıyorsa güçlüdür. Hiçbir düşünce kendi duygusal matrisinden daha etkili değildir. Dine karşı psikanalitik yaklaşım bu nedenle düşünce sistemlerinin gerisindeki insan gerçekliğini anlamayı amaç edinir. Psikanaliz, bir düşünce sisteminin kendi tanımladığı duyguların bir yansıması mı, yoksa karşıt tutumları gizleyen bir usavurma mı olduğunu araştırır. Bunun yanında da düşünce sisteminin güçlü bir duygusal matristen mi doğduğunu yoksa boş bir kanı mı olduğunu sorgular.
Tanrı dünyayı olduğundan daha farklı yaratamazdı. O hiçbir şeyi değiştiremez; aslında o, tüm evrenle özdeştir. İnsan kendi sınırlarını bilmeli; kendi dışında kalan ve üzerinde denetim sağlayamadığı güçlerin tümüne bağımlı olduğunu anlamalı. İnsanın kendi güçleri sevgi ve akıldır. İnsan bunları geliştirerek optimum özgürlüğe ve içsel güce kavuşabilir.
Özfarkındalık, akıl ve düş gücü hayvan varoluşunu niteleyen ‘uyum’u bozdu. Bunların ortaya çıkışıyla insan kuraldışı kaldı ve evrenin hilkat garibesine döndü. İnsan doğanın bir parçasıdır, onun fiziksel kurallarına bağlıdır ve bu
kuralları değiştiremez, ama doğanın geri kalanının üstündedir. İnsan doğanın bir parçası olmasına karşın bir kenara atılmıştır; evsizdir, ama tüm yaratıklarla paylaştığı eve zincirlenmiştir de. Rastlantısal bir mekân ve zamanda dünyaya fırlatılıp atılan insan gene rastlantısal olarak bu dünyanın dışına iteklenir. Kendinin farkında olduğu için güçsüzlüğünü ve varoluşunun sınırlarını kavrar. Kendi sonunu gözlerinin önüne getirir: Ölümü. Hiçbir zaman varlığının ikiye bölünmüşlüğünden kendini kurtaramaz: İstese dahi zihninden vazgeçemez; yaşadığı sürece bedeninden de vazgeçemez —bedeni onu hayatta kalmaya istekli yapar.
Ahlaksal normların geçerliği Tanrının emirlerine dayanıyorsa gelecekte ahlak Tanrıya duyulan inanca bağlı olarak ayakta kalır ya da çöker.
İnsan, enerjisini kendi üst benliğinin hedefleri doğrultusunda toplayamazsa daha düşük hedeflere yöneltir; eğer kafasında dünyanın ve kendisinin dünyadaki konumunun gerçeğe yaklaşan bir resmi yoksa göz boyayıcı bir resim yaratır ve bu resme dogmalarına inanan bir dindarın inatçılığı ile sıkıca sarılır.
Gerçek sizi özgürleştirmeli.
Yanıtı bilmiyoruz çünkü soru sormayı bile unuttuk.
Asıl mesele inananlar ile inanmayanlar arasındaki fark değil, umursayanlar ile umursamayanlar arasındaki farktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir