Alain de Botton kitaplarından Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir kitap alıntıları sizlerle…
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir Kitap Alıntıları
&“&”
insanoğlun un kendini mutsuzluktan daha fazla adadığı pek az şey vardır. Eğer kötücül bir tanrı salt acı çekelim diye bizi yeryüzüne yerleştirmiş olsaydı, görevimizi bu kadar büyük bir coşkuyla yerine getirdiğimiz için kendimizi kutlayabilirdik.
Ziyaret etmemiz gereken yer Illiers-Combray olmamalı: Proust a duyulan içten bağlılık, kendi gözlerimizle onun dünyasına değil, onun gözleriyle kendi dünyamıza bakmamızı gerektiriyor ."
Başkalarının kitaplarını, kendi hissettiklerimizi anlamak için okumalıyız; bir yazarın düşüncelerinin yardımıyla da olsa, okurken kendi düşüncelerimizi geliştirmeliyiz.
Basit imgeler kesinlik sunar, örneğin para harcamanın eğlenmek için en garantili yol olduğuna inandırır bizi.
Kendi seçimimizin. kendi zevkimizin, kendi şüphemizin, kendi arzumuzun ve kendi zayıflığımızın izlerini taşıyan şey güzel olabilir ancak.
Hayatından çok memnun olanlar, parlak bir yaşantı sürenler değildir, yaşamanın ne demek olduğunu anlatan en derin sözleri söyleyenler. Galiba böyle bir bilgiye sahip olma ayrıcalığı yalnızca mutsuzluk içinde yüzenlere verilmiş, bu bilgi onlara bahşedilen tek lütuf olmuştur.
Hayat gerçekten zor bir sınavdı.
Proust’un yapıtlarının yararları bir yana, onun en ateşli hayranı bile bu yapıtların alışılmadık bir özellik taşıdığını yadsıyamaz: Uzunluk.
Romanın değeri, yalnızca duyguları anlatmasıyla, kendi yaşamımızdaki insanlara çok benzeyen kahramanları bize tanıştırmasıyla sınırlı değildir. Roman, bunları bizim yapabileceğimizden çok daha iyi betimler, kendimizde de fark ettiğimiz ama kendi kendimize asla dile dökemeyeceğimiz duyumsamalara dikkatimizi çeker.
Bizler hiçbir şeye, kendi yok oluş anımıza baktığımız kadar kesin gözüyle bakmayacağız.
Kibrimiz, tutkularımız, taklit etme eğilimimiz, soyut zekâmız ve alışkanlıklarımız uzun zamandır iş başında, sanatın görevi bunların ortaya çıkarttıkları şeyi bozmak, bizi içinde ne olduğunu bilmediğimiz derinliklerimize geri döndürmektir."
Proust’un yanıtına göre, bütün insanların bir alışkanlığı vardı: …hissettiğimiz şeyleri gerçekliğin kendisinden çok farklı biçimde ifade etmek ama kısa bir süre sonra ifade ettiğimiz şeyi gerçekliğin kendisi gibi kabul etmek.
Kendi seçimimizin, kendi zevkimizin, kendi şüphemizin, kendi arzumuzun ve kendi zayıflığımızın izlerini taşıyan şey güzel olabilir ancak.
Mutluluk beden için iyidir" diyor Proust, "ama zihnin gücünü artıran şey kederdir."
Ama kimse seni anlayamadıysa bu kimsenin hatası değil, senin kendi hatan."
Anneme her zaman katılmışımdır, ben hayatta bir tek şey olabilirdim, ikimizin de buna o kadar değer vermesinden belli: yani mükemmel bir profesör.
Fahişelerin bize pek az çekici gelmelerinin nedeni, onların öteki kadınlardan daha çirkin olmaları değil, her zaman hazır ve nazır olmaları, tam da yapmak istediğimiz şeyi bize sunuyor olmalarıdır.
“Okurken, arkadaşlık ilişkisinin o kendine özgü saflığına yeniden kavuşursunuz. Kitaplarla göstermelik bir dostluk kurulmaz. Eğer akşamlarımızı bu dostlarla geçiriyorsak, gerçekten istediğimiz içindir.”
Bilgili olmanın önkoşullarından biri, kişinin kendi cehaletinin sınırlarını görmesi ve bunu kabullenmesidir.
“Mutsuzum çünkü zevksiz, amaçsız, hareketsiz, ihtirassız geçirdiğim bir hayatın sonuna geldim, üstelik aileme ne kadar çok acı çektirdiğimin de farkındayım.”
Balzac aksi, Stendhal konuşma özürlü, Baudelaire takıntılı olabilir; ama bu gerçekler, yaratıcılarının kişisel kusurlarından hiç iz taşımayan yapıtlara yaklaşımımızı niçin etkilesin?
“Bir dahinin yeni başyapıtını okuduğumuzda, kendimizde görmekten hoşlanmadığımız şeylerin, bastırılmış mutluluklarımızın, acılarımızın; yani o her zaman hor gördüğümüz duygular dünyasının yansımalarını bu başyapıtın içinde de bulmak insanı sevindiriyor.”
Giderek umutsuzluğa kapılan yirmi iki yaşındaki Proust şöyle soruyordu: Ne avukat, ne doktor ne de rahip olmaya karar verebiliyorum; peki geriye ne kalıyor?"
Kişileri en çok neyin sinirlendirdiğine bakarak onlar hakkında çok önemli şeyler öğrenebiliriz.
Dikkatimizi, bu kadar ufak ama hayati önem taşıyan ayrıntılara yönelten bir kitap okumanın bir etkisi de şu olabilir: Okumakta olduğunuz kitabı bir kenara bırakıp kendi hayatımıza baktığımızda, yazar yanımızda olsaydı nelere dikkat ederdi" sorusuna takılabiliriz.
Aslında, Proust’un görüşüne göre bir sorunla karşılaşıncaya kadar, bir olay umduğumuzdan farklı gelişinceye kadar, acı çekmeye başlayıncaya kadar, hiçbir şeyi doğru düzgün öğrenmiş sayılmayız.
Mutluluk beden için iyidir ama zihnin gücünü arttıran şey kederdir.
Okuma, ruhsal yaşamının eşiğidir; bizi yönlendirir ama onu içine almaz.
İyi soğutulmuş bir bardak biranın sevişmekten daha güvenli bir zevk alma yolu olduğunu söylüyordu."
Proust’un estetik duruşunun özü, basitliğiyle aldatıcı olabilecek ama çok önemli bir sözde saklıdır: “Bir resmin güzelliği, o resimde çizilmiş nesnelerden kaynaklanmaz.”
Üstün düşünceler içerdiğini sandığımız iyi bir kitabın, bizi nasıl sersemleteceğini, bizi kendi kendimize düşünmekten ne kadar alıkoyacağını bir hayal edin. Yani, iyi bir kitap bizi susturur.
“Arkadaşlığı hor görenler… dünyadaki en iyi arkadaşlar olabilirler,” demişti Proust. Bunun nedeni, belki de bu insanların arkadaşlık bağına çok daha gerçekçi beklentilerle yaklaşmalarıdır.
Kitaplarını çok sevdiğimiz bir yazarla tanışmak kesinlikle düş kırıklığına yol açacaktır.
Klişelerdeki sorun onların yanlış düşünceler ifade etmelerinde değil, gerçekten çok güzel olanı ancak yüzeysel biçimde dile getirmelerindedir.
“Mutluluk beden için iyidir,” diyor Proust, “ama zihnin gücünü artıran şey kederdir.”
Proust’un aşk konusundaki karamsarlığı, sevilmeye duyduğu aşırı gereksinime, bir de kendini sevecek birini bulma konusundaki trajikomik beceriksizliğine dayanıyordu. “Üzüntülü olduğum zamanlarda tek tesellim, sevmek ve sevilmek.” diyordu.
Kişileri en çok neyin sinirlendirdiğine bakarak onlar hakkında çok önemli şeyler öğrenebiliriz."
Bizler hiçbir şeye, kendi yok oluş anımıza baktığımız kadar kesin gözüyle bakmayacağız.
Aslında Proust’un görüşüne göre bir sorunla karşılaşıncaya, bir olay umduğumuzdan farklı gelişinceye, acı çekmeye başlayıncaya kadar hiçbir şeyi doğru düzgün öğrenmiş sayılmayız."
İnsanoğlunun kendini mutsuzluktan daha fazla adadığı pek az şey vardır. Eğer kötücül bir tanrı salt acı çekelim diye bizi yeryüzüne yerleştirmiş olsaydı görevimizi bu kadar büyük bir coşku ile yerine getirdiğimiz için kendimizi kutlayabilirdik."
Proust’a duyulan içten bağlılık, kendi gözlerimizle onun dünyasına değil, onun gözleriyle kendi dünyamıza bakmanızı gerektiriyor.
Küçükken İncil’deki hiçbir kahramanın Nuh’dan daha talihsiz olamayacağını düşünürdüm. Çünkü o sel felaketi yüzünden tam 40 gün boyunca bir geminin içinde kapalı kalmıştı. Sonra, çok sık hastalanmaya başladım ve ben de çok uzun süre bir gemide" mahsur kaldım. İşte o zaman anladım ki Nuh, gemisinden başka hiçbir yerde dünyayı daha iyi göremedi, gemisinin her yanı tahtalarla kapatılmış ve dünyayı karanlık basmış olsa bile.
Biz genellikle bir nesneyi görmenin, o nesneyle bir göz teması gerektirdiğini, bir dağ görmenin, Alpler’e gidip gözlerimizi açmak demek olduğunu düşünsek de bu, görme ediminin yalnızca ilk ve bir anlamda en alt basamağıdır; çünkü bir nesneye tam olarak hayranlık duymak için o nesneyi aklımızın gözüyle yeniden yaratmamız gerekir.
Denize bakmanın, dalgaların çıkardığı sesi dinlemenin eğlenceli olduğu konusunda şüpheye düşen kişiler görüyor insan – ince zevklere sahip olduğundan hiç şüphe etmeyen – bu kişiler, ancak denize bakabilecekleri, dalgaların sesini dinleyebilecekleri bir otel odası için gecede iki yüz Frank ödediler mi bunların eğlenceli olduğuna inanıyorlar.
Mutluluk beden için iyidir" diyor proust, "ama zihnin gücünü arttıran şey kederdir."
Okurken arkadaşlık ilişkisinin o kendine özgü saflığına kavuşursunuz. Kitaplarla göstermelik bir dostluk kurulmaz. Eğer akşamlarımızı bu dostlarla geçiriyorsak, gerçekten istediğimiz içindir…
Oysa yaşamın içinde, birileriyle akşam yemeği yemek zorunda kalırız, çünkü yemek davetini geri çevirirsek değer verdiğimiz bir arkadaşlık ilişkisinin geleceği tehlikeye girecektir. Arkadaşlarımızın yersiz ama kaçınılmaz duyarlılıkları, bizi ikiyüzlülük yapıp daveti kabul etmeye zorlar. Kitaplarla olan ilişkimizde ise çok daha dürüst olabiliriz. Hiç değilse, onları istediğimiz an kapatabilir, sıkılmış görünebilir, gerektiği anda bir diyaloğu kısa kesebiliriz.
Oysa yaşamın içinde, birileriyle akşam yemeği yemek zorunda kalırız, çünkü yemek davetini geri çevirirsek değer verdiğimiz bir arkadaşlık ilişkisinin geleceği tehlikeye girecektir. Arkadaşlarımızın yersiz ama kaçınılmaz duyarlılıkları, bizi ikiyüzlülük yapıp daveti kabul etmeye zorlar. Kitaplarla olan ilişkimizde ise çok daha dürüst olabiliriz. Hiç değilse, onları istediğimiz an kapatabilir, sıkılmış görünebilir, gerektiği anda bir diyaloğu kısa kesebiliriz.
Okuma, ruhsal yaşamın eşiğidir; bizi ona yönlendirir ama onu içine almaz.
Basit simgeler kesinlik sunar, örneğin para harcamanın eğlenmek için en garantili yol olduğuna inandırır bizi.
Yaşam bazı anlarda bize çok güzel görünür ama buna karşın çoğu kez onu anlamsız buluruz; bunun nedeni, yaşam hakkındaki yargılarımızı, sıradan bir anlayışla, yaşamın kendisinin sunduğu kanıtlara değil de yaşamla hiç ilgisi olmayan birçok farklı imgeye dayandırmamız -ve bundan dolayı yaşamla ilgili olumsuz düşüncelere varmamızdır.
Birdenbire, yaşamın içindeki tüm olaylar uzak, yaşamın getirdiği tüm felaketler zararsız, yaşamın kısalığı ise bir yanılsama gibi geldi bana. Artık sıradan, akıntıya kapılıp giden bir ölümlü gibi hissetmiyordum kendimi.
Arkadaşlık, bencil davranıp kendi ilgilendiğimiz konular hakkında konuşmak demek değildi. Arkadaşlık öncelikle sıcaklık ve sevecenlik demekti; işte bu nedenle Proust, bir beyin adamından beklenmeyecek biçimde, fazla entelektüel" arkadaşlıklar kurmaya hiç önem vermiyordu.
Dünyadaki en mükemmel insanın bile, bizi hayrete düşüren, kızdıran bir kusuru vardır.
Gerçekten nazik olan insanların sayısı ne kadar az! Bunu görünce müthiş bir üzüntüye kapılıyorum, " diyor, insanların çoğunda bir bozukluk olduğunu düşünüyordu.
Alışkanlıklarımızla, toplum içindeki davranışlarımızla, kötü huylarımızla sergilediğimiz benliğin değil, başka bir benliğini ürünüdür kitap.
Kişileri en çok neyin sinirlendirdiğine bakarak onlar hakkında çok önemli şeyler öğrenebiliriz.
Sanki zihin kabul edilmesi güç olan hakikatlerden iğreniyor, ancak zor olaylarla karşılaşınca kabul edebiliyor onları. Mutluluk beden için iyidir, "diyor Proust ama zihin gücünü artıran şey kederdir.
Ne kadar bilge olursa olsun, gençliğinin bir döneminde söylediği bir şeyden, hatta edindiği hayat tarzından hoşnutsuzluk duymayan bir kişi yoktur. Öyle ki, mümkün olsa, bunları belleğinden zevkle silerdi. Ama kişi yaşadıklarından tümüyle pişmanlık duymamalıdır, çünkü bütün o aptalca ve mutluluktan uzak evreler aslında onu nihai evreye vardırır ve kişi bu evrelerden geçmeden bilgeliğinden emin olamaz.
Acı çekeriz, bu nedenle de düşünmeye başlarız; düşünürüz çünkü düşünmek çektiğimiz acıyı bir bağlama oturtmamıza yardımcı olur.
Her gece doğruca yatağına koşan, uyanıp tekrar ayağa kalkana, kadar yaşamdan kopan bir adam, bırakın uyku üzerine büyük keşifler yapmayı, uykuyla ilgili küçücük bir gözlemde bulunmayı bile aklından geçirmeyecektir. Aslında o, uyuduğunda farkında değildir. Ama birazcık uykusuzluk, uykunun değerini anlamamız açısından yararlı olacak, karanlığımıza ışık tutacaktır. Çok güçlü bir bellek, belleğin işleyişini incelemek için en iyi araç değildir.
Proust’un görüşüne göre, bir sorunla karşılaşıncaya, bir olay umduğumuzdan farklı gelişinceye, acı çekmeye başlayıncaya kadar, hiçbir şeyi doğru düzgün öğrenmiş sayılmayız.
Bir şeyler hissetmek (ve genellikle hissedilen bu şeylerden acı duymak) bir ölçüde, öğrenmeyle ilintilidir. Bileğimiz burkulduğu zaman bedende ağırlığın nasıl dağıldığını öğreniriz; hıçkırık tutunca, solunum sisteminin o ana kadar bilmediğimiz özelliklerini fark edip onlara uyum sağlamaya çalışırız; sevgilimiz bize aldatınca duygusal bağımlılık mekanizmasının nasıl işlediğine tanık oluruz.
Ne yazık ki, Madam Straus, kesin doğru olan hiçbir şey yoktur, gramerde bile…
Kendi seçimimizin, kendi zevkimizin, kendi şüphemizin, kendi arzumuzun ve kendi zayıflığımızın izlerini taşıyan şey güzel olabilir ancak.
Kendi seçimimizin, kendi zevkimizin, kendi şüphemizin, kendi arzumuzun ve kendi zayıflığımızın izlerini taşıyan şey güzel olabilir ancak.
İnsanın, üzgün olduğunda, yatağının sıcaklığına sığınması, bütün çabaları, savaşımları geride bırakması, belki de başını yorganların altına gömüp, sonbahar rüzgarında dökülen yapraklar gibi ağlama hissine boyun eğmesi ne kadar güzel.
Bir dahinin yeni başyapıtını okuduğumuzda, kendimizde görmekten hoşlandığımız şeylerin, bastırılmış mutluluklarımızın, acılarımızın; yani o her zaman hor gördüğümüz duygular dünyasının yansımalarını bu başyapıtın içinde de bulmak insanı sevindiriyor. Kitabı okurken keşfettiğimiz bu duyguların ne kadar değerli olduğunu öğreniyoruz böylece.
Gökyüzünün aldığı renklere, bir yüzün nasıl aniden değişebildiğine, bir arkadaşın ikiyüzlülüğüne ya da daha önce asla bizi üzmeyeceğini düşündüğümüz bir durum karşısında duyulan bastırılmış üzüntüye yönelir dikkatimiz. Kitap bize duyarlılık kazandırır, kendi incelmiş duyarlılığı sayesinde çoktandır kullanmadığımız antenlerimizi uyarır.
Hayatından çok memnun olanlar, parlak bir yaşantı sürenler değildir, yaşamanın ne demek olduğunu anlatan en derin sözler söyleyenler. Galiba böyle bir bilgiye sahip olma ayrıcalığı yalnızca mutsuzluk içinde yüzenlere verilmiştir, bu bilgi onlara bahşedilen tek lütuf olmuştur.
İki insan ayrılırken, şefkatli konuşan taraf aşık olmayan taraftır
Bugün hissettiğimiz şeylerin hemen hemen aynısını Homeros’un bir kahramanının da hissettiğini görünce şaşırıyoruz. Epik şairin bizden, hayvanat bahçesinde seyrettiğimiz bir hayvan kadar uzak olduğunu sanıyoruz sanki.
Okuma süreci içinde her okuyucu aslında kendini okur. Yazarın ürettiği yapıt bir optik araç görevi görür yalnızca. Böylece okuyucu, o kitabı okumadan belki de asla farkına varamayacağı şeyler keşfeder kendi içinde. Okuyucunun, okuduğu kitap sayesinde kendi kendinin bilincine varması, kitabın gerçekliğinin bir kanıtıdır.
Estetik açıdan, insan tiplerinin sayısı öyle kısıtlıdır ki, nerede olursak olalım, hep tanıdığımız insanları görme zevkini yaşarız
Ölüm gerçeği ile yüz yüze gelmeden önce hayatı yarım yaşamış olabiliriz; hayatı tam yaşamak ne demek öyleyse?