Sezai Karakoç kitaplarından Portreler – Hikayeler II kitap alıntıları sizlerle…
Portreler – Hikayeler II Kitap Alıntıları
Sezai Karakoç kitaplarından Portreler – Hikayeler II kitap alıntıları sizlerle
Portreler – Hikayeler II Kitap Alıntıları
Asıl özgürlük, ruhun özgürlüğüdür..
Ben, üniversite öğretimi dahil, hiçbir yerin eğitiminde, halkımızdaki derecesinde, bir inceliği veren bir öğretim görmedim. Bunlar, yüzyılların içinden gelen incelmiş süzülmüş geleneklerdi. Duyarlık gelenekleri. Okuyan insanların çoğu onu büsbütün yitiriyor. Okuyanların çoğunluğu, mertliği aptallık, cömertliği gösteriş, tevazuu alçalış ve dindarlığı cehalet gibi görürler. Nezaketleri görmemişlikten ibarettir. Asıl gösterişçi onlardır. Hem de, gülünç olurlar da bunun farkına bile varmazlar.
Evet, incir de bir meyva olarak tatlıdır. Fakat ölümü dişlersin onunla; ölümü tadarsın; her incir tanesi, ölüm şerbeti kasesidir. Ölüm şerbetini içersin bu tatlılıkta. Gül şurubu değil bu şerbet.
Her üzüm tanesinde bir bağın rüyası gizli.
Serçe, kanat ve neşe, içimin ışığı oldu bir parça.
Lafta hep özgürlükten, özgür düşünceden bahsediyorlar, fakat gerçekte çok sınırlı, dar peşin hükümlere inanılmasını ve uyulmasını istiyorlardı. Elden geldiğince bunlardan hep uzak durdu. Belki direkt değil, dolaylı yoldan, sürekli başkaldırı halindeydi.
Halk için, hep bir kahraman icad etmek gerekirdi. Bir kişiyi sembolleştirmek. Bu da, bugünkü şartlarda ancak parti lideri olabilirdi. Kendisi de, liderlerini, böylesine efsane kahramanı haline getirme, mitleştirme işinde az yorulmamıştı.
Yapılabilecekleri yapmak için iktidara geçmek, iktidara geçmek için de yapılamayacakları vadetmek, eşyanın tabiatındandı.
Her zerrem, incecik zarlarla ve perdelerle yokluğa dokunuyor.
Sıcak bir günde çölde dudakları susamaktan çatlamış bir kadını mı bırakıp gitmiştim?
En olağan ölüm bile trajedik değil midir?
Ya da en trajedi ölüm bile olağan değil midir?
Ya da en trajedi ölüm bile olağan değil midir?
Bana sorsalar, kıyamet alametleri den biri olarakta, bülbülün ötüşünün işitilmemesini söylerdim.
Sonra bir sükunet çöker insana.
Kim söyleyecek bu şarkıyı. Ölüm ki bir şarkıdır. Kim söyleyecek onu?
Benim kavgam hiç bir zaman onlarla olmadı. Kendimle kavga ettim hep.
Kefeni yırtılan bir ölü müyüm ben?
Hayatta olanlar ölü gibiydiler..!
Kefeni yırtılan bir ölü müyüm ben?
Kafeste olduğu zaman da, yani tutsaklıkta da, hür olduğu zaman da ötecektir bülbül.
Ben, üniversite öğretimi dahil, hiç bir yerin eğitiminde, halkımızdaki derecesinde, bir inceliği veren bir öğretim görmedim
Baki olansa yalnız Allah’tı. Tek olmak Allah’a mahsustur; mutlak özgürlük de. Mutlak özgür olan sadece Allah’tır.
Sıcak bir günde çölde dudakları susamaktan çatlamış bir kadını mı bırakıp gitmiştim? Toprağa ne yapmıştım, suya ne yapmıştım?
Herkes, kendi derdine düşmüştü. Kimse, evinin duvarından düşen bir taşı bile yerden kaldırıp yerine koymaya yeltenmiyordu.
En olağan ölüm bile trajik değil midir?
Şimdiyse, dağa çekilen insana deli ya da beceriksiz gözüyle bakılır.
Benim kavgam hiçbir zaman onlarla olmadı. Kendimle kavga ettim ben hep.
..ruhu, tenime değsin istiyorum,
Ve ben onun içinde yaşamak istiyorum.
Onun havasında.
Onun havasında.
O yaşanmış olansa, bir daha yaşanamayacak kadar önemli.
bir gece kabuslu rüyalarla uyandım
..yeterince yaşlandım. Artık pek kovalayacağım bir şey de kalmadı
Şimdiki zamandan sıyrılmış gibiylm
aklımız bunu kabul etmemekte
Dindar kişi, mütevekkil olur, dayanıklı olur, sorumluluktan kaçmaz.
o zamanlar böylesine canavar ruhlu kişiler toplum ortasında barınamazlardı
Yarı alaylı, kinayeli sözler ve bakışlar
Odaların tabanlarını betonla ya da tahta döşemelerle, muşambalarla kaplamalarının, kapatmalarının sebebini şimdi anlıyor gibiyim. Hep korkmuş insanlar ondan. Toprağı kilitliyorlar, onun bir gün ayağa kalkmasını önlemek istiyorlar. Üstünde sağlam durmak istiyorlar. Ama acaba bütün bu önlemler gün gelip saat çalınca, yararlı olacak mı?
Siyah kıvırcık saçlı, otuzbeş kırk yaşlarında..
Bazen rüyalarımda bile..
Öğleden sonra uyanır,
onun ölmüş olabilecegini kabul edemiyorum
nice baharlar ve sonbaharlar ve kışlar yaşadı.
Fakat dostundan eser yoktu.
biraz aşağıdaki caddeye indi.
hissettiklerini hissederek, onu yaşayarak
..onunla bir vücut olacakmişcasina yakın olmak gerekli.
Bir ürküntü ötelerden. Bir titreme, zamandan ve akıştan.
Bir bunalıma düşmüştü sanki.
Güzelin arkasındaki doğruyu, doğrunun ötesindeki iyiyi, iyinin üstündeki yüceyi arıyor gibiydi.
ayrılığın ve yalnızlığın gölgesi düşmüştü hayatın, yaşamanın üstüne.
Eski tad, eski hava kaybolmuştu sanki.
Artık yapayalnız kalmıştı.
.hiç bir şey söylememiş sanıyordu kendini.
Bin türkü soyleyebilirdi artık.
Ama o gelmedi.
onu bir daha asla bulamadı.
Kendi kendine nice şarkılar söyledi onu kaybettiğinden ötürü.
Her an biraz daha ruhuna yaklaşıyordu.
..sonunda dayanamayıp uykuya daldılar.
Her yerde onun hayalini görüyor, her yerde onu arıyordu.
Sanki, bu göklerden gelmiş, yıldızlardan düşmüş bir eşti.
Bütün gece uyumayıp..
gecikmelerin sebebini sormadı, öğrenmek istemedi.
düşüncelerle gece yarısına kadar uyuyamadı.
Dönüşsüz bir gidiş miydi bu?
..birdenbire uykusundan uyandı.
annesi hiç yalan soyler miydi?
..bir şeyler söylemek istedi..
Güneş, hergün biraz daha ısıtıyor
Korku ve sevinç, arzu ve tutku, titreyiş ve sarsılışlar içinde..
her doğan gün bir harikaydı
Çelişkili düşünceler içinde insan boğulabilir. Ama direnmeli.
..bir güven veriyordu ve böylece yalnızlığı bir parça hafifliyordu.