Wladyslaw Szpilman kitaplarından Pianoçu kitap alıntıları sizlerle…
Pianoçu Kitap Alıntıları
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat.
Belki başkaları daha insancıl davranırdı. Ne olursa olsun ümidimi kaybetmemeliydim
Kendimizi değil başkalarını suçlamaya öyle istekliyiz ki.
Yalan söylemek bütün kötülüklerin en kötüsü. Şeytani şeyler ondan çıkıyor. Ve bize yalan söylendi:..
ben yaşama geri dönüyordum ve o beni şimdiden mezarından selamlıyordu.
Belki başkaları daha insancıl davranırdı. Ne olursa olsun ümidimi kaybetmemeliydim.
ölümün mutlaklığı, kritik anlarda bana kendimi kurtarma enerjisi verdi.
Yine de uzaklaştıkça onu içimde hissedebiliyordum.
Günler böyle geçiyordu, her defasında aynı ümitsizlik duygusuyla bitiyordu.
.. yaşamışım ya da ölmüşüm, benim için ikisi de birdi.
bir ülkede küçük, masum çocukların hepsi Tanrı’ya dua ediyorlar, oysa birkaç yıl sonra savaşacak, kör bir nefretle birbirlerini öldürecekler.
Yeryüzündeki en büyük ideal insan sevgisidir.
Eğer yaşamak istiyorsam, yalnız, tamamıyla yalnız olmalıydım.
Olduğum söylenen kişi ile olduğumu bildiğim kişi arasındaki bir savaşın ortasında gibiyim.
El sıkıştığımız, arkadaşımız olarak gördüğümüz, henüz kısa bir süre öncesine kadar dürüst insanlar olan bu kişilerin şimdi bu denli adileşmesi bizi daha da dehşete sürüklüyordu.
Onları dinlerken, yan komşuda bu kadar sorun ve çekişme yaratan küçük, akortsuz ve eski piyanoyu çalabilmek için ne vereceğimi, bundan ne kadar mutlu olacağımı üzuntuyle düşünürdüm hep.
Bizi yaralarsanız kanamaz mıyız,
gıdıklarsanız gülmez miyiz,
zehirlerseniz ölmez miyiz
ve zulüm ederseniz öç almaz mıyız?
gıdıklarsanız gülmez miyiz,
zehirlerseniz ölmez miyiz
ve zulüm ederseniz öç almaz mıyız?
William Shakespeare
Alçaklık dikenli tellerin arkasında da alçaklıktır.
Kişisel özgürlüğü bir yana bırakın, insan hayatının hiçbir önemi yok. Fakat özgürlük aşkı her insanın ve her ulusun içindedir ve uzun süre bastırılamaz.
Asker savaş meydanında terk edilmiştir ve ölürken Anne! diye haykırır. Ama annesi orada değildir; çok uzaklardadır ve oğlunun ölmekte olduğunu bilmez
hayatta nasıl tutunacağını bilmiyorsan bu senin hatandı
”Umutsuzluğu, hayal öldürebilir ancak
Olduğum söylenen kişi ile olduğumu bildiğim kişi arasındaki bir savaşın ortasında gibiyim
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir..
The pianist
The pianist
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat
Dikenli tellere yaklaşmış ve Almanlara şöyle demiş; “Hep kültürlü insanlar olduğunuzu iddia ederdiniz ama benden, bir müzisyenden sahip olduğum her şeyi, kemanımı aldınız!”
Kendimizi değil başkalarını suçlamaya öyle istekliyiz ki
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat..
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir
The Pianist
The Pianist
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.
Olduğum söylenen kişi ile olduğumu bildiğim kişi arasındaki bir savaşın ortasında gibiyim
Olduğum söylenen kişi ile olduğumu bildiğim kişi arasındaki bir savaşın ortasında gibiyim.
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat.’
‘Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat.’
“Sor bak herkes kendini cennete gidecek diye en iyi kişi biliyor kimse cehennemi kendine layık görmüyor.” !
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.
“Bize karşı yanlış davranırsanız, intikam almaz mıyız.” ???
“Fırtına geçtikten sonra nasıl atlattığınızı hatırlamayacaksınız. Nasıl hayatta kaldığınızı da; Ancak bir şey kesindir, fırtınadan çıktıktan sonra fırtınaya girenle aynı insan olmayacaksınız.” !
“Sor bak herkes kendini cennete gidecek diye en iyi kişi biliyor kimse cehennemi kendine layık görmüyor.” !
Sanki çok ömrümüz varmış gibi beklemeyi öğretiyor bize hayat. !
“Bir anda kaybettiği asalet geri getirilemezdi. İşte bu yenilgiydi.” !
Hepimize yazıklar olsun diye neredeyse haykırdı. Bizi mezbahaya giden koyunlar gibi ölümümüze götürmelerine izin veriyoruz.” !
“Umutsuzluğu, hayal öldürebilir ancak.” !
“İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.” !
“Eğer sen ve ben beş yıldan fazladır bu cehenneme dayanabildiysek, dedi.
Belli ki Tanrı yaşamamızı istiyor. En azından buna inanmak zorundayız .!
Belli ki Tanrı yaşamamızı istiyor. En azından buna inanmak zorundayız .!
“Ben yaşama geri dönüyordum ve o beni şimdiden mezarından selamlıyordu.” !
“Yalan söylemek bütün kötülüklerin en kötüsü. Şeytani şeyler ondan çıkıyor. Ve bize yalan söylendi.” !
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.
Tanrı korkunç insan kayıplarına ve bu tüyler ürpertici savaşa neden izin veriyor? Korkunç hava saldırılarını, masum sivil halkın büyük korkularını, temerküz kamplarındaki mahkûmların gördüğü insanlık dışı muameleyi, yüz binlerce Yahudi’nin Almanlar tarafından öldürüldüğünü düşünün. Bu Tanrı’nın hatası mı? Neden müdahale etmiyor, neden bunların olmasına izin veriyor?
Diğer çocuklar insanların vicdanına seslenmeye çalışarak yalvarırlardı. Çok, çok açız. Ne zamandır bir şey yemedik. Bize biraz ekmek verin. Ekmeğiniz yoksa bir patates ya da soğan, bizi sabaha çıkarsın yeter. Ama hemen hemen kimsenin soğanı yoktu, olanların da vermeye yüreği. Çünkü savaş, yürekleri taşa çevirmişti.
İnsanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir.
Bir zamanlar Polonya’da yaşayan üç buçuk milyon Yahudi’nin iki yüz kırk bini Nazi döneminde hayatta kalabildi.
Naziler iktidara geldiğinde onları durdurmak için hiçbir şey yapmadık. Kendi ideallerimize ihanet ettik: Kişisel, demokratik ve dinsel özgürlük ideallerine.
İşçiler Nazilerle birlik oldu, Kilise kenara çekilip izledi, orta sınıf bir şey yapamayacak kadar korkaktı. Önde gelen entelektüeller de öyle. Sendikaların feshedilmesine, çeşitli mezheplerin baskı görmesine izin verdik. Basında veya radyoda konuşma özgürlüğü yoktu. Sonunda da savaşa sürüklenmemize izin verdik. Almanya’da demokratik katılım olmaması bizi rahatsız etmedi, hiçbir konuda söyleyecek sözü olmayan insanlar tarafından temsil ediliyormuş gibi görünmek bize yetti. İdeallerine ihanet edenler cezadan muaf kalamaz, şimdi bütün sonuçlarına katlanmak zorundayız.
İşçiler Nazilerle birlik oldu, Kilise kenara çekilip izledi, orta sınıf bir şey yapamayacak kadar korkaktı. Önde gelen entelektüeller de öyle. Sendikaların feshedilmesine, çeşitli mezheplerin baskı görmesine izin verdik. Basında veya radyoda konuşma özgürlüğü yoktu. Sonunda da savaşa sürüklenmemize izin verdik. Almanya’da demokratik katılım olmaması bizi rahatsız etmedi, hiçbir konuda söyleyecek sözü olmayan insanlar tarafından temsil ediliyormuş gibi görünmek bize yetti. İdeallerine ihanet edenler cezadan muaf kalamaz, şimdi bütün sonuçlarına katlanmak zorundayız.
Artık, insanların kişisel çıkarlarına ters düşmüyorsa, çalmaya, öldürmeye veya yalan söylemeye karşı bir kanun yok. Tanrı’nın emirlerinin böyle inkar edilmesi, hırsın tüm ahlak dışı şekillerde kendini göstermesine neden oluyor: Haksız yere kendini zenginleştirme, nefret, kandırma, dölsüzlükle sonuçlanan aşırı serbest cinsellik ve Alman halkının çöküşü. Tanrı bütün bunların olmasına, bu güçlerin iktidarı ellerinde bulundurmasına ve bunca masum insanın ölüp gitmesine, insan ırkına, onsuz sadece birbirini yiyen, birbirini yok etmesi gerektiğine inanan hayvanlar olduğumuzu göstermek için izin veriyor.
Ne kadar da korkağız, her şeyin üstünde kendimizi düşünüyoruz ve bunların olmasına izin veriyoruz. Biz de bunun için cezalandırılacağız.
Kötülük ve vahşet, insan yüreğinde gizleniyor. Eğer özgürce gelişmelerine izin verilirse çiçek açıyor.
Özgürlük aşkı her insanın ve her ulusun içindedir ve uzun süre bastırılamaz.
Kişisel özgürlüğü bir yana bırakın, insan hayatının hiçbir önemi yok.
İnsanlık iyiden çok kötüye mahkum gibi görünüyor.
Tarih bize Fransız Devrimi sırasındaki dehşet verici olayları ve korkunç barbarlıkları anlatıyor. Ve Bolşevik Devrimi de, içi nefret dolu, insanlıktan çıkmış insanların hayvani iç güdüleriyle, iktidardaki sınıfa büyük canavarlıklar yapmasına izin vermişti.
Bizi çok daha sistematik ve titiz bir biçimde yasal yollardan soyuyorlardı.
İnsanlığın ilerlemesindeki birkaç yüzyıl pas geçilmişti ve Ortaçağ’a dönmüştük.
.. bir ülkede küçük, masum çocukların hepsi Tanrı’ya dua ediyorlar, oysa birkaç yıl sonra savaşacak, kör bir nefretle birbirlerini öldürecekler.
Kendimizi değil başkalarını suçlamaya öyle istekliyiz ki. Tanrı kötülüğün hüküm sürmesine izin veriyor, çünkü insanoğlu kötülüğü benimsedi ve şimdi, kendi kötülüğümüzün ve eksiklerimizin ağırlığını hissetmeye başladık.
Soğuk savaş yıllarında Avusturya ile Doğu Almanya ortak bir ikiyüzlülükte birleşti; iki ülke de, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler Almanyası tarafından zor kullanılarak işgal edilmiş gibi davrandılar.
Bir zamanlar Polonya’da yaşayan üç buçuk milyon Yahudi’nin iki yüz kırk bini Nazi döneminde hayatta kalabildi.
İşçiler Nazilerle birlik oldu, Kilise kenara çekilip izledi, orta sınıf bir şey yapamayacak kadar korkaktı. Önde gelen entelektüeller de öyle. Sendikaların feshedilmesine, çeşitli mezheplerin baskı görmesine izin verdik. Basında veya radyoda konuşma özgürlüğü yoktu. Sonunda da savaşa sürüklenmemize izin verdik. Almanya’da demokratik katılım olmaması bizi rahatsız etmedi, hiçbir konuda söyleyecek sözü olmayan insanlar tarafından temsil ediliyormuş gibi görünmek bize yetti. İdeallerine ihanet edenler cezadan muaf kalamaz, şimdi bütün sonuçlarına katlanmak zorundayız.
Naziler iktidara geldiğinde onları durdurmak için hiçbir şey yapmadık. Kendi ideallerimize ihanet ettik: Kişisel, demokratik ve dinsel özgürlük ideallerine.
Tanrı kötülüğün hüküm sürmesine izin veriyor, çünkü insanoğlu kötülüğü benimsedi
Kendime tekrar tekrar soruyorum, bu nasıl olabilir? Sadece tek bir açıklaması olabilir: Bunu yapabilen insanlar, emreden ve olmasına izin verenler, bütün dürüstlük ve sorumluluk duygularını kaybetmişler. Tanrıları yok ve dahası büyük birer egoist, iğrenç birer materyalistler.