İçeriğe geç

Phantoms in the Brain Kitap Alıntıları – V. S. Ramachandran

V. S. Ramachandran kitaplarından Phantoms in the Brain kitap alıntıları sizlerle…

Phantoms in the Brain Kitap Alıntıları

“Uyanık durumdaki herhangi bir anımızda, beynimiz bir sürü sersemletici duyusal girdi bombardımanıyla dolar taşar; üstelik bunların tümü, kendimize ve dünya hakkında neyin gerçek olduğunu söyleyen depolanmış belleğimize dayanan tutarlı bir bakış açısına dahil edilmek zorundadır. Tutarlı eylemler üretmek için, beynimiz bu ayrıntı bolluğunu elemek, dengeli ve içsel olarak tutarlı bir inanç sistemi -yani mevcut kanıtlarla birlikte mantıklı bir hikâye- düzenleyecek bir yola sahip olmalıdır. Ne zaman yeni bir bilgi maddesi gelse, onu mevcut dünya görüşümüze ek yeri belli olmayacak şekilde ekleyip istifleriz. Bunun esas olarak sol yarıküre tarafından yapıldığını düşünüyorum.
Şimdi varsayalım ki gelen girdi içinde bir şeyler mevcut taslağa uymuyor. Ne yaparsınız? Seçeneklerden biri tüm senaryoyu yırtarak işe sıfırdan başlamaktır: Hikâyenizi gözden geçirerek, dünya ve kendiniz hakkında tamamen yeni bir model oluşturmak. Buradaki sorun şu: Tehdit yaratan her bilgi kırıntısı için bunu yapsaydınız, davranışlarınız kısa süre içinde kaotik ve düzensiz hale gelirdi; çıldırırdınız.
Bunun yerine sol yarıküremizin yaptığı şey, anormalliği tamamen görmezden gelmek ya da dengeyi korumak için eğip bükerek daha önceden var olan çerçevenin içine tıkıştırmaktır. Bunun, Freudcu savunma denen ve günlük yaşantımızı yöneten tüm inkâr, bastırma, uydurma ve diğer kendini kandırma biçimlerinin arkasındaki temel mantık olduğunu düşünüyorum. Adaptasyon kavramının dışında olmaktan çok, bu tür gündelik savunma mekanizmaları, duyularımızla algılayabileceğimiz tüm malzemeyi kullanarak yazılabilecek olası hikâyelerin kombinasyon patlaması yla, beynin belirli bir yönü olmayan kararsızlıkların peşinden gitmesini önler. Bunun cezası, elbette, kendi kendinize yalan söylüyor olmanızdır, fakat sistemin bütünlüğünün dengesi ve tutarlılığını korumak adına ödenen küçük bir bedeldir bu.”
“Shakespeare’in dediği gibi, Açlığın eşiğindekileri, sırf ziyafet hayalleriyle doyuramazsın. Bu da iyidir, çünkü ziyafet düşleyerek açlığınızı bastırabilseydiniz, yemekle uğraşmazdınız ve soyunuz tükenirdi.”
Yanlış gerçekler, çoğunlukla uzun süre vazgeçilmediği için, bilimin ilerlemesine büyük oranda zarar vermektedir; fakat yanlış hipotezler çok az hasar oluş­turur; çünkü herkes bunların yanlış olduğunu kanıtlamaktan faydalı bir keyif duyar ve bu yapıldığında, yanlışa giden bir yol kapanır ve çoğunlukla aynı zamanda doğruya giden bir yol açılır.
İşte en büyük ironi burada: Tanım gereği tamamen şahsi olan benlik, önemli ölçüde sosyal bir yapıdır, başkaları için kurduğunuz bir öyküdür.
İnsan potansiyelinin görkemi, bütün olasılıkları göz önünde bulundurduğumuz, kutuplaşmanın cazibesine direndiğimiz veya belirli bir işlev yerel mi değil mi sorusunu sormadığımız zaman anlaşılır.
İç güdülerimizi haklı çıkarmak için yapılan son derece mantıksız girişimlerdir.
Neden bazı şakaların komik, bazılarının komik olmadığını hiç merak ettiniz mi? Güldüğümüzde neden bir ses patlaması çıkarırız? Neden Tanrıya inanma ya da inanmama eğilimi gösteririz? Neden birisi ayak başparmağınızı emdiğinde erotik duygular hissederiz?
Kafamız şu paradoksla karışmış durumda: Bir yandan, son derece kişisel anılarla birlikte hayatımız çok önemli görünürken, öte yandan kozmik düzenin bütününe bakınca kısacık varlığımızın bir ağırlığı yoktur. İnsanlar bu ikilemi nasıl aşar? Pek çoğu için yanıt ortada: Onlar teselliyi dinde bulur.
temporal lobların, özellikle de sol temporal lobun, dinsel deneyimlerle ilişkili olduğundan hep şüphelenmişimdir. Her tıp öğrencisine, beyninin bu bölümünden kaynaklanan epilepsi nöbetleri olan hastaların nöbetler süresince yoğun manevi deneyimler yaşadığı, bu hastaların nöbet geçirmediği veya nöbetler arasındaki dönemlerde bile dinsel ve ahlaki konularla fazla ilgili olduğu öğretilir.
Irkçılık sıklıkla tek bir fiziksel tipe yönlenmiştir (Siyahlar, Asyalılar, Beyazlar vb.). Belki görme kategorisinin tek bir üyesiyle yaşanan tatsız bir anı, bu sınıfın tüm üyelerine karşı yersizce genelleştirilen bir limbik bağlantı kurulmasına neden olmaktadır. Bu bağlantı, yüksek beyin merkezlerinde depolanan bilgilere dayalı entelektüel düzeltme ”ye karşı da meşhur bir dayanıklılık göstermektedir. Gerçekten birinin entelektüel görüşleri, bu duygusal tepki ile renklendirilebilir (kelime oyunu yapmıyorum); dolayısıyla ırkçılığın kötü şöhretli inatçılığı da bundan kaynaklanıyor olabilir.
Arthur’un sorunu Capgras kuruntusuydu, nörolojideki en nadir ve en renkli sendromlardan biri. Oldukça aklı başında olan hasta, yakınlarını, anne babasını, çocuklarını, eşini veya kardeşlerini sahtekar olarak görür. Arthur’un defalarca söylediği gibi: O adam tıpatıp babama benziyor fakat gerçekte babam değil. Annem olduğunu söyleyen kadına ne demeli? Yalan söylüyor. Tıpkı anneme benziyor, ama o değil. Bu tür acayip kuruntular psikotik durumlarda birden ortaya çıkabilse de, belgelenen Capgras vakalarının üçte biri, Arthur’daki otomobil kazasına bağlı kafa travması gibi, travmatik beyin lezyonlarıyla bağlantılı olarak görülür. Bu da bana sendromun organik bir zemini olduğunu düşündürüyor. Fakat Capgras hastalarının çoğunluğunda bu kuruntu kendiliğinden geliştiği için genellikle psikiyatristlere sevk edilirler, onlar da bu bozukluk için Freudcu bir açıklama yapma eğilimindedir.
İnançlarımız için makul gerekçeler dediğimiz şeyler, genellikle içgüdülerimizi haklı çıkarmak için yapılan son derece mantıksız girişimlerdir.
İnkara dair nörolojik kuramlar, Freudcu görüşü tamamen reddeder.
( ) sağ yarıküre hasarı olan hastaların küçük bir altgrubu, aklı başında olsalar bile vücutlarının sol tarafının tamamen felç olduğunu fark etmez ve zor durumlarına aldırmayıp mutlu görünürler. Bu ilgi çekici bozukluk, sol kol veya sol bacağın felç olduğu gerçeğinin görmezden gelinmesi ya da tamamen inkar edilmesi, ilk defa 1908’de bu durumu klinik olarak gözlemleyen Fransız nörolog Joseph Francois Babinski tarafından anozognozi (hastalığın farkında olmama ) olarak adlandırıldı.
Sağ parietal hastalığı olan bazı hastalar sol kollarının kendilerine ait olduğunu aslında inkar eder; bu, somatoparafrent denen bir bozukluk( ) Eğer hastanın cansız sol kolunu yakalayıp havaya kaldırarak hastanın sağ görme alanına getirirseniz, kolun size, doktora, annesine ya da kardeşine ait olduğunda ısrar edecektir. Bu bozukluğu olan bir hastayı ilk kez gördüğümde, kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum, Bu olay -tüm bilimde değilse bile- tüm nörolojideki en tuhaf fenomen olmalı! Aklı başında ve zeki bir insan nasıl olur da kendi kolunun annesine ait olduğunu iddia eder? Robert Rafael, Eric Altschuler ve ben kısa süre önce bu bozukluğu olan iki hastayı test ettik ve aynada sol kollarına baktıklarında (ayna sendromunu ortaya çıkarmak için aynayı sağ tarafa koyduk) birden bunun kendi kolları olduğunu kabul ettiler! Aynalar bu bozukluğu tedavi edebilir mi?
“Aklın her evrede eşzamanlı olasılıklar sahnesi olduğunu görüyoruz. Bilinçlilik bunların diğerleri ile karşılaştırılması, bazılarının seçimi ve geri kalanların dikkat sayesinde pekiştirme veya engelleme yoluyla bastırılmasını içerir. En yüksek, en ayrıntılı zihinsel ürünler daha büyük miktarda ve daha basit malzemeden elenmiş olan kütlenin dışında ve hemen altında bu yeti tarafından seçilen veriler süzgecinden geçirilir. Akıl, kısaca, bir heykeltraşın taş bloğu üzerinde çalışması gibi, kendisine gelen veriler üzerinde çalışır. Bir bakıma heykel orada ezelden beri durur. Fakat bunun yanında bin tane farklı heykel de vardır ve heykeltraşa yalnızca birini diğerlerinden ayrıştırdığı için şükran duyulmalı. Bizler, eğer hoşumuza giderse, nedenselleme yetimizle şu siyah, yekpare, sonsuz uzaya ve bilimin tek gerçek dünya dediği kaynaşan atom bulutlarına dek her şeyi çözebiliriz. Fakat başından beri hissedip içinde yaşadığımız dünya, atalarımızın ve bizim yavaşça biriken tercih hamlelerimizle, bundan ayrılmış oldu, tıpkı heykeltraşlar gibi size verilen maddenin belli bir bölümünü reddederek! Aynı taşı kullanan başka heykeltraşlar ve başka heykeller! Aynı monoton ve ifadesiz kaostan, farklı akıllar ve farklı dünyalar. Benim dünyam, benzer şekilde hayat bulmuş milyonlarca dünyadan bir tanesidir ve bu dünyaları kim şekillendirmişse onlarınki kadar gerçektir. Karıncanın, mürekkepbalığının ya da yengecin bilinçliliğinde dünya kimbilir ne kadar farklı olmalı!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İhmal rahatsızlığı çok yaygın bir sorundur ve hep ilgimi çekmiştir. Bu sorun, hastanın kendisine bakma becerisinin ötesinde beynin üç boyutlu dünyanın temsilini nasıl yarattığı, sol ve sağ taraflarıyla nasıl ilgilendiği ve görme alanımızın farklı bölümlerine dikkatimizi nasıl yönelttiğimiz meselelerinde etkileyici anlamlar taşır.
Varoluş hakkındaki en belirgin gerçek, kaderinizin emrinde olan bir tekil ve birleşik benlik algınızdır. Benlik, öyle gün gibi ortada ki, onun hakkında nadiren duraksayıp düşünürsünüz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Chigaco Üniversitesi’nden iki bilimci, Heinrich Klüver ve Paul Bucy, maymunlarda ne patikasını içeren temporal lobları ameliyatla çıkararak benzer bir deney yaptılar. Hayvanlar etrafta gezinebiliyor ve kafesin duvarlarına çarpmıyorlardı, çünkü nasıl patikası sağlamdı; fakat ellerine yanan bir sigara veya jilet verilirse ağızlarına atıp çiğnemeye başlıyorlardı. Erkek maymunlar tavuklar, kediler, hatta deneyi gerçekleştiren insanlar da dahil her tür canlıyla çiftleşmeye çalışıyordu. Hiperseksüel değillerdi, sadece türleri ayırt edemiyorlardı. Av nedir, eş veya besin nedir bilmekte büyük zorluk yaşıyor ve genelde bir nesnenin öneminin ne olabileceğini bilmiyorlardı.
İnsan beyni, görüntü çözümlemesi yapan birçok bölgeye sahiptir ve her bölge görüntüden belli bir bilgi türünü almak üzere özelleşmiş karmaşık ağlardan yapılmıştır. Herhangi bir nesne, bu alanların bir altgrubu arasında, o nesne için eşsiz olan bir etkinlik örüntüsü uyandırır. Örnegin bir kaleme, kitaba veya yüze baktığınızda, her defasında farklı bir sinirsel etkinlik örüntüsü ortaya çıkar ve yüksek beyin merkezlerini neye baktığınız hakkında bilgilendirir .
Tüm hayatınız boyunca benliğiniz in en azından ölüme dek aynı kalan ve dengeli tek bir bedene demirlemiş olduğunu varsayarak etrafta dolandınız. Aslında, benliğinizin vücudunuza bağlılığı öyle bir aksiyomdur ki bunu sorgulamak bir yana üzerinde bir an bile düşünmezsiniz. Bu deneyler ise tam tersini düşündürüyor. Bütün sağlam görüntüsüne rağmen vücut imgeniz birkaç basit hileyle derinden etkilenebilecek kadar bütünüyle geçici bir içsel yapıdır. Genleriniz aracılığıyla çocuklarınıza aktarmak için geçici olarak yarattığınız bir kılıftır sadece.
Öğrencim Rick Stoddard ve benim keşfettiğimiz, insan bedenine benzemeyen masa ya da sandalye gibi cisimlerden dokunma duyusunun hissedilmesi deneyimidir. Bu deney gerçekten de çok kolay çünkü tek ihtiyacınız olan şey size yardım edecek bir arkadaş. Çalışma masanıza oturun ve sol elinizi masanın altına gizleyin. Arkadaşınıza sağ eliyle (siz seyrederken) masanın üstüne sert ve yumuşak biçimde vurmasını söyleyin ve sonra görüş alanının dışında duran sol elinize eşzamanlı vurmak için arkadaşınızın elinden faydalanın. Arkadaşınızın sol elini görmemeniz, ortaya çıkacak etkinin bozulmaması bakımından son derece önemli (gerekirse bir karton veya örtü kullanın). Birkaç dakika sonra, mantıken bunun saçmalığının farkında olmanıza rağmen, vuruşların masa yüzeyinden geldiğini hissetmeye başlayacaksınız. Yine, sert ve yavaş vuruşların aynı anda olma olasılığının istatistiksel olarak tamamen imkânsızlığı -birincisi masa yüzeyinde görülen ve ikincisi elinizde hissettiğiniz- beyninizin şu sonuca varmasına yol açar: Masa vücudumun bir parçasıdır. Bu yanılsama öyle zorlayıcıdır ki, birkaç kez yanlışlıkla kişinin masa altında saklı eline göre masada daha uzağa vurduğumda, denek, elinin inanılmaz oranlarda uzadığını ya da gerildiğini söyledi.
Ağrıyı ortadan kaldırmak için görsel yanılsama kullanılabileceği olasılığını düşünmek bile olağandışı görünüyor; elbette ağrının da diğer tüm duyusal deneyimler gibi tamamen beyninizin oluşturduğu bir yanılsama olduğunu unutmayalım! Sonuçta bir yanılsamayı yok etmek için başka bir yanılsamayı kullanmak o kadar şaşırtıcı olmamalı.
Ayak fetişleri için geleneksel açıklama, beklendiği gibi,Freud’dan gelir: Ayak penise benzer ve bu yüzden fetiştir, der. Durum buysa, neden diğer enli vücut parçaları için de bu geçerli değil? Neden bir el veya burun fetişi yok? Ben bunun nedeninin basitçe beyinde ayağın, genitallerle yan yana durması olduğunu düşünüyorum. Belki normal insan diye adlandırdığımız çoğumuzda bir parça çapraz bağlantı var ve bu da niçin ayak parmağımızın emilmesini sevdiğimizi açıklar.
Güdükten bu kadar uzağa -yani yüze- dokunulduğunda hayalet elde duyular oluşmasını açıklamanın başka bir yolu olmadığı için; işin sırrı beyindeki vücut parçalarına ait olan ve yüzün hemen elin yanında durduğu o tuhaf haritada yatmaktadır.
Doğumda, tipik bir beyin muhtemelen yüz milyarı aşkın sinir hücresi içerir ve yaşlandıkça bunların sayısı yavaşça azalır.
Dr. K. V. Thiruvengadam adlı profesörün, sadece koklayarak nasıl hastalık teşhisi konulabileceğini bize öğrettiğini hatırlıyorum- diyabetik ketoasis hastasının tırnak cilası kokan nefesi, tifo ateşinin taze pişmiş ekmek kokusu, skrofula’nın bayat biraya benzer pis kokusu, kızamığın yeni koparılmış tavuk teleği kokusu, akciğer absesinin çürük kokusu ve karaciğer yetmezliğine yakalanmış hastanın amonyak benzeri Windex [bir yüzey temizleyici markası] kokusu; bugün bir çocuk hastalıkları uzmanı çocuklardaki pseudomonas iltihabının üzüm suyu kokusu ile izovalerik asideminin terli ayak kokusunu bunlara ekleyebilir. Dr. Thiruvengadam parmakları dikkatle incelememizi de söylerdi.Çünkü tırnak yatağı ile parmak arasındaki açıda oluşan küçük bir değişiklik, klinik bulgular ortaya çıkmadan çok önce habis bir akciğer kanseri gelişiminin habercisi olabilir.
Psikiyatristler çoğu kez, sanki acayip hastalıklar eşit derecede acayip açıklamalar gerektirirmiş gibi ilginç sendromlar için kuramlar icat etmişlerdir. Tuhaf semptomların suçu, hastanın yetiştirilme tarzına (çocukluktan gelen kötü düşüncelere) ya da hatta hastanın annesine (kötü yetiştirici) atılır. Beyindeki Hayaletler kitabıysa karşı görüşü savunmaktadır.
Dünya mucizelerin yokluğundan değil, merak yokluğundan yok olacaktır.
edebiyat ve şiirin bilimle, birçok insanın sandığından çok daha fazla ortak yönü vardır.
Uyanık durumdaki herhangi bir ânımızda, beynimiz bir sürü sersemletici duyusal girdi bombardımanıyla dolar taşar; üstelik bunların tümü, kendimize ve dünya hakkında neyin gerçek olduğunu söyleyen depolanmış belleğimize dayanan tutarlı bir bakış açısına dahil edilmek zorundadır. Tutarlı eylemler üretmek için, beynimiz bu ayrıntı bolluğunu elemek, dengeli ve içsel olarak tutarlı bir inanç sistemi -yani mevcut kanıtlarla birlikte mantıklı bir hikâye- düzenleyecek bir yola sahip olmalıdır. Ne zaman yeni bir bilgi maddesi gelse, onu mevcut dünya görüşümüze ek yeri belli olmayacak şekilde ekleyip istifleriz. Bunun esas olarak sol yarıküre tarafından yapıldığını düşünüyorum.
Şimdi varsayalım ki gelen girdi içinde bir şeyler mevcut taslağa uymuyor. Ne yaparsınız? Seçeneklerden biri tüm senaryoyu yırtarak işe sıfırdan başlamaktır: Hikâyenizi gözden geçirerek, dünya ve kendiniz hakkında tamamen yeni bir model oluşturmak. Buradaki sorun şu: Tehdit yaratan her bilgi kırıntısı için bunu yapsaydınız, davranışlarınız kısa süre içinde kaotik ve düzensiz hale gelirdi; çıldırırdınız.
Bunun yerine sol yarıküremizin yaptığı şey, anormalliği tamamen görmezden gelmek ya da dengeyi korumak için eğip bükerek daha önceden var olan çerçevenin içine tıkıştırmaktır. Bunun, Freudcu savunma denen ve günlük yaşantımızı yöneten tüm inkâr, bastırma, uydurma ve diğer kendini kandırma biçimlerinin arkasındaki temel mantık olduğunu düşünüyorum. Adaptasyon kavramının dışında olmaktan çok, bu tür gündelik savunma mekanizmaları, duyularımızla algılayabileceğimiz tüm malzemeyi kullanarak yazılabilecek olası hikâyelerin kombinasyon patlaması yla, beynin belirli bir yönü olmayan kararsızlıkların peşinden gitmesini önler. Bunun cezası, elbette, kendi kendinize yalan söylüyor olmanızdır, fakat sistemin bütünlüğünün dengesi ve tutarlılığını korumak adına ödenen küçük bir bedeldir bu.
Belki de sürekli sanrı içindeyiz ve algı dediğimiz şey mevcut duyusal girdiye en iyi uyan sanrının
belirlenmesidir.
yaratılmamış gecenin rahminde kaybolmuş
sonsuzlukta dolaşan düşünceler
bu akıllı varlık acıyla inler
düşüncelerle boğuşmaktan yorulmuş
tüm hayatınız boyunca benliğiniz in en azından ölüme dek aynı kalan ve dengeli tek bir bedene demirlemiş olduğunu varsayarak etrafta dolandınız. aslında, ben­liğinizin vücudunuza bağlılığı öyle bir aksiyomdur ki bunu sorgulamak bir yana üzerinde bir an bile düşünmezsiniz.
( ) bütün sağlam görüntüsüne rağmen vücut imgeniz birkaç basit hileyle derinden etkilenebilecek kadar bütünüyle geçici bir içsel ya­pıdır. genleriniz aracılığıyla çocuklarınıza aktarmak için geçici olarak ya­rattığınız bir kılıftır sadece.
“duyusal homunkulus, beyin yüzeyinde büyük oranda şekli bozulmuş bir vücut temsili oluşturur. özellikle önemli bölümler orantı­sız şekilde çok büyük alanlar kaplamaktadır. örneğin, dudaklar veya el parmaklarıyla ilgili alanlar vücudun tüm gövdesiyle ilgili alan kadar çok yer kaplar. muhtemelen bunun nedeni dudaklarınız ve parmaklarınızın dokunmaya çok duyarlı olup çok ince ayrım yeteneği olması, gövdenin ise daha az duyarlı olup kortekste daha az alan gerektirmesidir.
Geçen gün bir adam New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde yeni bir dinozor sergisine gitmiş ve sergide dev gibi bir iskelet görmüş. Kaç yaşında olduğunu öğrenmek istemiş, köşede oturan yaşlı görevliye doğru yürüye­rek azizim, bu dinozor kemikleri kaç yaşında? demiş.
Altmış milyon üç yaşında efendim, demiş görevli, adama bakarak.
Altmış milyon üç yaşında mı? Dinozor kemiklerinin yaşının bu kadar kesin söylenebileceğini bilmiyordum. Altmış milyon üç yaşında diyerek ne demek istedin?
Şey, demiş görevli, bu işi bana üç yıl önce verdiler ve o zaman bu kemiklerin altmış milyon yaşında olduğunu söylemişlerdi.
tanrı, gülmekten korkan bir seyircinin önünde oynayan bir komedyendir.

|friedrich nietzsche

doğal se­çilim sadece organizma tarafından ifade edilen aktüel yeteneklerin ortaya çıkışını açıklayabilir; asla potansiyel olanları değil. özellikler yararlı olup hayatta kalma şansını artırdıklarında yeni kuşaklara aktarılır. fakat saklı matematik yeteneğine dair bir gen ne işe yarar? cahil birine böyle bir gen ne fayda sağlar? vur deyip öldürmek gibidir bu.
insanlar, beyin denen organı evrimleştirmiştir, bu da bize evrimden kaçma becerisi sağlar.
nörolojideki en nadir ve en renkli sendromlardan biri. oldukça aklı başında olan hasta, yakınlarını, anne babasını, çocuklarını, eşini veya kardeşlerini sahtekar olarak görür.
inançlarımız için makul gerekçeler dediğimiz şeyler, genellikle içgüdü­lerimizi haklı çıkarmak için yapılan son derece mantıksız girişimler.
rehabilitasyon merkezi’nde, bir kadının cansız sol elini tuttum ve gözlerinin önüne doğru havaya kaldırdım.
bu kol kimin?
gözlerime baktı ve oflaya puflaya bu kolun benim yatağımda ne işi var? dedi.
peki o zaman kimin bu kol?
o benim erkek kardeşimin kolu, dedi. erkek kardeşi hastanede de­ğildi.
niçin kardeşinin kolu olduğunu düşünüyorsun?
çünkü büyük ve kıllı, doktor; benim kollarım kıllı değildir.
tanrı, gülmekten korkan bir seyircinin önünde oynayan bir komedyendir.

|friedrich nietzsche

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir