İçeriğe geç

Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor Kitap Alıntıları – Fernando Pessoa

Fernando Pessoa kitaplarından Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor kitap alıntıları sizlerle…

Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor Kitap Alıntıları

Fernando Pessoa kitaplarından Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor kitap alıntıları sizlerle

Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor Kitap Alıntıları

Bana gülüyorlar, benimle alay ediyorlar, bana inanmıyorlar; olağandışı biri olmayı arzuladığımı söylüyorlar, ama bu olağandışı olma arzusunu analiz etmek için bir şey yapmıyorlar. Olağandışı olmak ile olağandışı görünmek arasındaki tüm farkın bu arzuya dair bilinçten kaynaklandığını kimse anlamıyor.
Ne kim olduğumu biliyorum ne de hangi ruhun benimki olduğunu
Ruhunun üşüdüğünü hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz.
Yaşadığı gibi öldü ve gömüldü: sessiz sedasız.
Ben kendimi, kendimin bir fikri olmaktan başka türlü asla algılamadım.
İçimde yabancı yaşamlar yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi; ama eksik olarak. Sanki varlığım bütün insanların varlığına katılıyormuş ama her birinde eksik olarak bulunuyormuş ve tamamen pastiş bir ben halinde birleşmiş bir ben-olmayan toplamı halinde bireyselleşiyormuş gibi eksik.
kapıldığım derin umutsuzluk ve yürek burkan acı..
Tek tek hiçbirinde bulunmayan ama hepsinde bulunan tek bir merkezi gerçekliği sahte yansılar halinde deforme eden sayısız ve fantastik aynalarla süslü bir oda gibiyim.
İşin kötüsü, dünyadaki metafizik varlığımı asla unutamıyorum.
Ruhum üşüyor; nasıl iyice örtünürüm bilmiyorum.
İnsanın ilmi büyüktür; ama cahilliği sınırsızdır. Hiç bilmediği gökleri dikkatle inceler; bilmediği şeyleri derinleştirir, kelimelerin bile ne olduğunu bilmeden konuşur; böylece yaşar ve ne hayatın ne de ölümün ne olduğunu bilemeden ölür. Yürekler acısı.
Kimi zaman kendimin kıyısında durup, deli miyim neyim diye ya da gerçekten çok esrarengiz bir esrar mıyım diye sorarım kendime.
Hayatım uçsuz bucaksız bir düş. Kimi zaman bütün suçları, bütün ahlaksızlıkları, güzel, soylu ve yüce olan bütün fiilleri işlemek, güzeli, doğruyu, iyiyi su gibi bir çırpıda içmek ve sonra da Hiçliğin dingin bağrında sonsuza dek uyumak istiyorum. Bırakın ağlayayım.
Öyle düşüncelerim var ki, zaman zaman kendimi delirmiş sanıyorum. Bu düşüncelerin derinliklerinin ne anlama geldiğini bilmiyorum; bunu öğrenmeye çalışacak cesaretim de yok. Yalnızca bunu düşünmek bile beni delirtiyor. Bu düşünceleri analiz etme fikri beni korkutuyor. Çünkü onların tabiatı böyle. Nasıl bir entelektüel baş dönmesi!
”Yalnızca düşte sevmeyi bildim. ”
”İnsanın ilmi büyüktür, ama cahilliği sınırsızdır. ”
”Sevdiğim her şey er ya da geç gelip beni yaraladı. ”
”Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum? ”
”Derin düşünebilen insanlara ne mutlu! Ama bu derinlikte düşünmek bir lanettir. Bunu nasıl tarif etmeli? Dehşet üzerine dehşet! ”
Göğüskafesimde kalbim on bin kez parçalandı.Kaç kez hıçkırıklarla sarıldığımı sayamam; yüreğimi kül eden acıları da.yine de,gözlerimi yaşla dolduran ve beni rüzgâr karşısındaki bir yaprak gibi titreten şeyler gördüm.yaşamlarını, umutlarını, velhasıl herşeylerini başkaları için feda eden erkekler ve kadınlar gördüm.öyle fedakârca eylemler gördüm ki sevinçten gözyaşları döktüm.Herhangi bir şeyin bedeli olmasalar bile,bunlar güzel şeyler diye düşündüm.bunlar,dünya denen şu dışkı yığının üzerine düşen saf güneş ışınları.
Ruhumu zıt terimlerle tanımlayabilseydim, çok belirgin bir tanım olurdu bu: Kırılgan uyumsuz ve saçma; bile bile istemeyen ve yine bile bile istemeyi arzulayamayan; yalnızca imkânsız olmakla kalmayan aynı zamanda çelişik de olan binlerce arzuyla yanıp tutuşan ve bu arzular ortaya çıkar çıkmaz, bunların çelişik ve imkansız olduğunu bilen; kendini iyice soyutlayana dek hiç durmadan analiz eden ve kendini analiz ettiğini bilmekten doğan analizin kurgularıyla üzerini örttüğü inceliğin inceliklerini kendi içinde bulan; belirsiz biçimde düşündüğü şeyi belirgin biçimde düşünen; her şeyi görsel olarak hissedip, işitme organının cazibesiyle kaybeden; büyük ıstıraplarında muğlak ama bu ıstırapların analizinde berrak; hissetme tarzına yönelik ufak tefek hareketler karşısında şaşkın; hiçbir şey hissetmemek dışında, her şeyden korkan; başka birinin üzerine düşen bir güneş ışığından, yalnızca o kişiyi görebildiği için mutlu olan; nasıl göründüğünü bilmekten mutsuz, sıkıntıdan aylak, hata işlemekten bitkin, rıza göstermekten sıradanlaşmış.
Kardeşliğin ve sevginin mutlak yokluğuyla çevrili etrafım. Bana bağlı olanlar bile gerçekten bağlı değil; dostum olmayan dostlarla, beni tanımayan tanıdıklarla çevriliyim.
Ruhum üşüyor; nasıl iyice örtünürüm bilmiyorum. Ruh üşümesine ne cüppe var ne palto. Ruhunun üşüdüğünü hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz.
İnsanın ilmi büyüktür; ama cahilliği sınırsızdır. Hiç bilmediği gökleri dikkatle inceler; bilmediği şeyleri derinleştirir, kelimelerin bile ne olduğunu bilmeden konuşur; böylece yaşar ve ne hayatın ne de ölümün ne olduğunu bilmeden ölür.
Yürekler acısı.
Başkalarıyla nispeten iyi geçinen nükteli insanın ardında, ben, ölü sanatçıyım ve hatta gerçekte bu bile değilim. Olmak istediğim şeyi, bütünüyle olabileceğime inandığım şeyi gördüğümde; ve bugün olduğum şeyi gözlemlediğimde, sanki ruhumu yitirmişim gibi, sonsuz bir kaygı çaresizce başıma üşüşüyor.
Ben kendimi, kendimin bir fikri olmaktan başka türlü asla algılamadım.
Sevdiğim her şey er ya da geç gelip beni yaraladı.
Kendimle olan bütün bağlarımı kopardım. Kendime yeniden bağlanma duygusu dışında, bugün beni kendime bağlayan hiçbir şey yok. Kendimden en azından iki tane olduğunu saptadığımda kendimi gerçekten bir hissediyorum.
Bütün yaşamım boyunca kendimi uyumsuz hissettim; en yüce şeyler karşısında bile.
Göğüskafesimde kalbim on bin kez parçalandı. Kaç kez hıçkırıklarla sarsıldığımı sayamam; yüreğimi kül eden acıları da.
Yine de, gözlerimi yaşla dolduran ve beni rüzgâr karşısındaki bir yaprak gibi titreten şeyler gördüm. Yaşamlarını, umutlarını, velhasıl her şeylerini başkaları için feda eden erkekler ve kadınlar gördüm. Öyle fedakârca eylemler gördüm ki sevinçten gözyaşları döktüm. Herhangi bir şeyin bedeli olmasalar bile, bunlar güzel şeyler diye düşündüm. Bunlar, dünya denen şu dışkı yığınının üzerine düşen saf güneş ışınları.
Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum.
Tanrım, beni benden kurtar.
..ben deliyim, hem de tahayyül edilmesi güç bir deliyim.
Benim öyle bir karakterim var ki, her şeyin başından da sonundan da nefret ediyorum, çünkü bunlar gayet belirgin noktalar.
Ben düşünmüyor, düşlüyorum; esinli biri değilim, sayıklıyorum. Resim yapabilirim, ama hiç resim yapmadım; müzik besteleyebilirim, ama tek bir şey bestelemedim. Sanatın üç alanındaki tuhaf kavrayışlar, imgelemin büyüleyici atılımları beynime şöyle bir dokunup geçiyor; ama onları ecelleriyle ve huzur içinde ölene dek beynimde uyuklamaya bırakıyorum, çünkü onlara vücut verecek, onları dış dünyanın nesnelerine dönüştürecek gücüm yok.
Dünyanın gizemi yalnızca düşüncemi değil, bütün duyarlılığımı da işgal ediyor.
Yağmurun sesinden doğan sessizlik, seyre daldığım daracık sokakta, griye çalan, giderek yoğunlaşan tekdüzeliğin içinde dağılıyor. Yaslandığım camın ve her şeyin yanında durmuş, gözüm açık, ayakta uyuyorum. Binaların kirli cephelerinden, özellikle ardına kadar açık pencerelerden kopan, ışıl ışıl, karanlık suyun iplik iplik dökülmesinin içimde hangi duyguları uyandırdığını bulmaya çalışıyorum. Ve ne ne hissettiğimi ne neyi hissetmek istediğimi biliyorum, ne de ne düşündüğümü ya da kim olduğumu.
Çılgın gibiyim. Her şeyi anlamak, her şeyi öğrenmek, her şeyi yapmak, her şeyden zevk almak, her şeyden acı çekmek istiyorum, evet her şeyden acı çekmek. Ama bunların hiçbiri yok, hiç, hiç. Sahip olmak, yapabilmek, hissedebilmek istediğim şeylerin düşüncesi beni mahvediyor. Hayatım uçsuz bucaksız bir düş. Kimi zaman bütün suçları işlemek, bütün ahlaksızlıkları yapmak, güzel, soylu ve yüce davranışlarda bulunmak, güzeli, doğruyu, iyiyi su gibi bir çırpıda içmek ve sonra da Hiçliğin dingin bağrında sonsuza dek uyumak istiyorum.
Bırakın ağlayayım.
Kimseyle alay etme, asla kimseyi gülünç duruma düşürme, kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu. İnsan yaşamı alaya alınamayacak kadar hüzünlü ve ciddidir.
Kendi kendime dert yanmaktan, merhametli gözyaşları dökerek kendime acımaktan bıktım.
İnsan, kapalı bir pencerenin dibinde vızıldayan kör ve nafile bir böcekten başka nedir ki?
Ben kendimi, kendimin bir fikri olmaktan başka türlü asla algılamadım.
İnsan irrasyonel bir hayvandır.
Beni tasalandıran şey
Okumak kendimi yitirmek bulmak
Kendi yüzümün yansısını görmek hoşuma gidiyordu, çünkü kendi yüzümün bir başkasının yüzü olduğunu hayal edebiliyordum
Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum.
İnsan yaşamı alaya alınamayacak kadar hüzünlü ve ciddidir.
Her gerçek duygu, idrak düzeyinde bir yalandır; çünkü idrakta meydana gelmez. Her gerçek duygunun yalnızca yanlış bir ifadesi olabilir. Kendini ifade etmek hissedilmeyen şeyi söylemek demektir.
Yaşamı, ihtiyatlı, küçük seslerle, herkesten gizli aktı – durgun gibi gözüken ama derinlere doğru yatağını oyan bir su gibi.
Delirmek üzere olduğumu sanma­yın; delirecek değilim. Bu, kendine benzer zihinleri tanıma şansına erişmiş bir zihnin ciddi krizidir.
Tarifi imkansız derecede korkunç zihinsel komplikasyon­larımdan biri delilik korkumdur ki bu korkunun kendisi zaten deliliktir. Rollinat’ın Nevrozlar adlı derlemesinin başındaki şiirde tarif ettiği hal (bence) kısmen bana uygun. Böylesine can çeki­şirken, dehşet verici bir fiili eğilime, korkunç bir kaslanmaya dek varan, demek istediğim, kaslara varana dek hissedilen kah cani­ce kah bunakça itkilere bende sık rastlanır. Bu itkilerin yoğunluk ve miktarlan son derece büyüktür, bundan hissettiğim dehşet ise tarif edilemez.
Bir umudun kırılmasından daha büyük bir umutsuzluğu hiç­bir şey yaratamaz; ruhun kendisi karşısındaki bu ironisi, yaşadığı için umut kesmemesini ve ancak hayat bilgisi sayesinde umuda meydan okuyabilmesini sağlar. Umut eden de hiçbir şey bekle­meyen de aynı ruh olduğundan, iki duygu doğası gereği birbi­rine zıt olsa bile, aynı uzamda birleşmiş olurlar; ama, aynı anda hem inanıp hem de inanmamak imkansız olduğundan, kuşku, doğası gereği, umudun ardından geldiğinden ve arkadan gelen duygu daha yakın olduğundan, öncekinin yerine geçer; bu iki duygunun birlikteligi sonucunda ruhun nihai genel havası kuş­kudur.
En iyisini um, en kötüsüne hazırlan.
Kimseyi yargılama, çünkü gerekçeleri değil, yalnızca fiilleri görüyorsun.
Susuyorum. Konuşursam anlaşılmayacağım. Susarak anlaşılmamayı tercih ederim.
Yoksul biri yoksulluktan kurtulursa mutlu olacağını düşünebilir. Zengin ise mutlu olmanın hiç yolu olmadığını bilir.
Tanrı iktisadi bir kavramdır. Onun gölgesinde, her dinden rahiplerin kendi metafizik bürokrasilerini pişirdikleri görülür.
Düşünce egemen ve yüksekse,
Boyun eğdirilmiştir cümle, onu arar,
Köledir ritm, hizmet eder.
Evren gibi çoğul ol!
Kendimi çoklu hissediyorum. Ben, sayısız ve fantastik aynalarla kaplı bir salon gibiyim; bu aynaların hiçbirinde bulunmayan ama yine de hepsinde bulunan önceki tek bir gerçekliği yalancı yansılarla bozuyor aynalar.
Anarşi yaratmak, bana her zaman için bir entelektüele yakışır bir rol olarak göründü (çünkü zeka parçalar, analiz çökertir).
İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir!
Yaptığımız şeyi yapmak istemiyoruz; onu bizim içimizdeki bir yabancı yapmak istedi
Var olan her insan Ben’dir. Bütün toplum benim içimdedir. Ben kendimin en iyi dostu ve en amansız düşmanıyım.
Herkesin yaptığının tersine bir şey yapmak, herkes yapıyor diye onu yapmak kadar kötüdür neredeyse. Bu, başkalarını aynı ölçüde dikkate almak olur, başkalarının görüşüne aynı şekilde başvurmak demektir – mutlak anlamda aşağı olmanın tartışmasız karakteridir bu.
Yaşam, özünde elbette monotondur. Dolayısıyla mutluluk, makul bir ölçü içinde, yaşamın monotonluğuna uyum sağlamaktan ibarettir. Monotonlaşmak, yaşama benzemektir; kısaca, tam anlamıyla yaşamaktır bu. Tam anlamıyla yaşamak ise, mutlu yaşamaktır.
Esrarın, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a indirgendiği kimselere ne mutlu! Talih kuşu konmuş başlarına! Onlar için uzam, evlerini bürolarından ayıran mesafedir; zaman, yemek yemeleri için gereken süredir; madde ise sivilcelerini sıktıklarında içinden çıkandır. Salaklık; senin adındır Mutluluk!
Biz kendimiz için neyiz? Sisler içinde geçip giden düşler, kaygı dolu yerler Yaptığımız şeyi yapmak istemiyoruz; onu bizim içimizdeki bir yabancı yapmak istedi.
Biz, anlama manyaklığımızın kurbanıyız az çok.
Evren, kapalı bir kapıya çıkan yarı aralık bir parmaklıktır. Bu eşiğe dair mitler yaratıyoruz, kilitlere dair teoriler yaratıyoruz – ama anahtarımız yok, asla içeri giremeyen hayali çilingirleriz.
İnsan okurken yaşamaya ara verir. Şimdi bu noktaya erişmeye çalışın. Yaşamayı kesin ve okuyun. Yaşam nedir ki?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir