İçeriğe geç

Peruk Gibi Hüzünlü Kitap Alıntıları – Yalçın Tosun

Yalçın Tosun kitaplarından Peruk Gibi Hüzünlü kitap alıntıları sizlerle…

Peruk Gibi Hüzünlü Kitap Alıntıları

Özünde iyi olmak yeterliydi.
Ölmek kolay mıdır ki?
Belki çok acımıyordur.
çocuklar tekinsizdir, annelerde uçurum;
olur olmaz düşülür
Her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.
Hiçbir şey olmamasından daha çok ne olabilir?
Geçemezsin aynadan hiç yara almadan. Geçemezsin.
Bir kez bile bir şeyi hafife alarak oluruna bırakmıyor, bir kez bile boş veremiyordum.
Her şey her zaman olduğu gibi insanın kendisi ile ilgiliydi işte,
Kendisi ile ve hissedip söyledikleriyle.
Zevk veren, küçük ve bir an önce soyulması gereken bir yara kabuğu kendisini kaşımamı, kurcalamamı hatta kanatmamı istiyordu.
bir an için bile olsa her şey mümkün görünmüştü bana.
Amaçsızca ve bir anda karar verilerek çıkılan yolculukların ilham verici, hatta kimi zaman yenileyici olduğu söylenir.
Kadın, duymazdan gelinmenin acısını biliyordu. O yüzden duymazdan geldi.
ona göre bir iş ya tam yapılmalıydı ya da hiç.
Bir süredir, hemen ayaklarının dibinde oluştuğunu duyumsadığı o derin, karanlık kuyuya düşmemek için çaba gösteriyordu ve bayağı yorulmuştu.
Herhangi bir kimse -kadın ya da erkek- herhangi bir yaş ya da durumda özgür olabilir miydi?
O konuma ulaşmak için yaşlanmak, bir ömrü geride bırakmak ve bu arada tüm imkanları sonuna kadar zorlayarak biraz delirmek mi gerekiyordu?
Çocukken böyle şeyler düşünmüyordu insan ne de olsa. Güdüleri ve beğenileri üçüncü kişilerin gözüyle kirletilmiş olmuyordu henüz. Mutluluğun aranan bir şey haline henüz dönüşmediği zamanlardı onlar.
Yağmur her şeyi daha güzel ve iyi kılıyordu.
Her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.
Çocukken duyulan mutluluğun kesinlikle köftelerle bir ilgisi vardı..
Hiçbir şey olmadı. Aslında çok şey oldu. Hiçbir şey olmamasından daha çok ne olabilir.
Bir şey olmuştu ve bundan sonra sanki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İçimde bir yerlerde daha önce hissetmediğim, coşkuyla karışık ince bir acı vardı. Zevk veren, küçük ve bir an önce soyulması gereken bir yara kabuğu kendisini kaşımamı, kurcalamamı hatta kanatmamı istiyordu.
Amaçsızca ve bir anda karar verilerek çıkılan yolculukların ilham verici, hatta kimi zaman yenileyici olduğu söylenir.
Olmuyordu işte. Ne kadar zorlarsa zorlasın hafızasındaki boşluk dolmuyordu.
Geçemezsin aynadan hiç yara almadan geçemezsin.
Hem hangi çocuk ablasıyla evlenme ihtimali olan bir adamı sevebilir ki?
Her tarafı ince ince sızlayan şehir Aç martılar ağlamaya başlamadan birkaç saat uyusam yine iyidir
‘Kadınlar’ dedi. Zordur kadınları anlamak. Onlarla da onlarsız da olmuyor.
Çok sevdiği bir şeyi kaybetmiş ya da hiç bulamamış insanlar gibi görünüyordu. Sanki biri dokunuverse, ağlayacaktı.
Ama her zaman her şey insanın planladığı şekilde gitmiyor
Hiçbir şey olmadı. Aslında çok şey oldu. Hiçbir şey olmamasından daha çok ne olabilir ki?
Her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.
Bir kez bile her şeyi hafife alarak oluruna bırakmıyor, bir kez bile boş veremiyordum.
Amaçsızca ve bir anda karar verilerek çıkılan yolculukların ilham verici, hatta kimi zaman yenileyici olduğu söylenir.
Ölmek kolay mıdır ki?
her zaman her şey insanın planladığı şekilde gitmiyor.
Netameli de olsa bir bağ kurulmuştu aralarında ona göre.
Hüzün saklanamayan şeylerden değildir.
Geçemezsin aynadan hiç yara almadan.
Geçemezsin.
Hangi çocuk ablasıyla evlenme ihtimali olan bir adamı sevebilir ki?
Her tarafı ince ince sızlayan şehir “Aç martılar ağlamaya başlamadan birkaç saat uyusam yine iyidir” diye düşünerek yaşlı geceyi üstüne örttü.
Kapıyı örterek yanına oturur ve saçlarını okşardım belki. O okumaya ve dudaklarını kıpırdatmaya son verirdi ben saçlarını okşarken. Belki ayraç koymayı bile akıl edemezdi o an kitabın arasına. Ya da ben alırdım kitabını ve onu burnundan öperken yere bırakırdım usulca. Köpek odanın bir köşesine sinip –filmlerdeki gibi– kafasını patilerinin arasına alarak yere dayar, süreğen ve küstahlığa varan umursamazlığını unuturak ıslak gözlerle, utangaç bir şekilde bize bakardı.
Zordur kadınları anlamak. Onlarla da onlarsız da olmuyor.
Bakışlarında şefkate benzer bir şey olmazdı. Şefkat aradığımdan değil, sadece bir tespit.
bitmemiş her sevişme, paslı bir iğne gibi
doğrudan kalbe yürür
Her şey her zaman olduğu gibi insanın kendisiyle ilgiliydi işte, kendisiyle ve hissedip söyledikleriyle.
Bense henüz tanımadığım bu arkadaşı delice kıskanıyordum. Acaba benimle neredeyse hiç konuşmayan babam onunla neler paylaşıyordu? Belki birlikteyken o kadar gülüyorlardı ki, biri bir koluyla karnını tutarken öbür koluyla da ötekinin omzuna yaslanıyordu düşmemek için. Ona da ablama kırptığı gibi göz kırpıyor muydu acaba?
Dünyanın en şişman ve hantal köpeklerinden biri evde dolanıp duruyordu. Köpek beni açıkça yok sayar bir tavır içindeydi ama tüm ağırlığını hissettiren buyurgan yürüyüşüyle sanki içten içe ona itaat etmemi istiyordu.
Her şey her zaman olduğu gibi insanın kendisiyle ilgiliydi işte, kendisiyle ve hissedip söyledikleriyle.
bitmemiş her sevişme, paslı bir iğne gibi
doğrudan kalbe yürür
Birden konuşmaya başlamasını, bana beni anlatmasını, bana kendini anlatmasını, bir hayata sahip olmaya nereden ve nasıl başlamak gerektiğini bir bir saymasını nasıl isterdim.
Belki de onda tuhaf olan şey, ancak bir çocuğun fark edebileceği, gözlerinde sinsice yanan o siyah delilikti.
Şimdi sarı-yeşil yapraklı geniş bir yolun ortasında yürüyor,eli hala göğsünde.O an bilmese de,nemli yaprak kokusu ileride canını çok acıtacak.
Kokular üstüne yaşayanlardandı ve anladı ki evde tek bir tanıdık koku kalmamıştı o zamandan.Sanki o haziran hiç yaşanmamış diye düşündü.Yaşananları derinlerine gömüp,iyice saklayarak koruyabileceğini zannetti bir an.
insan kalbidir, gün gelir soğur.
Güdüleri ve beğenileri üçüncü kişilerin gözüyle kirletilmiş olmuyordu henüz. Mutluluğun aranan bir şey haline dönüşmediği zamanlardı onlar
Zamanın kıyısındaki odada iki adam, uzakta bilmeden leylak kokan bir kadın var. Tutulmuşlukları belirgin, ardışık birbirine. Yürüyüşe felan çıkmadılar
Her tarafı ince ince sızlayan şehir, Aç martılar ağlamaya başlamadan bir kaç saat uyusam yine iyidir diye düşünerek yaşlı geceyi üstüne örttü
Bakır bedenimi ustalıkla elden geçirerek çekingen ruhumun çapaklarını temizlerdi
“Her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.”
Adını ilk duyduğumda elimde olmadan gülümsemiştim. Ne yapayım, yaşadığımız çirkin bozkırda bir kız çocuğunun adının Mucize olması pek masal etkisi yapmıyor, sadece eğretiliğiyle tuhaf kaçıyordu.
Tanrım, neden bu insanların başına sürekli ilginç şeyler gelmek zorundaydı? Bunun için ne yapmak, nasıl bir insan olmak gerekiyordu acaba?
O an bilmese de, nemli yaprak kokusu ilerde canını çok acıtacak.
Netameli de olsa bir bağ kurulmuştu aralarında ona göre. En doğrusu belki de akışına bırakmaktı.
Şaşırarak düşündü: Her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.
söz bitimi gibidir, odanın her köşesi
bir kuşatma büyütür
Geçemezsin aynadan hiç yara almadan.
Geçemezsin.
Herhangi bir kimse -kadın ya da erkek- herhangi bir yaş ya da durumda özgür olabilir miydi?
Hiçbir şey olmadı. Aslında çok şey oldu. Hiçbir şey olmamasından daha çok ne olabilir.
Amaçsızca ve bir anda karar verilerek çıkılan yolculukların ilham verici, hatta kimi zaman yenileyici olduğu söylenir.
Her şey her zaman olduğu gibi insanın kendisiyle ilgiliydi işte, kendisiyle ve hissedip söyledikleriyle.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir