Panait Istrati kitaplarından Perlmutter Ailesi kitap alıntıları sizlerle…
Perlmutter Ailesi Kitap Alıntıları
Kutsal ülkede vicdan huzuru içinde ölebilen kişiye ne mutlu!
– Tanrıyla birlikte yaşayan insan, başkalarının gözünde hiç değişmez gibi görünür. Hem Yahudiler için kişiliğin bir önemi yoktur. Bizim Musa’mızın özel yaşamı bile bizi ilgilendirmez! Önemli olan onun öğrettikleridir.
– Siz, dindar Yahudiler, yaşamınızda hiçbir olağanüstülük yok! Sizi bildim bileli hep aynısınız, tek bir kez yaşamınızı değiştirdiniz ama yaşamak için değil Ölmek için
Ölüler bizim dualarımıza muhtaçtırlar.
dış yaşamımızın bütün didinmeleri boş Tanrı yanında kişinin ne anlamı var? Denizdeki bir damla bile değil! Sevinçlerimizin, kederlerimizin ne hükmü var!..
– Evet, Sotir, yaşam bir gölge gibi geçiyor, bir düş gibi silinip gidiyor
Evet, Sotirciğim, yaşamaya değer bu dünya: Yaşam ne denli çirkin olursa olsun, hayatta her şey çirkin değildir!
İnsanlardan sakınma, açıksözlü ol! Sakınmak, zayıfın silahıdır. Güçlülerin korkacak bir şeyleri yoktur. Kurtlardan kaçar gibi insandan kaçmakla onu adam edemezsin. Onun için her zaman açıksözlü ol Ester, ruhum her zaman seninle birlikte olacak.
-Bir kimseyi giyotine gönderecek yaradılışta olduğumu sanmazdım. Ama şu anda, evet: İnsanı böyle vahşilikler yapacak düzeye düşürenlerin başlarını vurdurmakta duraksamazdım.
Ara sıra, tabutlarda hazineler yattığını işiten Avrupalı haydutların gizlice tahrip edici kazılar yaptıkları olurdu. Tarihe karşı işlenen bu saygısızlıklardan Edwards büyük bir üzüntü duyar, fakat acısını nasıl da soylu bir biçimde ifade ederdi!
Bir kez, bir Fellah koşup bizim kazı yerinden az uzakta bir tabutun meydana çıkarıldığını haber vermişti. Oraya gittik. Tabut açılmış, içindeki madeni mahfaza kırılmış, her tarafı araştırılmış olan mumya, arkaüstü yatıyordu. Bütün bunlarda bir olağanüstülük yoktu, sıradan şeylerdendi. Fakat onu asıl kızdıran şu oldu: Bu saygısızlığı yapan insan biçimindeki sırtlan, değerli bir şey bulamayınca, boşuna zahmet çektiğine sinirlenerek bir tekme vurup mumyanın yüzünü dağıtmıştı. Ökçenin dört köşe şekli yüze işlenmişti.
Bu barbarlık karşısında Edwards başından şapkasını çıkardı ve sakin bir tavırla, fakat boğulur gibi bir sesle, gözlerinden ateşler saçarak dedi ki:
-Dört bin yıl önceki Mısır’da böyle bir alçaklığı yapacak tek adam çıkmazdı! O günden bugüne insanlık hayli geriledi, şimdi artık gözlerimizde hiçbir şeyin kutsallığı kalmadı.
Sonra soluğu daralarak ekledi:
-Bir kimseyi giyotine gönderecek yaradılışta olduğumu sanmazdım. Ama şu anda, evet: İnsanı böyle vahşilikler yapacak düzeye düşürenlerin başlarını vurdurmakta duraksamazdım. Ademoğlunu bunca insanlıktan çıkaranların yaşamaya hakkı yoktur!.. Ünlü olmak için harika bir eseri bozmuş olan Arostrates’i yine anlarım, ama bir insanı böyle bir suça teşvik etmek insanlık değildir!
Önce Fransızlar, sonra da İngilizler Mısır’ın en önemli tarihi yapıtlarını yağma ettiler.
Akşamları, hareketsiz palmiyelerin altında şezlonglarımıza uzanarak en sevdiğimiz yazarların yapıtlarını yüksek sesle bir o, bir ben okurduk, onlarla güler ya da hüzünlenirdik. Ya da müzik saatinde odamızı en sevdiğimiz Beethoven’le doldurarak yaşamsal bütün sevinç ve acıları birlikte yaşardık!
Edwards:
– İşte insanlığın dostları, derdi. Şu zavallı gündelik yaşantımızda onlarla boy ölçüşecek devleri bulmaya kalkışmak ve bunları özel yaşamımıza karıştırmak bir çeşit saygısızlık olur. Duygularımızı incelterek onlara yetişmeye çalışalım, sağlıklı olmaya çalışalım. Dünyamızın sağlığa gereksinimi var!
ezilen milletlerin bağımsızlığı uğrunda savaşan, bu yüzden de yurdunda resmî çevrelerce pek sevilmeyen bir insandı.
Biz İngilizler yaşam savaşıyla her milletten fazla karşı karşıyayız: İşte bizi fazla kuralcı yapan budur. Ama buna bakarak, başka milletlerin açık sözlülükte bizden ileri olduklarını sanmayın. Yalnız bizden fazla yapmacık yaparlar, asıl çirkin olan da budur! Onun için açık sözlülüğe bir İngilizde rastlandığı zaman daha çok göze çarpar ve daha değerlidir, çünkü biz hiçbir şeyi yarım yamalak bırakmayı bilmeyiz.
Açık yüreklilik, açık sözlülük, her insanın doğal yeteneklerindendir, fakat yanlış anlaşılmış bir terbiye ve kötü düzenlenmiş yaşamın acılığı bunları boğup öldürür
açık yürekliliği ve açık sözlülüğü daha çok hoşuma gitti! Ya susup dinlemek, ya da büyük sözler söylemek için ağız açmak gereken toplumsal yaşantıda böyle şeylere rastlanmaz.
– Dalgın olduğunuzu farkettim, dedim. -Hayır! Dalgın değildim, diye karşı koydu; kendi kendime konuşuyordum. Daha çok dışarısı ile ve dışarısı için yaşayanlar dalgın olur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yine derdi ki, Taş benimle konuşur! Ama John yalnız değerli bir egiptolog (Mısırbilimci) değildir; dinle ilmin günün birinde uzlaşacağına, bu yollar milletler arasında barışçı anlayışın temeli atılmış olacağına da inanırdı.
her insan yaşam yaratıcısıdır ve imanıyla, iyiliğin zaferine yardım eder!..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tanrı timsali olan insana saygı beslemedikten sonra insan elinden çıkmış bir şeye hayran olmak neye yarar!
– En alçakgönüllü yaşam bile en başarılı sanattan daha şaşırtıcı ve mucizevi bir yapıttır, derdi. Tanrı timsali olan insana saygı beslemedikten sonra insan elinden çıkmış bir şeye hayran olmak neye yarar! Çünkü her insan yaşam yaratıcısıdır ve imanıyla, iyiliğin zaferine yardım eder!.. Yaşam, tanrısal olan tek yapıttır. Her şey yeniden yapılabilir, yalnız yaşam dışında! Evrende hiçbir şey küçük ve hiçbir şey büyük değildir.
– Ağla Ester’ciğim, ağla, için ferahlar!
– Bütün bir geçmiş gözümün önüne geliyor!
– Bütün bir geçmiş evet!
– Ölüler de
— Hâlâ düş kurduğun oluyor mu, Sotir’ciğim?
— Neden olmasın? Yaşamın en güzel tarafı gerçek midir sanırsın? Gerçeğe çok çabuk doyulur. Düşlere ise hiçbir zaman! Açık gözlerle düş kurmasını bilmeyenlere acırım doğrusu!
Yaşam bunlara neler borçluydu? Hiç. Yalnızca, yumruk zoruyla kendilerine bir yer açmışlar, o kadar. O beyaz sakalı ve sakin filozof yüzüyle yanlarından geçen şu kirtipil kılıklı yoksul Arap, yaşamını böyle mi bitirmeliydi? Hemen hemen çıplak bedeniyle masalar arasında izmarit toplayan ve bir köpek gibi boynunda numarasını taşıyan şu fellah yavrusu yaşama böyle mi başlamalıydı?
Yaşam İnsanlar nasıl yapmışsa öyledir.
Yaşam İnsanlar nasıl yapmışsa öyledir.
Biliyorum: Bir ahmağın tanrısı olmak pek de övünülecek şey değil
Ama bu dünya müthiş şeydir. Siz başkasını kendiniz gibi yaşamaya zorlamadığınız halde, o sizi daima kendisi gibi olmaya zorlar. Karşı geldiniz mi, sizi hamakat* mahkemesi huzuruna çıkarıp davasını kazanır.
*Ahmaklık, aptallık
—İzin verin de bu dünyada bildiğim gibi yaşayayım. Ötekinde, istediğiniz gibi olmaya çalışırım!
Basit kadınların maceraları olmaz.
–Bırak şimdi kader yerini bulsun! Şerrin bile hayırlı bir yanı vardır!
Bir çıkarınız uğruna ruhu öldürmekten bile çekinmezsiniz siz! Tanrının evini bir entrika yuvasına çevirerek kirletmekten vazgeçin!
Halkı zehirleyen o nüfuzlu adamların yüzüne karşı haykırdı nefretini:
—Alçaklar; yılanlar! Kin ve intikam, Yahudi silahları değildir, sizin zehir kusan yüreklerinizin ürünüdür bunlar! Siz uydurma kurallarınız altında gerçek Yahudi zihniyetini boğuyorsunuz! Bir çıkarınız uğruna ruhu öldürmekten bile çekinmezsiniz siz! Tanrının evini bir entrika yuvasına çevirerek kirletmekten vazgeçin!
Bu cesur suçlamaları, ne kadar haklı olsalar da, Yahudilerin yaşayışı üzerinde en küçük bir değişiklik yapmıyordu. Olsa olsa aleyhinde bulunanların sayısını çoğaltıyordu. Ester, hatta kendi anasının bile bunlar arasında bulunduğunu görerek üzüldü. Sinagogun lanetlenmesinden korkan kadıncağız, kızının fikirlerini reddetti! Avrum’sa (babası), daha geniş fikirli olduğu için saldırıya uğrayan yavrusunun savunmasını üzerine aldı. Sosyal durumu kendisine topluluk arasında nüfuzlu bir mevki sağladığı sürece inatla savaştı. Ama gözden düştükten sonra sözlerine kimseler kulak asmaz oldu.
sevgi ve evrensel iyiliğe susamış ruhunu kin duvarları çevreledi. Dindarlıkları yalnızca bir gösterişten oluşan bir sürü âdi yalancının saldırısına uğrayarak bir zındık olarak dillere düştü!
alışılmış ölçüleri aşan bir şey, her şeyi aynı düzeye, kendi düzeyine indiren sıradanlığa o kadar uygun düşmez, değerler ve insanlar seviyelerini öylesine altüst eder ki, görülmüşten, alışılmıştan ayrılmak, öcü alınması gereken vahim bir hakaret sayılır.
artık ailesi de neredeyse var olmaktan çıkmıştı onun için. Ara sıra kendilerine para gönderirdi ama, iki satır bile yazmazdı.
— Neye yarar? derdi. Her birimiz kendi çılgınlıklarımız ve kendi düşüncelerimizle yaşıyoruz.
—Ağaçtaki serçeye tamah edip ne diye elindekini salıverirsin? Bu, hiçbir zaman yüz sterlini bir arada görmemiş yoksulların afyonudur
Piyango. Kırk, elli, yüz sterlinlik ödül vaatleri, yaşamlarını binbir güçlükle kazanan kimselerin yıkıcı umududur. Bunlar boğazlarından kestikleri bir kuruşu, olmayacak mutluluklar vaat eden bu biletlere verirler.
Çünkü çevirmenin yapılacak başka işleri vardı. En başta çok sevdiği işi geliyordu. Lordundan tut, en kırtıpiline kadar toplumun her basamağından insanlarla ilişkide bulunarak, yaşamını serbestçe ve rahatça kazandıran bu meslek, dünkü tıp öğrencisi için hiç farkettirmeden herkesin iyi ve kötü taraflarını incelemesine olanak veren geniş bir deneyim alanı olmuştu. Mısır’ın harikalarını göstermeye götürdüğü adam ister seçkin bir turist, ister yavan bir adam olsun. onun için aynı ilginçlikteydi: Biri anlayışıyla hayrete düşürüyor, öteki de ahmaklığıyla eğlendiriyordu.
Bir gün, insan emeğinin en baş döndürücü harikasını küçümseyerek süzen bir turist :
– O büyük dedikleri Keops Piramidi bu mu? diye sormuştu.
– Evet, bu efendim! Dört yüz ayak kadar boyu var.
– Ya Oysa Eyfel Kulesi bunun iki katından fazla uzun! Harikalık neresinde bunun?
– Ben de şaşırıyorum, efendim; sizin gibi ben de Eyfel Kulesini yeğlerim!
kendi benliğini kendisine yabancı gibi gördüğünden, her şey ona aynı derecede boş görünüyordu! Kardeşini de ötekiler gibi, bir yabancı olarak görüyordu. Ama bu, özveride bulunmasına engel değildi. Amaç ve prensip gözetmeden çevresindekilere iyilik ediyorsa, salt içinde homurdanan kaygıları susturmak, uyuşturmak içindi.
Aslında, bir yabancı ona kendi kardeşinden daha yakın görünüyordu, çünkü o özellikle kendisine karşı yabancıydı.
özgürlük! katili insanlardan hiç hoşlanmam.
Roman Rolland dememiş mi:Kahramanlık yalnız bir türlüdür: Elinden gelen her şeyi yapmak.
Akıntıya kürek çekilmez; kader sizi çevirmen yapmak niyetindeyse doktor olmak için çırpınmanız boşunadır.
arslan, kurtları kuyruğuyla öldürür.
Siz, ne sonsuz yaşama hak kazanmak için şu yeryüzünde çile çekmesini bilirsiniz, ne de öbür dünyayı düşünmeye gerek kalmayacak kadar mutlu olabilirsiniz, aç karnına kuşkular içinde kıvranır durursunuz.
Mantıklıdan ne anlıyorsunuz siz? Kendi haliniz mi?
Asıl felâket insana dışarıdan gelmez, kendi içinden gelir. Hem sonsuz yaşama kavuşmak için bu dünyanın boş gösterişlerine kapılmamalı insan!
Sen bu dünyanın nimetleri için yaratılmamışsın, öbür dünyanın hazları bekliyor seni! Haberin var mı?
ama bil ki insanın iyisi çeliğin iyisi gibidir: Çabuk kırılır. Yaşam onların derilerini yüzer alır.
Bir kadın yüz çevirdi diye aklını oynatmak reva mı?
sevilen kadının bir tek sözü bir ailenin bütün kaderini değiştirebilir. Müthiş bir şey değil mi?
— Bu adam umutsuzluğundan mı içiyor, yoksa ahlâksızlığından mı?
— Umutsuzluğundan, rabbi!
Her zaman halimden memnunum. Çünkü Yaradanın sonsuz rahmetiyle bana verdiği her şey kabulümdür.
– Lea haberin var mı? Mısır’a gidiyoruz.. dedi. Hem de bütünlük! Orada daha âdil yasaların koruması altında keyfimce bir Romanya yaratacağım.
*
Masum bir vatanı ona hükmeden vicdansız efendileriyle karıştırmamayı bilen sevecen ruhların ısrarıyla bu kararını yerine getirdi de.
Coşkunluğuna, asil ruhlu oluşuna gelince; hey gidi hey! Bu özelliklere lâyık oldukları değeri verenler nerede?
Herkes evliya olamaz
Hiç değilse güzel günler gördüm ben! Sonradan yolu şaşırdık; buna da şükür. Çünkü neyiz ki biz, rüzgârın alıp savurduğu bir toz taneciğinden başka?
deli divane olduğumuz çocuklarım, büyüdükçe felaketimizin asıl nedeni oldular ve gel zaman git zaman bizi bugünkü sefil ve acıklı halimize düşürdüler!
Oğullarımla kızıma söyle, Sotir, çok şükür, sefaletime gönül hoşnutluğuyla katlanıyorum.
Asıl felâket, çocuklarımızın bu yaşlı günlerimizde bizi yüzüstü bırakmaları
felâketler katlanılır şeylerdir, çünkü Yaradana şükrederek içini ferah tutabilir!
Rivke, şu adamcağızın hikâyesini bilirsin ya, hani günün birinde bir dükkânın üstüne astığı levhaya Felsefeyi bıraktım, şimdi eczacılık yapıyorum diye yazmış; birkaç yıl sonra da levhayı değiştirmiş: Eczacılığı bıraktım, yine felsefeye döndüm. Bizimkisi de o hesap, Rivke
Askerlik hizmetime gelince, uğradığım her türlü akıbeti sakince karşılıyor ve subaylar için evler yaparak vatani görevlerini yapan o dülgerler, doğramacılar, badanacılar ve diğer zanaatkârlarla birlikte bir üsten öbürüne aktarılarak, onların tarlalarını sürüp çocuklarına dadılık ederek günlerimi geçiriyordum. Bir hiç yüzünden suratınıza tokadı indiren birine düşmemişseniz hizmetinizi bu şekilde yaptığınıza sevinmelisiniz, silah yüzü görmeden, kışlanın zahmetlerini tanımadan tezkereyi alıverirsiniz!
Ticaret, sanayi, para işleri, zekâsı kıt insanların ellerindedir. Hatta bir atasözü de çıkarabilirsiniz: Kaç paran olduğunu söyle, sana aklının derecesini söyleyeyim. Çünkü insanlara para kazanma yeteneklerine göre değer vermek gerekse adamın canına kıyacağı gelir
— Ya işte! Bugün yalnızım, yoksulum ama, anıdan yana zenginimdir, çünkü ardımda hareketli bir yaşam bıraktım!
— Benim yaşımda – altmışı çoktan geçtim – anılar tek zevk oluyor
– Kadere karşı gelmek insanın yanına kalmıyor.
yavruları yüzünden uğradığı belalarla, soyundan gelen günahların kefaretini ödüyor. Günahı, damarlarında bayağı bir kan bulunmamasıdır. Malum, bir kralın ordusundan kaçmak için damarlarında soylu bir kan taşımaya gerek yok.
– Ne akrabalarından, ne de evlatlarından hayır var. Her taraftan kötü muamele görüyorlar. Ama dünyamızın neresinde hayır kaldı ki?
– Ama her gerçek söylenmez ki!
– Sizin bir suçunuz yok, çocuklarınızın da Tanrının da bu işte hiçbir suçu yok! Haydi, hoşçakalın
— Tanrı bize, yolumuzu bulmak için akıl vermiş.
— Ama aklın işini bozacak bir yürek katmasını da ihmal etmemiş.
— Pani Sotir, Yaradanın eserinde bozacak hiçbir şey yoktur.
— Ah, pani Sotir. Yoksul insanlar, Tanrıya karşı zenginlerden daha çok günah işlerler. Böyle öfkeli zamanlarda ağzından çıkan bütün sözler öbür dünyada hesaba katılacak olsa yandı demektir! Vay başıma gelenler, bu dünyada çek, öbüründe çek, bizi doğuran ana taş doğursaymış keşke!
Reb Zalmen usulca:
Günaha girme, Rivke, dedi. Bütün bu işlerle Tanrının bir ilgisi yok.
Rivke devam ediyordu:
— Kendini bu kadar mutsuz gördüğü için zavallı kocam en kutsal şeylere dil uzatıyor. Duaları bile istemeye istemeye okuyor. Ne yaparsın, sabır taşı bile olsan çatlarsın bir gün
Aile içinde bir ayyaşın bulunması korkunç şey!