Virginia Woolf kitaplarından Pazartesi ya da Salı kitap alıntıları sizlerle…
Pazartesi ya da Salı Kitap Alıntıları
&“&”
…hayat eğrelti otunun arkasında; hayat zorba ama eziyetçi değil!"
Ah insanların şu hırsları, yaygaraları ne acınası şeylerdi.
Evli kadınlar olana kadar kız evlatlarız biz."
*Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz.
*Ben, kendi neslim için bir günde sizin bütün hayatınız boyunca yaptığınızdan fazlasını yaptım.
Kabuğuna büzülmüş bir kın kanat böceği gibi kışın mavi, yazın yeşile bürünürdü.
Mektuplarına gelince, hepsi faturaydı.
Hâlâ kahkaha çiçeği ve yolgeçen çiçeği gibi laflar etmesi ne tuhaf.
Tren kırlar boyunca oflaya poflaya ilerliyor, kadının camı açmasıyla içeriye dolan sis sanki vagonu genişletip dört yolcuyu birbirinden ayırıyordu.
Hepimiz tabağın kenarında yürümeye çalışan sinekler gibiyiz diye düşündü Mabel ve sanki haç çıkarıyormuş, derdine çare olacak, bu acıyı dayanılır kılacak bir büyü arıyormuş gibi tekrarladı bu cümleyi.
İnsan ahlaksızlıktan ne kadar hoşlanırsa o kadar büyür.
Işık usulca üstüne düşsün, bulutlar hani o ilk yeşil yaprağın ince damarlarını bile gösterecek şekilde kenara çekilsin. Kırlangıç dala tüneyip ucundan sarkan yağmur damlasını düşürsün… Neden başını kaldırdın? Bir ses, bir düşünce mi?
Çünkü bir neden varsa ve ben bu nedeni biliyorsam izler yaşamdan silinmiş oluyordu.
Bütün çağlar boyunca erkeklerin bizim kadar çalışkan oldukarını, yaptıkları işlerin de bizimkilerle eşit değerde olduğunu varsayarak yaşadık. Biz dünyaya çocuk getirirken onların da kitaplar ve resimler getirdiklerini düşündük. Biz dünyayı kabalıklaştırdık. Onlar uygarlaştırdılar. Ama artık okuyabildiğimize göre, çıkan sonuçlar hakkında hüküm vermekten kim engeller bizi? Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz.
Eğer," dedi, "erkekler böyle beş para etmez şeyler yazıyorlarsa annelerimiz neden onları dünyaya getirmek için gençliklerini heba ettiler?"
Dünyada insan ilişkilerinden daha tuhaf bir şey yok, diye düşündü, durmadan değişiyor çünkü, inanılmaz mantıksız; şimdi de hoşlanmazlığı çok yoğun ve tutkulu bir aşka dönüşüyordu, ama aklına aşk" sözcüğü gelir gelmez reddetti onu, insan zihninin ne kadar karanlık olduğunu düşündü yine, bütün bu şaşırtıcı algılamalara dair, acı ile zevkin birbiriyle yer değiştirmelerine dair ne kadar az sözcük vardı orada.
Oradaydılar," diye devam etti Mrs. Ivimey, "yıldızlar. Ve benim büyük-büyükbabam, o çocuk, kendine şunu sordu: &‘Nedir onlar? Neden varlar? Ve ben kimim?’ Hani insan tek başınayken, konuşacak kimse olmadan otururken yıldızlara bakarak soru sorar ya."
Yıldızlar, güneş, ay," der gibiydi o bakış, "çimenlerdeki papatya, ateşler, pencere camındaki kırağı, kalbim sana uzanıyor. Ama," diye ekler gibiydi hep, "kırıyorsun, geçiyorsun, gidiyorsun." Ve eşzamanlı olarak bu iki ruh halinin yoğunluğunu "Sana ulaşamıyorum – sana yaklaşamıyorum," diyerek örtüyordu, dalgın dalgın, hayalkırıklığı yaşarmış gibi söylüyordu bunu.
Başka bir şey düşünen kişinin yarı bilinçli-yarı bilinçsiz tekrar tekrar baktığı herhangi bir cisim, düşüncelerin malzemesiyle öyle iç içe geçer ki, asıl biçimini kaybeder, biraz farklı, ideal bir biçim alarak yeniden oluşur ve hiç beklemediğimiz bir anda beynimize girer.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
İnsan bedeninin silkinip bir tartışmadan kendisini nasıl sıyırdığı ve heyecana kapıldığı için nasıl özür diler gibi göründüğü bilinir; kendini yere atacak gibi olur ve tavrının bu gevşekliği, yeni bir şeye başlamaya hazır olduğunu gösterir – karşısına ne çıkarsa ona.
-Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz."
Hayatı herhangi bir şeyle kıyaslamak istersek onu saatte yüz kilometre hızla metronun içinde savrulmaya benzetebiliriz – öbür uca vardığımızda saçlarımızda tek bir toka kalmaz.
Aman Tanrım, hayatın gizemi bu; fikirlerin kesin olamaması! İnsanların cehaleti! Sahip olduklarımız üzerinde ne kadar az kontrolümüz bulunduğunu göstermek üzere – onca uygarlığımız içinde bu hayat ne kadar da rastlantısal bir mesele –
İnsan doğasının bu yönünü, sabrını, sebatını, dert, yokluk, pislik içinde böylesi küçük şeylerle mutlu olabileceğini düşününce gözleri yaşlarla doldu.
Hayatın amacının iyi insanlar ve iyi kitaplar üretmek olduğunda hemfikirdik.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz.
Hafif adımlarla yürüyerek, dünyada gülümseyerek dolaşanların içlerindeki iyilik nasıl da güzeldir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
— kaybolup giden koca evrenin ufalmış paçavraları — aşk, hayat, inanç, koca, çocuklar, genç kızlıkta insana ne tür harika ve görkemli şeylerin görünüp kaybolduğunu bilmiyorum.
Ben istemem — ben istemem."
Ben istemem — ben istemem."
… sonunda atomlar yavaş yavaş yeniden bir araya geliyorlar, tortu eleniyor ve gözler yeniden berrak ve sakin görüyor her şeyi ve ayrılanlar için dudaklara bir dua geliyor, insanın başıyla selam verdiklerinin, bir daha asla karşılaşmayacaklarının ruhları için bir ayin.
Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz.
Okumayı öğrenince, bir tek şeye inanmasını öğretebilirsin ona – o da kendisidir."
Ah Cassandra, neden bana işkence ediyorsun?" diye patladı, "erkeğin zekâsına duyduğumuz inancın en büyük yanılgı olduğunu bilmiyor musun?"
Ancak yanıtlardan daha önemli olan, yanıt vermeyi reddetmeleriydi. Ahlak ve din konulu sorulara pek azı yanıt veriyordu, verilen yanıtlar da ciddiye alınacak gibi değildi. Paranın değeri ve güçle ilgili sorularsa şaşmaz biçimde kenara itiliyordu ya da soru soran aşırı risk altına girerek yanıtı zorla elde ediyordu. "
"Eminim ki," dedi Jill, "kapitalist sistem hakkında soru sorduğumda Sir Harley Tightboots koyun etki kesiyor olmasaydı benim gırtlağımı keserdi."
"Eminim ki," dedi Jill, "kapitalist sistem hakkında soru sorduğumda Sir Harley Tightboots koyun etki kesiyor olmasaydı benim gırtlağımı keserdi."
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Bütün çağlar boyunca erkeklerin bizim kadar çalışkan olduklarını, yaptıkları işlerin de bizimkilerle eşit değerde olduğunu varsayarak yaşadık. Biz dünyaya çocuk getirirken onların da kitaplar ve resimler getirdiğini düşündük. Biz dünyayı kalabalıklaştırdık. Onlar uygarlaştırdılar. Ama artık okuyabildiğimize göre, çıkan sonuçlar hakkında hüküm vermekten kim engeller bizi? Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz."
Ah, fırsatımız varken eğlenelim!
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Yüzündeki maskeyi andıran kayıtsızlığa bakılırsa, tutku ve deneyim açısından, bütün dünya duysun diye aşkları borazanlarla duyurulan kişilerden yirmi kat daha fazla şey yaşamıştı.
Gerçek vardır, bir duvar vardır.
Her şey arkasında bir kalıntı bıraktığına ve anı da, gerçek gömüldüğünde zihinde dans eden bir ışık olduğuna göre…
“Ah, Cassandra, Tanrı aşkına, erkeklerin çocuk doğurabileceği bir yöntem geliştirelim! Tek şansımız bu. Çünkü erkeklere zararsız bir meşguliyet sunamazsak, ne iyi insanlar çıkarabiliriz ortaya ne de iyi kitaplar, onların gem vurulmamış eylemlerinin meyvelerinin altında yok oluruz, bir zamanlar Shakespeare diye birinin var olduğunu bilen bir kişi bile kalmaz dünyada!”
“Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz.”
Bütün çağlar boyunca erkeklerin bizim kadar çalışkan olduklarını, yaptıkları işlerin de bizimkilerle eşit değerde olduğunu varsayarak yaşadık. Biz dünyaya çocuk getirirken onların da kitaplar ve resimler getirdiğini düşündük. Biz dünyayı kalabalıklaştırdık, onlar uygarlaştırdılar. Ama artık okuyabildiğimize göre, çıkan sonuçlar hakkında hüküm vermekten kim engeller bizi? Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz.
“Dünyada insan ilişkilerinden daha tuhaf bir şey yok, diye düşündü, durmadan değişiyor çünkü.”
“Dünyada gülümseyerek dolaşanların içlerindeki iyilik nasıl da güzeldir.”
beyaz ve soguk gökyüzü, kendi icine gömülmüs, bitimsizce kapanıyor ve acılıyor, hareket ediyor ve duruyor.
“Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz.”
“Seninkisi ucuz bir suçtu; sadece cezası ağırdı.”
Hayatın amacının iyi insanlar ve iyi kitaplar üretmek olduğunda hemfikirdik
“Dünyaya bir çocuk daha getirmeden önce, dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceğimize yemin etmeliyiz.”
“Her iki dünyayı da eleştirmek ve her ikisinin de kendisine ihtiyacı olan şeyi veremeyeceğini hissetmek.”
“… Evli kadınlar olana kadar kız evlatlarız biz…”
ama konusmalarında iki husus dikkate deger. ilki, zekâya büyük saygı duymaları ve arastırmalarında onu en önemli yere oturtmaları; ikincisi, ne zaman mutsuz bir aile hayatından ya da hayalkırıklıgı yasanan bir iliskiden kuskulansalar, en sıradan durumda bile sasmaz bicimde hosgörüyle ve duygudasca hüküm vermeleri.
Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz."
İnsanların bu hırsı, bu yaygarası trajikti, sempati uyandırmak için haykıran, kanatlarını çırpan bir karabatak sürüsü gibiydiler.
İnsanların gözlerinde gördüğümüz şey hayattır; hayattır öğrendikleri ve öğrendikten sonra, saklamaya çalışsalar da, sürekli farkındadırlar-neyin?
Ah, insanların bu hırsı, bu yaygarası trajikti, sempati uyandırmak için haykıran, kanatlarını çırpan bir karabatak sürüsü gibiydiler.
Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz.
Tanrım, nedir bu yaşamın gizi, düşüncelerin yanlış, yetersiz kalışı! İnsanoğlunun acizliği, bilgisizliği!"
Ah insanların şu hırsları, yaygaraları ne acınası şeylerdi.
Hakikati istemek, onu beklemek, bıkmadan usanmadan kelime kelime damıtarak sonsuza dek istemek…
Aşık olanlar dışında kimsenin iffetten ya da iffetsizlikten söz etmemesini talep ediyorum.
Kendisinin en derin keşiflerinin başka araştırmaların başlangıç noktası sayılması, bir sonuç olarak görülmemesi şaşırttı onu.
Hayır, hayır, hiçbir şey kanıtlanmadı, hiçbir şey bilinmiyor.
Çocukken asıl, standart, gerçek sandığımız pek çok şey, onlardan ancak tarifi imkansız bir lanete uğrama riskini göze alırsak kopabilirdik.
“İnsanların gözlerinde gördüğünüz şey hayattır; hayattır öğrendikleri ve öğrendikten sonra da, saklamaya çalışsalar da, sürekli farkındadırlar.”
Erkeğin zekasına duyduğumuz inancın en büyük yanılgı olduğunu biliyor musun? Dünya kuruldu kurulalı onları beslemedik mi, rahatlarını sağlamadık mı, başka bir şey olmasalar da akıllı olabilsinler diye? Hepsini biz yaptık!
yanında bulunanların değişmeyen çirkinliğine uygun düşsün diye çirkin bir kalıp içinde gelişmeye zorlanmış bir hayat
İnsan mutlu olmazdı. Her şey tatsızdı, tatsız, hepsi bu."
Hayatı herhangi bir şeyle kıyaslamak istersek onu saatte yüz kilometre hızla metronun içinde savrulmaya benzetebiliriz – öbür uca vardığımızda saçlarımızda tek bir toka kalmaz! Tanrı’nın ayaklarının dibine çırılçıplak fırlatılırız!"
insanın mutluluğu, insanın gerçeği değil midir?"
Hafif adımlarla yürüyerek, dünyada gülümseyerek dolaşanların içlerindeki iyilik nasıl da güzeldir!"
Başkalarının gözleri bizim için birer hapishane; düşünceleri de kafeslerimiz."
Tanrı aşkına, erkeklerin çocuk doğurabileceği bir yöntem geliştirelim! Tek şansımız bu. Çünkü erkeklere zararsız bir meşguliyet sunamazsak, ne iyi insanlar çıkarabiliriz ortaya ne de iyi kitaplar; onların gem vurulmamış eylemlerinin meyvelerinin altında yok oluruz."
Ülkedeki istediğin gazeteciye, okul müdürüne, politikacıya ya da meyhaneciye sor, erkeklerin kadınlardan çok daha akıllı olduğunu söyleyecektir sana."
…
"Nasıl söylemesinler ki? Dünya kuruldu kurulalı onları beslemedik mi, yetiştirmedik mi, rahatlarını sağlamadık mı, başka bir şey olmasalar da akıllı olabilsinler diye? Hepsini biz yaptık!"
Unutmayın ki,"
…
…
"romanlar hayatın aynasıdır."