İçeriğe geç

Pazar Günleri Kitap Alıntıları – Irene Némirovsky

Irene Némirovsky kitaplarından Pazar Günleri kitap alıntıları sizlerle…

Pazar Günleri Kitap Alıntıları

Kadının tatmin olmamış arzusundan daha tehlikeli bir şey yoktur.
Kadının tatmin olmamış arzusundan daha tehlikeli bir şey yoktur. Onun uzanamadığı meyveleri çocukları tıka basa yesin diye uğraşacaktır ve bu meyveler onları hasta etse bile umurunda olmayacaktır; kabuğunu , etini , çekirdeği , çatlayana kadar her şeyini yutturacaktır onlara.
Rastegele, yol nereye götürürse..
Herkes gibi o da gerekli olanı tespit ediyor ve fedakârlığın asaletini yüceltiyordu; vatandaşların haklarından ve ödevlerinden memnuniyetle ve ısrarla bahsediyordu ama zihninde, kendisiyle diğerleri arasında temel bir ayrım koyuyordu; görevleri onlara bırakıyor, kendisi sadece hakları ayırıyordu.
Bir adamı iyi tanımak için, insan onu sofrasında ya da hoşlandıği bir kadının yanında görmelidir.
Annelerinin, kız kardeşlerinin boğazlanışına aldırış etmeyen ve günü geldiğinde onları da güçlü ve sert bir ele teslim edecek olanın bu pasiflik, bu kabulleniş olduğunu anlamadan gıdaklamaya ve yemlerini gagalamaya devam eden kümes hayvanlarına benziyordu bu kalabalıklar.
Tüm felaketler, nasıl da başkasının başına gelince dayanılabilir gözüküyordu! İnsan bedeni, kanayan başkasının eti olunca daha bir nasıl da güçlüymüş gibi geliyordu. Ölüme karşıdan bakmak, o başka bir insana yaklaşırken nasıl da kolaydı!
Avrupa’dan uzaklaşıyorlardı. Birazdan artık onu düşünmeyeceklerdi. Tiyatrodan çıktıktan sonra orada kalan bir sahne, kanın oluk oluk aktığı bir Shakespeare dramının perde kapandıktan ve sahne ışıkları söndükten sonraki hali gibi olacaktı.
İnsanoğlundan kaynaklanan tüm acılar, diye düşünüyordu Hugo, bir diğerini kendisinden çok seven ve bu sevgiye minnettar olunmasını isteyenlerden kaynaklanır.
Eğlendirilmek, hayran olunmaktan hem daha nadir hem de daha iyi bir durumdu Sevilmek de eğlendirilmekten daha nadir ve daha iyi.
Çocuklar hep hayal kırıklığına uğratır bizleri. Hayata getirdikleri tarafından sürekli hayal kırıklığına uğratılmak ebeveynlerin hazin kaderidir.
kıymetli olan her şey gizli tutulmalıdır.
ama bir kadın kendisine söylenmeyenleri hissederek de acı çeker.
Gerçekten bedbaht bir kadındı. Her şeyi olduğu gibi kabul edememek karakteriydi, onları değiştirmeye çalışmaması da gururundandı. Çocuklar için de aynısı geçerliydi: Erkeklerin aşkından mahrum oluşunu çocuklarıyla teselli etmeye çalışırdı ve bunun kendisini yeterince teselli etmediğini hissettiğinde, masum çocuklarından nefret ederdi. Onları asla tüm kaybettiklerini telafi edecek kadar güzel, edepli, akıllı bulmazdı.
Tüm gücüyle hıçkırıklarını tutuyordu ama bir çocuk sessizce ağlayamaz. Daha sonra öğrenilir bu.
Aslına bakarsanız Matmazel Monique, bir kadının mutlu olabilmesi için güzel olması gerekir.
Bizler bitkiler gibiyiz, ağaçlar gibiyiz. Acı çekiyor ve ölüyoruz ve çığlıklarımızı kimse duymuyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zafer ancak ağaç devrildiğinde toplanabilen acı bir meyvedir.
Hiçbir gencin (nasıl da katılaşmış bir nefret duygusuyla söylemişti bu kelimeyi!) benimkine benzer bir hayat yaşamayacağını düşünmektir benim tesellim, intikamım. Evine ya da yaşamına hiçbir çirkinlik atomunu sokmamak, bu bir sanatçı için nasıl bir gücü, nasıl bir dengeyi ifade eder! Ben sanatçıyım. Şimdikiler ya dalavereci ya da vurguncu. Sadece ben ve benim gibi unutulmuş, yaşlanmış birkaç arkadaşım, yüreğimizde o ebedî güzellik kültürünü koruyoruz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan yureğine asla çok yakından bakmamalı; bu sarsıcı ve korkutucu olur.
Sevildiğinden emin olduğundan, insanların sempatisini kazanmaya çalışmaktan vazgeçmişti, üstelik artık insanlar ona sempatilerini sınırsızca sunuyorlardı, çünkü insan sadece istemekten vazgeçtiğini kolayca elde edebilirdi.
Her şeyi yağmalamaya, her şeyi terk etmeye ve her şeyi kaprisin uğruna feda etmeye hazır mısın?
Savunduğum kendi hayatım, dedi Alain boğuk bir sesle.
Abartma. Halen yirmi yaşında bir çocuğun kafasındasın. Yaşın yirmiyi geçti. Artık, bir yaştan sonra hayatı ıskaladığını, yaptıklarının telafisi olmadığını kabul etmelisin.
Çocuklar mı? Bunu sen mi söylüyorsun! Senin çocukların sana ne verdiler, mutluluk namına, minnet, şefkat namına? Seninle mutlular mı? Sana ihtiyaçları olduğunu mu düşünüyorsun? Çocukların mutluluğunu sağlamaktan bahsediyorsun. Jean-Noël ve Josée için gerçekten hayırlı, gerçekten işe yarar ne yaptın? İsterdin, evet, tüm kalbimle inanıyorum. Ama onlar için ne yapabilirsin ki? Nasihatlerin mi? Dinlemezler. Tecrüben mi? Küçümserler. Dostluğun mu? Reddederler.
Ama ikisinden birinin hâlâ sevdiği, hâlâ acı çektiği ve diğerinin onun aşkını izlemekten başka bir şey yapamadığı yerde, ah! İşte cehennem orasıdır!
Alix’le neden evlendiğimi hiç bilmiyorsunuz? Değil mi? Bir kadına âşıktım Adının önemi yok. Öldü. Sen Augustin, sen Claire’le evlenmiştin. Alix sizinle yaşıyordu. Onu sık sık görüyordum. Beni seviyordu, biliyordum ve bu bende minnet dolu bir heyecan uyandırıyordu. Kendisini sevdirmek isteyen bir kadın; bu sakınılması gereken bir güçtür. Daima size dönük o yüz, o bakışın tedirginliği, öylesine sabit, öylesine keskin bir arzu Bunun size verdiği sınırsız iktidar hissi. Bunların aşkın yerini tutabileceğini sandım.
Kadınlarla, diye hayal etti Augustin, güven ilişkisi mümkün değildir. Dolayısıyla bunları, anıları bile açgözlülükle dinlerler, erkeğin geçmişinin her bir kırıntısını toplarlar, kendileriyle ilgili olup olmamasına göre ya benimser ya da ebediyen reddederler: ‘Bu beni tanımadan önce miydi? Bu bizden sonra mıydı?’
Gerisi yoktur. Erkeklerin hayatı, kadınların onları ele geçirdiği gün ve anda başlamalıdır.
Ah! Yürekten, geçmişten kopmaz bağlarla bağlı bu çocuklar birbirlerini sevmiyordu; her birini sırayla diğerine tercih ettiği, kaygılarını ve öfkelerini tutkuyla benimsediği şu çocuklar. Hayatını beceriksizce, onları eskisi gibi birleştirmeye, aralarındaki tüm yanlış anlaşılmaları, tüm rekabeti yok etmeye harcıyordu. Beceriksizce, boşuna diye düşündü acı bir hüzünle
Sofraya geçilirken içeri girdi. Anne ona tuhaf bir kavrayışla baktı: Zavallı Mariette, eskiden ne de güzeldi
Oğullarının yaşlandığını, yağlandığını, saçlarının, yakışıklılıklarının, gençliklerinin kaybolduğunu görmüyordu, halbuki Mariette’te kadınsı bir merhametle, sadece yaşın tahribatını fark ediyordu.
Şu çok parıltılı, çok erken başlamış, mutluluğa adanmış gözüken ancak bir gün, kimsenin sebebini bilmediği bir şekilde hezimetle biten hayatlardan biriydi onunki.
Düşman mıydılar? Hayır, kesinlikle, ama soyadlarından ve birkaç yüz hattından başka ortak noktaları kalmamış yabancılardılar.
Alkol yasaklanalı dört yılı geçti Fakirler için tabii ki, basit insanlar için. Zenginler asla yokluğunu çekmedi. Asla hiçbir şeyden eksik kalmaz mı bunlar?
Tam alnının teriyle bir kuru ekmek parası kazanır, dört duvar, başını sokacak bir çatı yaparsın ya bir savaş patlar ya bir devrim olur, ya pogrom ya da başka bir şey ve haydi, elveda! ‘Pılınızı pırtınızı toplayın, sıvışın. Gidin, başka bir şehirde, başka bir ülkede yaşayın. Yeni bir dil öğrenin -sizi yaşınızda insanın gözü korkmaz ya?’ Hayır, ama insan yorulur. Bazen kendime diyorum ki: ‘Ancak öldüğünde dinleneceksin sen. O zamana kadar it gibi sürün! Sonra dinlenirsin.’ Velhasıl, Tanrı büyüktür!
çocukları tarafından başka zamana ait bir varlık, bir antika olarak kabul ediliyordu. Zaten şu çabuk yaşlanan adamların soyundandı. Yok, yaşından önce olgunlaşmış olarak, tecrübeyle dolu olarak doğanların.
Yakında benim de aynı kaderi paylaşabileceğimi bir an olsun düşünmüyordum. On beş yaşında biri için, ölüm ancak büyük insanların meselesidir!
Hiçbir beklentinin olmaması, ne büyük huzur.
Mutluluk? Onun peşinden sürüklenirsin, onu ararsın, bu çabayla kendini tüketirsin, oysaki şuracıktadır, dedi kendi kendine, artık hiçbir şey beklemediğin, hiçbir şey ummadığın, hiçbir şeyden şüphelenmediğin anda ortaya çıkar.
zafer ancak ağaç devrildiğinde toplanabilen acı bir meyvedir.
Zira ruhumuz, geçmişteki çocuk halimizden, gelecekteki ihtiyarlığımıza kadar, barış içinde bir arada var olan, farklı yaştaki birçok varlıktan oluşur.
Mutluluk? “Onun peşinden sürüklenirsin, onu ararsın, bu çabayla kendini tüketirsin, oysaki şuracıktadır,”
“ Artık hiçbir şey beklemediğin, hiçbir şey ummadığın, hiçbir şeyden şüphelenmediğin anda ortaya çıkar”
İnsan, alışkanlığının esiri olur.
Genç yaşta ya da kanlı bir ölümle hayatını kaybedenlerin portrelerinde hüzünlü ve biraz sert bir ifade olduğunu fark etmiş miydiniz? Dudakları tebessüm etse bile, gözlerinde sadece onların sezebildiği bir emareyi görüyorlarmış gibi ciddi ve dikkatli bir ifade olur.
Hayatımızı fena ıskaladık Zaten sırf yaşayarak bile ıskalamaya devam ediyoruz.
Bir adamı tanımak için, insan onu sofrasında ya da hoşlandığı bir kadının yanında görmelidir.
Sadece mutlu kadınları sev, oğlum.
Çocuklar hep hayal kırıklığına ugratır bizleri. Hayata getirdikleri tarafından sürekli hayal kırıklığına ugratılmak ebeveynlerin hazin kaderidir.
Ben de herkes gibi mutsuzluktan payımı aldım. Beni teselli eden ise ne kitap ne de sanat eseridir, bu yaşlı ve kusurlu evreni seyre dalmaktır.
İnsan bekler, aranır, yanılır, ağlar, kendini teselli eder.
Kıymetli olan her şey gizli tutulmalıdır.
Çocukluk anıları, onları güçlü kılan içlerinde bir gizem parçası barındırmalıdır. Geçmişe ait olayların ve insanların sanki çift derinliği vardır; insan onları tanıdığını zanneder, yanıldığını yıllar sonra fark eder. Basitmiş gibi görünen, gölgelerin ve sırların ardına gizlenir. O zamanlar kafanızı karıştıran da küçük veraset ya da zina hikâyelerinden ibaret kalır. Böylece çocuğun bilgisizliği ve şaşkınlığı ancak yarı aydınlanmış, yarı örtülü bir dünya yaratır. Belki de bu sebepten, hafızada böylesi canlı renklerle yer eder.
İnsan benim gördüklerimi görünce en önemli şeyin para olmadığını anlıyor. Önlerinde bir hayat var, benimkisi ise bitmiş durumda.
Bir kadın kendisine söylenmeyenleri hissederek de acı çeker.
Bir hırsız gibi gelir aşk. Kalbinizi çaldığında daha adını bilmiyorsunuzdur.
İnsanlar dilsiz, Mösyö. Bizler bitkiler gibiyiz, ağaçlar gibiyiz. Acı çekiyor ve ölüyoruz ve çığlıklarımızı kimse duymuyor.
Zafer ancak ağaç devrildiğinde toplanabilen acı bir meyvedir.
En zarif adamlar bazen bayağı gözükmekten büyük keyif alırlar ve bazı kadınların üzerlerindeki cazibeleri bununla açıklanabilir: O kadınlarla birlikte ruh yokuşun en dibine kadar yuvarlanabilir ve bunun sonucunda da, sorunlu ama harika bir dinlenme duygusu hissedilir.
İnsan yüreğine asla çok yakından bakmamalı; bu sarsıcı ve korkutucu olur.
Sevildiğinden emin olduğundan, insanların sempatisini kazanmaya çalışmaktan vazgeçmişti, üstelik artık insanlar ona sempatilerini sınırsızca sunuyorlardı, çünkü insan sadece istemekten vazgeçtiğini kolayca elde edebilirdi.
Ruhun derinlikleri nasıl da zalim!
Erkeklerin hayatı, kadınların onları ele geçirdiği gün ve anda başlamalıdır.
Hayatımızı fena ıskaladık Zaten sırf yaşayarak bile ıskalamaya devam ediyoruz.
Şarap acıyı giderir, geçmişi siler.
On beş yaşında biri için, ölüm ancak büyük insanların meselesidir!
İnsanlar ölümün yaklaştığını hissedince, geride kalanlarla artık pek fazla ilgilenmez olurlar.
Aşkı arıyoruz, oysa bula bula sizinle yatmak isteyen ya da çeyizinize göz diken oğlanlar buluyoruz.
Bir anlık bir umut bile, ufacık bir şey bile yeter. Bir kadın öyle çabuk değişir ki.
Canım yanıyor. İnsanın canının bu kadar yanabilecegini bilmezdim.
“ruhumuz, geçmişteki çocuk halimizden, gelecekteki ihtiyarlığımıza kadar, barış içinde bir arada var olan, farklı yaştaki birçok varlıktan oluşur ”
“çocukluk anıları, onları güçlü kılan içlerinde bir gizem parçası barındırmalarıdır. geçmişe ait olayların ve insanların sanki çift derinliği vardır; insan onları tanıdığını zanneder, yanıldığını yıllar sonra fark eder.”
. ve insan alışkanlığının esiri olur.
Tüm felaketler, nasıl da başkasının başına gelince dayanılabilir gözüküyordu! İnsan bedeni, kanayan başkasının eti olunca daha bir nasıl da güçlüymüş gibi geliyordu. Ölüme karşıdan bakmak, o başka bir insana yaklaşırken nasıl da kolaydı!
Geçmişe ait olayların ve insanların sanki çift derinliği vardır; insan onları tanıdığını zanneder, yanıldığını yıllar sonra fark eder.
zafer ancak ağaç devrildiğinde toplanabilen acı bir meyvedir.
İki elini göğsünün üzerinde çaprazladım. Ailesinin adresini bulmak için cüzdanını açtım. Saint-Mande’de oturan, temizliğe giden dul bir annesinin olduğunu söylemişti bana. Annesinin fotoğrafını kalbinin üzerinde taşıyordu, yanında bir de urgan parçası vardı, kendi düğününde içkiyi fazla kaçırınca kendisini asan bir amcasından kalma. Benim Mailloche, yanında kendisini asmış bir adamın urganıyla gezerse şansının yaver gideceğine inanıyordu, düşünebiliyor musun! Korumamıştı bu onu, zavallı çocuk.
Başka bir adamım ben. Sadece manen değil, fiziksel olarak da. Ağzım, burnum, bunlar bir şey değil. Ruh tek önemli olan!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir