İçeriğe geç

Paralel Odalar Teorisi Kitap Alıntıları – Ayşenur Nazlı

Ayşenur Nazlı kitaplarından Paralel Odalar Teorisi kitap alıntıları sizlerle…

Paralel Odalar Teorisi Kitap Alıntıları

&“&”

Kitaplığa bakmak beni her zaman sakinleştirir ve mutlu eder. Kitaplıkta huzur buluyorum resmen.
Kafamı dağıtmam lazımdı,ama canım hiçbir şey yapmak istemiyordu.Ders çalışmalıydım ama benim yapmak istediğim tek şey tüm gün yatakta kalıp dizi izlemekti.
Insanların dikkatini üzerime çekmekten hoşlanmıyordum.Merkezde olmaktan nefret ediyordum.Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Insanlar enerjimi tüketiyordu.
Kendini beğenmişlik gibi durmasın ama dünya kadın nüfusunda benden yüzde sıfır nokta beş kadar var.
Her insanın kendine has davranışları ve hareketleri vardır.Evet, belki bazen doğru tahminlerde bulunabilirsiniz;ama bu,her zaman insanların düşüncelerini okuyabilceğiniz anlamına gelmez.
Ben sosyal değildim,aslına bakarsanız sosyal olmak umrumda da değildi.
Kronik olarak her şeyden nefret eden biri için bir şeyden hoşlanmak,büyük bir olaydı.
Hayır,ben genel olarak evrene kızgınım.Çünkü benimle zoru var.
Artık emindim,evren bana bir taraflarıyla gülüyordu.
Zaten her şeyin başlangıcında da kaos yok muydu ?
Her şey özünde, biz taştan yapılmadık, çamurdan yapıldık. Bazılarımız için daha kolay, bazılarımız için daha zor olsa da bazen hepimiz kırılır ve parçalanırız."
İnsanlar enerjimi tüketiyordu.
Gerçekten hissederek yapmadığım her şeyden nefret ediyordum.
Zaten hiç aklımdan çıkmayan bir şeyin sürekli kafama kakılmasından nefret ediyordum.
Kendi küçük dünyalarında kurdukları kalıplarda mutluydular ve o kalıpların dışında olan herkes, onlar için anormal ve yanlıştı.
Ben böyle olmaktan mutluysam ve benim bu halim onlara bir engel oluşturmuyorsa, onlara neydi ki?
+Yemek yapmayan kız mı olur? Kim alacak bu beceriksizi, Allah aşkına?

– Ne? Pardon, biz kadınların hayattaki tek amacının yemek yapmak ve evlenmek olduğunu bilmiyordum.

Sırada ne var?" diye sordum.
"Başlangıç," dedi. " Ya da kaos."

Zaten her şeyin başlangıcında da kaos yok muydu?

İki dakikada içimizi kararttın, Nihan."

"Rica ederim, her zaman."

Unuttun mu? Ben kalpsiz bir cadalozum."

"Sorun değil,"dedi." Biz de beynimizle severiz."

Benim aklım mavi okyanuslarda değil, ela galaksilerdeydi.
Zamanla insan kim sahte ,kim gerçek ayırt etmesini öğreniyor.
Bir kere umudu kaybettiniz mi, kaybedecek bir şeyiniz kalmazdı.
Saatler, zamanı temsil eden sahtekarlardır."
Tamam hocam, götürürüm ben." Tabii ki de Nihan’ı Grey soyadlı biriyle bir otele tek başına yollamayacaktım.
Bu beyefendi Amerika &‘dan Doktor Joshua Grey,konferans için geldi." Grey mi? Şaka? Bir dakika, cidden mi? Kaçıncı tonu?
Zaten başımızı hep bu &‘ayıp olur’lar yakardı.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Eğer hissetmiyorsan yapmacık da olmayacaktın.
Yıldızlar , ancak karanlıkta görünür ve parlar.
Elektriksiz hiçbir halt yapılamadığından en sonunda ikimiz de erkenden uyumaya gittik. İnsan böyle zamanlarda elektriğin kıymetini daha iyi anlıyordu. Teşekkürler Franklin, teşekkürler Volta, teşekkürler Ampere,teşekkürler Tesla, Edison, Morse ve niceleri. Sizi seviyorum çocuklar.
İyi ve seviyeli bir tartışma, bazen zevkli ve faydalı olabilir.
Esprilerin hepsi güldürmek için değildir, bazıları taşlamak içindir,"
Manyak mı bu?" diye sordu Acar, Teoman’a doğru.

"Tabiki manyağım,"dedim onlara bakmadan.
"Başka türlüsü sıkıcı olurdu zaten."

Zaman, yerine yenisi konulamayan değerli bir madendi.
Canım, senin fizik okuman fizik kurallarına aykırı. "
Ne olurdu sanki İnternet öğrencilere ücretsiz olsaydı?
Zaten hiç aklımdan çıkmayan bir şeyin sürekli kafama kakılmasından nefret ediyordum.
Benim gönlüm ise… Boş verin. Ben aşka inanmazdım bile. Aşkın da beni taktığı yoktu zaten.
Asosyaldim ve muhtemelen geek ile nerd arasında gidip geliyordum. Haliyle zevklerim toplumun çoğuna uymuyordu. Ben, ailemde bile bu sorunları yaşamışken okumak için geldiğim Anadolu’nun bir şehrindeki bir devlet yurdunda saygı görmeyi ummak ancak bir hayal olabilirdi.
Ben böyle olmaktan mutluysam ve benim bu halim onlara bir engel oluşturmuyorsa, onlara neydi ki?
Yemek yapamayan kız mı olur? Kim alacak bu beceriksizi,Allah aşkına?

Ne? Pardon, biz kadınların hayattaki tek amacının yemek yapmak ve evlenmek olduğunu bilmiyordum.

Ama ne yazık ki olmuşla ölmüşe çare yoktu.
Ben artık hayatımın beyinlerimize taktığımız çiplerle evrim geçirip tüm zamanı aynı anda görebilmek için duygularımızı yok ettiğimiz kısma gecmekistiyordum
Ben böyle olmaktan mutluysam ve benim bu halim onlara bir engel oluşturmuyorsa, onlara neydi ki?
-Yemek yapamayan kız mı olur? Kim alacak bu beceriksizi, Allah aşkına?

Ne? Pardon, biz kadınların hayattaki tek amacının yemek yapmak ve evlenmek olduğunu bilmiyordum.

Zaten her şeyin başlangıcında da kaos yok muydu?"
Bazen bu olurdu. Gürültüyü ve tartışmaları kaldıramazdım. Bazen kaostan zevk alırdım, ama bazen de kaos benim enerjimi alırdı. Düzene ve sessizliğe ihtiyacım vardı, biraz bile olsa. Bunalıma sürüklenmeden önce sakinleşmem gerekiyordu.
Yelkovan kelimesi nereden gelmiş?
Boş gezegen anlamına gelen Türkçe kökenli &‘yel koğan’ dan geliyormuş. Bir de &‘yelmek’ var, bu da koşmak ve hızlı gitmek anlamına geliyormuş. Yelkovan kelimesi böyle türemiş.
Biliyor musun? Akrep kelimesi Arapça olan &‘akrab’ kelimesinden türemiş ve diğer anlamları sivri uçlu bir tür çengel ve saat göstergesiymiş.
Ne zaman masumiyeti bir zarla, zekayı sayısalla, güzelliği kiloyla, aşkı parayla, sağlığı sosyallikle, normali eşitsizliğe boyun eğmekle ölçer olmuştuk?
Toplumun, bakir olmayan erkekleri milli olmakla yüceltip överken bakire olmayan kadınları orospulukla suçlamaya hakkı yoktu. Bu düpedüz ikiyüzlülüktü, iğrençti ve adaletsizdi. Üstelik bu, o kadar yüceltilecek bir şey olmamalıydı. Masumiyet, bir zarla ölçülemezdi. Ne zaman bu kadar yozlaşmış, bu kadar adaletsiz olmuştuk? Hep böyle miydik? Ne zaman masumiyet bir zarla, zekayı sayısalla, güzelliği kiloyla, aşkı parayla, sağlığı sosyallikle, normalliği eşitsizliğe boyun eğmekle ölçer olmuştuk? İşler ne zaman rayından çıkmış ve boştaki vagonlar hızla uçuruma sürüklenir olmuştu? Bundan geri dönüş yok muydu?
“İnsanlar, sırf bir ilişkiye başlamak için birileriyle tanışmak yerine, normal bir şekilde tanışıp uyumlu olduklarını gördükleri insanlarla ilişkiye başlamalıdır.”
“Ben gerçek hayatta görmediğim desteği sosyal medyadaki arkadaşlarımdan gördüm. Neden biliyor musun? Çünkü sosyal medyada görüntüden, yüzlerden önce insanların kelimelerini görürsün, cümlelerini okursun, zevklerini gözlemlersin ve kişiliklerini öğrenirsin. Bu gerçek hayatta bir insanı görüntüsüyle ya da anlık bir eylemiyle tanıyıp sevmekten daha iyidir.”
Bazen hâlihazırdaki durumu anlamak için ta en başa dönmek gerekirdi. Düşünmek korkutucuysa sorgulamak ölümcül ve tehlikeliydi.
Toplum bunu yapardı, toplum baskısı ve yazılı olmayan kuralları bizi fabrika seri üretimi ürünüymüşüz gibi olmaya zorlardı. Onlara gelenek demiştik ve şimdi onları geri itmeye gücümüz yetmiyordu. Bazen öyle katı olabiliyordu ki ne kadar mantıkçı olup onları yargılasak da onlara göre hareket etmekten geri duramıyor ve sosyal açıdan toplumdan dışlanma korkusuyla aykırı davranmaya çekiniyorduk. Elbette bu, benim gibi içedönükler için daha kolaydı ama gelenekselci dışadönükler için daha zordu. O kadar uzun süre toplumla bir bütün olarak yaşadığınızda toplum içinize işlerdi. Toplum, bir şeye &‘doğru’, bir şeye &‘yanlış’ derdi ve bunların arasına kesin çizgiler çizerdi. Biz de onlara uyacağız diye her gün kendimizden ödün verir ve her gün biraz daha kendimiz olmaktan uzaklaşırdık. Oysa bazı şeyler, toplumun kurallaştırdığı gibi yanlış değildi. Asosyal olmak yanlış değildi, içedönük olmak yanlış değildi, geleneklere aykırı olmak yanlış değildi, duygusal ve romantik olmamak yanlış değildi; bunlar sadece birer kişilik özellikleriydi. Asıl yanlış olan, bu insanları hastalıklı ve yanlış olarak görüp onları, olmadıkları bir kişiliğe dönüştürmeye çalışmaktı.
Sinir krizleri beni yorardı, ama son darbeyi vuran krizden sonra gelen o pişmanlık ve vicdan azabıydı. Bazen her ne kadar haklı da olsam, yine de kendimi o durumda bulurdum, kendimi yıpratırdım. İnsanların beni yıprattığı yetmiyormuş gibi bir de ben kendimi yıpratırdım. Şöyle bir düşününce kendimi sevmekten ve mutlu olmaktan ne kadar da uzaktım.
Çoğu insan için ayrılık sarhoşu olmak, aşk sarhoşu olmaktan daha beterdi. Aşk sarhoşluğu adrenalin ve dopamin ise, ayrılık sarhoşluğu şüphesiz ki anksiyete veya bunalımdı. Ve mutsuz ve umutsuz iken yaptığımız çılgınlıklar, mutlu ve umutlu iken yaptıklarımızdan daha şiddetli olurdu. Çünkü bir kere umudu kaybettiniz mi, kaybedecek bir şeyiniz kalmazdı.
Neden bir fikri kabul ettiğimizde eşantiyon ürün gibi yanında onlarca berbat düşünce ve kaygı da gelirdi ki? Bir an için inkar ediyordum ve hiçbir tasam yoktu, sonraki an kabulleniyordum ve hızla toplanan kara yağmur bulutları misâli tüm kaygı tepeme biniyordu. Belki de tam da bu yüzden bazı şeyleri kabul etmekte zorlanıyor ve onları inkar ediyorduk, çünkü böylesi daha kolay ve daha acısızdı.
Benim zorum doğayla değildi, insanlarlaydı.
Sabahın beşinde pencereyi açıp dışarıdaki sesleri dinlemek öyle rahatlatıcıydı ki, insan muazzam bir iç huzurla doluyordu. Bazen horozların ötüşlerini bile duyardım ve bir an için çocukluğuma, annemin köyüne gittiğimiz zamanlara dönerdim. Bazense bahçede, yemek bulamadığından şehre inmiş ürkek bir tilki görüyordum ve bu, sanki Kanada’da ya da Amerika’nın kuzey eyaletlerinde yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Bazen kendimi o tilkilere benzetiyordum; insanlardan ürken, mecbur kalmadıkça insan içine çıkmayan, hayatla mücadele eden, yalnız bir tilki.
Zaman, yerine yenisi konulamayan değerli bir madendi.
“Her şeyin özünde, biz taştan yapılmadık; çamurdan yapıldık. Bazılarımız için daha kolay, bazılarımız için daha zor olsa da bazen hepimiz kırılır ve parçalanırız.”
Beynim çok karışıktı. Beynimde çarklar vardı ve bazen öyle hızlı dönüyorlardı ki ilk hareketi hangi çarkın yaptığını anlayamıyordum. Tıpkı bir saatin içi gibiydi düşüncelerim; karmaşık, fazla dolu ama aynı zamanda da uyumlu ve büyüleyici.
Acaba zaman tam olarak neydi? Hep var mıydı, bir sonu var mıydı? Saatten bahsetmiyordum, saat insanların icat ettiği bir şeydi. Peki ya, zaman? Zaman sona erdiğinde hâlâ dünyada yürüyor olabilecek miydik?
Diziyi durdurup bana döndü. Bu, sana veya bir kıza göre uygun bir dizi değil."
"Ay, Gotham’ın kenarı."
Kendi küçük dünyalarında kurdukları kalıplarda mutluydular ve o kalıpların dışında olan herkes, onlar için anormal ve yanlıştı.
&“Saatler, zamanları temsil eden sahtekarlardır.
Bir şeyler olup duruyordu ve biz hepimiz, bunu inkar ediyorduk.
Bir insanı tanımanın en iyi yolunun beraber yemeğe çıkmak olduğu söylenir," dedi. "İyice tanıştınız mı?"
"Hayır," diye itiraf ettim, fısıldar gibi. "Ben buna inanıyorum. Bence bir insanı tanımanın en iyi yolu, o insanla birlikte yaşamaktır."
Çünkü zaman kavramını yitirdiğinizde başka kavramları da yitirirdiniz. Zaman, yerine yenisini konulamayan değerli bir madendi.
biz taştan yapılmadık; çamurdan yapıldık. Bazılarımız için daha kolay, bazılarımız için daha zor olsa da bazen hepimiz kırılır ve parçalanırız. Ama sanırım benim çamurum biraz taşlıydı ve kırılamam zaman aldı.
Hep böyle miydik? Ne zaman masumiyeti bir zarla, zekayı sayısalla, güzelliği kiloyla, aşkı parayla, sağlığı sosyallikle, normalliği eşitsizliğe boyun eğmekle ölçer olmuştuk?
Bazen bu olurdu. Gürültüyü ve tartışmaları kaldıramazdım. Bazen kaostan zevk alırdım, ama bazen de kaos benim enerjimi alırdı. Düzene ve sessizliğe ihtiyacım vardı, biraz bile olsa. Bunalıma sürüklenmeden önce sakinleşmem gerekiyordu.
Yani siz şimdi aynı evde kalıyorsunuz, paralel odalarda uyuyorsunuz ve aranızda hiç bir şey yok, öyle mi?"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir