İçeriğe geç

Para Kitap Alıntıları – John Kenneth Galbraith

John Kenneth Galbraith kitaplarından Para kitap alıntıları sizlerle…

Para Kitap Alıntıları

Para, değerinin yok olması tehdidiyle dolu bir ortamda işlevine geri dönemez.
Freud insanoğlunun altına olan tutkusunun, bilinçaltının derinliklerinde olduğunu söylerdi.
Birinci Dünya Savaşı’nın hatırdan çıkmaz ek dersi enflasyondur.
Sağlıklı bir banka kredi üretirken, sonuçta para demek olan mevduat yaratıyordur. Batmaktan korkan bir banka kredilerini, dolayısıyla da mevduatını kısar. Kredilerini nakte çeviremeyen bankanın dondurmuş olduğu mevduat da artık para değildir. Nakte çevirme olayı ise, rezervlerden, kredilerden, mevduattan, dolayısıyla da öteki bankaların para miktarından para çekmek demektir.
Panikler her zaman çok tutulan iki yönlü çare eylemlerini de harekete geçirmiştir, bunların büyük ölçüde etkili olduklarına ilişkin kanıt bulunmasa bile. Biri, ekonomik felaketin varolduğunu inkâr ederek ondan şeytan kovarcasına kurtulma yoludur
İkinci gözde çare, dinsel teselliyi daha pahalı bir eylemin yerine geçirmektir.
Belirtildiği gibi, bu konuda Marx’ın da yorumu vardır. Buna göre krizler normaldir, en azından kapitalist bir toplum için. Üretim gücünün adım adım artmasına karşılık, üretilen malların değerinin ancak küçük bir parçası, hem de giderek daha küçülen bir parçası işçiye gider. İşçilerin ürettikleri malları satın alamamaları, kapitalistlerin tasarruflarının tesisin hep daha çok genişlemesine gitmesi, ürünün aşırı stok şeklinde birikmiş olması ve kârların düşmesi, şiddeti giderek artan krizlere yol açar. Son krizde, daha az ellerde yoğunlaşması dolayısıyla artık zayıflamış olan kapitalizm ortadan kalkacaktır.
XIX. yüzyılda panik ve XX. yüzyılın başlarında depresyon diye tanımlanan olayların insanların gözünü açacak nitelikte oldukları kuşkusuz. Bunlar 1819, 1837, 1857, 1873 yıllarında, 1884’te hafif bir şekilde, 1893 ve 1921’de ise ağır bir biçimde yer aldı. Daha sonra en ciddi ve kalıcı olanı 1929 Ekiminde görüldü. Bunların böylesine düzenli, sistematik ve dalga biçiminde hareketlerle yinelenmeleri, ekonomik yaşam ve gelişimin karakteristiği olduklarını düşündürmüştür.
Paranın değeri ya da satınalma gücü, her şeyden önce arz ve talebe bağlıdır Paranın arzı demek o sıra tedavülde olan tüm para miktarı demektir Paraya olan talep de, satışa sunulmuş olan bütün mallardan oluşmaktadır.
Eskiden beri söylenen bir söz vardır, savaşın ilk kurbanı »hakikat«tir denir. Para belki ondan da önce gelmektedir.
“…iyi bir para politikası, (paranın yönetimi konusunda) ne kadar şey bilmediğimize dayanmaktadır.”
İnsanların evde oturdukça para biriktirdiği gözlemlenmiştir.
“Birinci Dünya Savaşı’nın hatırdan çıkmaz ek dersi enflasyondur.”
“Hükumetlerde tıpkı aileler gibi, belki bir yıl kazancından biraz daha fazla harcayabilir. Ama bunu sürdürmenin o yuvayı yoksullaştıracağını siz de, bende biliyoruz.”
1935’de Almanya’da işsizlik çok ama çok azdı. “Daha Keynes işsizliğin nasıl meydana geldiğiyle ilgili açıklamalarını bitiremeden önce Hitler işsizliğin çaresini bulmuştu bile.”
“Gerçek olamayacak kadar fazla iyi… karşılıksız hiçbir şey elde edilemez.”
“…sınırsız pintilik sevabını sorgulamaya kalkıştığım için bağışlanamaz bir günah işlemiştim.”
Manchester Guardian gazetesi tipik bir yorumunda Roosevelt’in mesajını “Bir Anarşi Manifestosu” olarak nitelendirdi.
“Para, değerinin yok olması tehdidiyle dolu bir ortamda işlevine geri dönemez.”
“İflasları hiç kimse istemez. Kimse kepenk indirmekten hoşlanmaz… (Ama) kötü yatırımların ve aşırı borçlanmanın çapı belli bir sınırı aştığı zaman, tasfiyeyi erteleyecek önlemler işleri ancak daha beter eder.”
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Sağlam kuruluşlar, kendi yatırım taahhütlerini düşünür olmuşlardır. Hopson, Kreuger, Van Sweringens, Insull ve Foshay’in çabuk fışkırmış yapıları gerileyip siperlere girmek zorunda kalmış, çünkü onları yaratan kişiler çok geçmeden, bu piramidin yapısında kullanmak amaçlı çıkardıkları tahvillerin faizini ödeyemez duruma düşmüşlerdir.
“Federal Rezerv sistemini kim yönetiyor?”
Zenginlerin harcamaları , ciddi bir korkuyla karşılaşırlarsa, hemen düşerdi…
Bir Fransız tarihçisi Fransa’nın o yıllardaki politikasını haklı olarak, “Yanlışlar denizinin ortasında bir mantık adası” diye nitelendirmiştir.
Eylemlerini de inançlarına göre uyduran Parisliler 1926 yılının bir sabahında bir otobüs dolusu Amerikalı turiste saldırıp onları tepelediler, çünkü kentin tarihi yerlerini gezmekte olan bu insanların fiyatları yükselttiğine inanmış bulunmaktaydılar.
Altın standardını hem çıktığı ülkede mahvediyordu, hem de girdiği ülkede.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Bir merkez bankasının kredi oranları sabitleştirilmişse ve ne kadar hükumet tahvili alacağı belirlenmişse, artık o merkez bankasının bağımsız gücü yoktur.
Bir süre Wall Street’ten uzak dur
Dünyevi dertlere boş ver,
Her gün en az bir saatini,
Tevekkül ve umut dolu dualara ver.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“Bu büyük halkı bolluk ve mutluluk içinde bırakıyorum.”
Poughkeesie’de zeki ve kendine güvene John Daely adındaki bir emekçi bir at çalmaktan suçlanır ve şöyle bir açıklama yapar: “İşsizdim, iş bulamıyordum, aklıma bundan daha iyi sürekli bir iş ve barınak sağlayacak, böylesine kolay ve kesin bir plan gelmedi.”
Aklı başında insanlar varlıklarını yalnızca para biriktirmekle değil, satın alma güçlerini sürekli artırarak çoğaltmak isterler.
Banknotlar yeşil mürekkeple basılmıştı. Tarihsel adı bu nedenle kazandılar… yeşil para.
Eskiden beri söylenen bir söz vardır, savaşın ilk kurbanı “hakikat”’tir denir. Para belki ondan daha önce gelmektedir.
Borcu ödemek, para arzını mahvetmek demekti.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
“Altın ve gümüş ülkenin içinde sihirliymiş gibi uçup duruyor, sesi ormanların derinliklerinden geliyor, ama tıpkı rüzgâr gibi, onun da nereden gelip nereye gittiğini kimseler bilmiyor.”
“Başka şirketlerde tüccarlar da `para´ çıkarmaktaydılar. Berberlerle barmenler bile bu konuda bankalarla rekabet ediyordu… hemen her vatandaş para çıkarmayı kendi anayasal hakkı olarak görmekteydi.”
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
“Bir kilisesi, bir meyhanesi ya da bir nalbur dükkanına sahip olabilecek kadar büyük yerlerin hepsi banka açılmasına yeter bulundu”
Herhalde bu işte bir sihir var; herhalde bu kâğıt parçasının değeri ancak metafizik ya da dış dünyalarla ilgili bir açıklama gerektiriyor.
Kendi değeri hiç olmayan böyle bir şey nasıl oluyor da bu kadar çok istenilen bir şey olabiliyor? Dünkü gazeteden kesilmiş bir kupürden farklı olarak bu kâğıt nasıl böyle malları yönetiyor, hizmetler yaptırıyor, tamah ve hasislik yaratıyor, suça davetiye çıkarıyor?
Ders kitaplarında çocuklara bu büyük hareketlerin ne harika şeyler olduğu anlatılmıştır. Ama bir yerde çizgiyi çekmekte şarttır. Bu kadar harika bir şeyin, Amerikan Devrimi’ndeki kıta parası ya da Fransız Devrimi’ndeki assignat’lar* gibi kuşkulu bir şey sayesinde başarılmış olduğunu kabullenmek ne dürüstlük endişelerine sığar, ne de güvenlik endişelerine.

* (Assignat‘ 1789 da Fransız Millî Meclisinin kararı ile tedavüle çıkarılmış bir ödeme aracıdır.)

“Böyle bir mantığı kabul etmek, ekonomik sorunlara karşı kaderci bir yaklaşımı, sosyal ilerlemeye ters düşen bir yaklaşımı kabul etmek demektir.”
Bu bizim yönettiğimiz para harikulâde bir mekanizma. Bastığımız zaman görevini yapıyor, askerlerin maaşını ödüyor, onları giydiriyor, silah ve cephaneyi alıyor; sonra aşırı miktarda basmak zorunda kaldığımızda da amortismanla kendini ödüyor.
Sonunda en amiyane deyimiyle, “bir vagon dolusu paraya bir vagon eşya alınamaz oldu”.
Samuel Eliot Morison, Quebec’den dönen askerlerin parasını verebilmek için Massachussetts devleti tarafından basılan bu kâğıt paralar hakkında, “İngiliz dilinin konuşulduğu dünyada krediyi sabote eden ve yoksulluğu arttıran bir araç,” demiştir. Başka tarihçilerde aşağı yukarı aynı bakış açısını yansıtmaktadırlar.
Kâğıt paranın ilk çıkarılması Massachusetts Körfez Sömürgesi tarafından 1690 yılında yapıldı. Bu çoğu zaman, “Kâğıt paranın yalnız Amerika’da değil, İngiliz İmparatorluğu’nda, hatta Hıristiyan dünyasındaki ilk örneği” olarak nitelendirilir.
Tütünle para arasındaki ilişki o kadar oturmuştu ki, tütün ekmeyen bir eyalet olan New Jersey’in kâğıt parasının üzerinde bir tütün yaprağının resmi, altında da anlamlı bir söz vardı: “kalpazanlık ölüm getirir”.
Hepsinden tehlikelisi de tabii demokrasiydi. İngiltere Bankası yönetici sınıfın elinde bir araçtı. Banka’nın o sınıftan aldığı güçlerden biri de, cefa etme gücüydü. Fiyatları ve ücretleri düşürebilir, işsizliği artırabilirdi. Altın kaybediyorsa çareleri bunlardı. Mutluluk aşırıya kaçıyorsa, çaresi yine buydu.
Freud insanoğlunun altına olan tutkusunun, bilinçaltının derinliklerinde olduğunu söylerdi.
Pek az terim vardır ki, “açık piyasa operasyonları”, “banka kredi oranları”, “reeskont hadleri” kadar esrarengizlik içersin. Bunun nedeni iktisatçılarla bankacıların bilgi edinebilme olanaklarından büyük gurur duymaları, en zeki kişilerin bile bunları anlamayacaklarına inanmalarıdır.
“Kızıl Denizi drenajla kurutmak ve Yahudiler kaçarken Mısırlıların oraya saçtığı hazineyi bulmak.”
Acaba İngiltere Bankası’nın banknotları mı değer kaybetmişti, yoksa altının fiyatı mı yükselmişti?
Bayan Margaret Truman, babasını anan ve anılarını anlatan o pek hoş kitabında, bu şekilde ataması yapılmış kimselerden bir tanesinin, Bay Jake Vardaman adlı eski donanma yaverinin, toplama yapmasını bildiğinden kuşku duyduğunu söyler.
İşte bankacılığın sorunu buydu: Borç vermeyi nasıl sınırlamalı ve nasıl önlemler almalı ki, mevduat sahipleriyle banknot sahipleri bankada (işin yapısı gereği) var olmayan paraları almaya geldiklerinde felaket olmasın?
Çin’de bugün bile kişinin servetini karısının bileklerinde, boynunda ve kulaklarında bulundurması tedbirli bir davranış sayılmaktadır.
Parisliler hiçbir zaman kendilerini o harika yıl boyunca olduğu kadar zengin hissetmemişlerdi.
Eğer bu tür bir bankanın ne gibi katkılar getirdiği konusunda bir değerlendirme yapılırsa ki yapılmıştır, Mississippi serabıyla, hisselerine halkın ortak olduğu şirketiyle, yarattığı teknik dille, Peter’den para kapıp Paul’e ödeme yolunda hilekâr bir beynin icat ettiği yöntemleriyle bütün bu müessese, elinde ne altın madeni ne de bir taş parçası bulunduğuna göre, böyle mahvolmaya zaten adaydı, elbette bir avuç insanı, kalabalığı soymak pahasına zenginleştirecekti. Öyle de oldu.
Muhbirlere, bildirecekleri stoklardan kendilerine pay verileceği söylendi.
Hisselerinde fiyatı çarpıcı biçimde yükseliyordu. Yılın başında bir iki bin yatıran insanlar, birkaç ayda, hatta birkaç haftada milyonluk servete kavuşmuşlardı. Bu şekilde zenginleşenlere “milyoner” denmeye başlandı. Bu yararlı Fransızca sözcüğü işte o yıla borçluyuz.
XIV. Luis epey uzun yaşamış bir kral olarak, Law’un ülkeye gelmesinden bir yıl önce ömrünü tamamlayıp ölmüştü. Krallığın mali durumu şaşkınlık vericiydi. Harcamalar, gelirlerin iki katı kadardı. Hazine sürekli olarak boştu. Tarım vergisi toplamakla sorumlu olan kadrolar, ilk önce kendi keselerini kollamak açısından son derece yetenekliydiler.
1672 yılında, XIV. Luis’in orduları Amsterdam’a yaklaştığı zaman büyük bir panik oldu. Tüccarlar bankanın başına üşüştüler, bazıları varlıklarının orada olmayabileceğinden kuşkulanıyorlardı. İsteyen herkese parası ödendi, durumun böyle olduğunu gördüklerinde de ödeme yapılmasından vazgeçtiler. İleride de sık sık görüleceği gibi, insanlar bankadan paralarının ödenmesini ne denli umutsuzca isterlerse istesin, alacaklarından emin olunca ödeme yapılmasını istememektedirler.
İspanya’nın Amerikan hazinesi konusundaki kabul edilen görüş de bunun bir benzeridir. Efsaneye göre, bu hazine Aztek topraklarından yağma edilen, Francisco Pizarro’nun İnka hükümdarı Atahualpa için istediği fidye olarak verilen ya da eşi görülmedik türden trajik bir ikna ediliş sonucu Kızılderililerin kendiliklerinden teslim ettikleri altından oluşmaktaydı.
İspanya’daki Kutsal Engizisyon akıllarda kitle zalimliğin doruktaki örneği olarak kalmıştır, en azından Hitler’e kadar. Bu hiç kimsenin övmek isteyeceği bir şey değildir. Ne var ki, üç yüz yıl boyunca Engizisyon’un kurbanı olan Yahudiler, Marron’lar ve diğerlerinin sayısı (olsa olsa birkaç bin), Ren’in batısında Alman kentlerinde bir yılda toplam olarak öldürülenlerin sayısından azdır.
Yüksek fiyatlar ve düşük ücretler büyük kârlar demektir.
Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden ve Konstantinopolis’de Yunan etkisinin yeniden egemen olmasından sonra, yüzyıllar boyunca Bizans sikkesi sağlam paranın dünya çapında simgesi oldu, içerdiği altın her yerde altın kadar kabul gördü.

~ Sayfa 17 – 18 ~

Sahtekârlıkta eski bir buluştur. Milattan önce 540 gibi erken bir tarihte Pamos’lu Polycrates’in Ispartalıları altını eksik sikkelerle kandırdığı söylenir.
Suetonius’a göre, Caligula’nın ölümünden sonra resminin bulunduğu tüm paralar toplatılıp eritilmiş, böylece yalnızca adının değil, zorbanın yüz hatlarının da unutulacağı umulmuştu.
Lidya’nın tüm genç kadınları evlenirken kocalarına drahomalarını biriktirebilmek için kendilerini satıyorlardı. Genç kadınların fahişelik yapmaları açısından Lidya’nın gelenek ve görenekleri Yunan’dakinden pek farklı değildi. Tarihi kayıtlara göre, Lidyalılar altın ve gümüş para yapan ve perakende ticarette kullanan ilk insanlardı.
Orta karar meraka, sebat ve zekaya sahip birinin para konusunda anlamayacağı hiçbir şey yoktur.
Para tartışmalarının çoğu, papazvari sihirle donanmayı gerektirir. Bunun bir bölümü kasıtlıdır. Para hakkında konuşanlar, onu öğretenler ve hayatını bununla kazananlar, değer, saygınlık ve maddi kazanç elde ederler. Tıpkı bir doktorun ya da büyücü doktorun yaptığı gibi. O da kendisinin doğaüstüyle ayrıcalıklı bir ilişkisinin bulunduğu, yani sıradan insanın elde edemeyeceği önsezilere sahip olduğu inancını işleyerek para kazanır.
Paranın tarihinde büyüleyici çok şey vardır. İnsan davranışını ve budalalığını gözler önüne serer. Para aşkının tüm kötülüklerin kaynağı olduğu tartışılabilir. Adam Smith 1776’da, insanın o zamanlar ilgilenmesi gereken savaş, politika, din, şiddet dolu eğlenceler, cezasız kalmış sadizm gibi tüm uğraşılar içinde para kazanmanın toplumsal açıdan en zararlı olduğunu söylemişti. Ne var ki, para elde etme çabasının ya da bununla ilgili her hangi zorlu bir çabanın, yalnızca garip değil, ters, hatta sapıkça davranışları kışkırtabildiğine kuşku yoktur.
Para konusundaki tutumlar uzun döngüler halinde değişir. Para kötü olduğunda, insanlar onun daha iyi olmasını isterler. İyi olduğundaysa, bu sefer daha başka şeyler düşünürler.
Bir zamanlar geliri parasal olarak güvenli bir biçimde belirlemenin, Bay Slope gibi, çok rahatlatıcı olduğu düşünülürdü. Son zamanlardaysa, sabit bir gelire sahip olmak hızlı bir yoksullaşmanın garantisi sayılmaktadır. Paraya ne oldu böyle?
Sosyalist olmayan dünyada, Birleşik Devletler Başkanı’ndan daha çok paranın değerini koruyacağına güvenilebilecek başka lider yoktur.
“Bayan Bold’un yılda bin iki yüz sterlin kişisel geliri var ve sanıyorum Bay Harding de onunla yaşamak niyetinde”

“Demek yılda bin iki yüz sterlin geliri var!” dedi Slope. Çok geçmeden de veda edip ayrıldı. Yolda atını ağır ağır eve sürerken kendi kendine, yılda bin iki yüz sterlin, diye yineliyordu. Eğer Bayan Bold’un yılda bin iki yüz sterlin geliri varsa, babamın bana memlekete dön deyip durmasına kızmak büyük budalalık!

Bay Slope’un düşünce zinciri, her halde tüm okurlarıma basit ve açık gelecektir… yılda bin iki yüz sterlin…

Anthony Trollope, Barchester Towers

PARAYA NE OLDU BÖYLE?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir