İçeriğe geç

Oyuncak Tamirhanesi Kitap Alıntıları – Metin Karabaşoğlu

Metin Karabaşoğlu kitaplarından Oyuncak Tamirhanesi kitap alıntıları sizlerle…

Oyuncak Tamirhanesi Kitap Alıntıları

Kur’ an’ ın anne-baba hukukuna dair onca uyarısı, sıla-i rahîme dair o derece güçlü nebevi teşvik ve sıla-i rahîmin kesilmesine karşı o derece sert nebevi ikazlar; hele ki Veda Haccında Peygamber aleyhissalâtu vesselamın kendisini ebeveyninden başkasına nisbet edene lânet etmesi, çocukluğu bugünkü kusurların kökeni ve çöplüğü gibi sunmaya çalışan deterministik şartlanmaya karşı bir uyarı boyutu da taşıyor olmasın?
Hoşnut olmadığımız bir halde isek, başkalarının değil, kendi irademizin yahut iradesizliğimizin esiriyiz.
Ruhlar bu kadar didiklenip dikizlendikten sonra, insan insanın yurdudur diyenleri değil, insan insanın kurdudur diyenleri haklı çıkartacak bir ‘ruh hali’ ortalığı kuşatacak.
Bu kadar ruh dikiziyle, eminim, hiç kimse şu yeryüzünde kendisine bir ruh ikizi bulmayacak.
‘Baba’nın, ruhu lime lime teşrih edilecek bir kadavra demek olmadığını bilmelerini
Uzmanların çoğu kez birbirini yanlışlayan fikirleri ortalıkta uçuşurken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz.
Uzmanlıkların despot bir üslupla karşımıza dikildiği ve doğuştan insana verilmiş yetenekleri körelttiği bir çağdayız kısacası.
Yenisini alırız telkiniyle büyütülmüş ve herşeyin bir ‘muadili’nin, bir ‘aynısı’nın, bir ‘yenisi’nin mevcut olduğuna inandırılmış çocukların büyüdüklerinde yapıp ettiklerini de görüyorum zira.

Dün bozulan oyuncağın ‘tamiri’ne değil ‘yenisi’ne yönlen dirilmiş çocuklar, bugün bozulan dostlukların ‘tamiri’ne değil, yenisi’ne yöneliyorlar çünkü.

Filan arkadaşınla aran mı bozuldu? Üzülme canım, yeni sini alırsın.

Filan dostunun kalbi sana karşı kırık mı? Merak etme, he nüz kırmadığın bir kalbi dost ediniver, olsun bitsin.

Evliliğinde işler ters mi gidiyor, boşaniver canım; yenisini bulursun.

‘Başkasının çocuğu üzerinden vatanseverlik’ en kolayı, ama aynı zamanda en korkakçasıdır.
Izlediği dizideki komşuya üzülen, ama kendi komşusuna bir selamı bile çok gören komşular yaşıyor aramızda. İzlediği dizideki çocuğun ruh haline dertlenen, ama kendi çocuğunun ruh ikliminden habersiz anne-babalar sebil
Gerçekte, tüm mezar taşları insana Küllü men aleyha fan sırrını okutur. Yaratılmış olan her ne varsa ölümlüdür; şu dünyada her neye sahiplik iddia etmiş olursa olsun, iddiası boşunadır. Mülkün ilk Sahibi, aynı zamanda son Sahibidir. Yalnız o Baki’dir ve mezar taşlarında yazılan diğer tüm şeyler, yalnızca hikayedir.
Kainat kitabının ve hayat defterinin içinde, okunmayacak tek bir sayfa dahi yoktur. Öyle ki, bu gözle bakılırsa, çöplükler bile kendisini okutturur.
Güzel ‘olmak’ değil, güzel ‘görünmek’ uğruna girişilen bunca çaba ise, özünde bir dizi çirkinlik taşıyor.

Ey yeryüzü kadınları! Olmak istiyorsanız, görünmek zorunda değilsiniz! Hele ki güzel görünmek zorunda hiç değil

Gafil nefis dünyayı ahirete bağlı ve ahiretle bitişik bir menzil zannediyor.
Küllün yecrî li ecelin müsemmâ Yani: Herşey belirlenmiş bir ecele doğru akıp gider.
O, bizi yaratan ve herşeyimizi veren kendisi olduğu halde, bizden kusursuzluk değil, kusur işlendiğinde samimi bir istiğfar beklemektedir.
Merhamet, güçtür!
Mü’minlerin mü’minlere ettiği kötülükler kadar yürek yandıran hangi durum var bu dünyada sahi?
Bu dünyada hakikatli hoş bir sadâ bırakmış güzel insanların hatırasına sığınır ruhum.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İnşirah sûresinin bildirdiği üzere, her daim bir ‘usr’u bir ‘yüsr’ takip ediyor hayatımızda. Yani, zorluğun ardından kolaylık, darlığın ardından genişlik geliyor.
Tevbe sûresinde bildirildiği üzere, insanın hayatının her senesinde ‘bir veya iki’ büyük sınanma yaşadığıdır.
Şu dünya hayatında asıl imtihan sorumuz, dünü nasıl yaşadığımız değil; dün yaşadıklarımızı bugün nasıl içselleştirdiğimizdir. Bizi ve bugünümüzü bu biçimlendirmektedir.
Ruhlar bu kadar didiklenip dikizlendikten sonra, insan insanın yurdudur diyenleri değil, insan insanın kurdudur diyenleri haklı çıkartacak bir ‘ruh hali’ ortalığı kuşatacak.
Bu kadar ruh dikiziyle, eminim, hiç kimse şu yeryüzünde kendisine bir ruh ikizi bulmayacak.
Görüldüğü gibi, ‘anlama’nın zor, ‘yanlış anlama’nın kolay olduğu bir diyardır burası.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
mezartaşlarına doğum-ölüm tarihlerinin yazılması, neredeyse âdettendir. Bir kere öldükten sonra, ne tarihte ölündüğü pek bir anlam ifade eder mi, orası meçhul
İnsanları giyimiyle etkilemek yahut giyimiyle etkilemeye çalışanlardan etkilenmek gibi kötü huylarım da yoktu.
“Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor”
Filmlerde de sigara karartmalı, içki ve zina ise serbest!
Bu kadar ruh dikiziyle,eminim,hiç kimse şu yeryüzünde kendisine bir ruh ikizi bulamayacak. Ruhlar bu kadar didiklenip dikizlendikten sonra,insan insanın yurdudur diyenleri değil,insan insanın kurdudur diyenleri haklı çıkartacak bir ‘ruh hali’ortalığı kuşatacak.
Uzmanların çoğu kez birbirini yanlışlayan fikirleri ortalıkta uçuşurken,fıtratın sesi de vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında,kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz.
Hayatın değil ölümün yüceltildiği, yaşatmanın değil öldürmenin siyasetinin yürütüldüğü bir dünyanın tanığı olmaktan utanç duydum.
Ömür dediğin, nedir ki? Eklenmeyen, eksilen Büyümeyen küçülen Çoğalmayıp, azalan
Herşey belirlenmiş bir ecele doğru akıp gider.
Televizyon, çocuğu eğitmiyor, eğiyor.
Bilinmeli ki, insanın içinde ukde olarak kalan şeyin bedeli ağır oluyor.
İlminden emin olan bir alim, ona-buna çamur atarak kendi ilmini isbata yeltenmez; bakın televizyon ekranlarında ona-buna sataşarak ulemalık taslayanlara, açıkça görüldüğü üzere, bunlar sığ, derinliksiz ve kişiliksiz insanlardır.
Bütün kişiliğimiz yedi yaşına kadar şekilleniyor. Ondan sonraki hayatımız, karakterimiz, o yaşa kadar yaşadıklarımıza göre biçim alıyor.
Mükemmel biri olmadığımı, Allah’a şükür, zaten biliyorum.
.
Gerçekte, tüm mezar taşları insana Küllü men aleyha fan (Yeryüzündeki herkes fanidir) sırrını okutur. Yaratılmış olan her ne varsa ölümlüdür; şu dünyada her neye sahiplik iddia etmiş olursa olsun, iddiası boşunadır. Mülkün ilk Sahibi, aynı zamanda son Sahibidir. Yalnız o Baki’dir ve mezar taşlarında yazılan diğer tüm şeyler, yalnızca hikayedir.
Kabrin öte tarafında olup bitenler bir işitilse, görülecektir ki ancak ‘El-Baki Hüvelbaki’ yazan mezar taşları hoştur, gerisi tamamen boştur
Nur-u fikir kalbden gelir. Kalbin rehberliğine başvurmadığı sürece, aklın gözü kördür. Niteliğe bakmaz, niceliğe aldanır. Az ömürlere üzülür, çok olana sevinir..
Ah! Keşke kalbiniz de olsaydı
.
.
.
(Heinrich Heine)
Bir aynadır yüz. Suret, siretin aynasıdır..
Kainat kitabının ve hayat defterinin içinde, okunmayacak tek bir sayfa dahi yoktur.
Öyle ki, bu gözle bakılırsa, çöplükler bile kendisini okutturur.
Kadın cemali, erkek celali temsil eder. Bu ikilinin helal ve meşru dairede buluştuğu aile hayatı ise, ortaklaşa bir ‘kemal’ yolculuğudur.
‘Okuma’ eylemi ‘yazma’ eyleminin izini sürer çünkü; ancak yazılanlar okunur.
Bu durum bize birşey düşündürüyor
Hoyrat bir elin ağır darbesine de maruz kalmış zamane mü’minlerin ruh ikliminin, duygu dünyasının ve yaralı bilincinin henüz bir medeniyet(in yeniden) inşasına müsait bir kıvamda olmadığını
Özellikle iç dünyalarda tamir etmemiz gereken çok yara, edinip özümsememiz gereken çok ölçü bulunduğunu
Görülecektir ki, İslam sanatı, başka herşey kadar sanatta da kemale erişmenin, ancak alemler Rabbini tanıyıp O’nu ve ölçülerini sevmekle mümkün olacağı gerçeğini size anlatmaktadır.
Haya imandan bir şube ise eğer, herşeyi göz önüne ve herkesin diline düşüren bu hale kalbi bir direniş gerek
Oysa gerçek bu: Belirlenmiş bir ecele doğru akıyor hayatlarımız. Bilmesek de, görmesek de kabullenmek istemesek de, ömür sermayemiz gün be gün eksiliyor
İyisi mi ayaklarımızı denk almalı, sağlam zemine basmalı, yatırımını dünya hayatı adlı uçurumun kenarına değil, öteler diyarına yapmalı
Ömür dediğin, yıl üstüne yıl eklediğimiz birşey değil. Ömür, yıl üstüne yıl eksilen birşey. Eklenen değil, eksilen yıllar Eklenen değil, eksilen günler Eklenen değil, eksilen dakikalar..
Kimisi 4’ten, kimisi 44’ten, kimisi 84’ten geriye doğru gidiyor; ama her an, her ay, her yıl eksilmede
Yolculuk, kıymetini bilirsek eğer, düşünmenin ikiz kardeşi
Bu toprakların güzel insanlara ihtiyacı var. Güzel kelimelerle düşündüğü için güzel kelimelerle söyleşen güzel insanlara
Birbiriyle hayırda yarışmaktan öte, mü’minin mü’minle çatışabildiği bir dünyada yaşıyoruz!
Ama öyle ama böyle, bu dünya böyle bir dünya işte Yarışmak neyse de, çatışma kol geziyor ortalıkta.
Ama öte yandan, düşkün ruhlar içlerine biriktirdikleri kasvetin miktarınca yere yapışıp kalıyor işte. Elmas ruhlar ile kömür ruhlar böylece ayrışıyor, ayrıştırılıyor.
Görebildiğim kadarıyla, şu ahir zaman ortamında, bir ‘vasat’ ve ‘denge’ talimine ihtiyacımız var.
Televizyon, çocuğu eğitmiyor, eğiyor.
Bedeni kuyuya atılsa da, Yusuf’un ruhu asla kuyuya düşmemişti. İlerleyen yıllarda, aynı beden bu kez zindanlara atıldı; ama Yusuf’un kuyuya düşmeyen ruhu zindana da düşmedi.
Dünya güzeldir, hayat da güzeldir.
Üzerinde Resulullah aleyhissalatu vesselamın yaşadığı bir dünya nasıl güzel olmaz? Peygamberlerin, alimlerin, velilerin hatırasını taşıyan bir dünya nasıl güzelleşmez?
Bu dünya ki, acının her türlüsünü onun üzerinde tatmış şanlı nebi aleyhissalatu vesselam Elhamdulillahi ala külli hal, sivel küfri ve’d-dalal, yani Küfür ve dalalet hali hariç, her hal için Elhamdulillah sözünü bu dünyada söylemiştir..
Ne zaman dünya ruhumu bu şekilde boğsa, ne zaman dünyadan kaçıp gitmek ve şu dünya hayatından istifa etmek emeli içimde uyansa, yine aynı dünyada bizim yaşadığımız imtihanların çok daha şiddetlilerini yaşamış insanların hatırası hayalime gelir
Her insan, hayatının her günü ve her saati yaşadığı irili-ufaklı nice sınanmaların yanısıra, hayatının her yılı bir veya iki büyük sınanma yaşar. Mü’min ile kafiri, keza mü’min ile münafık’ı ayıran, bu sınanmayı nasıl karşıladığı ve ondan nasıl bir sonuç devşirdiğidir.
O halde, bu dehşet verici haberleri tetikleyen durumun aşılabilmesi için, öncelikle bu yanılgıyı aşmak; iç dünyalarda vahyin, kalbin ve merhametin saltanatını (yeniden) kurmak gerekiyor.
Hoşnut olmadığımız bir halde isek, başkalarının değil, kendi irademizin yahut iradesizliğimizin esiriyiz..
Anne-babalarımızın bize nasıl davrandığı, anne-babalarımızın imtihanıdır. Bizim imtihanımız ise, o davranışları nasıl içselleştirdiğimiz, nasıl yorumlayıp şekillendirdiğimiz
Yoksa, irade denilen şey insana niye verilmiş olsun?
..Ruhum böylesi ortamlarda sessiz bir köşeyi kalabalığın ortasına tercih ediyor da olsa, bu uyarıya itibar edip, bekleşen yolcular arasında bir boş koltuğa oturuyorum.
Uzmanların çoğu kez birbirini yanlışlayan fikirleri ortalıkta uçuşurken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz.
‘Yabancı’lara da yabancıdır; üstelik, ‘yerli’ lere dahi yabancıdır; zira, kendine yabancıdır.
‘Anlama’nın zor, ‘yanlış anlama’nın kolay olduğu bir diyardır burası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir