İçeriğe geç

Oyun Teorisi Kitap Alıntıları – Mete Gündoğan

Mete Gündoğan kitaplarından Oyun Teorisi kitap alıntıları sizlerle…

Oyun Teorisi Kitap Alıntıları

Derler ki Preveze Deniz Savaşı (1538) öncesi iki savaş meclisi toplantı halindeydi. Haçlı donanması komutanı Andrea Doria’nın savaş meclisinde Yarın Hayrettin,bize hangi strateji ile saldıracak? sorusunun cevabı aranıyordu. Hayrettin Paşa’nın savaş meclisi ise, Yarın Andrea, bizim ona hangi strateji ile saldıracağımızı düşünüyor? sorusunun cevabına odaklanmıştı.Savaşın tartışmasız galibi Hayrettin Paşa oldu.Bu zafer ona,maddi üstünlüğünden dolayı değil,savaş oyununu daha üstün bir akıl ile kurguladığından dolayı ulaştı.Evet zaferin kuralı budur.Oyunu,daha üstün bir bilgi ve akıl ile kurgulamak.Bu şekilde nice az birlikler vardır ki Allah’ın izniyle sayıca çok birlikleri yenmişlerdir. Aklını kullanmayanlar ise pislik içerisinde yok olup giderler.
Oyunu daha üstün bir bilgi ve akıl ile kurgulamak. Bu şekilde nice az birlikler vardırki Allah’ın izniyle sayıca çok birlikleri yenmişlerdir.
Geniş kitleleri itaat ettirecekseniz, o kitleleri cahilleştirin, Cahilleştirilen kitlerlerin itaatleri kolay elde edilir
Dış borç karşılığı merkez bankasının para basması, bankalara faiziyle o oarayı aktarması, bankaların üreticiye faizi ile kredi vermesi ve üreticinin o faiz masrafını ürettiği mala yansıtması ile dış borcun nasıl tüketiciye yansıtıldığını öz bir şekilde yansıtan kısımdan;

“Vatandaşlar aldığı her mal ve hizmetin bedelini ödediğinde fiyatın içindeki faizi de ödemiş oluyor. Dolayısıyla hiç kimse bu mevcut sistemde ben faize bulaşmıyorum diyemez. Bu faizleri toplayan üretici, aldığı krediyi faiziyle birlikte bankaya geri ödüyor. Bankalar, merkez bankasından aldıkları parayı faiziyle birlikte geri ödüyor. Merkez bankaları da döviz olarak alının krediyi faiziyle birlikte geri ödüyor. İşte mekanizmanın ana hatları bu.”

Üretici kazanıyor, banka kazanıyor, merkez bankası kazanıyor, borç alınan ülke kazanıyor, denklemde tek kaybeden var o da tüketici, yani vatandaş.

İnsanlar sizi beklemezler, göçer giderler.
Paraya sahip olan sonunda her şeye sahip oluyor. Bizde bunun normal bir şey olduğuna inandırılmak için narkozlandık.
Tabii, sömürü bu kadarla da bitmiyor.
Akademi, belli bir aklın veya saltanatın birikimine katkıda bulunduğu ölçüde bilimsel kabul ediliyor.
Çünkü küresel elitlerin çıkarlarına hizmet etmiyordu.
Dün beyaz adamın yaptıklarının aynısını bugün beyaz adamın yetiştirdiği siyah adam yapıyor! Hatta daha başarılı ve büyük bir gururla yapıyorlar.
Bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten bir ülke iken şimdilerde sadece tohum ithalatımız yılda çeyrek milyar dolara ulaşmış durumdadır.
***
Petrolü kontrol ederseniz devletleri kontrol edersiniz. Tohumu kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.

Henry Kissinger

Öyle bir oyun düşünün ki bütün oyuncular aynı ekipten. Yani siz kendi ekibinizden birine karşı oynuyorsunuz. Muhteşem bir kriptolojik kurgu!

Rakibiniz aslında sizinle aynı amaçlara hizmet eden biri oluyor. Siz ve rakibiniz (!) sizin için hangi stratejiniz en büyük getiriyi sağlıyorsa onu tercih ediyorsunuz. Siz açıktan yapıyorsunuz o ise gizliden gizliye yapıyor. Size karşı oynuyormuş gibi gözükerek size hizmet ediyor. Burada Guguk kuşu rakibinizin bizzat kendisi olmuş oluyor. Bir kripto

Çok çeşitli sahalarda bunun uygulamalarını görmek mümkündür. Örneğin kendi elemanlarınızı, rakip bir kuruluşun önemli bir yöneticisi yapmayı başarmanız gibi bir şey!

Bugün bize karşı kurgulanmış olayları tek tek çözümlemeye başladığımızda, aslında hepsinin anasının bir dünya hakimiyeti oyunu veya kurgusu olduğunu görüyoruz. Eğer düşmanlarımızla yada daha yumuşak bir ifadeyle rakiplerimizle mücadele edeceksek, bu mücadeleyi tüm katmanlarda yapmak mecburiyetindeyiz. Aksi taktirde kaybetmeye mahkum olmuş oluruz. Yani kısacası; Türkiye küresel ölçekte bir oyun kurucu olmalıdır. Bu bir tercih değil zorunluluktur.

Büyük devletler şartları oluşturur, küçük devletler şartlara tabi olur. Türkiye’miz büyük bir devlettir ve şartları oluşturmak zorundadır.

Çünkü neye inanıyorsanız, onun esirisinizdir.
Yöntemler sizi bu esaretlerden kurtarma araçlarıdır.
Tabii, kurtulmak istiyorsanız.

İstiyor musunuz?

Cahilleştirilen kitlelerin itaatleri kolay elde edilir.
Denir ki, Amerikalılar insanları üçe ayırırlar.Birinci kategoridekiler “have” yani sahip olanlardır.Doğuştan miras ya da çalışarak bir şeylere sahip olandır.
İkinci kategoridekiler “have not” sahip olmayanlar. Bunlar fakir insanlar olabileceği gibi herhangi bir yetenekten yoksun olanlardır.
Amerikalılar üçüncü kategoridekiler ise”have but in others hand” “yani sahip ama sahip olduğu şey başkalarının elinde” diye tanımlarlar.Akabinde hemen kendilerini de bu üçüncü kategoriye sokarlar.Şimdi bu usulle dünyaya baktığınızda her şeyin Amerikalılara ait olduğunu düşünebilirsiniz.Örneğin Ortadoğu petrol yataklarını Araplar sahiplenebilirler.Ama Amerikalılar şöyle düşünür,bunlar bizim petrol yataklarımız ama şu anda Arapların elinde!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Andrea Doria’nın savaş meclisinde “Yarın Hayrettin Paşa, bize hangi strateji ile saldıracak?”sorusunun cevabı aranıyordu.Hayrettin Paşa’nın savaş meclisi ise ,”Yarın Andrea,bizim ona hangi savaş stratejisi ile saldıracağımızı düşünüyor?” sorusunun cevabına odaklanmıştı.
Üçüncü ve son bir yöntemde kendi adamınızı rakip oyuncu yapmanızdır.Öyle bir oyun düşünün ki bütün oyuncuların hepsi aynı ekipten.Yani siz kendi ekibinizden birine karşı oynuyorsunuz.Muhtesem bir kriptolojik kurgu!Rakibiniz aslında sizinle aynı amaçlara hizmet eden biri oluyor. Siz ve rakibiniz (!),sizin için hangi strateji en büyük getiriyi sağlıyorsa onu tercih ediyorsunuz. Siz açıktan yapıyorsunuz,o ise gizliden gizliye yapıyor.Size karşı oynuyormuş gibi gözükerek size hizmet ediyor.
yenilmişlik psikolojisi, dışardan beslenen çeşitli sivil toplum örgütlerinin yanı sıra, içeriden özenle seçilen işbirlikçiler vasıtasıyla hızla toplumumuza empoze edilmeye çalışılmaktadır.
David Ruelle :
‘En çekici görünen seçeneklerden uzak durduğunuz zaman kaybettiğiniz şeylerin karşılığında daha özgür olabilirsiniz.’
Usul olmadan vusul olmaz.
Denir ki, Amerikalılar insanları üçe ayırırlar.Birinci kategoridekiler “have” yani sahip olanlardır.Doğuştan miras ya da çalışarak bir şeylere sahip olandır.
İkinci kategoridekiler “have not” sahip olmayanlar. Bunlar fakir insanlar olabileceği gibi herhangi bir yetenekten yoksun olanlardır.
Amerikalılar üçüncü kategoridekiler ise”have but in others hand” “yani sahip ama sahip olduğu şey başkalarının elinde” diye tanımlarlar.Akabinde hemen kendilerini de bu üçüncü kategoriye sokarlar.Şimdi bu usulle dünyaya baktığınızda her şeyin Amerikalılara ait olduğunu düşünebilirsiniz.Örneğin Ortadoğu petrol yataklarını Araplar sahiplenebilirler.Ama Amerikalılar şöyle düşünür,bunlar bizim petrol yataklarımız ama şu anda Arapların elinde!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir