Edgar Allan Poe kitaplarından Öyküler 1 kitap alıntıları sizlerle…
Öyküler 1 Kitap Alıntıları
Gerçek acılar toplumsal değil bireysel olarak yaşananlardır. Şükürler olsun ki, acıların en müfrit olanlarına yığınlar halinde değil bireyler olarak maruz kalırız.
Bir uçurumun kıyısında tir tir titreyerek durup atlamayı düşünen insanın hissiyatı şeytani bir sabırsızlığa evrilir. Bir anlığına düşünmeye kalkışsak, işimiz bitti demektir, çünkü düşünmek vazgeçiştir, tam da bu sebeple düşünmeyiz. Uçurumun kıyısından bizi çekip kurtaracak biri yoksa ya da geri adım atmayı beceremezsek kendimizi uçurumun dibinde buluruz.
Harita üstünde oynanan bir bulmaca oyunu vardır, diye devam etti. Oyunculardan biri diğerinden bir sözcüğü -bir şehrin, ırmağın, eyaletin ya da ülkenin ismini-, kısacası haritanın karmaşık yüzeyindeki herhangi bir ismi bulmasını ister. Oyunda acemi olanlar genellikle rakiplerinin işini zorlaştırmak için onlara en küçük harflerle yazılmış adları vermeye çalışır. Ama ustalar büyük puntoyla yazılmış, haritanın bir ucundan diğerine uzanan sözcükleri seçer. Bunlar, tıpkı sokaklardaki dev puntolu harflerle yazılmış tabelalar ve ilanlar gibi, fazla bariz oldukları için dikkat çekmez. Burada da fiziksel ve zihinsel dikkatsizlikler arasında bir paralellik vardır. İnsan aklı da fazla açık ve belirgin fikirleri gözden kaçırır.
Harita üstünde oynanan bir bulmaca oyunu vardır, diye devam etti. Oyunculardan biri diğerinden bir sözcüğü -bir şehrin, ırmağın, eyaletin ya da ülkenin ismini-, kısacası haritanın karmaşık yüzeyindeki herhangi bir ismi bulmasını ister. Oyunda acemi olanlar genellikle rakiplerinin işini zorlaştırmak için onlara en küçük harflerle yazılmış adları vermeye çalışır. Ama ustalar büyük puntoyla yazılmış, haritanın bir ucundan diğerine uzanan sözcükleri seçer. Bunlar, tıpkı sokaklardaki dev puntolu harflerle yazılmış tabelalar ve ilanlar gibi, fazla bariz oldukları için dikkat çekmez. Burada da fiziksel ve zihinsel dikkatsizlikler arasında bir paralellik vardır. İnsan aklı da fazla açık ve belirgin fikirleri gözden kaçırır.
Harita üstünde oynanan bir bulmaca oyunu vardır, diye devam etti. Oyunculardan biri diğerinden bir sözcüğü -bir şehrin, ırmağın, eyaletin ya da ülkenin ismini-, kısacası haritanın karmaşık yüzeyindeki herhangi bir ismi bulmasını ister. Oyunda acemi olanlar genellikle rakiplerinin işini zorlaştırmak için onlara en küçük harflerle yazılmış adları vermeye çalışır. Ama ustalar büyük puntoyla yazılmış, haritanın bir ucundan diğerine uzanan sözcükleri seçer. Bunlar, tıpkı sokaklardaki dev puntolu harflerle yazılmış tabelalar ve ilanlar gibi, fazla bariz oldukları için dikkat çekmez. Burada da fiziksel ve zihinsel dikkatsizlikler arasında bir paralellik vardır. İnsan aklı da fazla açık ve belirgin fikirleri gözden kaçırır.
Tanrılar, serserilerde nefret ettikleri şeyleri Kralların yapmasına izin verir, aldırmazlar.
#8212;BUCKHURST’IN FERREX VE PORREX TRAGEDYASI (II.I.).
Ölüm iyi biridir ve evinin kapısı hep açıktır bana #8212;
Mezara ilişkin sayısız iç karartıcı korkuların hepsine de hayali olarak bakamayız ne yazık ki. Ama tıpkı Afrasiab’a Oxus’a yaptığı yolculukta eşlik eden iblisler gibi, uyumaları gerekir -yoksa bizi yerler. Onlar uyumalıdır, yoksa biz ölürüz.
Blackwood a Ne Uygun Olan, Ne de Olmayan Bir Öykü
Ah nefes alma, vs.
MOORE’UN MELODİLERİ.
Ah nefes alma, vs.
MOORE’UN MELODİLERİ.
ruhun daha önce var olmadığını söylemek boş konuşmaktan başka bir şey olmaz.
”Saygın olmaya özeniyorlardı; özentiyle saygınlık olur mu, o da ayrı. ”
”Bazı sırlar da vardır ki kendilerini anlattırmazlar. İnsanlar, günah çıkarttırdıkları ve gözlerine hayalet gibi görünen rahiplerin ellerine sarılıp, acıklı bakışlarla gözlerini gözlerine dikerek, açığa vurulamayan korkunç sırlar nedeniyle yürekleri umutsuzluk dolu, boğazları düğüm düğüm yataklarında ölürler geceleri. Zaman zaman, heyhat, insanın vicdanı öylesine korkunç bir yük altına girer ki onu artık ancak mezar paklar. ”
”Ce grand malheur, de ne pouvoir être seul. ”
”Yalnız olamamak, bu büyük mutsuzluk. ”
-Jean de La Bruyère
Ateşli hayallerle dolu bir yürekle, Ki kumandası bende.
Yanan bir mızrakla ve rüzgardan bir atla, Gezinmeye gidiyorum, ıssızlığa.
-Tom O’Bedlam’ın Şarkısı
Yazıklar olsun! O lanetli zamana Seni büyük dalganın üstüne koydukları, Aşktan çekip aldıkları ünvanlı yaşa ve suça, Ve uğursuz bir yastıga- Benden aldılar seni, benden ve sisli diyarımızdan, Gümüşi söğüt ağlıyor orada!
Yıldırımı yiyen ağaç gonca vermez bir daha, Vurulan kartal süzülmez gökyüzünde asla! Şimdi bütün saatlerim translarla geçiyor; Bütün gece düşlerimde Kara gözlerin bakıyor, Ve adımların parlıyor, Semavi danslarla, İtalyan deresinin yanında.
Sen benim için her şeydin, aşkım, Ruhum yanardı özleminle-Sen denizde yeşil bir adaydın, aşkım, Bir mabet ve bir çeşme, Peri meyveleri ve çiçeklerle bezeli; Ve tüm çiçekler benimdi.
Orada beni bekle! O yankılı vadide Mutlaka buluşacağım seninle.
(Chichester Piskoposu Henry King’in karısının ölümü üstüne yazdığı ağıt.)
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
tiştê ku min ewqas bextreş dikir hêvî bû
Plato’ya oldukça yerinde bir soru sormuşlar: Tüyleri yolunmuş bir tavuk açıkça iki ayaklı tüysüz bir hayvan olduğuna göre, onun tanımına göre bu tavuk da insan sayılmaz mı? Ama ben benzer bir soru soracak değilim. İnsan dolandıran hayvandır ve insandan başka dolandıran hayvan yoktur. Bir kümes dolusu tüyleri yolunmuş tavuk bir araya gelse de bunu başaramaz.
Aslında dolandırıcılığın özünü, temelini, ilkesini teşkil eden nitelik sadece ceket ve pantolon giyen hayvanlara özgüdür. Karga çalar; tilki aldatır; gelincik kurnazlıkla yener; insan ise dolandırır.
Aslında dolandırıcılığın özünü, temelini, ilkesini teşkil eden nitelik sadece ceket ve pantolon giyen hayvanlara özgüdür. Karga çalar; tilki aldatır; gelincik kurnazlıkla yener; insan ise dolandırır.
”Yeni kılıklara girmek istiyoruz, yepyeni, hiç görülmemiş kılıklara. Hep aynı olmaktan bıktık usandık. ”
”Önümüzde, derhal yerine getirmemiz gereken bir görev vardır. Gecikmenin mahvolmak anlamına geldiğini biliriz. Hayatımızın en önemli krizi, davul zurna çalarak, hemen var gücümüzle işe koşulmamızı emreder. Her yanımızı hararet basar, işe koyulmak için duyduğumuz sabırsızlıkla yanıp tutuşuruz, ulaşacağımızı umduğumuz başarı ruhumuzu alev alev yakar. Hemen bugün bu işe girişmemiz gerekiyor, ama yarına erteleriz; peki, neden? Bunun -ilkesini anlamasak da sözcüğü kullanalım- terslik olduğunu hissediyor olmamız dışında bir yanıtı yok. Ertesi gün olur, görevimizi yerine getirmek için duyduğumuz sabırsızlık daha da artar; ama bu sabırsızlığın yanı sıra, adını koyamadığımız, anlaşılmazlığı nedeniyle korkunç bir erteleme arzusu doğar içimizde. Bu arzu her geçen saniye güçlenir. Eyleme geçmek için son saat gelip çatar. İçimizde cereyan eden mücadelenin -kesin olanla belirsiz arasındaki, maddeyle gölge arasındaki çatışmanın- şiddetiyle titreriz. Ama iş bu noktaya gelmişse, kazanacak olan gölgedir; ne kadar çabalasak boşuna. Saat vurur, mutluluğa veda ederiz. Bu, aynı zamanda, uzun zamandır bizi korkutup elimizi kolumuzu bağlayan hayalet için de horozun kalk borusudur. Hayalet uçup gider -ortadan kaybolur- serbest kalırız. Eski enerjimiz geri döner. Artık çalışabileceğiz. Ne yazık ki artık çok geçtir! ”
”Tanrı’yı görünen eserlerine bakarak anlayamazsak, bu eserlere hayat veren anlaşılmaz düşüncelerinden nasıl anlarız? Onu, yarattığı elle tutulur, gözle görülür yaratıklardan anlayamazsak, keyfi isteklerinden ve yaratma evrelerinden nasıl anlarız? ”
”Birden bitkinleşiyor, uyuşuyor, üşüyordum, başım dönüyor ve kendimi kaybediyordum. Sonra haftalarca boşluk, karanlık ve sessizlikten başka bir şey kalmıyor, tüm evren hiçliğe gömülüyordu. Mutlak yok oluş bundan öte bir şey olamazdı. Ama bu nöbetlerden çıkışım, onlara yakalanışımdaki hızın aksine yavaş yavaş oluyordu. Ruhun ışığı bana, tıpkı uzun, ıssız kış gecelerinde sokaklarda amaçsızca sürten kimsiz kimsesiz, evsiz barksız bir dilencinin üzerine şafağın yavaş yavaş -onca gecikmeyle- canından bezdirerek- doğması gibi geri dönüyordu. ”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
”Hayat’ı Ölüm’den ayıran sınır belli belirsizdir, bilinmezliklerle doludur. Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını kim bilebilir? Bütün görünür yaşam fonksiyonlarının tamamen durduğu bazı hastalıklar olduğunu biliyoruz, yine de daha doğru ifade edersek bu durum tam olarak durmak değil askıda olmaktır. Anlaşılır mekanizmalarda geçici bir duraklamadır. Belirli bir süre geçer, sonra görünmez ve gizemli bir el sihirli dişlileri ve büyülü çarkları yeniden harekete geçirir. Gümüş tel temelli çözülmemiş, altın tas onarılamaz bir şekilde kırılmamıştır. Ama bu arada ruh nereye gitmiştir? ”
”Doğru! Sinirliyim, hem de korkunç sinirliyim! Eskiden de sinirliydim, şimdi de sinirliyim; ama deli olduğumu da nereden çıkarıyorsunuz? Hastalık duyularımı kesinleştirmiş, ama onları ne yok etmiş ne de körleştirmişti. Hepsinden çok işitme duyum keskinleşmişti. Yeryüzündeki ve göklerdeki her şeyi işittim. Cehennemdeki bir çok şeyi de. Öyleyse, nasıl deli olabilirim? ”
”En vurdumduymaz insanların yüreklerinde bile hassas noktalar vardır. Yaşamı da ölümü de bir oyun kabul eden umutsuzların bile alay edilmesini hoş karşılamayacakları meseleler vardır. ”
”Gözlerimi açmak için sabırsızlanıyor, ama buna cesaret edemiyordum. Bakışlarımın karşılaşacağı şeyden korkuyordum. Asıl korktuğum, dehşet verici şeyler görmek değil, görülecek hiçbir şeyin olmamasıydı. ”
”Bir baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır; birincisi aklın ya da ruhun farkına varıldığı, ikincisi de fiziksel olarak varoluşun farkına varıldığı aşama. İkinci aşamaya ulaştığımızda, ilk aşamada hissettiklerimizi anımsayabilseydik, bunlar arasında dünya ötesi uçuruma ilişkin tüm anlamlı anıları bulabilirdik gibi görünüyor. ”
”Bitkindim, uzun süredir çektiğim şiddetli acılar yüzünden ölesiye bitkindim, sonunda bağlarımı çözüp oturmama izin verdiklerinde canımın çekildiğini hissettim. Hüküm -o korkunç ölüm hükmü- kulaklarıma ulaşan açıkça seçebildiğim son sözler oldu. ”
”Gözlerimin önünde, insanın içini kimsenin hayal edemeyeceği kadar acıyla dolduran ıssız bir görüntü uzanıyordu. Şaha kalkmış dalgaların aralıksız çığlıklarla çarpıp köpüklenmesinin iç karartıcı rengini daha bir belirginleştirdiği dışa doğru çıkıntılı korkunç kara uçurumlar, dünyayı çevreleyen surlar gibi, sağa ve sola doğru göz alabildiğine uzanıyordu. ”
”Sen kazandın! Ölüyorum. Ama bundan böyle sen de ölüsün; Dünya, Ahiret ve Umut için ölüsün! Sen, bende yaşıyordun ve ölümümde, senin kendi görüntün olan şu görüntüde, gör kendi kendini nasıl katlettin! ”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
”Duygularımı ifade edebilir miyim, etmeli miyim? Cehennemlik ruhların tüm dehşetini duyduğumu söylemeli miyim? ”
Olayları sebeplerine göre değerlendirenler, onları sonuçlarına göre değerlendirmez olur. Bütün ülkelerin hukuk sistemlerinin de gösterdiği gibi, kanun bir bilime ve sisteme dönüşünce adalet olmaktan çıkar. -Landor-
Bence sıradışı durumlarda insan gerçeği ararken (arıyorsa tabii) kendine ‘ne oldu?’ sorusundan çok ‘daha önce olmayan ne oldu?’ sorusunu sormalıdır.
Hayal kuranlar, sadece geceleri düş görenlerin gözden kaçırdığı pek çok şeyi fark eder.
Ama söylediklerimizin yarattığı etkiler her zaman onlara verdiğimiz değerle orantılı değildir.
Ama eski acıların anısı – şimdiki mutluluklar değil mi?
Yalnızlık güzel şeydir, ama insanın kendisine yalnızlığın güzel bir şey olduğunun söylenmesine ihtiyacı vardır.
Ah, dışlanmışların en dışlanmışı, en terk edilmişi! Sen dünyanın gözünde sonsuza dek ölmedin mi? Dünyanın tüm payeleri, parlak tutkuları için ölü değil misin? Ve umutlarınla cennet arasında yoğun, iç karartıcı ve sınırsız bir bulut asılı durmuyor mu?
Ama eski acıların anısı – şimdiki mutluluklar değil mi?
Bir uçurumun kıyısındayızdır. Öylece bakarız; midemiz bulanır, başımız döner. Önce oradan derhal uzaklaşmamız gerektiğini düşünürüz, fakat akıl almaz bir biçimde olduğumuz yere çakılırız. Mide bulantımız, baş dönmemiz, korkumuz tuhaf bir pusun içinde birleşir.
Gerçek her zaman bir kuyuda bulunmaz. Aslında bence gerçek kesinlikle yüzeydedir. Gerçek onu aradığımız vadilerde değil, dağ zirvelerinde bulunur.
Bir köşeyi dönünce birden karşımızda bir ışık parladı; ayyaşların varoşlardaki en büyük tapınaklarından birinin önündeydik – cin adlı içkinin, bu korkunç iblisin saraylarından birinin önünde duruyorduk.
Sadece nefes almak bile bir hazdı. Acı kaynağı sayılan birçok şey bile bana büyük zevk veriyordu
Belli bir Alman kitabı hakkında es lässt sich nicht lesen -okuyana açmıyor kendini- denirken ne güzel söylenmiştir. Bazı gizemler vardır ki, anlamanıza izin vermezler.
Gerçek, gücünün saflığıyla ve müthiş görkemiyle ayağa kalktı ve bilgeler önünde eğilip ona taptı.
kadından doğan adam fazla ömre sahip değildir. Büyür ve bir çiçek gibi kesiliverir!
‘Gerçek tuhaftır,’ bilirsiniz, ‘kurgudan daha tuhaftır’
Pek çok insanın sahip olduklarının değerini -kendileri için ne kadar değersiz olursa olsun- ne kadar sıkıntı ya da huzursuzluk verici olursa olsun- başkalarının onu elde etmekle ya da kendilerinin onu bırakmakla kazanacaklarıyla ölçtüğünü biliyordum
Bu dünyada komşularını bile kazıklamakta tereddüt etmeyecek hergeleler olduğunu ve (bu Epictetus’un sözüdür) insanların kendi dertlerinden kurtulmayı en çok istediği zamanların başkalarını kurtarmaya en az gönüllü oldukları zamanlar olduğunu bir iç çekişiyle anımsadım.
Bu dünyada komşularını bile kazıklamakta tereddüt etmeyecek hergeleler olduğunu ve (bu Epictetus’un sözüdür) insanların kendi dertlerinden kurtulmayı en çok istediği zamanların başkalarını kurtarmaya en az gönüllü oldukları zamanlar olduğunu bir iç çekişiyle anımsadım.
Ölüm iyi biridir ve evinin kapısı hep açıktır.
Yıldırımı yiyen ağaç gonca vermez bir daha,
Vurulan kartal süzülmez gökyüzünde asla!
Vurulan kartal süzülmez gökyüzünde asla!
Heykeltıraşın heykelini mermer bloğunun içinde bulduğunu söyleyen Socrates değil miydi?
Peşimi bırakmayan sinirli bir huzursuzluktan başka bir yolculuk sebebim yoktu.
Birbirimizden nefret etseydik belki ölüm de bize merhamet duyardı.
Göğe yükselmekten başka bir arzusu olmayan ruhu akla hapsettiler.
Ruhum güçlü ateşlerle kıvranıyordu.
Aşkınlığın gizemi ancak onun varlığı ve uslamlamalarıyla aydınlığa kavuşurdu.
Sevgilimin gözbebeklerine gizlenen, Democritos’un kuyusundan daha derin olan şey neydi? Bunu keşfetmek en büyük tutkum haline gelmişti.
Verulam Lordu Bacon, güzellik biçimleri ve türlerinden söz ederken, Orantısal bir gariplik içermeyen kusursuz güzellik yoktur, der.
Zamansız ve mekânsız bir hayat sürmeye başladım.
Yalnız hatırlayarak bile kanımın şakaklarımdan kalbime doğru çağıldamasına yol açan o isim hangi iblisin gücüyle dudaklarımdan dökülüverdi acaba?
( ) ilk karşılaştığımız andan itibaren ruhum daha önce hiç tatmadığı hislerle yanıp kavruldu; bu yangına sebep olan Eros’un okları değildi ama bunların doğurduğu tuhaf anlamı tarif edemeyeceğimi fark ettiğimden ruhum cefa çekmeye başladı.
Tanrım, keşke onları görmemiş ya da görür görmez ölmüş olsaydım!
Sıradışı yaşamımda duygularım kalpten değildi; tutkularım da her zaman zihnime aitti.
Bir kitabın sayfalarına ya da sayfa kenarındaki anlamsız işarete gözümü dikip saatler boyu usanmadan düşünmek; bir yaz gününün çoğunu gobleni yahut kapı üzerine yanlamasına düşen garip bir gölgeyi izleyerek geçirmek; tüm gece bir lambanın şaşmaz alevini ya da ateşteki közü seyre dalmak; günlerce bir çiçeğin rayihasıyla âlemine dalmak; hiçbir anlam ifade etmeyinceye kadar bir kelimeyi tekdüze yineleyip durmak; bedeni uzunca bir süre devinimsiz bırakarak fiziksel açıdan varoluş hissini yitirmek bilişsel yetilerimin neden olduğu, benzeri pek görülmemekle birlikte her türlü açıklamaya meydan okuyan en sıradan, en az tehlikeli tuhaf davranışlarıma örnek sayılabilirdi.
( ) ben hayatı kendi yüreğimde yaşarken ve ruhsal bakımdan en yoğun, en zor ve en sancılı düşüncelere dalmayı alışkanlık haline getirmişken o önüne düşen gölgeleri yahut kuzgun kanatlı saatlerin yitişini umursamadan gezerdi.
Güzellikten çirkinlik çıkartıp sükûnetten kahırlanmayı nasıl beceriyorum? İyilikten maraz doğarsa, neşeden de keder doğâr. Ya geçmişteki mutlu anılar bugünün acısıdır ya da şuan ki sefaletin kökeninde geçmişte yaşanmış çoşkunluklar yatar.
Dostlarım bana sevgilimin mezarını ziyaret edersem ıstırabımın dineceğini söylediler.
Dicebant mihi sodales, si sepulchrum amicae visitarem,
curas meas aliquanr tulum fore levetas.
İbni Zeyyâd
Ya geçmişteki mutlu anılar bugünün acısıdır ya da şu anki sefaletin kökeninde geçmişte yaşanmış coşkunluklar yatar.
“ Gördüklerinizin yalnız yarısına inanın, duyduklarınızın hiçbirine. “
“ Şüphesiz ki güzel bir kadının ölümü, dünya üzerindeki en şiirsel konudur. ”