İçeriğe geç

Osmanlı’ya Kalan Miras Kitap Alıntıları – Ekrem Buğra Ekinci

Ekrem Buğra Ekinci kitaplarından Osmanlı’ya Kalan Miras kitap alıntıları sizlerle…

Osmanlı’ya Kalan Miras Kitap Alıntıları

&“&”

Kız, babasından çeyiz ve yarım miras hissesi, kocasından da mehir ve nafaka aldığı halde; erkek evlendiği zaman mehir ve nafaka verir.
İlk devir müelliflerinden Câhiz, vatan sevgisine dair risalesinde, vatan sevgisinin yaratılıştan gelen bir his olduğunu söyler. Vatanda sıkıntı çekmen, gurbette bolluk içinde yaşamandan daha iyidir," der. Hazret-i Ömer’den, "Allah beldeleri, vatan sevgisi sayesinde ma’mur etti," sözünü rivayet eder. En şiddetli vatan sevgisinin de, Türklerde olduğunu ilave eder.
Bu adada yaşayan Ermeni keşinin Tamar adındaki kızına sahil köylerinden bir çoban aşık olmuş. Her gece sevgilisiyle buluşmak üzere adaya yüzer; kız da fener tutarmış. Kızın babası haberdar olunca, bir gece fenerle sahile inmiş ve devamlı yer değiştirmiş. Çoban da yüzmekten yorulup boğulmuş. Boğulurken Ah Tamar" diye bağırmış. Kız da bunu işitip kendini azgın sulara bırakmış.
Her meridyen aşıldıkça namaz vakti 4 dakika ileri gittiğinden, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunur. Yeryüzünün her yerinde her an ezan işitilir ve Hazret-i Peygamber’in ismi anılır. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber’e hitaben söylenen, Senin şânını yüceltmedik mi?"* sözünün hakikati ortaya çıkar.
İki serseri bir kadıncağızın ırzına geçmişler. Mahkum olup hapse atılmışlar. Bir müddet sonra kadın ikisini sokakta gezerken görmüş. Doğru savcıya koşmuş. Gördüğünü anlatmış.
Savcı, Hanım, hanım! Haberin yok mu, af çıktı. Devlet onları affetti!" demiş.
Kadının cevabı, "Savcı bey! İyi de, bunlar benim mi ırzıma geçti, devletin mi ırzına geçti? Devlet nasıl affeder?"
Kanunî Sultan Süleyman Kanunnâmesi’ndeki bir madde dikkat çekicidir:
Cinayetler karşılığında verilecek cezalar bakımından, sipahi ve halk, şerefli ve aşağı kimseler müşterektir. Bunlardan her kim bu suçlardan birini işlerse, karşılığında tayin olunan cezayı alır."
Bu ibare, kanun önünde sınıf ve mevki farkı gözetilmeksizin ferdlerin eşitliği prensibinin Fransız İnkılabı’ndan çok evvel Osmanlı Devleti’nde mevcut olduğunu göstermektedir.
Gönül ne kahve ister ne kahvehâne
Gönül sohbet ister, kahve bahane."

İlk zamanlar kahvehanelerde konuşmayla veya dominoyla vakit öldürülmez, hoşsohbet biri hikmetli ve eğlenceli şeyler anlatır, etrafında toplananlar can kulağı ile onu dinlerdi. Böyle ağzı laf yapan biri yoksa raftaki küçük kütüphaneden bir kitap çekilir, iyi okuyan biri olur, diğerleri dinlerdi.
Bu sebeple kahvehânelere, eskiden kıraathane (okuma evi) de denirdi. Kahveci, okuyandan kahve parası almazdı.

Çok tutulan bir tefrikası, roman kahramanının ölümüyle bitmiş; okuyucular gazete idarehanesinin önünde nümayiş yapıp, camları indirince, Ahmet Midhat Efendi, ertesi günü Bizim dün öldü dediğimiz kahramanımız, meğer ölmemiş imiş; bayılmış imiş," diyerek tefrikaya devam etmiştir.
Cumhuriyet istatistikleri 1927’de Türkiye’deki okur-yazar nisbetini %8,1 olarak verir. Fakat bu sayı hayli problemlidir. Acaba kasıt Latin harflerini bilenler midir?
Zira 1903 Maarif Salnâmesi’ne göre, 19.929.168 kişilik nüfusun, 1.375.511 tanesi talebedir. Bu sayının 868.879 tanesi de ilkmekteptedir. Şu halde nüfusun %5’i ilkmektebe devam etmektedir. Orta, lise veya yüksek tahsile veya gayrı resmî mekteplerde okuyan, hususî ders alan talebeler de vardır. Memur sayısı ise yüzbinleri bulur.
5-10 yaş arası çocuklar, nüfusun %10’u olduğuna göre, her iki çocuktan biri talebedir.
1903’teki topraklardan 1923’te Türkiye’nin elinde kalanlar üzerinden hesap yapılırsa nispet daha da artar. Zira burada yaşayan 12.516.308 kişilik nüfusun, 981.442 tanesi ilkmektep talebesidir. Bu da nüfusun %8’i eder.
Yani, Cumhuriyet’i verdiği okuryazar nisbeti, sadece Osmanlılar devrinde ilkmektebe devam edenlerin sayısı kadardır. İstatistik mantığına göre geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okuryazar nisbeti %50’den aşağı olamaz. Çeyreği gitmişse, bu nisbet %30’lardadır.
Şu halde iki istatistikten biri yalan söylüyor.
Yakın tarihin upuzun altı asrına damgasını vuran Osmanlı Devleti, Avrupa ile en çok teması olan İslâm Devleti idi.
Öyle ki ecnebîler, İslâm deyince Türk’ü anlar; Müslüman oldu!" yerine "Türk oldu!" derlerdi.
Hz. Ömer, ganimetleri Kur’ân-ı Kerimden ezberledikleri nisbetinde artırırdı.
Kız, babasından çeyiz ve yarım miras hissesi, kocasından da mehir ve nafaka aldığı halde; erkek evlendiği zaman mehir ve nafaka verir.
1912’ye kadar İsviçre’de erkeğe kızın iki misli para verilirdi. İngiltere’de arazide kızlara hiç hisse verilmez; kızı olup oğlu olmayanların arazisi en yakın erkek akrabasına kalırdı.

İslam hukukunda, kadının iktisadî vaziyeti teminat altına alınarak (kocası kadına bakmak zorundadır), miras hissesine muhtaç (bile) bırakılmamıştır.

İstanbuldaki İngiliz Elçisi Lord Canning, Osmanlı Devletinin, Avrupada kalmak istiyorsa, İslamdan dönenlerin öldürülmesini öngören şer’i prensibin kaldırılması gerektiğini söylemişti. Hariciye Nazırı Sadık Rifat Paşa da bu teklife, Siyaset sahasında Avrupanın nasihatlerini daima saygıyla karşılarız. Fakat din konusunda serbestliğimizi muhafazaya kararlıyız. Din, kanunlarımızın temeli, hükümetimizin düsturudur. Değil biz, Padişah bile bu sahada en ufak değişiklik yapamaz."
Şaşırtıcı gelebilir ama, Osmanlılarda ne hapis cezası ne de hapishane vardı.
Birkaç sene evvel bir müzik grubu, bir Kabadayının Yedi Kule zindanındaki hayatını anlatan şarkı yaptı. Yedi düvel zindanından beterdir Yedi Kule" diyor. Hâlbuki YediKule Bizans zindanıdır. Osmanlılar zamanında zindan olarak kullanılmadı. Harbe tutuşulan devletin elçisi burada misafir edilirdi.
Türkiye ve dünya arşiv, müze ve kütüphanelerinde Osmanlı mahkeme sicillerinden yüzbinlercesi saklanıyor. Bunlar tedkik edilmeden dünya tarihi yazılamaz.
Kâdı, mahkemede taraflardan hediye kabul edemez, ziyafetlerine gidemez. Dava esnasında başkalarının anlamadığı dilden konuşamaz, kaş-göz işareti yapamaz. Anlayış kudretini azaltan korku, hiddet, açlık ve susuzluk hâllerinde, hatta lodoslu havarda davaya bakamaz. Mahkemede kimseyle şakalaşamaz. Dava bitmeden taraflardan biriyle yalnız kalamaz. Mahkemelerde adil karar verildiğini tesbit maksadıyla, şühûdul hal adında en az iki kişi hazır bulunur. İki celse süren dava nadirdir (hemen karar verilir).
İslam medreselerinde.. kelam ve fıkıh" ilmi çerçevesinde hikmeti şer’iyye (şeriatın hikmeti) adıyla dini emir ve yasakların sebepleri üzerinde duruldu. Buna batıda "İslam Felsefesi" deniyorsa da, doğru bir tabir değildir.

Şarklılar buna -felsefeye- tefekkür demeyi tercih etmişlerdir.

İmam Gazalî gibi İslam bilginleri, Felsefeyi reddetmediler; ama semavî dinden haberi olanların, kâinatın sırrını akıl ile değil nakil ile anlamaya çalışması gerektiğini bildirdiler.
İnsanoğlu her zaman yaradılışının sırrını merak etmiş; kâinatı anlamaya çalışmıştır. Peygamber ve semavî dinler buna ilahî bir izah getirmiş; Peygamber görmeyen, mukaddes kitaptan haberi olmayanlar bu işi akılları (felsefe) ile çözmeye çalışmışlardır.

Hz.İsa dünyada az kaldığı için Hristiyanlığın kutsal metinlerinde bu işi çözecek ipucu azdır. Bu sebeple, coğrafî yakınlık itibariyle Yunan felsefesinden medet umuldu.

**Böylece Platonun 3 Esas fikri Hristiyanlığa girdi.**
(Platonun felsefesi her şeyi üçe böler)

Bu yüzden tevhid ile bağdaşmayacak şekilde teslis inancına yol açtı ve asırlarca sürecek ihtilafa zemin hazırladı.

İmam Mâlik der ki, &”Fıkıh öğrenmeyip tasavvufla uğraşan zındık olur.Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan sapıktır(bid’ad sahibi) olur. Her ikisini edinen, hakikate varır.&”
İnsanlar arasında huzursuzluk umumiyetle mal yüzünden çıkıyor.Miras yüzünden birbirine düşman olan kardeşler az değildir. Bu nizaları önlemek için tarih boyunca bütün hukuk sistemleri tafsilatlı miras taksimleri tanzim etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de en açık ve geniş bildirilen husus budur. Buna ;feraiz de denir.

&”Ümmetimden ilk unutulacak feraizdir&” hadisi meşhurdur.

Kıza oğlan kardeşinin yarısı kadar hisse verilmesinin pek çok sebeplerinden biri âkıle, mehir ve nafaka sistemi çerçevesinde erkeğin mükellefiyetinin ağırlığıdır. Kız, babasından çeyiz ve yarım miras hissesi, kocasından da mehir ve nafaka aldığı halde; erkek evlendiği zaman mehir ve nafaka verir, Ayrıca erkek babasının ve kız kardeşlerinin diyetini üstlenir.
Erkek ayrıca cihad ile mükelleftir. Bu uğurda icabında hayatını verebilir. Kadın cihadla mükellef değildir. …
Kadının erkeğin yarısı kadar hisse alması mutlak prensip değildir.

İslam medreselerinde.. kelam ve fıkıh" ilmi çerçevesinde hikmeti şer’iyye (şeriatın hikmeti) adıyla dini emir ve yasakların sebepleri üzerinde duruldu. Buna batıda "İslam Felsefesi" deniyorsa da, doğru bir tabir değildir.

Şarklılar buna -felsefeye- tefekkür demeyi tercih etmişlerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir