İçeriğe geç

Osmanlı’ya Bakmak Kitap Alıntıları – İlber Ortaylı

İlber Ortaylı kitaplarından Osmanlı’ya Bakmak kitap alıntıları sizlerle…

Osmanlı’ya Bakmak Kitap Alıntıları

İmparatorluk sadece dinle değil; hukukla ve müesseselerle, halkın yaşayışı ve kültürle tarif ve tesbit edilir. 15. yüzyıla kadar imparatorluk rolü oynanmıyor yaşanıyordu. Sonra özellikle Rönesans Avrupa’sında imparatorluk bir unvan ve tiyatro haline geldi.
Latin harflerinin kabulünde rol oynayan bir neden de bölgesel ağız farklarını kaldırmaktı.
Arap alfabesi yapısı gereği belirgin bir Türk ağzının tutunmasına olanak vermez, oysa dilimizin ses yapısını karşılayan bir alfabe hem bu farklılığı azaltır hem de bölgeler arası deyim ve kelime alışverişini arttırmaya devam eder.
Yeni harflerin öğretimi yaygınlaştıkça kitabevleri eskisinden çok sattılar. Harf devriminin ikinci yılında okul ve öğrenci sayısının arttığı gözleniyordu.
Yeni harflerin basım tekniğinde sağladığı kolaylık, basılan kitap sayısında da artış sağlamıştır.
Latin harflerinin bilinmeyen ve kendini gizleyen bir taraftarı, Ali Vehip Bey’in yayımladığı hatırata göre, Sultan II.Abdülhamit’tir.
Yüzde 10’u 1982 Anayasası getirdi. Turgut Özal buna çok bayıldı, çünkü işine yarıyordu. Muhalefettekiler tenkit etti. Ama kendileri iktidar olunca vazgeçmediler.
Daha da kötü bir şey vardı 1946’da; seçilenleri bir de meclisin kabul etmesi gerekiyordu. Yani kulüp gibi arasına kabul ediyordu. Seçilip gelen adamı meclis kabul etmiyor, düşürüyordu. Mesela Zeki Sporel elenenlerden biriydi.
Partililer kendileri mürteci (!) akımın kuvvetinden korktu. Mustafa Kemal Paşa’nın hemşiresi (Makbule Hanım) için dahi Yalova köylerinde dinci propaganda yapıyor, dendi.
Örneğin Yahudiler, Romalılara karşı Massada şehrini savunmalarının ardından, şehir işgal edildiğinde intihar sıralamasını da seçimle tesbit ettiler ve seramik parçaları üzerinde isimler bulundu.
Garip bir nüfus politika tedbirine de rastlandı; şehirde tesbit edilen fahişelerle evlenen adamların da İstanbul dışına sürülmesi emrediliyor, anlaşılan problemli nüfusun İstanbul’a yerleşip çoğalması istenmiyordu.
16. ve 17. asırlarda bazı valiler merkeze isyan ettiklerinde onların kuvvetlerine bazı işsiz serseri gençler katıldı. Bunlara levent, sarıca, sekban deniyor.
Belediye, iş görmek için merkez bürokrasinin kapılarını çalan, en ufak iş için yığınla yazışan bir örgüttü.
Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra en doğal yardımcılarını kaybeden kadıların elinden beledi görevler de alındı.
Verginin hakça alınıp alınmadığı incelenmediğinden (zaten köyde bu muhasebeyi tutacak bir beceri ve bürokratik bilgi de yoktu) muhtarlar vergi konusunda kolayca yolsuzluk ve soygunculuk yaparlardı.
Muhtar seçimi yılda bir yapılır; 18 yaşını geçen Osmanlı uyruklu ve yılda en az 50 kuruş vergi verenler seçime katılırdı.
19. yüzyılın ilk yarısına kadar mahalleleri yönetenler imamlardı. İmam, padişah beratı ile tayin ediliyordu; mülki ve beledi amir olan kadı’nın mahalle düzeyindeki temsilcisi gibiydi. II.Mahmut döneminde mahallelerde imam yanında muhtarlık kurumu meydana getirildi.
Serbest statüsü dolayısıyla nahiye, özellikle Balkanlar’da oluşan ulusalcı hareket ve örgütlenmelerin kırsal alana kadar inmesi için çok uygun bir ortam gibiydi.
Bir bakıma Osmanlı toplum düzeni, kapalı bir hayat süren, belirli hukuki, idari imtiyazları ve görevleri olan, eğitim ve sosyal yardım gibi faaliyetleri kendi içinde örgütleyip yürüten cemaatlere dayanırdı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Klasik dönemde Osmanlı kentinin yönetimi ve yargı görevi ilmiye sınıfından olan kadılara bırakılmıştı. Kadı sadece kentin değil, civarındaki köy ve nahiyelerin de mülki amiri ve yargıcı idi ki, bu bir kaza dairesidir.
İlk mecliste dokuzu ayan azası ve otuz yedisi mebusan azası olmak üzere, toplam kırk altı gayrimüslim mebus vardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ayan ve Mebusan’ın maaşları miktarı anayasada belirtiliyordu (ayana on bin kuruş, mebuslara beş bin kuruş aylık).
Yaygın olarak tekrarlanan bir yanlış da 1876 Anayasası’nın, Belçika Anayasası’ndan uyarlanarak kaleme alındığıdır. Oysa komisyon hemen hemen bilinen bütün anayasaları gözden geçirmiştir.
Aslında Abdülmecid ve Abdülaziz devrinin, II.Abdülhamit dönemine göre farklı bir yanı, hükümdarın kişisel diktatoryasından çok, sadrazamların ve etrafındaki kadronun aydın dikta dönemi olmasıydı.
Ali Paşa Eylül 1871’de öldüğünde Genç Osmanlılar Avrupa’dan dönmeyi umuyorlardı. Onlara göre diktatör sadrazamın sahneden çekilmesi yeni gelişmeler yaratacaktı.
Tanzimat dönemi bizde bütün eksiklere rağmen, müzeciliğin kurumlaştırıldığı bir devirdir.
Genellikle halktan meskukat ve değerli bir parça bulana üçte biri veriliyor ve bedeli süratle ödeniyordu ki, bu uygulama sonraki Asar-ı atika nizamnamelerine temel olmuştur.
Tanzimat modernleşmesinde Rusya’ya göre, hatta İran’a göre bir eksik var. Tercüme kıt. Ve sosyal bilimlere ve felsefeye karşı alaka az.
Biyografik portre diye bir şey yazılmaya kalkıldığı zaman da hemen o dönemin tarihine geçeriz. Yani, kişinin kendinden çok etrafını tarif etmek gibi bir merakımız var.
Tanzimat devrinin en önemli gelişmesi, yeni bir insanın, yani ‘Osmanlı’nın ortaya çıkmasıdır.
Tanzimat hareketi merkeziyetçilik ve yeni bir yurtseverlikle , yani Osmanlıcılıkla imparatorluğun kurtulacağını düşünenlerin eseriydi.
19.yüzyılın sonunda muallime hanım Türk toplum hayatında da yerini almıştı.
Namık Kemal’in özgürlükçülüğü ulusçu bir esasa dayanmaz, laik de değildir.
O Latin harflerine karşıdır, medeni kanunun adını ağzına almaz.
Osmanlı Batılılaşması Batı’yı hayranlıkla tercihin değil, zorunluluğun sonucudur.
Hiçbir Doğulu ulus Japonlar kadar Avrupa’nın dinine yakınlık duymamıştır. 17.yüzyıldan beri Japon, Avrupa felsefesini ve düşüncesini izliyordu.
İslam medeniyeti gibi bir kavram düpedüz 19. yüzyılın icadı. Hem de Batılı Oryantalistlerden çok Doğululara ait bir icat.
18-19. yüzyıl Balkan ulusçuluğunu Voltaire, Rousseau, Herder, Lessing gibi Aydınlanma düşünürleri beslemiştir.
Yunanlılık geçmişle özdeşleştirilmiş ve tıpkı Türklerin Osmanlıcası gibi konuşulmayan bir dil ve yaşayan telaffuzla bağdaşmayan bir imladan oluşan ‘katarevusa’, edebi dil olarak muhafaza edilmiştir.
1860’lardan itibaren bir grup Bulgar komitesi Avusturya-Macaristan modelini izleyerek Osmanlı hükümdarına Bulgar tacını da vermeyi ve bu sayede Bulgaristan’ın bağımsızlığına doğru önemli bir adım atmayı denediler.
Büyükçe çiftlik sahiplerinin genellikle Müslümanlardan olması, Balkan ülkelerinde küçük ve topraksız Hıristiyan köylülerin ayaklanmasının ve ulusçu önderlerin bayrağı altında toplanmasının nedenidir.
Musevi aydınlar, II.Meşrutiyet’i tam desteklediler.
Osmanlı Musevileri için ulusçuluk makbul ve moda bir akım olmamıştı.
Yahudiler, Babıâli’nin başını ağrıtmayan bir cemaatti.
II. Mehmed, Rum-Ortodoks cemaati üzerinde İstanbul patriğini reis-i ruhani olarak tayin ederken, Bizans geleneğini izledi.
Ancak Latin harflerinin kabulüyle düzgün bir imlanın geliși, okuryazarlığın artmasına yardımcı olmuş; okuma alışkanlığı yerleşmeye başlamıştır. Daha fazla bir gelişme olmamasının nedeni, toplumsal yapıdaki çetin engellerdir. Türk toplumu harf devrimi ile büyük bir değişmeye girmiş değildir, değişmeye giren Türk toplumu, harflerini değiştirmek zorunda kalmıştır.
Bu taraftarların bazıları 1928’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yeni harfleri süratle uygulamayı ve çift kullanımı reddeden tutumunu dehşetle karşılamışlardır. Fakat basılan kitabın az olduğu ve halkın büyük çoğunluğunun ümmî olduğu o zamanki Türkiye’de iddiaların tersine bu değişim fazla bir yıkım yapmadı. Yeni harflerin öğretimi yaygınlaştıkça kitabevleri eskisinden çok sattılar. Harf devriminin ikinci yılında okul ve öğrenci sayısının arttığı gözleniyordu. Yeni harflerin basım tekniğinde sağladığı kolaylık, basılan kitap sayısında da artış sağlamıştır.
• Bir Aydın Grubu: Yeni Osmanlılar •
Bu bakımdan tabii seçim sistemleri üzerinde dururken bunlara bakmak lazım. Belirli tarihi andaki tarihi zarureti örnek göstermek geçerli bir sistem değildir. Hele Türkiye’de buna çok çok dikkat etmek gerekir. Bu memlekette seçimlerde olay olmuyor ama böyle zorlamalar başlarsa olur. O zaman da çok geç olur. Birtakım sübapları gevşetmek lazımdır, patlamayı önlemek için.
Turgut Özal buna çok bayıldı, çünkü işine yarıyordu. Muhalefettekiler tenkit etti. Ama kendileri iktidar olunca vazgeçmediler. Bu sistem bugün de bu şekilde devam ediyor. Emin olunuz kıyameti koparanların birisi iktidara gelirse, hiçbir şekilde vazgeçmez bundan ama bu bir çıkar yol değil, çünkü gelecek olan geliyor. Muhtelif yolları var bunun. Sistemi sadece yıpratıyor. Bu konuda Avrupa toplumlarını örnek almaktan da vazgeçmeliyiz.
Yüzde 10 barajıyla işi idare etmeye kalkıyoruz .
Atın kimi tepeceği belli olmaz.
Siz Arap münevverleri, uzak Anadolu’daki bir köylü bile sizden daha aydınlık kafalıdır.
Kimse de dünyada bununla ilgilenmedi o zaman, çünkü dünya kendi tatil ediyordu demokrasiyi, hem de ebediyyen. Ve yolumuza gittik. Ne oldu, 16 sene sonra yine geldi. 16 sene çok uzun bir devir değil. Türkiye öyle uzun süreli despot yönetimlerle, despotizmle yönetilmiş bir ülke değil. Türk aydını kronoloji, senkronoloji sevmez ve yaptığı mukayeseler toptancıdır. Türkiye demokratik seçim tarzının bilinen zamanlardan beri çok büyük kopmaya uğramadığı, partileşmenin Batı Avrupa’ya göre geç kaldığı ama çok orijinal olarak kurulduğu bir ülkedir. Ittihatçı düşünce, Ittihatçı örgütlenme, Ittihatçı misyon, yani șair çok orijinaldir,..
Burası zırai bir ülke, yüzde 85’i köylü. Birtakım köyler daha pazara açılmamıştı, yani otantik ve otarşik bir yapı içinde yaşıyorlardı. Yorgun bir ülkeydi. Cihan Harbi, Balkan Harbi ve sonraSı hepsi üstünden geçmiş, işgale uğramış. Eli saban tutan iyi köylüsü, balyoz çekiç tutan nalbantı, mekteplisi cephelerde tarumar olmuş, nüfus problemlerini, salgin hastalıklarını halledememiş Türkiye’de rejim değişikliği var, medeniyet değiştirme var ve bu durgun iptidai iktisadi sistemi değiştirecek kadrolar yok. Çok önemli, köylü fakir, uygulanan sistem rahatsiz edici ve bunlar değişime hazır. Solcusu memnun değil, sağcısı memnun değil, birtakım tüccarlar da kendilerine firsat verilmediğini söylüyor. Serbest Fırka bugünkü Islâmcı denilen, komūnist denilen, liberal geçinmek isteyen kişilerden iş sahibine, kasaba esnafına kadar herkesi toplayan bir hareket oldu. Fethi Okyar’ın böyle bir şeyi yürütecek önder olmadığı da açık. Partililer kendileri mürteci (!) akımın kuvvetinden korktu. Mustafa Kemal Paşa’nın hemşiresi (Makbule Hanım) için dahi Yalova köylerinde dinci propaganda yapıyor, dendi. Hoş vilayetlerde akıllı (!) adamlar da girmiş. Örneğin Aydın il başkanı kim? Halk Partisinden olan daha sonra Serbest Fırkaya geçen Adnan Bey .(Menderes)
Belediye reisi zaten mülki amir oluyor. Hatırlıyorum, 1961 Anayasası’nın varlığına rağmen- ki ben 1963’te Kastamonu ve Zonguldak’ta turizm envanteri için kazalara gittim- belediye reisi dediğin, kaymakamın yanında dolaşıyordu. Hatta reis deniyor ama kaymakam ona emir veriyor. Bugün durum tamamen tersi. Belediye başkanları merkezin otoritesine yeterince saygılı bile davranmayabiliyorlar. Denebilir ki tek parti, asrın teknolojisinin yardımı, mevcut ideolojinin düzenliliği, bürokratik kadroların bu ideoloji çerçevesinde daha bir kenetlenmesi dolayısıyla belki de Osmanlı devrinde olmayan bir hiyerarşiyi, bir otoriter yapıya getirmişti.
Bugünküne göre insanlar mecliste daha çok kalıyor şu veya bu şekilde.
bu bizdeki tek parti grubu toplantısı, İtalyan parlamentosu Reich meclisi değil kesinlikle; tek parti grub toplantısında her şey konuşuluyor. Geniş yelpazeye mensub milletvekilleri var, grubda kanunlar, kanun tasarıları veya politikalar sağdan soldan pekālā eleştiriliyor. Elbette bazı tabular var, başbakana karşı çok ölçülü davranmak zorundasın. Cumhurbaşkanımıza, Ulu Önderimize katiyen dil uzatamazsın. O söz konusu değil. İnkılâbın belirli prensipleri aleyhinde konuşmanız, fikir yürütmeniz katiyen söz konusu değil. Ama bunun dışında, birtakım konularda çok ciddi bir liberalizm ve sosyalizm bile çatışıyordu. Hükümetin tedbirlerinin otokratik olduğu, iktisadi politikasının yanlışlığı eleştiriliyor ve bu eleştirilerle grublar oluşuyor. Yani 1946’da ortaya Demokrat Parti, ardından Millet Partisi falan çıktığı zaman, o insanların pok da tesadüfen girmediğini bilelimo grubların içine.. Orada zaten bir oluşum var.
Tabii bir de meclisten çatlak ses çıkmaz,
Kurullara üyelik ve muteberlik belli şartları öngörüyor; vergi miktarı, emlak miktarı ve davranışlarındaki ve yaşayışlarındaki iffet esasına göre kuruluyor.
parasız insanların politikaya girmesi mümkün değildi .
Seçim eski beşeriyet tarihinde Eski Yunan’a has bir kurum olarak bilinir, çünkü bütün şehirlerde arkhonlar ve ilgili yargı kurulları vatandaşlar arasından seçilirdi: Bununla ilgili seramik çömlek parçaları üzerine yazılan yazıları kazılarda buluyoruz. Elbette bu kadarla sınırlı değil. Örneğin Yahudiler, Romalılara karşı Massada şehrini savunmalarının ardından, şehir işgal edildiğinde intihar sıralamasını da seçimle tesbit ettiler ve seramik parçaları üzerinde isimler bulundu. Dolayısıyla seçim eski bir olay. İtalyan şehir cumhuriyetleri ve hatta Kuzey Avrupa’daki şehir yönetiminde birtakım organların seçimle oluşmaya başladığı görülüyor. Bizim klasik idare sistemimizde ise seçim değil, tayin esastır. Liyakatı hükümet ve hükümdar tayin eder. 19. yüzyılda seçim sistemine girdik, çünkü artık hükümet birtakım mali meseleleri çözmek, vergi koymak, toplamak ve bayındırlık işlerini çözmek için mahalli halkın desteğine ihtiyaç duyuyordu; işte bu nokta çok önemlidir.
•1840’lı Yılların Yerel Meclislerinden Çok Partili Döneme•

Bu memleketin seçim tecrübesi vardır. Türkiye demokratik seçim tarihinin bilinen zamanlarından beri çok büyük kopmaya uğramadığı, partileşmenin Bat Avrupa’ya göre geç kaldığı ama çok orijinal olarak kurulduğu bir ülkedir.

.

Osmanlı İmparatorluğu’nda hukuk üç kaynağa dayanır; birincisi şeriat; Müslümanların Kur’an’a ve peygamberimizin hadislerine bıraktığı alana (sünnete) dayanan hukuki mevzuat. İkincisi; birincisiyle tezata düşmemek şartıyla örf-i sultanî denen hükümdarın (sultan) çıkardığı emir ve ferman ve yaptığı kanunnameler. Üçüncüsü, bu ikisiyle ters düşmemek şartıyla âdet ve ananeler.

.

Taşralarda asker olmak bir imtiyazdır.
Rakabe devletindir.( Çıplak mülkiyet)
Roma İmparatorluğu’nda çiftci toprağa bağlıdır.
Liberal hak ve özgürlükler, geniş yığınların siyasal katılma istek ve eylemi bundan sonra başlar. Osmanlı yerel yönetimi bu ikinci düzeye geçemeyen bir toplumda doğup, gelişme durumundaydı.
Yeniçağ devletinin temeli kanuna dayanır. Bireyin katılma hakkı esas değildir.
Merkeziyetçi mutlak idare, kanun devleti demektir. Yasallığın olduğu yerde, hukuk düzeninin anlamı siyasal katılmayı içermeyebilir.
Osmanlı belediyeciliği, otoriter bir merkeziyetçiliğin filizlendiği dönemde, o sistemin ayrılmaz bir parçası olarak doğmuştur. Bu durumun köklü bir değişim olmaksızın ve uzunca bir zaman geçmeksizin değişemeyeceği açıktır.
Az gelişmeyen kent özgürleşmeyen kenttir.
Belediye meclisi üyeleri 25 yaşını geçmiş, Osmanlı uyruklu ve senede en az 50 kuruş emlâk vergisi veren kimselerden seçilirdi. İlginç bir koşul da Türkçe bilmek zorunluluğuydu. Bu konu
Meclis-i Mebusan da Arabistan vilayetleri mebuslarının itirazına neden oldu ise de ulusçuluk başlamıştı ve kabul ettirildi.
bütün İstanbul 14 belediye dairesine ayrıldı.
gelişen modernleşen Beyoğlu; ilkel belediye örgütlenmenin devam ettiği, her yangında kül olan eski İstanbul’a tepeden bakıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir